Örtülü ödenek, “örtülü işler” ve üstü örtülmüş toplum! – Fikret Başkaya

102

Fikret Başkaya (1)“Devlet bir tasmadır ki, amacı et obur bir hayvan olan insanı zararsız hale getirmek ve onu bir ot obur gibi davranmaya zorlamaktır”
Arthur Schopenhauer

AKP iktidarı faşizmi kurumsallaştırmak amacıyla peş peşe torba yasalar çıkarıyor. Son torbayla cumhurbaşkanına da örtülü ödenek kullanma yolunun açılmasını, parti devleti ve faşizmi dayatma niyetinin bir tezahürü olarak görmek gerekir. Neden usule ve teamüllere uygun yasa çıkarmak yerine, torba yasa çıkarmayı tercih ediyorlar? Yasa çıkarma işini oldu-bitti ye getirmek ve halktan gizlemek için… Oysa yasa teklif ve tasarılarından önce parlamento üyelerinin bilgilendirilmesi, komisyonlarda tartışılması, kamuoyunun da bilgisine sunulması, olgunlaştırılması, en sonunda Meclis genel kurula getirilmesi ve kabul edilmesi gerekir.

Bırakın halkın bilgisine sunmayı, yangından mal kaçırırcasına çıkarılan torba yasalar, muhalefet milletvekillerinden, dahası iktidar partisi milletvekillerinden bile gizleniyor. Çoğu zaman AKP’li vekiller neye oy verdiklerini bile bilmiyorlar. Bir de onlara halkın temsilcileri diyorlar. Meclis üyelerinin aslında kimin temsilcisi oldukları sanılıyor?

“Örtülü ödenek”, raison d’État’ nın bir gereğidir ve Fransızca bir kavram olan raison d’État, Türkçeye devlet aklı veya hikmet-i hükümet şeklinde tercüme ediliyor. Raison d’Etat, “devletin yüksek çıkarları” gerekçesiyle kendi yasallığının dışına çıkması, yasa dışı, ahlâk dışı, insanlık suçu kategorisine giren “örtülü”, karanlık işler yapması demektir. Aslında raison d’État’nın varlığı demek, devletin suç üstü yakalanması, kendini ele vermesidir ama rejimin tabularından biri olduğu için, maalesef tartışma konusu yapılmıyor. Dolayısıyla olağan, dahası “gerekli bir şey” sayılıyor. Türkiye bakımından ilave bir sorun daha var: Türkiye’de kutsal devlet geleneğinin geçerli oluşu, “karanlık işler”, ‘örtülü işler’ yapmayı kolaylaştırıyor.

Bizde örtülü ödenek uygulaması, 1927 tarih ve 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununa dayanıyor. Söz konusu kanunun 24’üncü maddesi şöyle: ” Örtülü ödenek; kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, Devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili Hükümet icapları için kullanılmak üzere Başbakanlık bütçesine konulan ödenektir… İlgili yılda bu amaçla tahsis edilen ödenekler toplamı genel bütçe başlangıç ödenekleri toplamının binde beşini geçemez”. Aslında 24.üncü maddede ifade edilen “kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri” zaten MİT, Polis İstihbaratı ve diğer devlet kurumları tarafından yapılıyorken, neden böyle bir kanuna ve uygulamaya ihtiyaç duyulduğu tartışma konusu yapılmıyor! Örtülü ödenek demek, yasa dışı, ahlâk dışı, karanlık işler yapılacağının ilânıdır. Bununla devlet kendi yasallığının dışına çıkacağını ilân etmiş oluyor. Örtülü ödenek, devlet yetkileri tarafından işlenen suç fiillerinin, karanlık işlerin, komplo, provokasyon, siyasi cinayetlerin, vb. finansmanı için, bir de başbakanın “gerekli gördüğü” başka amaçlar için kullanılıyor. Fakat o “başka işlerin” ne olduğu, ödeneğin nelere harcandığı hiç bir zaman bilinmiyor… Kanunda “devletin yüksek menfaatleri ile devlet itibarının gerekleri” deniyor. Acaba gizli kapaklı, gayri kanunî, karanlık işler yapılmadan da ‘devletin yüksek menfaatlerini gerçekleştirmenin, itibarını artırmanın başka bir yolu yok mudur? Eğer öyleyse bu devletin yüksek çıkarlarıyla halkın yüksek olmayan çıkarlarının çeliştiği demeye gelmez mi? Türkiye’de neden bu kadar kolay siyasi cinayet işleniyor, neden bu kadar çok “faili meçhul” katliamlar yapılabiliyor sanıyorsunuz?

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Çiğdem Toker, AKP’nin iktidar olduğu ve ilk bütçeyi yaptığı 2003’den bu yana geçen 12 yılda, örtülü ödenek harcamalarının 7,5 milyar TL’yi aştığını yazdı.* Bu rakam bazı bakanlık ödeneklerinden daha yüksek. Fakat hepsi bu kadar da değil, Çiğdem Toker yazısında ilginç bir gelişmeye de dikkat çekiyor: ” 2003’te, 100 milyar TL civarındaki genel bütçe gelirleri, 2013’te 375 milyar TL’ye ulaşmış. Bu yıl 393 milyar TL hedefleniyor. En iyimser söyleyişle devletin genel bütçe gelirleri, 11 yılda 4 kat artmış. Buna karşılık, 2003’te yaklaşık 100 milyon TL ile başlayan örtülü ödenek, 2013 sonuna gelindiğinde 1 milyar 240 milyon TL’ye ulaşıyor. Yani 11 yılda 12 kat artmış. Başka bir ifadeyle Erdoğan’ın 11 yıl boyunca örtülü ödenekten kullandığı para, bütçe gelirlerindeki artış hızının 3 katı!”**.

Ekmekten, sudan, asvalttan…akla hayâle gelen her şeyden vergi alan bu devlet, nereye, neden harcandığı bilinmeyen 7,5 milyar TL’nin hesabını vermiyor. Hesap sormayı akıl eden de pek yok gibi… İnsanlar öyle bir sorunun varlığından habersiz… Bu durumda Parlamento kendi varlık nedenine ihânet etmiş olmuyor mu? Yoksul emekçi halktan alınan her kuruş verginin hesabının sorulması gerekmiyor mu? Hesap sormak için önce yurttaş olmak, yurttaş bilinci taşımak ve sorumlu yurttaşlar olarak davranmak gerekir ve bizde maalesef yurttaş olamama sorunu var. Öyle olunca da her türlü haksızlığı, hukuksuzluğu, ilkesizliği, ahlâksızlığı dayatmak, ‘köpeksiz köyde değneksiz gezmek’ kolaylaşıyor…

Bundan sonra örtülü işler iki koldan yürüyecek. Hem Cumhurbaşkanı ve hem de başbakan örtülü ödeneği daha çok ve daha rahat kullanacaklar. “Devletin yüksek çıkarları” ve ” itibarı” büyük hamleler yapacak… İçgüvenlik yasası polis devletini bir üst aşamaya taşımak için çıkarıldı. Ve 12 yıllık AKP iktidarının sonunda TC artık tipik bir parti devlet’e dönüşmüş bulunuyor. Parti devletin ne olduğunu insanlar yaşayarak öğreniyor. Artık hiç bir asgari yasallık dikkate alınmıyor. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere devlet yöneticileri yürürlükteki kanunları hiçe sayıyorlar. Cumhurbaşkanı ve bakanlar Anayasayı ihlâl ederken, onun askeri darbenin ürünü olduğunu söylüyorlar ama unuttukları bir şey var: Kendilerinin de darbe anayasası ve darbe yasaları sayesinde iktidar olduklarını, o sayede bu ülkenin bütçesini, hazinesini, varını-yoğunu yağmaladıklarını, talan ettiklerini ve ettirdiklerini unutuyorlar. Daha doğrusu unutmak işlerine geliyor. %34 küsür oyla, TBMM’de sandalyelerin %64’üne nasıl oturdular? Cuntanın çıkardığı siyasi partiler ve seçim yasasına göre değil mi?

Hangi yasayı nasıl değiştireceklerini de çok iyi biliyorlar. Mesela 13 yıldır YÖK kanununa dokunacak zamanları olmadı. Yüzde on (%10) barajlı seçim kanununu, keza siyasi partiler kanununu değiştirmeye de elleri ermedi… Daha önemli işlerle meşgüldüler çünkü… Ama, bütçeyi, hazineyi, kamu kaynaklarını yağmalamak için Kamu İhale Kanununu 11 yılda 164 kez değiştirdiler. 2003- 2013 aralığında mera kanunu 9 kez, Toprak koruma arazi kanunu 3 kez, ÇED yönetmeliği 17 kez, ağaçlandırma yönetmeliği 4 kez; Orman yasası 21 kez değiştirildi… Her yıl 170 bin dönüm orman alanı neden yok uluyor sanıyorsunuz? Bu yağma ve talanı sürdürmek için ne yapıp-edip iktidarlarını korumak istiyorlar. Bunun için şiddetten, yalandan, manipülasyondan medet umuyorlar.

Gözü kara neoliberal ekonomik ve sosyal politakalar uygulamayı marifet sayan bir rejimin gideceği yer faşizmdir. Kimse kendini aldatmasın. Nüfusun %1’inin ülke gelirinin %55’ine sahip olduğu, günlük asgari ücretle bir kilo et almanın bile mümkün olmadığı bu ülkede, hangi demokrasiden, hangi demokratikleşmeden, hangi hukuktan ve adaletten söz edilebilir? Lâkin insanlar bu saldırı karşısında sessiz ve tepkisiz kalmazlar, kalmayacaklar, öyle bir şey eşyanın tabiatine aykırıdır çünkü. İnsanların sesini kesmenin, tepkileri etkisizleştirmenin yolu, baskıyı artırmaktan, yasakları ve şiddeti tırmandırmaktan geçiyor. İç güvenlik yasasını o amaçla çıkardılar ama nafile… İnsanlar bu saldırıyı püskürteceklerdir. Baskı yasalarıyla, polis şiddetiyle, medyatık yalanlarla insanları susturacaklarını sananlar, saldırı-karşı saldırı diyalektiğinden habersizler. Nasıl iktidar, siddeti ve baskıyı tırmandarmak zorundaysa, başka türlü yapamazsa, saldırıya maruz kalanlar da direnmekten geri duramazlar… Örtülü ödeneği sorun ederek, tartışma gündemine taşıyarak, devlet ve dolayısıyla rejimin niteliğine dair yanılsamadan kurtulmanın yolu aralanabilir… Toplumun üzerindeki örtüyü kaldırmanın yolu, ideolojik kölelik zincirini kırmaktan geçiyor… Haysiyetli insanlar olarak yaşamanın başkaca bir yolu yok! Zira, boşuna “direnmek yaratmaktır” denmemiştir…

*. Cumhuriyet, 20 Aralık 2014.
** Cumhuriyet, 17 Şubat, 2015,

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz