“Düşmanlığa çare düşmanlık değildir” Deccal – Friedrich Nietzsche

Budizm Hristiyanlıktan yüz kez daha gerçekçidir —bir nesnel ve serinkanlı soru sorma mirası taşır, yüzlerce yıl sürmüş bir felsefe geleneğinden sonra gelmiştir, bunun «tanrı» kavramı da, daha gelirken, giderilmiştir.
Budizm, tarihin bize gösterdiği biricik sahici pozitivist dindir, bilgi kuramında bile (sert bir fenomenalizm—), artık, «günaha karşı savaş» demez, gerçekliğin hakkını vererek, «acıya karşı savaş» der.
Onu Hristiyanlıktan derin bir biçimde ayıran da, ahlak kavramlarının kendini aldatıcılığını geride bırakmış olmasıdır, —Budizm, benim dilimle söylendikte, iyinin ve kötünün ötesinde durur. 

Nerede güç istemi herhangi bir biçimde alçalıyorsa, her seferinde aynı zamanda fizyolojik bir gerileme, bir decadence vardır orada. Decadence’in tanrısı, en erkekçe erdemleri ve güdüleri budandığından, artık, zorunlukla, fizyolojik olarak gerilemişlerin, zayıfların tanrısı haline gelir. Onlar kendilerine zayıf demezler, «iyi» derler… Bir ipucu gerekmeden anlaşılıyor artık, tarihin hangi anında iyi bir tanrı ile kötü bir tanrı arasındaki ikilik uydurmasının olanaklı hale geldiği. Boyunduruk altına alınanlar, hangi içgüdüyle kendi tanrılannı «kendi başına iyi» durumuna indirmişlerse, aynı içgüdüyle, kendilerini boyunduruk altına alanların tanrılarının da iyi niteliklerini silip alırlar; efendilerinden, onların tanrısını şeytanlaştırarak öç alırlar.
— iyi tanrı, bir o kadar da şeytan : ikisi de decadence’in yaratıkları. —Bugün hâlâ, Hristiyan tanrıbilimcilerin saflıklarına kanıp, tanrı kavramının «İsrael’in Tanrısı»ndan, halkın tanrısı olmaktan, Hristiyan tanrıya, bütün iyinin toplamı olmaya geçişinin bir ilerleme olduğu hükmüne nasıl olup da varılabiliyor? —Oysa Renan bile yapıyor bunu. Sanki Kenan’ın saflık konusunda tek bir iddiası olabilirmiş gibi! Oysa ki tam tersi bas bas bağırıyor. Tanrı kavramından, yücelen yaşamın varsayımları, bütün kuvvetli, yürekli, erkekçe, gururlu yanları giderilince, adım adım, yalnızca yorgunlar için bir dayanak, boğulanlar için bir can simidi olma durumuna düşünce, hepten fakir-fukara tanrısı, günahkârların tanrısı, hastaların tanrısı par excellence olunca, ve genel olarak tanrısal yüklem diye yalnızca «iyileştirici», «kurtarıcı» yüklemi sanki arta kalınca: neyin sözünü etmektedir ki böylesi bir değişim? tanrısal olanın böylesine bir indirgenmesi? —Tabiî: «Tanrının hükümranlığı» bu yolla genişlemiştir. Eskiden yalnızca kendi halkını, kendi «seçilmiş» halkını içerirdi. Sonra, halkının ta kendisi gibi, gurbete, gezginciliğe çıktı, o zamandan bu yana da hiçbir yerde durup dinelmedi: ta ki, sonunda heryerde yerleşik hale geldi, bu koca kozmopolit —ta ki, «büyük çoğunluğu» ve yeryüzünün yarısını kendi yanına çekti. Ama «büyük çoğunluğun» tanrısı, tanrıların bu demokratı, gene de gururlu bir put gibi tapınılan bir tanrı olamadı: hep Yahudi kaldı, inziva tanrısı olarak, bütün karanlık köşe -bucakların Tanrısı, bütün dünyanın bütün sağlıksız mahallelerinin tanrısı olarak kaldı… Onun yeryüzü hükümranlığı, tıpkı eskisi gibi, bir yeraltı hükümranlığı, bir düşkünler yurdu, bir souterrain hükümranlık, bir getto hükümranlığıdır… Ve kendisi de, öylesine soluk benizli, öylesine zayıf, öylesine, decadent… Soluk benizlilerin en soluk benizlileri bile, ona göre efendi olurlar, metafizikçi efendiler, kavram albino’ları. Bunlar onun çevresinde öylesine çok dolanırlar ki, sonunda o da, onların dolanmalarından hipnotize olarak, kendisi de dolanmaya başlar, örümcek olur, kendisi metaphyicus olur. Artık dünyayı kendi kendine, kendi içinden örmeğe başlar —sub specie Spinozae—, artık hep daha ince, hep daha uçuk biçimlere dönüştürür kendini, «ideal» olur, «saf tin» olur, «mutlak» olur, «kendi başına şey» olur… Bir tanrının düşüşü: tanrının «kendi başına şey» oluşu…

18.

Hristiyan tanrı kavramı —hasta tanrısı olarak tanrı, örümcek olarak tanrı, tin olarak tanrı— yeryüzünde ulaşılmış en yoz tanrı kavramlarından biridir; belki de tanrı tipinin batış sürecindeki en düşük seviye işaretini temsil eder. Tanrının, yaşamın aydınlanması ve bengi Evet’i olmak yerine; yaşamı çelecek kadar yozlaşması! Tanrıda yaşamın, doğanın, yaşama isteminin düşman ilan edilmesi! Tanrının, «dünyevi»liğin her türlü yalanlanması için, her türlü «öte dünya»lık yalanı için, formül haline gelmesi! Tanrıda hiç’in tanrısallaştırılması, hiçlik isteminin tanrısallaştırılması!…

19.

Kuzey Avrupa’nın güçlü ırklarının Hristiyan tanrıyı kendilerinden itip uzaklaştırmamış olmaları, onların dinsel yetenekleri için pek de onurlandırıcı değil; beğenileri konusunda ise, birşey söylemeyelim. Böylesine hastalıklı ve yaşlılıktan güçsüzleşmiş bir decadence yaratığının üstesinden gelebilmeleri gerekirdi. Ama, onun üstesinden gelememiş olmaları yüzünden de başlarına bela gelmiştir: onun hastalığını, yaşlılığını, çelişikliğini bütün içgüdülerine sokmuşlardır —o zamandan beri de artık hiçbir tanrı yaratamamışlardır! Neredeyse ikibin yıl, ve bir tek yeni Tanrı yok! Hep, boyuna, sanki haklı yerini bulmuş gibi, insandaki tanrı kuran gücün, creator spiritus’un bir ultimatum’u ve maximum’uymus gibi, Hristiyanlığın monotono-theist’liğinin bu zavallı tanrısı! Bu, sıfırdan, kavramdan, çelişmeden kurulmuş piç düşkünlük abidesi, içinde bütün decadence içgüdülerinin, ruhun bütün ödlekliklerinin ve bezginliklerinin kutsanmalarını buldukları çöp yığını!— —

Hristiyanlığı yargılamakla, onunla akraba olan, hatta inananlarının sayısı daha fazla olan bir dine haksızlık etmek istemem : Budizme. ikisi de nihilist dinler olarak aynı sınıfa girerler — decadence dinleridir bunlar—, ama, en ilginç biçimde de biribirlerinden ayrılırlar. Şimdi karşılaştırılabilir olmalarını da, Hristiyanlığın eleştiricileri, Hint bilginlerine borçludurlar. — Budizm Hristiyanlıktan yüz kez daha gerçekçidir —bir nesnel ve serinkanlı soru sorma mirası taşır, yüzlerce yıl sürmüş bir felsefe geleneğinden sonra gelmiştir, bunun «tanrı» kavramı da, daha gelirken, giderilmiştir. Budizm, tarihin bize gösterdiği biricik sahici pozitivist dindir, bilgi kuramında bile (sert bir fenomenalizm—), artık, «günaha karşı savaş» demez, gerçekliğin hakkını vererek, «acıya karşı savaş» der. Onu Hristiyanlıktan derin bir biçimde ayıran da, ahlak kavramlarının kendini aldatıcılığını geride bırakmış olmasıdır, —Budizm, benim dilimle söylendikte, iyinin ve kötünün ötesinde durur. —Dayandığı ve göz önüne aldığı iki fizyolojik olgu vardır : İlkin, duyusallığın, incelmiş bir acı çekme yatkınlığı olarak dilegelen aşırı uyarılabilirliği, sonra, aşırı bir tinselleşme, kavramlara ve mantık işlemlerine dalmış uzun bir yaşam boyunca, kişilik güdüsünün «kişisel-olmayan»ın karşısında zarar görmesi. (—Bu iki durumu da, okurlarımdan en azından bazıları, benim gibi «nesnel» olanlar, kendi deneyimlerinden tanıyacaklardır.) Bu fizyolojik temel üzerinde bir depresyon oluşmuştur Buddha bu duruma hijyenik açıdan yaklaşır. Onun karşısına, açık havada yaşamayı, gezgin yaşamını; yiyeceklerde ölçülülüğü ve seçiciliği; bütün alkollü içkilerden kaçınmayı; aynı şekilde, safra yapan, kanı kızıştıran bütün tutkulardan kaçınmayı getirir; endişe olmayacak, ne kendi ne de başkaları için. Ya dinginlik veren ya da şenlendiren tasarımları geliştirir —başka türden tasarımlardan kurtulmak için de araçlar geliştirir, iyilikseverlik, iyilik yapmak, sağlığa yararlıdır. Dua etmek yasaktır, aynı şekilde, münzevilik de; hiçbir kesin buyruk yok, hiçbir zorlama yok, manastır topluluğunun kendi içinde bile (—isteyen çıkıp gidebilir—). Bütün bunlar, o aşırı uyarılabilirliği güçlendirmenin yollarıydı. Tam bu yüzden, başka türlü düşünenlere karşı savaşmayı öğütlemez; öğretisi, kin, çekemezlik, ressentiment duygularından başka hiçbirşeye karşı değildir (—«düşmanlığa çare düşmanlık değildir» : bütün Budizmin devindirici tekerlemesi…). Ve haklıydı: tam da bu tutkular, ana diyetik amaç bakımından tamamiyle sağlıksızdı. Karşısındaki bu son derece büyük bir «nesnellik»le (yani, bireysel çıkar duygularının zayıflamasında, ağırlık noktasının, «bencilliğin» yitirilmesinde) dilegelen tinsel bitkinlikle savaşmanın yolunu, en tinsel ilgi ve çıkarları bile, sıkı bir indirgemeyle kişiye geri getirmekte buldu. Buddha’nın öğretisinde bencillik ödev yerine geçer: «gerekli tek şey», «sen acıdan nasıl kurtulacaksın» ilkesi, bütün dinsel diyet’i düzenler ve sınırlandırır (—belki de burada o Atinalıyı anımsayabiliriz, saf «bilimselliğe» karşı aynı savaşı veren Sokrates’i; o da, kişisel bencilliği bilgi sorunları alanında bile. ahlak durumuna yükseltmişti.)

Friedrich Nietzsche
Türkçesı: Oruç Aruoba
Deccal Hıristiyanlığa Lanet

<<ÖNCESİ |

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz