Bir yıkım ve katliam aracı olarak araba (otomobil) – Fikret Başkaya

Fikret-BaşkayaGeçen yıl [2013] Türkiye’de trafik kazalarında 3 bin 262 kişi hayatını kaybetti, 237 bin 701 kişi de yaralandı. Maddi hasar da 1 milyar 188 milyon TL tahmin ediliyor… Bu durum, trafik kazalarında ölenlerin savaşlarda ölenlerden daha çok olduğu anlamına geliyor… Zira otomobil sadece doğayı mahveden bir silah değil, aynı zamanda bir katliam silahı… Trafik kazalarında ölenler savaşlarda ölenlerden daha çok olduğu halde, doğaya ve insana verilen zararlar ortada olduğu halde, bu durumun hiç bir zaman sorun edilmemesini, üzerine gidilmemesini nasıl açıklamak gerekiyor? Ya da bunun mantıkî bir açıklaması mümkün müdür?

Kalkınma, büyüme, ilerleme adına gezegen tahrip ediliyor, canlı yaşamın temeli hızla aşındırılıyor, sosyal kötülükler çığ gibi büyüyor ve insanlar hâlâ ilerde her şeyin daha iyi olacağını sanıyor… Bu işte bir yanlış yok mu? Oysa insanlığın ve uygarlığın içine sürüklendiği durum, artık eskisi gibi düşünmemeyi, eskisi gibi davranmamayı, eskisi gibi üretmemeyi, eskisi gibi tüketmemeyi, velhasıl eskisi gibi yaşamamayı, yeni sorular sormayı gerektiriyor. Elbette bu kısa yazıda “niye öyle oldu?” sorusuyla ilgili açılımlar yapmamız mümkün değil. Burada sadece sorulan sorunun kapsam alanındaki bir saçmalığı, özel araba meselesini kısaca tartışmayı deneyeceğim.

Araba, geçerli tüketim ve yaşam tarzının “vazgeçilmezleri” arasında yer alıyor. Herkes bir araba edinmek için aşırı çaba sarf ediyor. O kadar ki, araba sahibi olmamak bir “eksiklik” olarak görülüyor… Lâkin insanlar yaptıkları işin ‘anlamını’ düşünmeye hiç te niyetli görünmüyor. Bir araba sahibine, “bu arabayı neden aldın?” diye sorduğunuzda, önce soruyu gereksiz, dahası saçma bulduğunu ima ediyor ve ardından gerekçelerini saya, saya bitiremiyor… Elbette özel arabanın sağladığı bir dizi avantaj var: İşte, kapıdan-kapıya ulaşmayı mümkün kılıyor, istediğin zaman istediğin yere gidebiliyor, istediğin yerde durabiliyorsun, seyahat için kolaylık sağlıyor, pazardan-çarşıdan [şimdilerde AVM’lerden] satın aldığını taşıma kolaylığı, vb… Sosyalistler, Marksistler arasında bile arabanın “özgürlük” olduğunu” düşünenler var…

O halde sadede gelebiliriz. Kapitalistler (otomotiv tekelleri) bu araçları insanlar rahat ulaşım sağlasınlar diye mi, yoksa kâr etmek için mi üretiyor? Eğer öyleyse, kapitalistin kâr amacıyla, bireyin ve toplumun bir “ihtiyacını” karşılama amacı çakışır mı? Toplumsal çıkar, toplu taşımayı, kollektif ulaşımı gerektirir, kapitalistin çıkarı da herkese bir araba satmayı… Oysa, arabanın doğaya, insana ve topluma çıkardığı fatura o kadar ağır ve o kadar büyük riskler içeriyor ki, vakitlice şu özel araba belasından kurtulmak şart. Ortalama büyüklükte bir araba üretmek için ağırlığının 2 katı kadar petrol ve 300.000 litre su harcamak gerekiyor. Aynı şekilde bir araba üretmek için ağırlığının 20 katı hammadde kullanmak gerekiyor. Mesela 1.5 ton ağırlığında bir araba üretmek için 30 ton hammadde kullanmak gerekiyor. Arabalar tarafından atmosfere salınan ve sera etkisi yaratan karbon gazının atmosferin ısınmasındaki payı yaklaşık %25. Araba atmosferi kirletiyor, dolayısıyla doğanın dengesinin bozulmasında önemli bir paya sahip. Başka türlü ifade edersek, araba eko-sistemi bozuyor, ekolojik yıkımı azdırıyor. Görüntü kirliliği yaratıyor, gürültü kirliliği yaratıyor, havayı kirletiyor, sokaklar, yollar, kaldırımlar arabalar tarafından işgal edilmiş durumda ve bu kentin ölümü demek. Artık çocuklar sokağı olmayan kentlerde büyüyor… Sokağa yabancılaşmış bir çocuk ne demektir? Önemli bir yaşam alanı olan sokağın olmadığı bir kent mümkün müdür? Araba sayısı arttıkça daha çok yol, otoyol, köprü, park yeri, benzin istasyonu, yaralılar için daha çok hastane gerekiyor ve bunun sonu yok. İnsanları araba satın almaya “özendiren” reklamlarda milyarlarca dolar heba ediliyor. Otoyollar ekilebilir devasa alanları tarımsal kullanımın dışına atıyor ve canlı türlerinin yok olmasına neden oluyor. Ne demek istediğimi anlamak için İstanbul’da yapımı devam eden üçüncü Boğaz köprüsü inşaatına bakmak yeter… Yenilenemez bir varlık olan petrol tükeniyor. Oysa bir doğal varlık, “ortak mal” olan petrolün sadece arabası olanlar tarafından yok edilmesi hem yanlış ve hem de haksızdır…

Araba sayısı arttıkça kent ulaşımının hızı azalıyor. Belirli saatlerde trafik sıkışıklığı yüzünden arabalı ulaşım tam bir cinnete dönüşüyor. Her halükârda ortalama araba hızı tren ve tramvay hızından daha düşük. Ortalama hız bisiklet hızının altına iniyor. Arabalar kent yüzeyinin yaklaşık %30’unu kapsıyor ve bu oran her geçen gün büyüyor… Araba, insanlar arasındaki ilişkiyi değiştiriyor, yeni bir ilişki ve statü biçimi ortaya çıkarıyor. İnsanı toplumsal sorunlara yabancılaştırıyor, insanları bencil, agresif, kaprisli yapıyor ve obezite riskini büyütüyor…

Ortalama bir insanın (emekçinin) ortalama bir araba alabilmesi için yaklaşık 3 yıl çalışması gerekiyor. Dolasıyla arabayı edinmek için başlangıçta önemli miktarda harcama yapmak gerekiyor. Arabayı edindikten sonra, yakıt [petrol] satın almak, vergi ve sigorta için gerekli harcama da yaklaşık yıllık gelirinin %30’una eşit olduğu hesaplanmış. Bir insanın kazandığı her 100 liranın 30 lirasını arabayı yürütmek için harcamasının bir mantığı var mıdır? Bu her ay 30 günün 9’unu araba için çalışmak demektir… Fakat hepsi bu kadar da değil. Bir araba, üretildiği andan hurdaya çıktığı âna kadar geçen zamandaki ömrünün yaklaşık %95’ini “park yerinde”, durarak geçiriyor… Ömrünün sadece çok küçük bir kısmında hareket ediyor, işe yarıyor… Başlı başına bu bile bir toplumsal israf değil mi? Üstelik arabalar ortalama olarak 5 kişilik dizayn edildiği halde ekseri 1 kişi taşıyor. Bunun ne büyük kaynak israfı, ne büyük saçmalık olduğu açık değil mi? (Tabii 4X4 gibi şımarıklıklar da ayrı bir saçmalık örneği).

2011 yılında dünyada araba sayısı 1 milyar sınırını aşmıştı. Ama hâlâ yaklaşık her 7 kişiden birine bir araba düşüyordu. Bu da özel otomobille ulaşımın genelleştirilemez olduğu anlamına gelir… Ve aynı yıl 80 milyon 100 bin kadar yeni araba üretilmişti. 2010 yılında dünyada trafik kazalarında ölen insan sayısı 1 milyon 240 bindi ve 50-60 milyon kadar da yaralı vardı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) önümüzdeki 20 yılda bu rakamların %60 oranında artacağı öngörüsünde bulunuyor… Geçen yıl [2013] Türkiye’de trafik kazalarında 3 bin 262 kişi hayatını kaybetti, 237 bin 701 kişi de yaralandı. Maddi hasar da 1 milyar 188 milyon TL tahmin ediliyor… Bu durum, trafik kazalarında ölenlerin savaşlarda ölenlerden daha çok olduğu anlamına geliyor… Zira otomobil sadece doğayı mahveden bir silah değil, aynı zamanda bir katliam silahı… Trafik kazalarında ölenler savaşlarda ölenlerden daha çok olduğu halde, doğaya ve insana verilen zararlar ortada olduğu halde, bu durumun hiç bir zaman sorun edilmemesini, üzerine gidilmemesini nasıl açıklamak gerekiyor? Ya da bunun mantıkî bir açıklaması mümkün müdür?

Eğer toplu kamu taşımacılığı tercihi yapılsaydı?

Kent ulaşımının özel arabayla değil de toplu taşıma araçlarıyla [tren, metro, tramvay, otobüs, vapur, vb.) gerçekleştiği durumda, ulaşımın topluma maliyetinin özel arabaya göre, yaklaşık %30 ile %50 oranında daha düşük olduğu hesaplanmış durumda. Velhasıl daha az harcamayla daha sağlıklı, daha ektin, daha rahat, etrafı çok daha az kirleten, doğaya ve insana çok daha az zarar veren, daha sosyal ve daha güvenli bir kent ulaşım sistemi mümkün. Başlı başına bu durum bile, özel arabaya dayalı geçerli ulaşım modelinin ne büyük toplumsal ve bireysel israfa neden olduğunu göstermeye yeter… Dolayısıyla, toplu taşıma lehine yapılacak bir tercih, parasız (bedava) kamu taşımacılığını da mümkün hale getirecektir. Hem ulaşımı parasız [bedava) yapmak ve hem de tasarruf edilen kaynağı kenti güzelleştirmek, ihtiyaç sahiplerini desteklemek, eğitimin kalitesini yükseltmek, sanata, kültüre daha çok kaynak aktarmak, kültür ve sanat merkezlerinin sayısını ve etkinliğini artırmak, tiyatro, sinema ve konser salonlarını mahallelere kadar yaymak, kültürel/sosyal yaşamı çeşitlendirmek, yaşlılar için dinlenme ve yaşama alanları yaratmak, çocuklar için kreşler açmak… neden mümkün olmasın?

Aslında parasız toplu kamu taşımacılık tercihi yapmak durumunda, kentin yeniden kent sakinlerine iadesi olanaklı hale gelir, zira, geçerli durum insanları ‘yaşadıkları’ kente yabancılaştırmış durumda. O zaman kent içinden geçen oto-yolların tamamını ve diğer yolların da bir kısmını ağaçlandırmak, sebze, meyve ve çiçek yetiştirmek, kentleri beton silosu olmaktan çıkarmak mümkün hale gelebilir…

Toplu taşıma araçlarının ulaşmadığı uzak semtler, ücra mekanlar için midibüs, minibüs veya taksi tahsis edilebilir. “Son duraktan alma” yöntemiyle taksi ulaşımı devreye sokulabilir. Birinin bıraktığı yerden taksiyi başka biri alıp gittiği yerde bırakır. Tabii taksi kamuya ait olmak ve bedava kullanılmak şartıyla… Bisiklet ulaşımı özendirilir, duruma göre, teleferik, asansör, yürüyen merdivenler devreye sokulabilir… Dolayısıyla toplu taşıma araçlarının ulaşamadığı durumlarda sorun çözümsüz değildir… Pazar yerlerine ulaşmak için araç tahsis edilebilir veya mahallelere ve bazı sokaklara ulaşan, içinde sebze-meyve, yiyecek ve başka ihtiyaç maddeleri taşıyan seyyar araçlar, “yürüyen pazarlar” devreye sokulabilir…

Toplu kamu taşımacılığına dönüldüğünde, kentler yeniden yaşanabilir mekanlar haline gelir. Kentin havası temizlenir, görüntü ve gürültü kirliliği bertaraf edilir, sokaklar çocukların oynadığı, insanların birbiriyle uygun ortamlarda buluştuğu sosyalleşme mekânları haline gelir, doğaya verilen zararlar asgari düzeye iner, bir doğal varlık olan petrolün tükenmesi önlenebilir, değilse geciktirilebilir…

“Yeşil araba”, elektrikle çalışan “temiz araba” asla bir çözüm olamaz. Bir kere, öyle bir şey mümkün olsa bile mevcut arabaların dönüştürülmesi, ya da 1 milyardan fazla yeni araba üretmek gerekecektir ki, bu da müthiş bir yıkım ve israf demeye gelir. Kaldı ki, elektrikle çalışan otomobil de sorunu çözemez zira elektrik enerjisi üretmek için de devasa bir kaynak kullanmak kaçınılmazdır. Sürekli az yakıt harcayan araba üretmekle öğünüyorlar. Bir arabaya takılan klimanın yakıt (benzin, mazot, oto-gaz) tüketimini %12 ile %43 oranında artırdığı ve giderek klimasız araba kalmadığı düşünülürse, yakıt tasarrufu iddiasının reel bir karşılığı olmadığı anlaşılır…

Otomobil saçmalığına karşı çıktığınızda, hemen bu sektörün dünyada yaklaşık 50 milyon insana doğrudan ve/veya dolaylı iş imkânı sağladığı, istihdam yarattığı söyleniyor. Bu saçma bir gerekçedir ve sorun asla çözümsüz değildir Neden her yıl milyonu aşkın ölüm ve on milyonlarca yaralı ve sakat kalan değil de, istihdam yeğlensin? Zararlı bir şeyi istihdam yaratıyor diye savunmak tam bir mantıkî tutarsızlık örneği ve saçmalıktır… O zaman tank üretimi de, zehirli gaz üretimi de, nükleer silah üretimi de… aynı gerekçeyle savunulabilir… Oysa, farklı bir toplumsal düzen ve farklı bir yaşam tarzı, farklı bir uygarlık tercihi yapıldığında, bu tür sorunları çözmek hiçte zor değildir…

O halde bu yıkıcılığın, saçmalığın ve absürditenin, gerisinde kimler, hangi tercihler ve çıkar odakları var? Büyük otomotiv tekelleri var, büyük petrol devleri var, yol-köprü makinası üreten, yol ve köprü inşa eden büyük şirketler var… İşte sorun da, bu güç ve iktidar odaklarının çıkarını, herkesin çıkarıymış gibi sunabilmekten ve insanlara bu kepazeliği kabullenmekten kaynaklanıyor… Üstelik bütün bunlar da, kalkınma, ilerleme, “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma…” adına yapılıyor. Lâkin unutmaması gereken şey şu: Kapitalizm dahilinde kalkınmak, doğayı korumak, gezegende yaşamı güvence altına almak, velhasıl yaşanabilir bir toplum düzeni mümkün değildir. Dolayısıyla, vakitlice insana ve doğaya saygılı başka bir uygarlık tercihi yapmak gerekiyor…

1 Yorum

  1. Gerçekten çok haklısınız Fikret Bey. Size katılıyorum. Ben de otomobilleri sevmiyorum. İnsanlar toplu taşıma araçlarını kullanmalılar. Bir otomobile harcanan paranın haddi hesabı yok. Ki siz çok güzel tanık göstererek rakamları açıklamışsınız. Çok yararlı bir yazı izninizle paylaşmak istiyorum diğer arkadaşlarıma. Okulumda da izin verirseniz okumak istiyorum. Saygılarımla…

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz