Nietzsche Niçin Yeniden Sağ Kanat İçin Bir İlham Kaynağı Oldu? – Hugo Drochon

Zamanında Nazilerin sahiplendiği filozof şimdi de alternatif sağı etkiliyor. Nietzsche suiistimal edilmekten ve yanlış anlaşılmaktan kurtulamayacak mı?
Harvard’ın sıra dışı psikoloğu Steven Pinker’a bir söyleşi sırasında tarihte değeri en fazla abartılan yazarın kim olduğu sorulduğunda Friedrich Nietzsche cevabını verdi. Gerekçesini, “[Nietzsche’nin] sosyopatça laflarının faşizm, Nazizm, Bolşevizm, Ayn Rand liberalizmi ve günümüzün Amerikan alternatif sağı ile Neo-Nazi hareketleri gibi 20. ve 21. yüzyıldaki birçok iğrenç harekete neden ilham verdiğini anlamak kolay,” diye açıklıyor.

Pinker’a göre İngiliz analitik filozof Bertrand Russell 1945’te yayımlanan kitabı Batı Felsefesi Tarihi’nde Nietzsche’nin günümüz yerine Perikles Atina’sında ya da Medici Floransa’sında yaşamayı yeğleyeceğine dikkat çekerek doğru bir saptama yapmıştı. Nietzsche’nin, işe bakın ki, sırasıyla demokrasi ve Rönesans’ın doğduğu dönemler olan bu geçmiş zamanda yaşamayı tercih edecek olması Pinker’ın gözünde şüphe çekici bir durum çünkü insan nereden bakılsa günümüzde daha uzun, sağlıklı, güvende, mutlu, huzurlu, gelişime açık ve rahat bir hayat sürüyor (Pinker bunu kanıtlamak için 75 grafik kullanmış). Enlightenment Now adlı kitabının sonunda, “Hümanizmi (aslında bu kitaptaki hemen her argümanı) karşısına alan bir düşünür gösterecek olsaydık Alman filolog Friedrich Nietzsche’den daha iyi birini bulamazdık,” diye yazmış. Önerisi ise şu: “Nietzsche’den vazgeçin.”

Dünyadaki kötülükler için Nietzsche’nin adının birlikte anıldığı türdeki postmodernizmi suçlayan bir başkası da alternatif sağın sevgilisi haline gelen Kanadalı akademik psikolog Jordan Peterson. Peterson kendini “gelenekselliğin” ya da “klasik liberalizmin” savunucusu olarak gösteriyor. İnternete koyduğu seminerlerin dışında Peterson’ı uluslararası ilginin odağına taşıyan bir diğer gelişme psikoloğun Kanada’da cinsiyetsiz zamir kullanımına yönelik sunulan bir yasaya karşı çıkması olmuştu. Peterson’ın Toronto Üniversitesi’nden meslektaşı olan siyaset bilim profesörü Ronald Beiner, Dangerous Minds’ta Nietzsche ile alternatif sağ arasında açıkça bağlantı kuruyor. Beiner’a göre, Nietzsche’nin aydınlanmayı reddetmesi aralarında Richard Spencer ve Steve Bannon gibi isimlerin bulunduğu sağ kanat ideologları etkiledi.

nietzsche

Aydınlanmanın baş düşmanı da alternatif sağın ilham kaynağı da Nietzsche neden bir kez daha gözden düştü?

Nietzsche’nin bu kadar yanlış anlaşılmasının nedenini aramaya Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi’nden başlamak yerinde olur. Russell kitabını II. Dünya Savaşı sırasında Philadelphia yakınlarındaki Bryn Mawr College’teyken yazdı. Edebi tarzı büyük övgü aldı ve Russell’ın 1950’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasında kitabın katkısı olduğu söylendi ama aralarında Nietzsche’nin de olduğu bazı filozoflara yaklaşımı uzmanlarca kabul görmedi.

Russell, sonradan Hitler’in Avrupa’yı işgal etmesindense savaşı kötünün iyisi olarak kabul etse de başlangıçta savaşa karşı duruşuyla barış yanlısı olarak tanındı ve kitabının büyük kısmında kişisel olarak savaşa yönelik tavrını açıkladı. Aslında Hitler’in yükselişinin arkasında yatanları anlamaya çalışıyordu ve bir cevabı da vardı: Nietzsche. Russell için İkinci Dünya Savaşı “Nietzsche’nin Savaşı”ydı. Yorumcular şimdilerde Beyaz Saray’daki Donald Trump’ı ve caddelerdeki Amerikan alternatif sağı göz önünde bulundurarak Amerika’nın da nihayet faşizmle tanışıp tanışmadığını sormaya başladılar. Hal böyle olunca günümüz ile geçmiş dönemleri karşılaştırmak için 1930’lara dönülmesine şaşmamak gerek. Mussolini Nietzsche’den etkilendiğini öne sürmüştü, Hitler ise kendisini Ari ırkını zafere taşıyan Nietzsche takipçisi bir kahraman olarak tanıtmıştı.

Söylentiye göre Nietzsche Torino’da sahibinin kırbaçladığı bir at görür, darbelerden korumak için onu kucaklar, sonrasında ağır bir sinir krizi geçirir ve bir yıl sonra 1900’de ölür. Onun hayatta olduğu dönemin etkili siyasi isimleri Hitler de Mussolini de değildi; Bismarck vardı ve onun siyaseti ne faşizmdi ne de Nazizm. Almanya’nın birleşmesi için güdülen “güç siyaseti” ile Avrupa’nın güç dengesi baskındı.

Nietzsche, 1844’te Almanya’nın Saxony bölgesindeki Röcken adlı ufak bir kasabada doğdu. Lüteriyen bir rahip olan babası daha sonraları Nietzsche’nin de etkilenmiş olabileceği “beyin yumuşamasından”1 genç yaşta öldü. Nietzsche yaşıtlarından ileride bir öğrenciydi ve 24 yaşındayken Basel Üniversitesi’nde filoloji kürsüsünde yer edindi. Fakat hayatının büyük bölümünde sağlık sorunlarıyla mücadele etti ve üniversitedeki işinden istifa etmek zorunda kaldıktan sonra gezgin bir entelektüel olarak yaşamaya başladı.

Pan-Almancı, Yahudi karşıtı ve Hristiyan destekçisi olduğu için sonradan arasının açılacağı bestekâr Richard Wagner gibi zamanının en önemli isimlerinden bazılarıyla tanıştı. Sigmund Freud’un tutulduğu ve kendisine ilham veren psikanalist Lou Andreas-Salomé ile de tanıştı ve (herkes gibi) ona âşık oldu. En azından iki kez evlenme teklif etti ama Salomé Nietzsche’nin arkadaşı Paul Rée ile birlikte gitti. Nietzsche ayrıca Bismarck’ın Prusya’nın başında olacağı ilk Almanya İmparatorluğu’nu kurmak için başlattığı savaşların sonuncusu olan 1870-71 Fransa ve Prusya arasındaki savaşta süvari birliğine gönüllü subay olarak yazıldı.

Nietzsche’nin 20. yüzyıl kültürüne olan etkisinin abartıldığını söylemek zordur. Edebi tarzıyla Albert Camus, André Gide, DH Lawrence, Jack London, Thomas Mann, Yukio Mishima, Eugene O’Neill, William Butler Yeats, Wyndham Lewis ve George Bernard Shaw’u; felsefesi ile Martin Heidegger, Jean-Paul Sartre, Jacques Derrida ve Michel Foucault’yu etkilemiş ve varoluşçuluğun, eleştirel kuramın, post yapısalcılığın, yapı sökümün ve postmodernizmin öncüsü kabul edilmiştir. Eserleri arasında antik Yunan dramasını incelediği Tragedyanın Doğuşu (1872), poetik felsefe çalışması Böyle Buyurdu Zerdüşt (1883) ve Hristiyanlığı eleştirdiği son kitabı Hristiyan Karşıtı (1888) bulunmaktadır. Günümüzde en fazla Ahlakın Soykütüğü Üzerine Bir Kavga Yazısı’nda (1887) yaptığı tartışmayla hatırlanır. Nietzsche, buradaki üç denemede tüm tarihin iki ahlak arasında yaşanan mücadele olduğu fikrini öne sürer: güce, güzelliğe, cesarete ve başarıya değer veren soylu “efendi ahlakı” ile iyiliğe, empati ve anlayışa değer veren köle ahlakı. Köle ahlakının en kuvvetli bağlarını Hristiyanlıkta görür.

Ama bu kadarla yetinmedi; kuramlarını ve fikirlerini zamanının siyasetini analiz etmek için kullandı. Bismarck, dünyayı aralarında bölüşen büyük milletler yani Fransa, Birleşik Krallık ve Rusya’yla aynı masada oturma şansı yakalamak için Almanya’yı birleştirmeyi hedefliyordu. Nietzsche Soykütüğü’nde incelikle analiz ettiği köle ahlakının siyasi manifestosu olan milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, philistinism2 ve parçalanmış bir Avrupa fikrine dayanan siyaseti reddeder. Bunun yerine yeni, uluslar ötesi seçkin bir kesimin yöneteceği birleşmiş bir Avrupa (kıta Avrupası) fikrini destekleyen efendi ahlakının “büyük siyasetini” koyar. Bu kesimin amacı, Avrupa’yı, Rudyard Kipling’in daha sonraları İngiltere ve Rusya’nın Afganistan ile kuzey Hindistan (“kraliyet mücevheri”) üzerindeki güç mücadelesini anlatmak için kullanacağı ifadeyle “büyük oyun”a götürmenin ötesinde yeni ve tamamen Avrupalı yüksek kültürün doğmasında yer almak olacaktı.

Nietzsche nasıl oldu da Nazi Almanya’sının filozofu haline geldi? Alman yazar Thomas Mann’ın söylediği gibi Nietzsche’yi “Hitler kehaneti”ne dönüştüren Nazilerin dalkavuğu ideolog Alfred Baeumler’di. Nietzsche, Alman devletinin ve saf Alman ırkının filozofu olarak yeniden yaratıldı. Filozofun son notlarını Güç İstenci’nde bir araya getiren Nietzsche’nin kız kardeşi Elisabeth ise Baeumler’in işbirlikçisiydi.

Hitler ve Mussolini, faşist dünya görüşleri için Nietzsche felsefesini kullandılar.

Nietzsche kendisinden iki yaş küçük olan kız kardeşine gençliğinde çok yakındı ama Elizabeth onun Lou Andreas-Salomé ile olan talihsiz ilişkisini “ahlaksızlık” olarak görünce araları açıldı. Birbirlerinden tam anlamıyla kopmaları, Elisabeth’in Paraguay’da “saf” bir Ari kolonisi (“Nueva Germania”) kurmaya çalışan Yahudi karşıtı Bernhard Förster ile evlenmesiyle oldu. Nietzsche kız kardeşine yazdığı bir mektupta Förster’i Yahudi karşıtı ayaktakımının bir parçası olarak gördüğünü söyleyince iki kardeş bir daha hiç konuşmadılar. Nietzsche bundan sonra hayatının sonuna kadar “Yahudi karşıtlığının karşısında” yer aldı.

Paraguay’daki koloni başarılı olmayınca Förster intihar etti ve Elisabeth 1890’ların başında ağır borçlarla birlikte Almanya’ya döndü. Fakat o sıralarda (ruhsal bunalım içindeki) kardeşine atfedilen yeni şöhreti karşısına çıkan bir fırsat olarak değerlendirdi.

Yahudi asıllı büyük edebiyat eleştirmeni Georg Brandes Kopenhag’da Nietzsche üzerine seminerler vermeye başlamıştı. Elisabeth kendisini kardeşinin edebi mirasının hamisi olarak kabul etti. Nietzsche her ne kadar Hıristiyan Karşıtı’yla kitap yazmayı “bitirdiğini” iddia etmiş olsa da Elisabeth onun son notlarını bir araya getirdi ve bu derlemeyi Nietzsche’nin tamamlamaya niyetlendiği “başyapıtı” olarak sundu. Naziler Nietzsche’yi filozofları olarak sahiplendi. Hitler 1934’te Elisabeth’in Weimar’da kurduğu Nietzsche arşivini görmeye gittiğinde Elisabeth ona kardeşinin bastonunu takdim etti.

Bu dönemden aklımızda yalnızca sözde Nazi-Nietzsche kalsa da çıkan tek ses Baeumler’inki değildi. Psikolog ve varoluşçu filozof Karl Jaspers’i ele alalım; Jaspers birçok insanın Nietzsche hakkındaki ilk ciddi akademik çalışma olarak gördüğü eserini 1936’da yazdı ve “Nasyonal Sosyalistlerin önüne kendi filozofları olarak ilan ettikleri adamın düşünce dünyasını sermeyi hedeflediği” açıklamasında bulundu.

İyi ve kötü Nietzsche arasındaki bu mücadele o zamanlardan beri devam ediyor. Nietzsche 1950’deki klasik çalışmasında Güç İstenci’nin sahtekârlık örneği olduğunu ortaya koyan Alman göçmeni filozof ve çevirmen Walter Kaufmann sayesinde bir kez daha güvenilir isim oldu.

Bu çeşit yorumdan neşeli, mutlu (ve daha edebi) bir Nietzsche ortaya çıktı; sinema (Sil Baştan filmini düşünün), edebiyat ve şiirde keşfedilen bu Nietzsche üzerinden bireysel bir kimlik inşa ediliyordu. Fakat kötü Nietzsche uzaklarda değildi. 1980’lerin “kültür savaşları”nda yeniden ortaya çıktı ve buna büyük oranda muhafazakâr filozof Allan Bloom’un Amerika üniversitelerini etkisine almış gibi görünen ahlaki görecelik ya da “nihilizme” düşmanlığı neden oldu. Bloom, Nietzsche’yi okumuş ve onun kültürel seçkinciliği hakkında olumlu konuşmuştu ama düşüncelerini Bloom’un nefret ettiği liberal kimlik siyasetine hizmet ettiği için yerden yere vuruyordu.

İşin garip yanı ise “kültür savaşı” ifadesinin Bismarck’ın Kulturkampf’ından yani onun yeni Protestan Almanya’sına bağlı olmayacaklarından endişelendiği Alman Katoliklere karşı “kültürel mücadele”sinden türedi. Nietzsche Bismarck’ın siyasetini küçümsüyor ve içten içte Katolik kilisesi ile Alman devletinin “birbirini yiyeceğini” umuyordu. “Mücadele” onun gözünde Hıristiyanlığın kendi içindeki bir ağız dalaşıydı ve dünya tarihinin gerçek mücadelesi efendi ile köle ahlakları arasında yaşanıyordu; Katolikler ile Protestanlar arasındaki mücadele ise köle ahlakının kendi kendine verdiği bir mücadeleden ibaretti.

İyisi ya da kötüsü, Nietzsche her durumda tarih ve bizler hakkında Nietzsche’yle ilgili anlattığından daha fazlasını anlatıyor: işler yolundaysa kendi kendini yaratan birey Nietzsche önümüzde ama işler kötü gittiğinde faşizmin büyük babası Nietzsche’yi görüyoruz.

Fakat tüm bunların altında daha önemli bir şey var. Bu da Nietzsche’nin pek de sevilmeyen “Tanrı öldü” iddiası.

Nietzsche bu sözüyle eskiden Hıristiyanlığın üstlendiği bir rol olarak modern toplumların davranışlarına kılavuzluk edecek ortak bir ahlaki referans noktasının kalmadığını anlatıyor. Steven Pinker’ın savunduğu şekliyle Aydınlanma yalnızca Hristiyan bir Tanrı’ya değil tüm inanç yapılarına olan bağlılığın altını oyarak bu duruma neden oldu.

Aydınlanmayla bilimin rasyonelliği kutsalın keşfine zafer ilan etti. Artık yaşamlarımızı düzenleyen bir ahlak inancı paylaşmıyoruz, bunun yerine elimizde hayatın değeri olmadığını ve nesnel ahlak anlayışı diye bir şeyden bahsedilemeyeceğini savunan ahlaki görecelik ya da nihilizm kaldı. Dostoyevski’yi zamanının en büyük psikologlarından biri olarak gören Nietzsche belki de onun en sevdiği romanlarından yola çıkarak şu sonuca vardı: Nihilizm için “hiçbir şey gerçek değildir, her şeye izin verilir.”

Nietzsche, çağımızı etkileyen felaketleri saptaması açısından en önemli psikolog filozoflardan biri olarak kabul edilmektedir. Freud, “[Nietzsche] kendisi hakkında dünya üzerine gelmiş ve gelmesi muhtemel hiçbir insanda görülmeyecek kesinlikte bilgiye sahiptir,” diyerek ondan övgüyle bahseder. Söz konusu nihilizm, bir tür modern dünyaya demir atamama hissi Trump’ın seçilmesinden Brexit’e kadar çoğumuzun anlam vermekte güçlük çektiği daha pek çok olaya tanık olmuş çağımızın ruhu hakkında temel bir şeyi yakalıyor. Entelektüel çapayı kaybeden bizler demirleyecek yeni bir yer arıyoruz ama açık deniz hâlâ aramızda uzanıyor.

Steven Pinker ve Jordan Peterson psikologdular ve modern dünyaya nihilizm teşhisi koyan psikolog filozof Nietzsche’nin onların düşünme biçimlerinde önemli rol oynamış olması şaşırtıcı değil. Pinker ile Peterson nihilizmin dünyanın sorunu olduğu fikrini paylaşıyorlar ve yeniden düzeni sağlamak istiyorlardı. Peterson’ın 12 Rules for Life (Hayat için 12 Kural) adlı kitabının alt başlığı Kaosun Panzehri’dir. Pinker, dayanağını modern bilimden alan Aydınlanma’nın değer ve yöntemlerine geri dönülmesi gerektiğini düşünüyordu, bu yüzden Nietzsche hiç var olmamış gibi üzerinden atlanıp geçilmeliydi. Peterson dünyanın düzen ile kaos arasında bölündüğüne ve eril düzenin dişil kaosu bastıracağına inanıyordu, sonra da kendisinin önerdiği 12 kural geçerli olmalıydı.

nietzsche

Nietzsche’nin “Tanrı’nın ölümü” kavramı, gün ışığında elinde yanan bir fener tutarak pazar yerine giren deli bir adamın Tanrı’nın nerede olduğunu sormasıyla duyurulur. Adam etrafında toplaşan ve kendileri de inançsız olan insanlarca alaya alınır.

Deli şöyle bağırır: “Tanrı nerede? Ben söyleyeyim. Tanrı öldü ve onu biz öldürdük. Siz ve ben.”

Bunu buz gibi bir sessizlik izler ve adam öfkelenerek feneri yere çarpar ardından kendi kendine şöyle söyler: “Çok erkenci davrandım, benim zamanım daha gelmedi. Bu müthiş olay hâlâ yolda, yolculuğa devam ediyor ve insan kulaklarına henüz varmadı. Yıldırım ve şimşek zamana ihtiyaç duyar; bir eylemde bulunuldu mu bunun görülüp duyulması için zaman geçmesi gerekir.”

The Gay Science’taki (1882) bu paragraf, inanmayanların varlığını kabul etmemesi açısından “Tanrı’nın öldüğünü” fakat onların sanki Tanrı hâlâ canlıymış gibi yaşamaya devam ettiğini vurguluyor. Nietzsche bu durumu “Tanrı’nın gölgelerinde” yaşamak olarak adlandırır. Nietzsche meydana giren deli adam öyküsüyle inanmayanlara ne Tanrı ölmemiş gibi davranmalarını ne de nihilizme kapılmalarını söylüyor; onları kendi değerlerini yaratma cesaretini göstermeye çağırıyor. Deli adam, Tanrı’yı biz öldürdüysek, “sırf buna değdiğini göstermek için bizlerin tanrı olması gerekmez mi?” diye sorar.

O halde Beiner Dangerous Minds kitabında son derece doğru bir saptama yapmıştı: “Nietzsche cesur filozof için yaratıcılık ve geniş ufuklar, diğer herkes içinse kıyasıya dar ve kuşatılmış ufuklar istedi.” Fakat Nietzsche dar ve kuşatılmış ufukları kişinin (yani köle ahlakı olan güruhun) kendi kendine koyduğunu düşünüyordu. Bu siyasi bakış açısı Nietzsche’yi hemen öyle Nazi yapmaz. Aslında Nietzsche’de çoğulculuğun görüldüğü bir kavrayış vardır: Çoğu medeniyette hem köle hem efendi ahlakının bir arada olduğunu ve çoğu insanın da Tanrı hâlâ varlığını sürdürüyormuş gibi yaşaması gerektiğini memnuniyetle kabul eder ama bu şekilde yaşamayanlara da yeni var oluş biçimleri keşfetmeleri için fırsat tanınmasını savunur.

Nietzsche’nin gözünde her iki yaşam türünün de kendi değeri vardır ve onun bunlar arasında doğru dengeyi bulma arzusu günümüzde siyasal liberalizm olarak kabul ettiğimiz duruma yani birbiriyle mücadele halindeki kesim ve talepler arasında her birine hakkını vererek orta yolu bulmaya çalışan siyasete kapı aralar.

Nietzsche ile nihilizm arasında ilişki kurulması şüphesiz doğru bir tavır fakat Nietzsche’yi nihilizm yüzünden suçlamak elçiyi kurban etmeye benziyor. Nietzsche nihilizmin geldiğini saptamıştı ama onun destekçisi değildi. Aksine nihilizmden kurtuluş yollarını bulmaya çalıştı. Nietzsche’yi, Pinker ve Beiner’ın yaptığı gibi faşizmle ilişkilendirmek bu nedenle geri tepebilir. Zamanında Naziler ve Mussolini siyasetlerini haklı göstermek için nasıl Nietzsche’yi kullanmayı denediyse, alternatif sağ da hareketlerine eksik halka olan entelektüel ağırlığı eklemek için bu yola girecektir.

Nietzsche nihilizmin müjdecisi değil de onu teşhis eden kişiyse belki de yaşadığı dünyaya anlam vermek için kendisine yarattığı kavramsal araçlar bugün Nietzsche’yi kullanmanın en iyi yolunu sunar. Sonuçta Nietzsche günümüzdeki çoğu popülist siyasetin arkasındaki itici güç olarak gözüken hıncın filozofuydu.

Nietzsche’nin milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve parçalanma kavramlarıyla ön plana çıkan “köle ahlakı” gerçekten de sağ kesimin güttüğü birçok siyaseti analiz etmede işe yarayabilir. Bertrand Russell Batı Felsefesi Tarihi’nde Nietzsche üzerine yazdığı bölümü şöyle bitirir: “[Nietzsche’nin] destekçileri başarılarını uzun süre sürdürdü ama hızla sona yaklaşıldığını umabiliriz.” Bu pek olası değil, özellikle de hâlâ “Tanrı’nın ölümü”yle boğuşurken. Çıkış yolu yeniden “iyi” veya “kötü” bir Nietzsche yaratmak değildir, aksine onun bize neyi öğretmeye çalıştığıyla yüzleşmemiz gerek.

Nietzsche ne anlatmaya çalışıyordu? Kendi hesabınca Nietzsche’nin verdiği en mühim ders sonsuz dönüş düşüncesiydi. Nietzsche The Gay Science’ta yayımlanan bir başka paragrafta şöyle sorar: “Diyelim ki gündüzün veya gecenin birinde bir şeytan en yalnız yanlığınıza sinsice sokulup size, ‘Yaşamakta olduğun ve şimdiye kadar yaşadığın bu hayat, bu hayatı bir kez daha ve sayısız kere daha yaşamak zorunda kalacaksın’ dese… kendinizi kaybetmez miydiniz, dişlerinizi gıcırdatarak size bunları söyleyen şeytanı lanetlemez miydiniz? Yoksa öyle müthiş bir an yaşadınız da bunun sayesinde ona vereceğiniz cevap şu mu olurdu: ‘Sen bir tanrısın ve ben hayatımda daha önce bu kadar ilahi bir şey duymamıştım.” Buradaki anahtar kelime “diyelim ki.” Nietzsche sonsuz dönüşün gerçek olduğunu yani hayatınızın her ama her anını yeniden, sayısız kere yaşayacağınızı iddia etmiyor ama bu gerçek olsaydı nasıl davranırdınız diye soruyor. “Şeytanı lanetler” miydiniz yoksa “daha önce bu kadar ilahi bir şey duymamıştım” mı derdiniz?

nietzsche

Birçok insan lanetlemeyi tercih ederdi herhalde, sonuçta yeniden yaşamak istemeyeceğimiz anlardan geçiyoruz ve fırsat verilse insanların çoğu yapmaktan pişmanlık duydukları bir şeyi değiştirmek için geçmişe dönmek ister. Fakat Nietzsche bizi geçmişe olan kızgınlığımızdan kurtarmaya çalışıyor ve onu kabullenmemizi istiyor. Geçmişi kabullenmenin yollarından biri de gelecekle daha iyi yüzleşmek için ondan ders çıkarmaktan geçiyor. Geçmişte hatalar yapmamış olsaydık, gelecekte aynı hatalara karşı nasıl önlem alacaktık?

O halde kendimize şunu sorabiliriz: Gelecekteki hangi eylemlerim geçmiş hatalarımın gerekçesi olacak, gelecek geçmişimde yapmaktan pişmanlık duyduğum bir şeyi kabullenmemi nasıl sağlayabilir? Sonsuz dönüş tam da bu nedenle sadece geçmişe yönelik değil, onun ileriye bakan bir boyutu da var. Nietzsche “Kimse ne ileride, ne geride ne de tüm sonsuzlukta hiçbir şeyin farklı olmasını istemez,” diye yazar. Geçmişe kızgınlığımızın üzerinden gelmek ancak nihilizmden kurtulmakla, hayata yeniden anlam vermekle mümkündür.

Yine de insanların çoğu testi geçemeyebilir ama önemli değil. Nietzsche çoğunluğumuz olmasa bile birçok insanın hayatlarına hep olduğu gibi devam etmelerinde bir sakınca görmüyordu. Ama sonsuz dönüş düşüncesi denemek isteyenlere yeni bir değer sistemi, yeni bir etik yaratmanın temelini sunabilir. Ahlak filozofu Bernard Williams’ın Ethics and the Limits of Philosophy (1985) adlı kitabında incelikle altını çizdiği gibi, Nietzsche tepeden inme, kurumsal, dogmacı ve mutlak bir ahlakı, daha çok kişinin sıfırdan yarattığı bireysel bir etik anlayışıyla değiştirmeye çalışıyordu. İşe yarar mı? Bilinmez ama en azından denemeye değer. İşe yaramazsa sonsuza kadar iyi ile kötü Nietzsche arasında gidip gelmeye mahkûm olacağız.

Kaynak: NewStatesmanAmerica
Çeviren: Burcu Uluçay | oggito

1 Nietzsche ailesinin babalarının çektiği baş ağrılarını anlatmak için sık sık kullandığı Gehirnerweichung’un sözlük anlamı “beynin yumuşaması”dır. Günümüz tıp dünyasında karşılığı olmayan anlamı belirsiz bir ifadedir. [Ç.N.]
2 Felsefe ve estetik alanlarında, sanatı, güzelliği, maneviyatı ve zekâyı küçümseyen ve hor gören anti-entelektüel sosyal tavır. Kelimenin kökeni ve Türkçede kullanımıyla ilgili aşağıdaki yazıyı inceleyebilirsiniz. [Ç.N.]

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz