“Yaşam kimilerini, pek kararlı olmasalar bile, varmaları gereken yere, çarçabuk götürür atar; kimine de bilirsin işkence eder, sıkıntıyla yakar kavurur. Böyle bir hayatı sürgit yaşamamalı insan. Çünkü yaşamak iyi değildir başlı başına, iyi olan iyi yaşamaktır. Bu yüzden bilge gerektiği kadar yaşayacak, yaşayabildiği kadar değil; nerede, kimlerle, nasıl yaşayacağını, ne yapacağını gözden geçirecektir. Ne kadar yaşayacağını değil, nasıl bir yaşam süreceğini düşünür hep: can sıkıcı ve sükûneti bozan birçok şeyle karşılaşırsa, kendini kaldırır ortadan…”
Paul Celan, Cesare Pavese, Virginia VVoolf, Primo Levi, Stephan Zweig.. Ingeborg Bachmann, Walter Benjamın, Sersey Yesenin, Arthur Koestler, Ernest Hemingway, Vladimir Mayakovskiv, Georg Trakl, Sylvia Plath… Bu uzatılabilecek listede yer alan sanatçıların hepsi intihar etti. Her biri bedenini bir dünya mekânı olarak kullanmaktan vazgeçti. Her birinin farklı bir gerekçesi vardı. Kiminin içine “kara güneş” doğmuş tu, kimi ise böyle bir dünyada yaşamak istemiyordu artık, ölümünü önceleyerek “kadere” karşı itaatsizlik hakkını kullanıyordu. Adları anılanlar çağımız sanatçıları olmakla birlikte intihar belki de insanla yaşıt.
Temel ve evrensel konuları işlemekteki ustalıkları nedeniyle daha zamanında ünleri Roma İmparatorluğu’nu aşan Terenüus, Cicero, Horatius gibi önemli ilk yüzyıl yazarlarından biri olan, aklı ve insanı yazarlığının merkezine koyan ve hayatı boyunca bağnazlığa karşı bir tutum sergileyen Seneca da intihar ederek ölür. Seneca’nın intiharı aslıda bir ölüm cezasının uygulanmasıdır. Özellikle Neron’un vahşi yönetimi sırasında pek çok Romalı intihara zorlanır; intihar biçimi de bütün Romalı soylulara tanınan hak gereğince kendine bırakılır.
Seneca’nın ölümle burun buruna bir hayat geçirdiğini söylemek de yersiz olmaz. Parlak hitabet yeteneğiyle genç yaşta üne kavuşunca İmparator Caligula’nın öfkesinin hedefi olur ve ölmesi istenir ama ömrü boyunca çektiği nefes darlığı sayesinde, hasta bir insanın ölümünü istemeyi kendine yediremeyen imparatorun affına uğrar. Oysa aynı hastalığın verdiği acılara kaynamadığı günlerde intihara kalkıştığı da olmuştur. Düşünür 44 yılında da Lulia Livilla ile zina yaptığı için ölüm cezasına çarptırır, cezası Korsika’da sürgüne çevrilir. Adada sürgünde yaşadığı günler hayatının dönüm noktası olur.
Sonunda, 65 yılında Neron tarafından intihara zorlanır. Genç yaşta tahta geçen Neron’un vahşetini ona hocalık eden Seneca da engelleyemez ve sonunda annesini, erkek kardeşini öldürdükten sonra sıra hocasına gelir.
Düşünürün Lucilius’a yazdığı mektuplarda tarir ettiği gibi bir ölümü seçmesine izin verilir. 77. mektupta “Sakın, Marcellinus’um, sanki önemli bir konu üstünde fikir yürütüyormuşsun gibi kendini yiyip bitirme. Yaşamak büyük bir sorun değildir. Bütün kölelerin, bütün hayvanlar yaşıyorlar. Şerefle, sağduyuyla, cesaretle ölmekse, asıl büyük olan bu! Düşün bak, nice zamandır aynı şeyleri yapıp durmaktasın. Ölmeyi yalnız akıllı, cesur ya da mutsuz insan değil, yaşamdan bıkan insan da isteyebilir!” diye seslendiği Marceilinus’a ölümü anlatırken aklından geçenler kendisi için bir gerçek olur. Seneca 70. mektupta sanki kendi ölüm biçimini seçermiş gibi anlattığı yolu seçer. “Baş ağrını dîndirmek için çok kez kan aldırdın, bedenini hafifletmek için de bir damarını açtırırsın. Burada koskoca bir yarayla bağrını delik deşik etmek gerekli değil ki! Bir neşterle o büyük özgürlüğe giden yol açılır, bu küçücük delikle sükûnete ulaşılır.”
Seneca’nın ölümü Tacitus tarafından ayrıntılı olarak anlatılır. Düşünür ölmeye yatmadan önce karısı Paulina’yı avutur; karısı ise onun sözleri karşısında kararlı bir hiçimde kocasıyla birlikte ölmek istediğini söyler. Böylesine güçlü bir son isteğini geri çeviremez Seneca. İkisinin de damarları kesilir. Seneca’nın bedeni öylesine güçsüzdür ki kan ağır ağır akar. Bu işkence dolu sahneleri seyrederek cesareti kırılmasın diye karısının başka bir odaya alınmasını ister Neron’un emriyle Paulina’nın kanı durdurulur ve ölmesine izin verilmez. Israrlı bir biçimde yavaş gelen ölümünü hızlandırmak için hekim dostu Anneus’tan halk kararı ile ölüme mahkûm edilenlerin içtiği zehirden ister. Zehir de hemen etkisini göstermeyince sıcak bir yunağa, oradan da buharın etkisiyle boğularak öleceği vere konulur. “Bu bedene karşı özgür olmak ister misin? Sanki hep göçüp gidecekmişsin gibi otur!” derken andığı bedenî vasiyetinde dile getirdiği gibi yakılır.
Denize açılacağı gemiyi, oturacağı evi seçtiği gibi yaşamdan çekilirken de ölümünü seçeceğini söyler Seneca. Daha uzun bir havat nasıl iyi değilse, daha uzun süren bir ölümün de daha kötü bir ölüm olduğunu ifade etmiş olsa da kendi uzun süren ölümü karşısında ne hissettiğini bilmek mümkün değil.
Seneca’ya göre yaşamın en büyük hatası: Ertelemek
Seneca, Dante’nîn ilahi Komedyasında, içlerinde Homeros’tan İbn-i Sina’ya dek pek çok değerli ama vaftiz edilmemiş ruhun bulunduğu, cehennemin ilk çemberi olan Limbos’ta yer alacaktır. Önemli olan iyi yaşamaktır, uzun değil diyerek bitirdiği bir mektupta Seneca ise ruha dair şunları söyler: “O halde biz ruhumuza sanki son sırına gelmiş gibi bir düzen koyalım. Hiçbir şeyi ileriye atmayalım. Her gün hesaplaşalım yaşamla. Yaşamın en büyük hatası şu: her zaman tamamlanmamış kalır, hep ertelenir bir şey. Her günkü yaşamının işlerini bitiren insanın zamana gereksinmesi olmaz, işte bu gereksinmeden doğar korku, insanı yiyip bitiren yarının açlığı.” Seneca’ya göre yarının açlığından, bu burgaçtan kaçınmanın yolu ilerisi için hesap yapmamaktır. Bu gününü boş geçiren, geleceğe bağlı kalır. ” …aklım bir günle bir yüzyıl arasında fark olmadığını anlarsa, gelecek günleri, olayları yukardan seyrederek çağların sıra sıra geçişini hayal eder güle güle!” Kesin olmayan olasılıklara karşı kesin bir tutumun olursa, rastlantıların değişik, oynak olması ne için altüst etsin. Her günü ayrı bir yaşam saymayı öğütleyen Seneca mektuplarında ruh, zaman, ölüm kavranılan üstüne yoğunlaşır. Zaman kavramı üstüne Lucilius’a öğütlediği belirsiz yarından kaçınarak ve bugününe sahip çıkarak erdem arayışı içinde şimdi’yi yaşamak sözlerindeki düşüncesi Horatiusun carpe Bern’ine benzemekle birlikte bir noktada ayrılır: Epikurosçu Horatius insanı dünyanın zevklerini çıkarmaya davet eder, Stoacı Seneca ise anbean ahlaki yükümlülüğe… Sokrates’in ahlak anlayışından yola çıkarak mutlu ve doğru yaşamanın, erdemin ve bilgeliğin temeli üzerine düşünen Sloa felsefe sinin izinden giden Seneca’da “modern ben”in ipuçları boy verir. Etkin ve sahibi olmayan bir özne anlayışı; ruhun Tanrı’dan gelme bir soluk olarak değerlendirilmesi; felsefenin ruhu eğiten, iyi yaşama yolunu sunan ve insanı Tanrı ya eş olmaya götüren bir araç olarak görülmesi; Tanrı’nın evrene yayılmış akıl olarak düşünülmesi ve Onun insanın içine indiğine inanılması gibi özgün görüşler Seneca nın entelekrüel gerçekçiliğini kuran yapı taşlandır. Seneca, Lucilius’a, karşısına bilgelik taslayan nice insanlar çıkacağını, bunların kendi canlarına kıymayı reddedeceklerini, kendi kendilerinin katili olmayı günah savacaklarını söyler. Bu tür insanların doğanın onlara vereceği sonucu beklemekte ısrar ederek aslında kendilerine özgürlük yolunu tıkadıklarını belirtir. “Yaşam kimilerini, pek kararlı olmasalar bile, varmaları gereken yere, çarçabuk götürür atar; kimine de bilirsin işkence eder, sıkıntıyla yakar kavurur. Böyle bir hayatı sürgit yaşamamalı insan. Çünkü yaşamak iyi değildir başlı başına, iyi olan iyi yaşamaktır. Bu yüzden bilge gerektiği kadar yaşayacak, yaşayabildiği kadar değil; nerede, kimlerle, nasıl yaşayacağını, ne yapacağını gözden geçirecektir. Ne kadar yaşayacağını değil, nasıl bir yaşam süreceğini düşünür hep: can sıkıcı ve sükûneti bozan birçok şeyle karşılaşırsa, kendini kaldırır ortadan; hem de bunu son anda, zorunlu anda değil, kaderden kuşkulanmağa başlar başlamaz, acaba hemen oracıkta işi bitirivermek gerekli mi diye, yöresine dikkatle bakınıp da öyle yapar.”
İntiharı Seçmek…
Belki de Kaderden Kuşkulanma Anı
Kaynak: Cogito 49-Freud ve Kültür