Şükrü Erbaş: Cezası ne olursa olsun insan düşündüğü kadar özgürdür

187

Şükrü ErbaşÜç kademeli polis kontrolünden geçirilerek girilen, eşikleri bile insanı ezen kocaman yapının en güvenli odasında, ‘ülkenin bölünmez bütünlüğü’nün teminatı olarak oturan savcı, altını kırmızı kalemle çizdiği suçlu yazıların bulunduğu kitabı elinde evirip çevirerek, sesinin olanca alışkanlığı ve akışkanlığı ile ‘ülkenin parçalanmasından yana mısınız?’ diye sordu genç adama. Bütün insani değerlerin paramparça olduğu bir coğrafyada kaç zamandır ‘bütünlük’ün tanımını yapmaya çalışmaktan aklına ağrılar giren genç adam, dilinde Emerson’ın, ‘insan düşündüğü kadar özgürdür’ sözü, toplumdaki çağdaş köleliğin gizini çözmek istercesine, pencereden sızan gün ışığının aykırı iyimserliği ile baktı savcıya.

‘Bütün, parçalardan oluşur sayın savcı,’ dedi. ‘Zaten parçalı bir şeyin parçalanmasını istemek sizce de anlamsız değil mi? Biz, bütünü oluşturan parçalardan bir kısmını görürken, diğerlerini görmüyorsak, gerçekte bütünü tanımıyor, bütünün ne olduğunu bilmiyoruz demektir. İnsanın bilmediği bir şeyi bölmeye kalması da, zaten parçalı bir şeyi parçalamak istemesi kadar anlamsız değil midir sizce de?’

‘Bakın sayın savcı, ben bir dünya yurttaşıyım. Benim, dünyanın şu ya da bu noktasında, üstelik kendi seçimim dışında doğmuş olmam, dünyanın diğer noktalarını yok saymamı, orada yaşayan ve benim gibi kendi istenci dışında orada doğmuş olan insanları küçümsememi, onlara üstünlük taslamamı gerektirir mi? Böyle bir bakış, dünyada tüm insanların yaşadıkları bölgeyi tek doğru, tek gerçek, tek iyi ve güzel sayarak birbirlerini küçümsemeleri gibi bir sonuca yol açmaz mı? Başkalarına karşı böyle bir tavır içinde olan insan, başkalarının aynı tutumuyla, yani kendi silahıyla karşı karşıya değil midir? Sizce böyle bir duygu ve davranış içinde olan insan hastalıklı bir sevgisizlikle ilk başta kendi ipini çekmez mi? Zenginlik yalnızlıktan değil çoğulluktan gelir. Kuşları düşünün sayın savcı ne büyük bir çeşit zenginliği ile süslerler gökyüzünü ve ağaçları. Yalnızca şahinleri sevip kırlangıçları düşman bilmek, en azından bizim çatı pervazlarımızın renksiz ve rüzgarsız kalması değil midir?’

‘Sonra sayın savcı, halkları birbirinden ayıran sınırlar değildir. Gökyüzünün, suların, rüzgarın sınırı olur mu hiç? Düşmanlık bir sınır gerektirir belki, korunma güdüsüyle, ama bir kıyısızlık gerektiren sevgi sanır tanır mı? Halkları, dilleri ve o dil içinde yapıp yarattığı kültürel değerleri, farklı ve soylu kılar. Düşünsenize sayın savcı, camı Fenikeliler buldu diye cam bardakla su içmemezlik edebilir miyiz? Camı kullanmak için bizim Fenikelileri kendimize uyruk kılmamız mı gerekir? Öyleyse sayın savcı, bırakın Kürtler de kendi türküsünü kendi sesiyle söylesin.’

Üç kademeli polis kontrolüyle güvenliği sağlanmış ve eşikleri bile insanı ezen kocaman yapısının en güvenli odasında oturan savcı, pencereden sızan gün ışığının aykırı iyimserliği içinde ceza yasasının ilgili hükümlerine gölgeli gözlerle baktıktan sonra, ‘ekleyeceğiniz bir şey var mı?’ diye sordu genç adama.

‘Konu dışı belki ama’ dedi genç adam, ‘madem sordunuz sayın savcı, Emerson’ın iki sözünü daha anıtsatmama izin verin: ‘Bu ülkeyi yönetenlerin yapacağı ilk iş, iyice bir yıkanmaktır’ diyor Emerson. Yüz elli yıl önce Amerika için söylenmiş bir söz bugün neden canımı bu kadar acıtıyor dersiniz? Son olarak bir söz daha: ”Bir ulus ne zaman yurtseverlik çığlıkları atmaya başlar, hemen aklıma ellerinin temizliğini ruhunun aklığını araştırmak gelir.’ Bu kadar sayın savcı… Cezası ne olursa olsun insan düşündüğü kadar özgürdür.’

Şükrü Erbaş
Kaynak: İnsanın acısını insan alır
[Yayınevi : Kırmızı Kedi, Sayfa Sayısı: 256,Baskı Yılı: 2016]


“Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte… İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık. İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık. Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek. Birdenbire büyümesi, gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun. İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi. Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde. Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin. Parmaklarını sözüne pınar edememek. Uzaklarda bir adamın üşümesi, bir kadın dağlara daldıkça. Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan. Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması… Ayrılık o küçük ölüm, usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.” (Tanıtım Bülteninden)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz