Rafinericiler Amerikalıları ham şeker yemekten caydırmak için de bir kamuoyu kampanyası düzenlediler. Ortak reklamlarından birinde, sözüm ona ham şekeri mesken tutmuş ve ona dokunanlarda “bakkalcı kaşıntısı” denilen bir hastalığa sebep olan iğrenç bir böcek kullandılar…
Endüstrinin şekeri (bir bitkiden elde edilen yemeklik bir maddeyi) sakaroza (bir moleküle) dönüştürmesine dönüp baktığımızda, “beslenmeciliğin” ABD politikasındaki kökenlerini de görürüz. Bu, insan sağlığı açısından önemli olanın gıda olmayıp, bir avuç izole edilebilir biyokimyasal faktör olduğu görüşüdür.
Michael Pollan ve Marion Nestle gibi gıda eleştirmenlerinin savunduğu üzere, beslenmecilik, işlenmiş gıda şirketlerinin ürünlerini sağlıklıymış gibi (“Omega-3 ilaveli!”) pazarlamasına yardımcı olmada bizim esenliğimizi sağlamadan daha iyidir.
Pazartesi günü JAMA Internal Medicine’da yayınlanan bir makalede, şeker endüstrisinin 1960’larda koroner kalp hastalığından yağ ve kolesterolü sorumlu tutup şekeri büyük oranda aklayan bir çalışma yayınlamaları için Harvard bilim insanlarına para ödediği yazılıydı. 1967 yılında, prestijli bir yayın olan New England Journal of Medicine’de yayınlanan söz konusu çalışma, onlarca yıl boyunca halk sağlığı politikasının Amerikalıları düşük yağlı gıdalara yönlendirecek ve bununla bağlantılı olarak da karbonhidrat tüketimini artırıp obezite salgınımızı şiddetlendirecek şekilde belirlenmesine sebep oldu.
Bu ifşaat, endüstri tarafından fonlanan beslenme çalışmalarına kuşkuyla bakmak ve bilimsel araştırmalarda şeffaflık talep etmekte ne kadar haklı olduğumuzu hatırlatıyor. Ama şekerin Amerikan beslenme düzeni üzerindeki etkisini sona erdirmek, bu endüstrinin şeker bağımlılığımızı harlamak için 150 yıldır hükümet politikalarını nasıl şekillendirdiğini daha iyi anlamayı gerektiriyor.
Günümüz şeker endüstrisi, federal şeker politikasının beslenme yönergelerine göre değil şeker ithalatı tarifelerine göre şekillendiği 19. yüzyılın bir ürünü. İç savaştan sonraki on yıllar boyunca, Amerikalıların kişi başı şeker tüketimi 1870’teki 32 pound düzeyinden 1910’da 80 pound düzeyine çıkarak iki kattan fazla arttı. Sonuç olarak hükümet de şeker bağımlısı oldu: 1880 itibariyle şeker federal bütçenin altıda biri tutuyordu.
O zamanlar en büyük imalat işvereni olan kuzey şehirlerindeki yerel rafinerileri korumak için, tarifeler iki tür şekere göre ayrıldı: “rafine” ve “ham.” Doğrudan tüketime yönelik olan rafine şeker, rafine edilip beyazlatılması gereken ham şeker kristallerinden çok daha fazla kazandırıyordu. 1870’ler sonu itibariyle, Karayiplerde yeni endüstriyel şeker fabrikaları bu korumacı yapıyı tehlikeye düşürmeye başladı. Sofistike teknolojiye sahip bu fabrikalar, hükümetin standardına göre halen ham şeker sayılırken, rafine şekere tutarlı biçimde her zamankinden daha yakın olan (Sugar in the Raw gibi tatlandırıcılara yakın) şeker üretebiliyorlardı. Amerikan endüstrisi artık yurtdışından bir rekabet olasılığı ile karşı karşıyaydı.
Ülkenin en büyük rafinerileri sayısız cepheden harekete geçti. ABD Kongresi’nde, bir şeker kargosundaki sakaroz yüzdesini ölçebilecek kimyasal araçların kullanılmaya başlanması ve sakaroz içeriği yeterince yüksek ise şekerin rafine kabul edilmesi için lobi yaptılar. Daha önce bir şeker kargosunun ne olduğuna, insanların şeker ticaretinde yüzyıllardır yapmakta olduğu gibi, rengine, kokusuna, tadına ve dokusuna bakarak gümrük memurları karar veriyordu. Şimdi ise rafineriler insan algısına dayanan bu metotların kötüye kullanıma açık olduğunu, çünkü sübjektif değerlendirmeye dayandıklarını iddia ediyordu. Bunun yerine bilimsel bir standart—neredeyse saf olan kimi “ham” şeker kargolarını ortaya çıkarıp daha yüksek tarifeye tabi tutulmasını sağlayacak bir standart—istediler ve bunda başarılı da oldular.
Bilimsel nesnelliği savunmaları makul gelebilir ama bu esas niyetlerini maskeleyen bir bahaneydi. 1960’lardaki tütün endüstrisi gibi bu rafineriler de, alandan olmayanlar için bilimsel meseleler konusunda yargıda bulunmanın zor, dolayısıyla da bir endüstrinin avantajına olacak şekilde manipülasyonun kolay olduğunu biliyorlardı. Rafineriler gümrük kimyagerine rüşvet verip sonuçları kendi lehlerine ayarlatabilse (ki 1870’lerden itibaren onlarca yıl sürekli bunu yapmakla suçlandılar), hükümet için bu tür yolsuzlukları tespit etmek, herkesin aynı şekeri görüp kokladığı zamankinden çok daha zor olacaktı.
Lobicilik faaliyetlerine ek olarak rafinericiler Amerikalıları ham şeker yemekten caydırmak için de bir kamuoyu kampanyası düzenlediler. Ortak reklamlarından birinde, sözüm ona ham şekeri mesken tutmuş ve ona dokunanlarda “bakkalcı kaşıntısı” denilen bir hastalığa sebep olan iğrenç bir böcek kullandılar. Başka broşürlerde ise köleler veya Çinli kiralık işçiler tarafından çalıştırılan Küba fabrikalarının, “insanlara hayvan ve Kübalı pisliğiyle dolu şeker vereceği” ima ediliyor.
Rafinericilerin gerçek derdi elbette Amerikalıların sağlığı falan değildi; şeker satışından elde ettikleri karları maksimize etmekti. Hem tarife politikası üzerindeki etkileri hem de gümrük vergisi tahsilatındaki yeni yöntemler sayesinde büyük rafineriler kısa sürede bir Şeker Tröstü, Altın Çağ’ın en adı çıkmış ve başarılı tekellerinden birini oluşturabildiler. 20. yüzyıl başlarında rafine şekerin sağlık açısından faydalarına olan inanç o denli yaygındı ki Amerikalıların rafine şeker tüketimini artırmak federal politikaların bir amacı haline geldi.
Endüstrinin şekeri (bir bitkiden elde edilen yemeklik bir maddeyi) sakaroza (bir moleküle) dönüştürmesine dönüp baktığımızda, “beslenmeciliğin” ABD politikasındaki kökenlerini de görürüz. Bu, insan sağlığı açısından önemli olanın gıda falan değil, bir avuç izole edilebilir biyokimyasal faktör olduğu görüşüdür. Michael Pollan ve Marion Nestle gibi gıda eleştirmenlerinin savunduğu üzere, beslenmecilik, işlenmiş gıda şirketlerinin ürünlerini sağlıklıymış gibi (“Omega-3 ilaveli!”) pazarlamasına yardımcı olmada bizim esenliğimizi sağlamadan daha iyiydi.
Bugün şeker endüstrisi politik olarak gücünü koruyor ve bunun hem halk sağlığı hem de çevre açısından bedelleri var. Örneğin bu yaz Miami Herald gazetesi şeker endüstrinin Florida seçimlerine son 22 yılda 57 milyon dolar katkı yaptığını yazdı; bu esnada eyalet yetkilileri ise, şeker şirketlerinin Everglades’e verdikleri [ekolojik, çn] zararları tazmin etmelerine dönük çabalara ayak diriyordu.
Şeker tekelinin gücünü test etmek istiyorsak, endüstrinin hem geçmişteki hem de günümüzdeki entrikalarının sicilini bilmemiz iyi olur.
Kaynak: nytimes.com Çeviri: Serap, dunyadanceviri.wordpress.com
Merhaba, bu kitaba nasıl ulaşabilirim? Yardımcı olabilir misiniz?
Merhaba, kitap değil makale ve bu kadar.