Bu hükümetin öncelikler sıralaması, dışarıdan bakıldığında derin çelişkiler barındırıyormuş izlenimi veriyor ama aslında öyle değil; hükümet dışarıda ve içeride yürüttüğü mezhepçi-ırkçı politikaya uygun hareket ediyor.
IŞİD Türkiye’yi Suriye’deki savaşa daha fazla dâhil olma konusunda ikinci kez düşünmeye zorluyor. Türkiye ile Kürtler arasındaki çatışmayı alevlendirerek, sahadaki en zorlu düşmanı olan Kürtlerin dikkatini dağıtmaya çalışıyor.
Öte yandan hükümet İŞİD saldırılarıyla örgütle işbirliği yaptığı yolundaki uluslararası baskıyı bir yandan hafifletirken iki düşmanı karşı karşıya getiriyor ve bir taşla iki kuş vurmuş oluyor.
Ama İŞİD’e karşı savaş, sıfır toplamlı bir oyun değil. IŞİD, Sirte kentine iyice yerleşmiş hâlde ve kent etrafındaki 300 kilometrelik sahil şeridini kontrol ediyor. IŞİD’in petrol kaçakçılığı kaynaklı ekonomisine ağır darbe vurduklarını sananlar yakın bir gelecekte yanıldıklarını anlayacaklar.
Herkes Türkiye’deki Suriyeliler olgusunun neden-sonuç diyalektiğinde bir sebep değil netice olduğunu unutmuş görünüyor. Suriyeliler hükümetin yürüttüğü mezhepçi dinci siyasetin kurbanlarıdır. AKP buradan da nemalanıyor. Hükümet üç milyonluk mülteci yükünü içeride onlara vatandaşlık vererek oy potansiyeline devşirmeyi düşünürken dışarıda ise onları serbest dolaşım ve para karşılığında ticari bir metaya dönüştürüyor.
Hükümet kendi mağdurlarına ırkçı ve dinci saiklerle kayıtsız davranıyor; bir yandan içeride yeni Gazzeler yaratırken öte yandan dışarıdaki Gazze’ye tonlarca yardım yapıyor. Bir yandan boş olan TOKİ evlerini Suriyelilere vermeyi düşünüyor ve Ahıska Türklerine Erzincan’da ev ve iş olanağı sunuyor, öte yandan kendi Kürt’ünü yerinden yurdundan ediyor. Bir yandan Arapça’yı zorunlu ders haline getirmeye çalışırken, diğer yandan Kürtçeye zorluk çıkarmayı sürdürüyor.
Fi tarihinden beri Türklerin hilafeti gasp ettiklerini düşünen S. Arabistan ile içli dışlı bir muhabbet kuruyor ama zengin Araplara bir kerecik te olsa boş duran klimalı çadırlara neden bir Suriyeli mülteci kabul etmediğini sormuyor.
Eldeki konfordan ödün vermeden vites büyütmek özellikle dış siyasette pek mümkün görünmüyor. İslami stratejilerin ideolojik içerikleri boşaltılarak yerine kazan-kazan politikası ile yürütülen ekonomik içerikler doldurulmuş görünüyor.
Mezhepçi ve ırkçı paradigma daha düne kadar büyük Kafkas sürgünü ve soykırımı ayaklarıyla Kırım Ahıska ve Türklerine sahip çıktığını iddia ederken Rusya ile düzelen ilişkilerde bu insanları da satmaya hazırlanıyor.
İsrail’e karşı tavır takınmanın makul reel politik gerekçeleri de ortadan kalkmış görünüyor. İsrail ile düzelen ilişkilerde Mavi Marmara olayından geriye, insanların zihinlerinde kurdukları İhvancı retoriğe yaptığı katkı dışında pek bir şey kalmıyor. Meselenin pik yaptığı nokta, İslami mahalledeki hemen herkesin devlet aklına karşı duyduğu hayal kırıklığı oldu.
Oysa “one minute” ile emperyal iktidar emelleri ve ekonomik çıkarların Müslüman mahallesinin egosu ezik gençlerinin beklentisi ile kesiştiği bir ince alan yakalanmış görünüyordu.
Sözde domino taşı gibi yayılan Arap Baharı Suriye ile tamamlanacak ve aradaki yapay duvarları yıkıp ortak tarih ve değer dünyamız çerçevesinde ortak bir gelecek inşa edilecekti. Ben, ‘ortak tarih ve değer dünyamız’ cümlesi arkasındaki hilafet, başkanlık ve emperyal (Büyük Osmanlı) tutkularının akıttığı salyaları fark ediyorum, ya siz?
Gezi’den sonra İslamcı mahalle neslini konsolide edebilecek bir motivasyonun eksikliği hissedilmeye başlanmıştı. İşte tam bu noktada 17-25 Aralık fırtınası koptu. Paralel düşman işte tam böyle bir konjonktürde imdada yetişti.
Müslüman mahallesindeki zihinsel kırılmalar Rabia yerine Sissi, Bayır Bucak yerine Putin ve H. Meşal yerine Netanyahu’nun ikame edilmesiyle derin fay hatlarına dönüşecek gibi görünüyor.
Şimdi reel politiğin bu sıkıcı konularından bir şiirle uzaklaşalım, yoksa hükümetin bu şizofren tavrı karşısında kafayı sıyırmamak elde değil.
Yanılgılar
gidiyorsun ya
artık pahalı istekleri var yanılgılarımın…
yeniden taş bağla, diyorlar
kedilerin kuyruğuna…
gidişine sahip çık…
en korkunç yalanlarla konuşsun gözlerin…
geceyi bulaştır ellerine…
dilini kana bula mısralarla ve
sadece sessiz harflerle yaz şiirlerini…
gözlerinde sürsün o kadim suskunluk…
gidiyorsun ya
babasız bayramlar geçiyor çocukluğumdan…
Prag düşüyor sonra ve
elindeki gülü
Charles köprüsünden
ateşe atıyor kadının biri…
cinayetine hayran kalıyor bir katil…
Hiroşima sonrası bir zaman başlıyor
kan ve ilikle tazyikli
dikişleri patlıyor
yamalı insanlığımın…
yalnızlığın istilasına uğramış bir şehir kalıyor
haritalarımda ve
iki ayrı yöne doğru hızlanan
bir rüzgar hasımlanıyor aramızda…
Kılçıksız, Josef (PhL)
Helsinki, 12.07.2016