“Ismarlama yaptırsaydınız, böyle oturmazdı” | Mebus Paltosu – Aziz Nesin

231

Kış erken başlamıştı o yıl. Aralık ayının ortasında hava karlamıştı. Ben kışı sevmem. Yazı da sevmem ya… Bikez bile denize giremediğim, bir şişe soğuk bira bile içemediğim yazın nesini seveyim… Kışın don, yazın kavrul. Yazı kışı sevmem de, baharı pek mi severim? Yoo… Tadını çıkaramadıktan, dolu dolu yaşayamadıktan sonra ben neyliyeyim öyle baharı?
O kış bana uğurlu gelmişti. Bir yıl önce 700 liraya aldığım bir ansiklopediyi Yüksekkaldırım’da bir eski kitapçıya 250 liraya satınca, bu para elime havadan geldi sanmıştım.
Ereğim, o kış olsun bir palto giymekti. Sizin için ‘”anması belki zor ama, o yaşıma dek hiç palto giymemiştim. Kışları, pardesüyle, yağmurlukla geçiririm. iyi bir paltoya özeniyordum. Şöyle kaim, tüylü, zengin işi, sımsıcak bir palto… Rengi ille de devetüyü olacak. Kimbilir, nedense, belki çocukluğumda, yakışıklı yada kalantor bir adamın sırtındaki paltodan kalan etkin bir hayalle deve tüyü rengi, kalın bir paltoya tutkundum. Bir güzel, şık palto, giyenin bütün yokluğunu, yoksulluğunu gizler. Sırtında kalın bir palto olsun da, isterse pantolonunun ardı yamalı olsun.
Şöyle istediğim gibi bir palto giyebilirsem, kar lapa lapa yağarken, inadıma inadıma sokakları arşınlayacaktım. Titreşe titreşe inen kar kelebekleri, benim kaim paltomun yumuşak tüylerine değer değmez eriyi-verecekti.
Ansiklopediyi 250 liraya sattığımı evdekilere söylememiştim. Çünkü cebimde 250 lira olduğunu öğrenirlerse, ortaya iki yüz elli bin türlü ihtiyaç çıkarırlardı. Evimdekilerden gizli hiçbir işim yoktur ama, düşlerimi dolduran devetüyü palto uğruna cebimdeki parayı onlardan saklayacaktım.
Terzilerin tabelâlarına baka baka Beyoğlu’nun ana caddesinden birkaç kez geçtim. Cebinde para oldu mu, insan tabelâ bile beğenmiyor. Tabelâsını oldukça beğendiğim bir terzi atelyesine girdim. Büyük bir hanın ikinci katındaki Rum terzi, paltoluk kumaşlarını önüme serdi. Tam istediğim kumaşı aralarından seçtim. Kumaşı boynumdan aşağı sararak, terzinin aynasında kendimi seyrettim. Çok yaraşıyordu bu kumaş.
— Kaça olacak?
— Sizin için dokuz yüz…
Çenem kenetlenmişti. Pazarlık edilecek yeri bile yok.
— Peki, ben sonra gelirim… -dedim, oradan sıvıştım.
Yolda bir arkadaşımla karşılaştım.
— Ne o, başın havada geziyorsun… -dedi.
— Terzi tabelâlarına bakıyorum da… -dedim.
Onun tanıdığı bir terzi varmış. Beni oraya götürdü. Öbürüne göre bir gömlek daha aşağı bir terzi olduğu atelyesinden belliydi. Kumaşı seçtik. Arkadaşım,
— Bu kumaşların modası çoktan geçti… -dedi. Kumaşın modası geçmiş ama benim o geçen
paltoda da hevesim kalmıştı. Bu terzi de, bir tanıdığıyle geldiğim için 800 liraya palto dikecekti.
Üç-dört gün terzi aradım. 250 liraya ısmarlama palto giyemeyeceğimi anlayınca, hazırcılara baş vurdum. Hazır elbisecilerde de, istediğim gibi devetüyü rengi, kalın paltolar vardı. Vardı ama, en ucuzu 600 lira… Beyoğlu’ndan sonra daha ucuz palto bulurum diye, Sirkeci’ye geçtim. Mahmutpaşa’da bir yerde 500 liraya, istediğim renkte bir palto bulabildim. O kışı da paltosuz geçirmeye karar verirken, bir arkadaşım,
— Neden Kapalıçarşı’daki eski elbisecilere gitmiyorsun? -dedi.
Bu arkadaşım, yıllardan beri, oradan giyinirmiş.
— Görsen şaşarsın, ne elbiseler var o eski elbisecilerde… -diyordu.
Bir zengin bir elbise diktiriyormuş örneğin, giydiğinin ertesi günü, diyelim, ceketinin yakasına yemek dökülüyormuş. Elbiseyi lekeciye bile vermez, hemen eskiciye satarmış. Daha da neler, neler… Paltoyu terziye diktirirler, sonra beğenmezler, satarlarmış. Terziye palto ısmarlar, ama almaya bir daha gelmezlermiş Terzi de yepyeni elbiseyi, eskiciye satarmış.
Hele Amerikan elbiseleri varmış kiii… Amerika’dan bize eski elbise geldikten başka, burdaki Amerikalılar da, elbiselerini satarlarmış. Bütün bu elbiseler, Kapalıçarşı’daki eskicilerde toplanırmış.
Gittik. Gerçekten arkadaşımın dediği gibi yerler. Tam isteğime uygun, yumuşacık tüylü, kalın, deve-tüyü renginde, hem de 250 liraya bir palto buldum. Paltonun yalnız bir kusuru vardı; vücuduma uygun değildi. Bu paltonun içine benim gibi iki, hatta üç kişi girebilirdi. Paltoyu giyip de iki kanadım kavuşturduğum zaman paltonun ilikli yanı belime dolanıp sırtıma geliyordu. Etekleri yerleri süpürüyordu. Ellerim, palto kolunun dirseğinde kaldığı, için, kolsuz gibi duruyordum. Paltonun içinde yalnız başım görünüyordu.
Eski elbiseci beni boy aynasının karşısına iteleyip giydirdiği paltonun yakalarını çekiştirerek,
— Bakın beyim… -dedi-. Nasıl da oturdu. Tam zâtıâlinize göreymiş. Ismarlama yaptırsaydınız, böyle oturmazdı.
Adam durmadan konuşuyordu:
— Çok yakıştı. Maşallah vücudunuz da güzel. Dönün şöyle, bir de arkadan bakın!… Fevkalâde… Bele bakın, nasıl oturdu… Bu kadar olur. Terzi tam sizin ölçünüze göre dikmiş. Allah Allah… Yakalar nasıl… Çok güzel canım!… Ama sizde de güzel vücut var maşallah…
Beni aynanın karşısında fırfır döndürerek öyle sersemletmişti ki, onun paltoyu ve benim vücut ölçülerimi övmesi karşısında söyleyecek söz bulamıyordum. Birara,
— Biraz büyükçe değil mi? -diyebildim.
Eski elbise satıcısı,
— Aman efendim, daha iyi ya, zengin gösterir… -dedi-. Palto üstte dökümlü durmalı ki zengin göstersin.
Doğru söylüyordu ama, beni zengin gösterecek olan bu palto çok dökümlü olduğundan, yolda giderken haberim bile olmadan üstümden dökülüp düşecek diye korkuyordum.
— Birazcık fazla dökümlü… -dedim.
— Şimdi moda böyle… -dedi-. Ama siz bilirsiniz, isterseniz hemen terziye düzelttiririz.
Arkadaşım da, onun sözlerinin etkisinde kalmıştı. ‘
— Yazık… -dedi-. Bu güzelim paltoyu hiç bozdurma. Tam sana uydu.
— Haklısınız… -dedim-. Yalnız bizim sokaklar çamurludur. Etekleri biriki parmak kısalsa…
Satıcı,
— Hayhay… -dedi-. Şimdi kestiririz terziye. Güzelim paltonun eteğinden kesilmesine kıyamadım.
— Yoo, kesilmesin, içeri kıvrılsın… -dedim. Sıra pazarlığa gelmişti. Satıcı,
— İkiyüzelliden iki kuruş aşağı deseniz olmaz… -dedi-. Allah sizi inandırsın, ben bu paltoyu ikiyüzelliye aldım. Ama arkadaşınız, bizim daimî müşterimiz de ondan kârsız veriyorum. Siz yalnız gelseydiniz, beş yüz derdim. Yepyeni palto… Terziye gitseniz, bin liraya yapmaz. Bir kere şimdi bu kumaşlar yok. Nerdee… Bu kumaşlar şimdi antika oldu… Taş gibi hımaş. Allah uzun ömürler versin, siz bu paltoyu ömrünüz oldukça giyersiniz. Pazarlık etmeyin… On para aşağı derseniz olmaz. Beyim, bunun yalnız terzi parası beşyüz lira. Gösterişi yeter. Sonra da yepyeni. Yemin ederim, bir hafta bile giyilmemiştir.
On lira olsun kırpabilir miyim diye bir çaba daha gösterdim. Satıcı,
— Bakın beyim… -dedi-. Siz bu paltoyu bütün kış giyin. Yazın getirin bana, ben sizden yine iki yüz elli liraya alırım bu paltoyu… İşte beyin yanında söz veriyorum. Nisanda, Mayısta getirin, alın ikiyüzelli liranızı.
Bu hesaba hiç aklım ermedi.
— Sahi alır mısınız ?
— Vallahi billahi alırım. İsterseniz bir de senet vereyim. Kime olsa bu paltoyu beş yüze veririm. Yoksa benim size ruhum ısındı da ondan ikiyüzelliye veriyorum.
İkiyüzelli lirayı verdim, paltoyu giydim. Gerçekten palto bana oturmuştu, ama ben bitürlü paltoya oturamıyordum. Yolda giderken vitrin camlarında kendimi seyrediyordum. Evet, zengin, dökümlü bir palto…
Tanıdıklar,
— Ooo… güle güle giy, mebus gibi olmuşsun yahu… -diyorlardı.
Bu türlü sözler hiç hoşuma gitmez. Herkes yılda iki-üç yeni elbise giyer, kimse aldırmaz. Biz kırk yılın başında elden düşme bir palto giydik, «Ooo…» diye yadırgıyorlar. Kırk yılda bir giyindiğimizden böyle olur ya… Bizi, eskiler içinde görmeye alışmışlar. Yenice birşey giydik mi, gözleri tedirgin oluyor.
Hayvanın biri de,
— Çul değişmiş ama, içindeki yine o… demesin mi
Bütün tanıdıklarım, gözleri üstümdeki paltoya alışıncaya kadar, «Oo… mebus paltosu giymişsin, meclise mi teşrif?» diye alay edip durdular.
Paltoyu giydiğim ilk gündü. Akşam vapura bindim. Cıgara arıyordum. Üstümü başımı aradım, cıgara paketi yok. Oysa vapura binmeden iskeledeki dükkândan iki paket cıgara almıştım. Demek, düşürmüşüm. Az sonra biletçi geldi. Ararım tararım, bilet yok… Yahu bu bileti aldım ben. Nereme koydum ? Bütün ceplerimi didik didik ettim, yok. Vapurda cezalı bilet aldım.
Vapurdan çıkarken elimi cebime attım, yine bilet yok. Deli olmak işten değil. Demek cezalı aldığım bileti de dalgınlıkla atmışım. Bir daha cezalı bilet alıp iskeleden çıktım. Hemen iki paket cıgarayla bir kutu kibrit aldım, otobüse bindim. Bilet aldım. Kontrolör geldi. Benim otobüs bileti yine yok… Her yanımı aradım, ceplerimi ters çevirdim, yerlere baktım, yok… Cezalı bilet almak bişey değil de, yalandan «biletim var» demiş gibi oluyor da insan utanıyor. Eve gittim. Karım paltoyu çok beğendi.
— Sana hiç yakışmıyor ama, büyüklüğü iyi. Bundan kendime manto yaparım, oğlana da bir palto çıkar… -dedi.
— Ben ne giyeceğim?
— Artanı sana yeter de artar bile…
Canım sıkıldı. Cıgara arandım, yok. Karıma seslendim:
— Paltonun cebinde cıgara olacak.
— Yok, paltoda cıgara mıgara yok…
Palto bana uğursuzluk getirdi. Ne alsam, yok oluyor. Bir keresinde evin anahtarım yitirdim. Çoluk çocuk dışarda kaldık. Çilingir getirdik de kapıyı açtırdık.
Bir pazar da karımla sinemaya gitmiştik. Cumartesinden aldığım sinema biletini bitürlü bulamadım.
Karım,
— Bu mebus paltosunu giydin giyeli üstüne bir aptallık geldi… -diyordu-. Kendini gerçekten mi mebus sanıyorsun, nedir. Eline aldığın şey yok oluyor…
En kötüsü, birgün de tomarla beş liralık, on liralık bir arada, tam yüz elli lirayı yitirdim. Paltonun iç cebine koyduğumu çok iyi biliyordum. Paltonun içini, dışını, astarını, ceplerini didik didik ettik, yok. Karım çok kızdı,
— Çarptırmışsın parayı. Tabiî böyle palto giyersen, yankesiciler de seni zengin bir adam sanırlar… -diye bağırdı.
Hele mendil… Onu hiç sormayın, hergün bir mendil düşürüyordum.
Çok sıkışık bir günümde bir arkadaştan elli lira borç almıştım. Parayı iç cebime dikkatle yerleştirdikten sonra, iç cebin üst düğmesini de ilikledim. Eve geldim, cepte para yok. Karım,
— Yine çaldırdın… -dedi.
— Canım nasıl çalarlar… Düğme bile çözülmemiş.
— Usta hırsız, sanki parayı aldıktan sonra ilikliyemez…
— Sen şu paltonun cebine iyi bak, delik, yırtık olmasın…
Hayır, hiçbir delik, yırtık yoktu. Kışı, ilkbaharı geçirdik. Paltoyu sırtımdan çıkarmış, naftalinleyip yüke kaldırmıştık.
Yine geçim derdiyle sıkıntılı bir günümde, nerden para bulayım, diye düşünüp dururken, paltoyu satmak aklıma geldi. Aldığım adam «yaza getir, 250 liraya veririm» demişti ya…
Koca palto elde taşınmaz… Haziran sıcağında giydim paltoyu, gittim o bizim eski elbiseciye. Verdiği sözü hatırlattım.
— Hayhay, ikiyüzelli liraya geri alırım… -dedi. Hiç ummuyordum, 250 değil, 100 lira verse satacaktım.
— Kışa doğru gelin, yine satarım size… -dedi. Adamın konuşmalarından kuşkulandım. Deli
değil ya bu adam… 250 liraya sattığı paltoyu, hem de bir kış giyildikten sonra yine 250 liraya alırsa bunun kazancı nerde?
— Peki, bugün giyeyim de yarın getiririm… -dîye ayrıldım.
Başka bir eski elbiseci dükkânına girdim. Paltoyu satmak istediğimi söyledim. Adam evire çevire paltoya baktıktan sonra, elli lira veririm… -dedi.
Çözülmez bir bilmece… Oysa benim niyetim bu değerli paltoyu 250′den yukarı satmaktı.
Akşam geç vakit düşüne düşüne eve gidiyordum. Hava kararmış. Bir cıgara içesim geldi. Cıgarayı buldum, kibrit yok… Oysa kibrit kutusunun çıngırtısını duymuştum. Yere düşmüş olacak diye eğildim, arıyorum. Karanlıkta… Ararken, ararken,
— İmdat!… -diye bir kadın çığlığı koptu. Arkasından gürültüler… Sopalı bir adam üstüme yürüdü. Bekçi düdükleri…
Beni yakalayıp karakola götürdüler. Suçum, röntgencilik… Sözümona, önünde durduğum bir pencereden evin içini gözetiyormuşum. Gözeteceğim yer de hela penceresiymiş…
Yemin billah ederim, komiser inanmaz. İnanılacak gibi de değil. Ben kibriti araya araya, gecekondunun bahçesine, bahçedeki kümesin de üstüne çıkmışım. Komisere,
— Efendim -dedim-, ben şerefli bir insanım. Rica ederim, bana iyi bakınız. Bende röntgencilik edecek adam hali var mı?
Komiser,
— Ho-hoo… -dedi-. Biz senin gibi beylerden ne röntgenciler görmüşüz…
— Vallahi değil, billahi değil…
— Peki, elâlemin bahçesindeki kümesin tepesinde ne işin vardı?
Haklı. Kibrit arıyordum desem, kümes damında kibrit aramaya kim inanır… Hem de hela penceresinin dibinde…
— Efendim, yanlışlık… Kendi evim diye… Oraya nasıl çıktığıma ben de şaşıyorum.

Zabıt tutmaya başladılar.
— Adın ne?
Eh, biz çevremizde oldukça tanınmış bir kimseyiz. Adımı doğru söylersem, ertesi gün gazeteler «röntgencilikte suçüstü yakalandı» diye yazacak, herkese rezil olacağım. Birden,
— Adım Mehmet… -dedim.
— Soy adın?
— Demirer…
Zabıt tutuldu. Suçüstü mahkemesine götürecekler sabaha.
Polislerden biri, birden,
— Bu sıcakta bu kalın palto ne? -dedi. Komiser,
— Hem bu palto senin değil… -dedi. — Benim efendim.
— Nasıl senin be!… Ulan, bunun içine senin gibi üç kişi girer. Arayın şunun üstünü.
Paltoyu çıkarttılar. İki polis paltoyu arıyor.
— Bunlar ne?
Paltonun astarından on-onbeş anahtar birden dökülmez mü… Evin, odaların, yazıhanenin, dolapların anahtarları… Bütün kaybolan anahtarlar orada.
— Ulan, bunlar ne ?
— Benim anahtarlarım.
— Sen çilingir misin? Şimdi anlaşıldı… Paltonun içini dışına çevirdiler: Birsürü vapur, otobüs bileti, yığınla mendil, bir çakı, bir ekmek bıçağı, tomarla kâğıt para, yedi kurşun kalem, iki dolma kalem, bir kutu jilet, iki avuç bozuk para, bir saat, bir sutyen (çocuk atmış olacak), kâğıt parçaları, on altı paket cıgara, beş kutu kibrit, bir kadın çorabı teki, (bunu da çocuk atmış olacak), iki dilekçe, bir diş fırçası.
Komiser,
— Dış seferden dönen vapurlarımızda bile bu kadar kaçak eşya çıkmaz. Bunlar ne?
Düşünmeye başladım.
— Ne düşünüyorsun ?
— Bu kadar ağırlığı aylardır nasıl taşıdım, diye düşünüyorum.
Başka çıkar yol olmadığı için herşeyi olduğu gibi anlattım. Geceyi karakolda geçirttiler. Sabah,
paltoyu aldığım eski elbiseciye gittik. Eskicinin paltoyu neden 250 liraya geriye almak istediğini anlamıştım. Ama koyunun kuyruğunu yoklar gibi, beni tartaklayarak paltonun eteklerini yoklayan eski elbiseci,
— Hayır… -dedi-. Bu paltoyu ben satmadım.
— Aman nasıl olur… Sen dün bu paltoyu 250 liraya geri almıyacak mıydın?
— Ben sizi tanımıyorum bile…
Röntgencilik derken, iş hırsızlığa döküldü. Paltonun gerçek sahibi bulundu… İki yıl önce bir mebusun evinden çalınmış. Mebus paltosunu geri aldı. Ona yanmıyorum da, koca paltonun sahibi koca mebus, paltonun astarından çıkanlara da sahip olmadı mı? «Evet, hepsi benim,» dedi. Yalnız pembe satenden evde dikilmiş sutyeni beğenmedi. «Bu benim değil,» dedi.

Mebus Paltosu – Aziz Nesin

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz