“MUTLULUK ANCAK ÖZGÜRLÜK İÇİNDE ELDE EDİLEBİLİR!” AKILLININ AHMAKLIĞI – ADORNO

Schiller’in dil tavrı, alt sınıflardan gelip de ilk kez girdiği kibar topluluk içinde ne yapacağını şaşıran ve sesini duyurmak için avaz avaz bağıran gencin durumunu getirir akla: Gücün ve saygısızlığın karışımı. Almanlar tumturaklı söylevciliği Fransızlardan almışlar ama provayı birahanede yapmışlardır. Sınırsız ve giderilmesi imkânsız talepleriyle bir horoz gibi kabaran küçük burjuva, sahip olmadığı bir iktidarla kendini özdeşleştirirken, mutlak tin ve mutlak dehşete varacak kadar ileri gider. Bütün idealistlerin ortak özelliği olan ve insanlığın tümünü içermeye yönelen fazlaca görkemli yücelikle –yaşıyor olmaktan başka özelliği olmayan küçük şeyleri canavarca ezmeye her zaman hazır bir yücelik- burjuva şiddet adamlarının kaba gösterişçiliği arasında çok yakın bir işbirliği vardır. Tinsel devlerin vakur duruşu, boş kahkahaya, patlamaya ve vurup kırmaya yatkındır.

Büyük harfle Yaratış derken, benliklerini şişirmeye ve bütün sorunları küçültmeye yarayan o zorlayıcı istenci kast ediyordur bunlar: Pratik aklın önceliğinden teori nefretine giden yol her zaman bir adımlıktı. Düşüncenin bütün idealist devinimlerine içkin bir dinamiktir bu: Hegel’in dinamiği yine kendisiyle düzeltme yolundaki sınırsız çabası bile o dinamiğe yenik düşmüştü.

Dünyayı bir ilkeden çıkarsama isteği, iktidara direnmek yerine onu gasp etmek isteyen kişinin tutumudur. Nitekim Schiller de öncelikle gaspçılarla ilgiliydi. Klasik bir tanrılaştırma örneği olan doğa üzerinde egemenlik düşüncesi, kaba ve aşağı olanın kendine tuttuğu bir aynadır, onu zorlu bir olumsuzlama içinden kendine gösteren bir ayna. İdealin hemen arkasında hayat durur. Elysium’un gül bahçelerinin kokusunu anlatan sözler, tek bir gülün kokusundan alınan zevke indirgenemeyecek kadar ihtişamlıdır ama daha çok bir müsteşar odasının sigara kokusunu çağrıştırır.

Arka planda duran çok duygulu dolunayın asıl modeliyse sınavlara çalışan öğrencinin cılız gaz lambasıdır. Kudrete özenen zaaf, yükseldiği söylenen burjuvazinin düşüncesini ideolojiye teslim etmişti – daha sınıfın istibdata karşı esip yağdığı dönemde bile. Hümanizmin en gizli, en iç odasında, onun asıl ruhunu oluşturan kudurmuş bir mahpus dönenir durur: Sonradan Faşist adını alarak dünyayı da bir hapisaneye çevirecektir.

Cüretkârlığımı bağışlayın

Schnitzler’in Atlı Karınca adlı oyununda, yumuşak ve şefkatli hareketlerle yanaşmaya çalıştığı cilveli yosmadan şu cevabı alır şair: “Hadi ordan! Oturup biraz piyano çalsana sen!” Yapılan teklifi pekâlâ anlıyor, ama aşırı bir direnç de göstermiyordur. Toplumsal ya da psikolojik ketlenmelerden daha derindedir tepkisinin kaynağı. Çok eski bir soğukluğu açığa vurur: Dişi hayvanın, ona acıdan başka bir şey vermeyen çiftleşme ediminden duyduğu korku. Görece geç bir kazanımdır haz, bilinçten pek eski değildir.

Hayvanların öyle efsunlanmış gibi karşı konulmaz hareketlerle çiftleşmesini izleyen kişi, “mutluluk solucanındır” sözünün idealist bir yalan olduğunu hemen anlar; en azından dişiler için böyledir bu, esir gibi maruz kalırlar aşka, bir şiddet eyleminin nesnesidirler. Bunun silik de olsa bir anısı, kadınların, en çok da küçük burjuva kadınların bilincinde, geç endüstriyel çağa kadar sürüp gelmiştir. Uygarlaşma sürecinde fiziksel acı ve korkunun dolaysız biçimi aşılmış olsa da eski yaralanmanın anısı silinemiyordur. Toplum, kadının teslimiyetini bir kurban ayini olmaktan çıkarıp özgürleştirirken bir yandan da her defasında yine aynı deneyime mahkûm eder onu.

Eğer tümüyle duyarsız değilse hiçbir erkek, öksesine düşürmeye çalıştığı çaresiz kızın direncindeki o belli belirsiz haklılık ânını görmezden gelemez: Ataerkil toplumun kadına bıraktığı tek imtiyaz: Reddetmenin anlık zaferini yaşadıktan sonra, ikna olup faturayı ödemekten başka çaresi yoktur. Kadın, verici olarak, başından beri “aldatılan” durumunda olduğunu biliyordur. Ama kendini vermekten kaçındığında daha da kötü duruma düşecektir. Wedekind’in bir oyununda, genelev sahibesinin yeni kızlardan birine verdiği öğüt de bunu anlatır: “Bu dünyada mutlu olmanın tek yolu vardır: Başkalarını olabildiğince mutlu kılmaya çalışmak.” Mutluluk deneyiminin koşulu, kişinin kendini sınırsızca savurmaya hazır olmasıdır ki, buna da ne kadının arkaik korkusu, ne de erkeğin kibri ve küstahlığı izin verir. Mutluluğun yalnız nesnel imkânı değil, öznel hazırlığı da ancak özgürlük içinde elde edilebilir.

Theodor Adorno
Minima Moralia 
Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz