Kitleler psikolojisi: Seçim Kitleleri – Gustave Le Bon

Seçim kitleleri yani bazı hizmetlere memur edilecek kimseleri seçmeye davet edilen kitleler, farklı kalabalıklardan oluşur. Fakat bunlar değişik adaylar arasından birini seçmek gibi belli bir nokta üzerinde durduklarından, bunlarda önce söylemiş olduğum karakterlerin ancak bazısı görülebilir.

Bunların gösterdikleri özellikler, değerlendirmeye zayıf derecede yetenek, tenkit yokluğu, çabuk hiddetlenme, basitliktir. Bunların kararlarında önderlerin nüfuzu ve yukarıda sayılan faktörlerin rolleri bulunur. İddia, tekrar, nüfuz sirayet.

Bunların nasıl kandırıldıklarını araştıralım, en başarılı metodlarla onların psikolojilerini öğrenmiş olacağız.

Adayın sahip olması gereken özelliklerin başlıcası nüfuz ve itibardır. Kişisel nüfuz ancak servetle sağlanabilir. Zeka ve hatta deha bile başarı faktörü değildir.

Nüfuza sahip olmak ve münakaşaya girişmeden kendisini kabul ettirmek aday için asıl şart. Özellikle işçi ve köylülerden oluşan seçmenler, kendilerini temsil etmek üzere kendi aralarından birini pek seyrek durumlarda seçerler, zira bu kimselerin onlar üzerinde nüfuzu yoktur. Kendilerine eşit, kendileri gibi olan bir adamı ancak bazı durumlarla, mesela, işçilerin her gün emrinde çalıştıkları ve bir süre ona hakim olacakları hülyasıyla üstün bir adamın başarısına engel olmak gibi bir nedenden dolayı seçerler.

Fakat adaya yalnız nüfuz da yetmez. Seçmenler düşüncelerinin ve gururlarının beğenildiği, okşanıldığını görmek isterler. Aday olan kimse seçmenlerini pek fazla övmeli ve en olmayacak şeyleri adamaktan çekinmemelidir. İşçilerin karşısında patronlarını alabildiğine kışkırtmamak, onları fazla aşağılamamalıdır. Rakip adaya gelince, onun en rezil bir kimse olduğunu, birçok cinayetler işlediğini herkesçe bilindiğini, iddia, tekrar ve sirayet yollarıyla ortaya koyarak seçmenler karşısında itibarını kırmalıdır.

Burada ispata ve delile benzer bir şey aramaya da gerek kalmaz. Eğer rakip olan aday kitle psikolojisini iyi bilmiyorsa, kendisine karşı kullanılan iftiralara, o iftiralar oranında sözler sarfedeceği yerde, bir takım ispatlarla karşılamaya kalkarsa, o andan itibaren kazanma şansını kaybetmiş olur.

Adayın yazılı programındaki vaatler kesin olmamalıdır. Çünkü karşıtları o vaatleri kendisine karşı bir silah diye kullanabilirler ve açık program da fazla mübalağalı olmamalıdır.

En büyük ıslahat hiç korkmadan vaad edilebilir. O an için bu vaadler ve mübalağalar çok etki eder ve gelecek için de bir taahhüde bağlanılmış olmaz. Her zaman görülmüştür ki, seçilen kimsenin alkışlanan ve beğenilen programını nasıl gerçekleştirdiği noktası üzerinde hemen hiç bir seçmen durmaz, programı izlemez.

Açıklama ve tavsif ettiğimiz bütün kandırma şekillerini burada buluruz. Kelimelerin ve formüllerin öncelikle göstermiş olduğumuz büyüleyici gücünü, nüfuzunu burada da görürüz. Kelimeleri, formülleri yerinde kullanmasını bilen bir konuşmacı, kitleleri istediği yere kadar götüür. Lanetleme sermaye, sefil sömürücüler, mükemmel işçiler, servetlerin ulusallaştırılması gibi sözler, biraz bayağılaşmış olmakla beraber daima aynı etkiyi meydana getirirler. Fakat açık anlamı olmayan ve en değişik emelleri ifade ve tatmin edebilen yeni bir formül bulan aday artık yenilmez bir başarı elde eder.

İspanya’nın 1873 kanlı ihtilali herkesin kendi emeline göre yorumladığı böyle bir sihirli, anlamı muğlak, herkesin kendine göre anlamlandırdığı söz ile meydana geldi.

Zamanın muharrirlerinden biri bu ihtilalin meydana gelişini şöyle hikaye etmiştir:

“Radikaller keşfetmişlerdi ki, merkeziyetçi bir cumhuriyet kıyafet değiştirmiş bir monarşidir. Cortesler (İspanya ve Portekiz’de mebuslar ve ayan meclisleri) ise onları memnun etmek için bir formül buldu ve “federal cumhuriyet” ilan etti ki, buna oy kullananların hiç biri ne gibi bir şeye oy verdiklerini bilmiyorlardı; lakin bu formül herkesi sevindiriyordu. Bu bir hülya, bir sarhoşluktu. Artık yer yüzünde fazilet ve saadetin tacı hüküm sürecekti. Rakibi kendisine “federal” unvanını vermekten kaçındığı için bir cumhuriyetçi üye sanki müthiş hakarete maruz kalmış gibi öfkeleniyordu. Sokaklarda “Saludy republica federal yaşasın federal cumhuriyet” diye bağrışarak dolaşılıyor ve konuşuluyordu. Sonra mukaddes disiplinsizlik ile askerin serbestliği namına kasideler tertip olunuyordu. İyi ama bu federal cumhuriyet ne idi?

Bazıları bu tabirden vilayetlerin serbestliğini, Birleşik Amerika Devletlerinin müesseselerine benzeyen müesseseleri yahut idari ademi merkeziyeti, bazıları da bütün hükümet nüfuzunun kırılmasını, içtimai bir hesap tasfiyesinin yakında yapılacağını anlıyordu. Barcelon ve Edülüs sosyalistleri komünlerin mutlak hakimiyetini istiyorlardı. Bir çırpıda orduyu ve jandarmayı ortadan kaldırarak, kendi kanunlarını kendisi yapan on bin müstakil kasaba tesisini de teklif ediyorlardı.

Çok geçmeden güney eyaletlerinde isyanlar baş gösterdi ve şehirden şehire, köyden köye yayılmaya başladı. Bir komün kendi pronunciamiento’sun (istiklal beyannamesi) yapar yapmaz ilk işi komşu komünler ve Madrid arasındaki telgraf hatlarını kesmek ve demiryollarını tahrip etmek oluyordu. Kendi işini kendi görmek istemeyen bir kasaba yoktu. Böylece federalizm haşin, kundakçı ve katliamcı bir kantonalizme meydan vermişti. Her tarafta kanlı bayramlar yapılıyordu.”

Seçmenlerin ruhları üzerine muhakemelerin yapabileceği tesire gelince, bu hususta kesin bir fikir sahibi olmamak için seçim zabıtlarını hiç okumamış olmak icabeder. Bu toplantılarda aklın değil, iddiaların, küfürün, bazen da tabancaların sözü geçer. Ortalığın yatıştığı bir anda her şeyi zor beğenenlerden şirret birisi ortaya çıkar, aday olan kimseye dinleyenleri hayretlerde bırakacak sualler soracağını söyler. Fakat muhaliflerin memnunluğu uzun sürmez, zira biraz sonra oyunu kullanacak olanın sözleri çok sürmeden rakiplerin gürültüleriyle bastırılır. Yüzlerce seçim toplantıları arasından birini, hakkındaki yazıyı günlük gazetelerden alarak, bir örnek göstermek istedim:

“Toplantıyı tertip edenlerden biri bir başkan seçilmesini teklif ettiği zaman gürültü koptu. idare heyeti üzerine hücum eden anarşistlerin karşısına sosyalistler geçtiler, müadafaalar, vurmuşlar, küfürlerle karışık olarak birbirlerine: satılmışlar, hafiyeler! gibi sözler savuruyorlardı. Bu arada birisinin gözü, yediği yumruktan şişmişti. Nihayet gürültüler arasında büro kuruldu ve başkanlığa X geçti. Hatibe karşı sosyalistler ahmak, haydut, rezil gibi sözlerle hücuma geçince o da ağzını açtı, gözünü yumdu, sosyalistlerin “ahmak” 1ar ve “şarlatanlar” olduğuna dair nazariyeler ileri sürdü.”

” … Faubourgdu Temple sokağındaki Ticaret Odası salonunda dün akşam (Alimaniste Partisi), 1 Mayıs işçiler bayramı hazırlıklarına başlamak üzere bir toplantı yapmıştı. Parola şu idi: “Sükun ve huzur.”

“Yoldaş G… sosyalistler için ahmaklar, kundakçılar sözlerini sarfedince ortalık karıştı, sandalyeler, sıralar, masalar birbirine girdi.”

Bu türlü münakaşaların muayyen bir seçmen sınıfına mahsus ve onların içtimai seviyelerinin icabı olduğunu sanmayalım. Münevver kimselerden mürekkep dahi olsa her anonim toplantıdaki münakaşalar hemen aynı şekilleri alır. Kitle halinde bulunan insanların eşit bir zihni seviyeye malik olduklarını ve her vakit böyle bir duruma rastlayacağımızı evvelce gösterdim. Misal olarak tamamıyla öğrencilerden ibaret bir toplantı hakkındaki haberi okuyalım:

“Suvare ilerledikçe gürültü arttı. Sözü kesilmeksizin tek bir hatibin iki cümle söyleyebilmiş olduğunu sanmıyorum. Bir köşeden öbür köşeye her an bağırmalar gidip geliyor, yahut aynı anda her taraftan ses çıkıyordu. Bu arada alkışlar, ıslıklar oluyordu. Eldeki bastonlar tehditle savruluyor, sık sık döşemeye vuruluyordu. Sözleri kesen seslerden sonra bir takım feryatlar duyuluyordu: haydi kapı dışarı! haydi kürsüye! gibi.

“Bay C… bir aralık bu toplantı hakkında gayet ağır tabirler kullanarak sefil, alçak, hoyrat gibi vasıflarla sıvadı ve “onu dağıtmalıdır” diye bağırdı.”

İnsan sorabilir: Bu kabil haller içinde bir seçmenin fikri nasıl teşekkül edebilir? Fakat böyle bir sual sormak, bir topluluğun sahip olabileceği hürriyet hakkında vehme düşmek olur. Kitlelerin kendilerine kabul ettirilmiş fikirleri vardır, muhakeme mahsulü fikirleri hiç yoktur. Bu fikirler ve seçmenlerin oyları seçim komitelerinin tesiri altındadır. Bu komitelerdeki önderlerin çoğu işçilerce itibar gören bir takım şaraphane sahipleridir.

Demokrasinin en hararetli müdafilerinden M. Scherer şöyle yazar:

“Bir seçim komitesi nedir, bilir misiniz? Müesseselerimizin anahtarı, politika makinesinin en mühim parçası. Bugün Fransa komitelerle idare olunmaktadır.”

Bunların üzerine tesir etmek de pek zor değildir, elverir ki aday olan kimse kabule layık ve elinde biraz da parası bulunsun. Teberru edenlerin itiraflarına göre General Boulanger’in muhtelif seçimlerde kazanması için üç milyon frank kafi gelmişti. Seçim kitlelerinin psikolojisi işte böyledir. O da öteki kitleler psikolojisi gibi ne daha iyi, ne daha kötüdür.

Böylece, genel oy hakkında ve aleyhinde şimdi hiç bir netice çıkaramayacağım. Eğer genel seçimle seçme usulünün mukadderatını ben tayin edecek olsaydım, kitle psikolojisine dair düşüncelerimizle ortaya çıkan mahzurlarını hatırlattıktan sonra izah edecek olduğum başka ameli sebeplerden dolayı bu usulü olduğu gibi muhafaza ederdim.

Genel oy usulünün mahzurları bilinmemelerine imkan olmayan açıklıktadır. Hiç itiraz götürmez bir gerçektir ki, medeniyetler bir ehramın zirvesini teşkil eden yüksek zekalardan toplanma bir küçük azınlığın eseri olmuştur ve ehramın zihni değerler azaldıkça genişleyen katları bir milletin derin halk tabakalarını temsil eder.

Bir medeniyetin büyüklüğü yalnız sayıyı (kemiyet) temsil eden aşağı unsurların fikir ve reylerine tabi olamaz ve şüphesizdir ki, kitlelerin reyleri çoğu defa tehlikelidir ve Fransayı birkaç istilaya uğratmıştır. Sosyalizm zaferi ile milli hakimiyet fantezileri hiç şüphesiz daha fazla pahalıya mal olacaktır. Fakat nas (dogma) haline gelmiş fikirlerin yenilmez kudreti hatırlanırsa, nazari bakımdan mükemmel olan bu itirazlar ameli bakımdan bütün kuvvetini kaybeder. Felsefe bakımından kitlelerin hakimiyeti dogması Orta Çağlardaki dini dogmalar kadar az savunulabilirler. Buna rağmen bu dogma bugün mutlak bir kudrete sahiptir ve eski dini dogmalar gibi üzerine varılamaz.

Hür düşünceli bir adamın sihirli bir kudretle Orta Çağın içerisine götürüldüğünü farzediniz. Bu kimsenin o zaman hüküm süren dini fikirlerin müthiş tahakkümü önünde onları çürütmeyi deneyeceğine ihtimal verir misiniz? Şeytanla anlaşma yapmış yahut büyücü kadınla görüşmüş olmak suçlariyle kendisini diri diri yakmak isteyen bir hakimin eline düşen bu hür fikirli adam, şeytanın ve büyücünün varlığına itiraz edebilir mi? Kasırgalarla nasıl münakaşaya girişilmez ise, kitlelerin dogmalarıyla de öylece münakaşaya girişilmez.

Vaktiyle Hıristiyan dogmalarının malik olduğu kuvvete bugün de genel oy dogması sahip bulunmaktadır. Hatipler, muharrirler, vaktiyle XIV. Louis’in görmemiş olduğu bir saygı ve müdahene ile ondan bahsediyorlar. imdi, genel oy dogması için hareket tarzımız, dini dogmalara karşı olan hareket tarzımız gibi olmalıdır. Bunların üzerinde yalnız zamanın tesiri vardır.

Bu dogmayı sarsmak teşebbüsünde bir fayda yoktur ve bu faydasızlık onun lehinde olan zahiri delillerin çokluğu ile orantılı bulunur. Bu hususta Tocquville şöyle der:

“Müsavat zamanlarında insanlar benzer olmaları sebebiyle birbirine inanmazlar. Fakat bu aynı benzeyiş ve müsavilik onlara umumun verdiği hükme karşı hemen sonsuz bir itimat telkin eder. Çünkü hepsi ayni bilgi nuruna sahip olduklarından, bir cemiyette hakikatin çoğunluk tarafında bulunmayacağına ihtimal vermezler.”

Şimdi, oy verme hakkını sırf ehliyet sahiplerine tahsis etmekle, genel oy usulünün ıslah edilebileceği düşünülebilir mi? Bunu bir an için bile kabul edemem. Bunun kabul etmemekliğimin sebebi, yukarıda da dediğim gibi, terkip şekilleri her ne olursa olsun bütün ma’şeriyetlerde insanların zihniyetleri aşağı seviyededir.

Tekrar ediyorum, insanlar topluluk halinde daima müsavileşirler. Umumi meseleler üzerinde de kırk akademi azasının oyu, kırk sakanın oyundan daha isabetli değildir. Yine sanmıyorum ki, o kadar tenkit olunan genel oy usulü yerine, mesela imparatorluğun yeniden kurulması mevzuu yalnız ilim adamları ve okumuşlardan teşekkül eden bir heyete verilse, bunların oylarının neticesi evvelkinden daha farklı olsun. Bir kimsenin Yunanca ve matematik bilmesi, mimar, doktor, veteriner, avukat olması; ona hissi mevzularda ayrı bir ışık vermez. Bizim bütün iktisat mütehassıslarımızın çoğu profesör, akademi azasıdırlar ve çok iyi tahsil görmüşlerdir. Bununla beraber onların bir tek umumi meselede, himayecilik usulü hakkında fikir birliğine vardıkları görülmüş müdür? Bir çok meçhullerle dolu olan ve sırri mantıkin yahut hissi mantıkin tesiri altında bulunan içtimai meseleler karşısında bütün cehaletler müsavileşir.

Eğer seçim heyetini yalnız kafaları ilimle dolu kimseler teşkil etmiş olsaydı, onların oyları bugünkü seçim heyetlerinin oylarından daha isabetli olmazdı. Onlar da hislerine uyar ve partilerinin istediği gibi hareket ederlerdi ve şimdiki zorluklarımızdan daha az müşküllerimiz bulunmazdı, hiç şüphesiz de fazla olarak kastların ağır istabdadı altında kalırdık.

İster umumi ister dar şekilde olsun, hükümetin başında Cumhurbaşkanı veya hükümdar bulunsun; Fransa’da, Belçika’da, Yunanistan’da, Portekiz’de veya İspanya’da yapılsın, kitleler oyu her tarafta birbirine benzer neticeler verir ve çoğu defa ırkın gayri şuuri emel ve ihtiyaçlarına tercüman olur. Seçilenlerin ortalaması her millet için ırkının ortalama ruhunu gösterir ve bu ortalama her nesilde hemen hemen müsavi olarak bulunur.

Bu suretle, çoğu kere karşılaştığımız ırk esas mefhumu ile ondan çıkan başka bir kaziye üzerine tekrar geliyoruz: Kavimlerin hayatında müesseseler ve hükümetler pek zayıf bir rol oynarlar. Kavimler ırklarının ruhiyle, yani toplamı bu ruh olan ve ecdaddan doğru gelen birikmeler, bakiyeler, irsi hamulelerle sevk ve idare olunurlar.

Irk ve günlük ihtilaçlarımız arasındaki bağlılık… İşte mukadderatımıza hükmeden kuvvetler bunlardır.

Kitleler psikolojisi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz