Mina Urgan: Başladığım kitap kötü bile olsa onu bitirme huyumu Fethi Naci değiştirdi

Çocukluğumdan beri tek değişmeyen yanım kitap okumamdır. Okumak bir çeşit organik gereksinimdir bende. Günde hiç olmazsa iki üç saat okumayınca, afyondan kesilmiş bir bağımlıya döner, bir “yoksunluk nöbeti” geçiririm. “Acayiplik” dönemimde çok garip pozisyonlarda, yere yüzükoyun yatıp, bir elimle de ayakbileklerimin birini tutarak okurmuşum. Yatılı okulda, gündüzleri yeterince okuyamayınca, geceleri battaniyelerin altında el feneriyle gizlice okurdum.

Az ömrüm kaldığı için, kitapları seçerek, çok özenle seçerek okuyorum artık. Kısıtlı vaktimi yeni ama değersiz bir kitaba harcayacağıma, daha önce birkaç kez okuduğum ve sevdiğim kitapları yeniden okumayı yeğ tutuyorum. Başladığım kitabı, kötü de olsa bitirmek huyundan Fethi Naci’nin bir sözü sayesinde kurtuldum: “Karpuzu kestin. Baktın ki kabak. Gene de zorla yiyecek misin o karpuzu?” demiş Fethi Naci.

Çocukluğumda bulduğum her kitabı okurdum. Evimiz kitap doluydu zaten. Flaubert’leri, Zola’ları, Tolstoy’ları, Napoleon ile birlikte Sainte-Helene adasına giden Las Cases’m anılarını, Baudelaire’i, Parnasse şairlerini, Oscar Wilde’i, yani elime geçeni okurdum. Şunu okuma, bunu oku diye bana hiç karışmazlardı. Ama Oscar Wilde’i okurken, aile dostumuz Hamdullah Suphi bunu yapmaya kalktı. Kitabı elimden alıp, anneme “o rezil adamın öz oğulları bile onu reddetti. Bu çocuğun böyle kitaplarla zehirlenmesine nasıl müsaade edersiniz hanımefendi?” dedi. Hamasî nutuklarını verdiği dramatik tonla sormuştu bunu. Ama hiç etkileyemedi beni. Hamdullah Suphi’nin üstüne yürüyüp, kitabımı elinden kaptım “Ben Oscar Wilde’m kızı olsaydım, övunurdum bununla” dedim. Annem de benden yana çıktı. Çünkü Hamdullah Suphi’yi pek ciddiye almazdı. Bu çok vatanperver zat fazlasıyla heyecanla konuşunca, alnına Hitlerinkini andıran bir perçem düşerdi. Annem, o perçemi parmağıyla gösterip, “Hamdullah, şu saçını istemiyormuş gibi arkaya atsana” derdi.

Parnasse şairlerinden ötürü, Yahya Kemal ile de küçük bir olay oldu: Yeni yazdığı bir şiiri sofrada okuyordu. “İlaheleri tunç, kahramanı mermerden” gibi, şimdi tam anımsayamadı-ğım bir dize okuyunca, o sırada on iki yaşında olan ben, akıllara sığmaz bir ükelâlıkla lâfa karıştım. “Ama siz bunu Jose-Ma-ria de Heredia’dan almışsınız” dedim. “Les deesses de marbre et les heroes d’airain”. “Ancak ilaheleri mermerden yapacağına, tunçtan yapmışsınız, kahramanları da tunçtan yapacağınıza, mermerden yapmışsınız” diye açıkladım. Yahya Kemal hafif bozulur gibi oldu. Annem, “terbiyesiz, kalk sofradan!” diye bağırdı. Ben kalkıp kapıya doğru giderken, çok keyiflenen Falih Rıfkı, “Mînacığım, neydi o mısra, bir daha söyle” dedi. Ben de kapıda durdum, konuklara dönüp, Heredia’nm dizesini yüksek sesle bir defa daha söyledim. Şimdi hiçbir şaire herkesin önünde böyle bir şey yapamam. Ama “acayiplik” dönemimde yapmayacağım şey yoktu.

Arnavutköy Kız Koleji’nin orta bölümüne nasıl kabul edildiğimi bilemem. Çünkü ilkokul diplomam yoktu, hiçbir zaman da olmadı. Gelgelelim, ilkokulu okumamam yüzünden, başka derslerde değil de matematikte hayatım zehir oldu. Basit bir bölmeyi doğru dürüst yapamazken, cebire başladım. Üstelik matematik açısından doğuştan geri zekâlıydım, tam bir moron’dum. İyi ki, sınıf birincimiz Halet, ite kaka, nerdeyse döverek çalıştırdı beni. Sayesinde, bütünlemeye bile kalmadan, liseyi bitirebildim. Ama öğrendiklerim öyle eğretiydi ki, bir defasmda trigonometri sınavı pazartesi gününden çarşambaya ertelenince “ama Halet, ben sadece pazartesine kadar ezberledim” demiştim. Matematikte geri zekâmdan ötürü, bütün bilginler arasında en çok matematikçilere hayranlık duyarım. Benim gözümde, insan aklının sınırlarını aşan dâhilerdir onlar.

Mina Urgan
Bir Dinozorun Anıları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz