Hayatın diyalektiği, tüm gerçekliği kapsar
Hırsımız, aşağılık kompleksimiz ve zayıflıklarımızı bazı davranış biçimleri ile örtmeye, göstermemeye çalışırız. Aslında zayıflıkları, eksikleri ile yüzleşmeyen insan, gün gelir en küçük bir rüzgârda savrulur, dağılır gider. Öyleyse önce kendimizle, eksik ve yanlış davranışlarımızla yüzleşmeliyiz. Başkalarını eleştirmeden önce, aynaya kendi yüzümüze bakmalıyız. Ve gördüklerimizin üzerini örtmemeliyiz.
İnsan yalnızca dış dünyada savaşmaz aslında, en büyük savaş insanın kendi içinde, kendisine karşı verdiği savaştır. Eğer insan, bu savaşta yenilmezse, dış dünyadaki savaşında da kaybetse bile yenilmiş sayılmaz.
Hiç de düşündüğümüz kadar şey bilmiyoruz. Hiç de mükemmel değiliz, aksine olabildiğince benciliz. Değil başkalarını, gerçekte kendimizi bile tanımıyoruz. Kendimizi tanımak için, önce cahil cesaretinden arınmamız ve Pinokyo’dan daha uzun olan burnumuzu kırmamız gerekir.
Oysa her şeyden öğrenilecek bir şey vardır mutlaka. Hayatın diyalektiği, tüm gerçekliği kapsar. Gerçek somuttur ve tek yönlü değildir, bir bütünün parçasıdır. Ȍrneğin Anarşist ideolojinin kökleri, Taoizme kadar uzanır.
Gerçeğe uzanan yola geçmek için bir kapı gerekir, işte felsefe o kapıdır. Felsefe işte bu noktada insan yeni yollar açar, onu zenginleştirir.
Bu anlamda bence, eski Uzakdoğu felsefeleri insanın kendisini ve hayatın anlamını arayışında mutlaka incelenmesi, araştırılması ve öğrenilmesi gereken bir derinliğe sahiptir. (Dinsel değil, ama felsefi anlamda) Bu mistik, metafizik düşünce ve duyguların arasında kaybolmak anlamına gelmez. Tam tersine, kişiye hayatın diyalektiğini anlamada birçok başka şey gibi yardımcı olabilir.
Her tür bilgi, bir zenginliktir ve insanın hayatın karşısında sağlam durmasını sağlar. Ȍncelikle bir şey bilmediğimizi kabul ederek işe başlamalıyız. Çünkü sahip olduğumuz tüm bilgi, bir avuçtan ibarettir ve bu, sınırsız evrende hiçbir şey ifade etmez.
Her insan bir adadır ve aynı zamanda bir adalar topluluğunun üyesidir
Bana göre, aslında her insan bir adadır ve aynı zamanda bir adalar topluluğunun üyesidir. Tek tanrılı dinler insanları tek bir kategoride ele alırlar. İnsanların kendisini araması, bulması süreci, kendi içine yönelmesi tek tanrılı dinlerin amacı değildir; bu dinlere göre insanın tanrıya itaat etmesi, onun kutsal kitaplarda yazılan emirlerini yerine getirmesi yeterlidir.
Ancak Uzakdoğu felsefe ve dinlerinde bu durum daha farklıdır. Ȍzellikle Taoizm ve Budizm’de. Bu gibi felsefeler insanı tek bir kategoride ele almazlar; her insan farklıdır ve kendine özgü bir yolu vardır. İnsan kendi içine yönelerek kendisini de tanırsa, dünyayı anlamaya ve gerçekleri bilmeye, erdeme ve Nirvana’ya da yaklaşır. Herkesin bir Nirvanası vardır, elbette güçlükleri göze alıp mücadele ederse kişi oraya ulaşabilir. Nirvana, bence dinsel anlamı bir yana, bir felsefe olarak hayatla başa çıkmanın ve güçlüklere göğüs germenin yöntemlerinden birisidir.
Bu farkı tespit ettikten sonra, Budizmin tek tanrılı dinlerden farklı olduğunu, aslında bir dinden çok bir felsefe, bir yaşam biçimi olduğunu da tespit edebiliriz. Burada, tek tanrılı dinlerde olduğu gibi klasik bir yaratıcı kavramı yoktur.
Hayat özünde, bir anlam arayışıdır. Neden yaşıyoruz? Neden buradayız? Buradan gideceğimiz bir yer var mı? Ölümden sonrası var mı, gibi birçok çözülmemiş soru vardır. İnsanların çoğu bu soruları hayatında bir kez olsun düşünmez, düşünmekten de kaçınır. Günü birlik yaşar ve ölür.
Genellikle insanlar ölümden korkar ve onun üzerine düşünmemeyi yeğlerler. (dinsel inancımız olsa da, olmasa da, çoğumuz bu konudan kaçınırız) Oysa eski felsefelerde ölüm doğal bir durumdur ve korkmaya, üzülmeye gerek yoktur. Ȍrneğin Kuzey Amerika yerlileri ölümü huzurla ve korkmadan karşılarlar. Uzakdoğu felsefeleri de böyledir. Eski Mısır’da da aynı anlayış geçerli olmuştur. İnsanın yarattığı uygarlık ve felsefeler ölümün korkulacak bir durum olmadığını binlerce yıl öncesinden keşfetmiştir.
Ancak modern dünyada yaşayan insanlar ölümden daha çok korkar hale geldiler. İnsanın ölümsüz olmak gibi bir düşü de vardır. Bu amaçla binlerce dolar ödeyip öldükten kendilerini dondurmak isteyen insanlar var.
Aslında şöyle bir düşündüğümüzde, ölüm iyi ki varmış diyebiliriz. Kim hayatın getirdiği bunca problemi, sonsuza kadar taşıma enerjisine sahip olabilir ki…
Öldüğümüzde doğmadan önce neredeysek, oraya gideceğiz
Herkesin ölüme ilişkin bir yaklaşımı vardır, dinsel ya da kişisel. Bana göre öldüğümüzde nereye gideceğiz? Doğmadan önce neredeysek, oraya gideceğiz. Yani doğaya, geldiğimiz yere döneceğiz. Ölüm, bence doğum öncesidir bu anlamda. Bu yüzden Uzakdoğu felsefeleri ölümü anlamamızı (dinsel ritüeller dışında felsefi olarak) kolaylaştırabilir. Aslında kimse anlayamaz tam olarak, ölümü anlamak için ölmek gerekir. Ȍldüğümüzde de bana göre, hiçbir şey anlayacak bir durumda olmayız.
Budizm ve Taoizm kökleri itibarıyla eski iki felsefedir. Bir İngiliz yazar Taoizm için, “Yirmi bin yıl sonra anlayabileceğimiz bir felsefe.” yorumu yapıyor. Buda diyor ki “Beni gören Dharma’yı görür, Dharma’yı gören beni görür.” Fakat Taoizm’de bu biraz daha farklı: “Eğer sen Tao’yu gördüğünü düşünüyorsan, gördüğün Tao değildir.” Fakat Zen Budizm de aynı zamanda şöyle de deniliyor: “Karşında bir Buda görürsen onu öldür!” Bu, Buda’nın görülemeyeceği, ona erişilemeyeceği, onun her yerde olduğu ve aynı zamanda hiçbir yerde olmadığını açıklıyor.
“Tarihi Buda” da denilen Siddhartha, Budizm’in kurucusu olarak kabul edilir. Budizm, Hindistan’da ortaya çıktıktan sonra özellikle Çin, Japonya, Kore, Moğolistan, Nepal, Sri Lanka, Tayland ve Tibet… gibi ülkelerde yaygınlaşmıştır. Ve özellikle Siddhartha Gautama’nın öğretilerine dayanır.
Zen Budizm ise, bir zazen pratiği ve bir budist meditasyondur. Zen, Mahayana Budist geleneğinin bir dalı, bir Mahāyāna Budist okulunun Japonca‘daki ismidir, Hindistan’dan Çin‘e geçen okul burada Ch’an olarak bilinir. Fakat buna karşın farklı kültürler arasında tarih boyunca yayılan Zen Budizm, farklı etkilenimlere de maruz kalmıştır.
Bu felsefeye göre, gerçek, özünde tarifsizdir, onun anlaşılabilmesi için ve çeşitli araçlara ve aynı zamanda deneyime ihtiyacımız var. Zen Budizm ve Tibet Budizminin kullandığı araçlar işte burada farklılık gösterirler. Zen Budistler şöyle derler: “Shakyamuni Buda, meditasyon yaparken uyanışa erdi”, bu budistleri meditasyonun önemine dair motive eden bir noktadır. Zen Budizm, bu alanda yoǧunlaşır ve başka birçok araç da kullanır.
“Sen varsa Zen yok
Zen varsa Sen yok”
“Zen yol demektir. Özümüze giden yol. Dinlerden, tanrılardan, ritüellerden, geleneklerden bağımsız her şart ve ortamda uygulanabilen bir yol. Hava gibi, su gibi. Bu yüzden batı dünyasında hızla yaygınlaşmıştır. Önemli bir disiplin gerektiren bu yolda bütün savaş EGO’muza karşı verilir.”[1]
Erich Fromm, “Psikanaliz ve Zen Budizm” adlı kitabında, psikanaliz bilimi ile Zen Budizm arasında bir bağ kurmaya çalışır.
“Zen’in bütün özü aydınlanmayı (satori) başarabilmekte düğümlenir. Bu yaşantıyı gerçekleştirememiş kimse hiçbir şekilde Zen’i tam olarak anlamış sayılamaz. Ben satoriyaşantısını gercekleştirememiş bir kimse olduğum için ancak Zen’e değinmekle yetinebilirim. Zen’i tam olarak yaşantıya dönüştürmüş bir kimse gibi, nasıl konuşulması gerekliyse öyle konuşamam. Ama bunun böyle olması C. G. Jung’un söylediği gibi satori‘nin Batılıların anlamaları hemen hemen olanaksız bir aydınlanma yolu ve yöntemi olmasından ileri gelmiyor.”[2]
Fromm, bir Zen Ustası’nın anekdotunu aktarır, bu anekdot Zen Budizm’deki aydınlanma kavramı hakkında ipucu vermektedir.
«Ben aydınlanmadan önce dağlar dağ gibi, nehirler nehir gibiydi. Aydınlanmaya başlayınca artık dağlar dağ gibi, nehirler nehir gibi değildi. Şimdi tam aydınlandığımdan beri gene dağlar dağ gibi, nehirler nehir gibi.» [3]
Zen’in bize kazandırmak istediği şey, hayat yolunu izlemek için bize gösterdiği hedef, ≪her türlü güvensizliği ve korkuyu yenmektir≫, bağımlılıktan özgürlüğe doğru yol almaktır. ≪Zen akıl işi değil, karakter işidir. Bunun anlamı şudur : Zen, yaşamın birinci ilkesi olan istençten büyür, gelişir. ≫ [4]
Tibet’in Ȍlüm ve Yaşam Kitabı
Sogyal Rinpooche’nin kaleme aldığı kitabın önsözü ise, Dalai Lama tarafından yazılmış. Dalai Lama şöyle diyor:
“Ben bir budist olarak ölümü, dünyada varolduğum sürece başıma geleceğini kabullendiğim bir gerçek, normal bir süreç olarak görüyorum. Ondan kaçamayacağımı bildiğim için de kaygılanmanın bir yararı olmadığına inanıyorum. Ölümün kesin bir son değil, eskimiş ve yıpranmış giysilerin değiştirilmesi olduğu düşüncesindeyim. Yine de ölüm hakkında önceden tam bir şey söylenemez. Nasıl ve ne zaman başımıza geleceğini bilemeyiz. Bu yüzden de, gerçekleşmesinden önce belirli önlemleri almak akıllıca olur.” [5]
“Sogyal Rinpoche tarafından yazılmış olan Tibet’in Yaşam Ve Ölüm Kitabı yaşamı ve ölümü Budist bakış açısına göre algılamamız ve anlamamız için kocaman bir ışık tutuyor. Bizler ölüm üzerinde konuşmak bir yana, ömrümüzün büyük kısmında ölümü düşünmek bile istemiyoruz. Çünkü ölüm bize göre bir son, bir kopuş demek. Oysa Tibetliler hayatları boyunca ölüm günlerine hazırlanıyorlar. Öldükleri an onlar için hayatlarındaki en önemli an.” [6]
Burada kişisel bir deneyimimi aktarmak istiyorum. Brezilya’da bir Budist tapınağını ziyaret etmiştim. Bir tanıdığım Budist olduğu için beni davet etmişti. Ben hem Budistlerle tanışmak ve orada nasıl ibadet ettiklerini görmek için bu daveti kabul etmiştim. Orada Budist Rahip ile de tanıştım. Kendisi bir Kuzey Amerikalıydı. Kendisi gibi rahip olan Brezilyalı eşiyle evlendikten sonra buraya yerleşmiş ve Budist tapınağında yaşıyordu. Bana yaşadığı bir deneyimi anlattı. Kendisi, rahip olmadan önce bir süre Tibet’te bir manastırda yaşamış. Burada bir ustasının meditasyon sırasında onlara “Ben gidiyorum.” dediğini ve bunu izleyen süreçte hayatını yitirdiğini anlattı. Ȍlen usta bağdaş kurmuş bir biçimde, Rahibin anlattığına göre 6 gün o durumda düşmeden kalmış. Kendisi bana, “Bunu ancak bazı usta Budistler gerçekleştirilebilir.” demişti Amerikalı rahip. Bizzat kendimin birinci ağızdan dinlediği bu olayı, buraya yorumsuz bir şekilde aktarıyorum. Bu olay, eğer anlatıldığı gibi olduysa da bir bilimsel açıklaması olabilir.
“Ȍzgür bırakmak, tüm acı, korku ve kederin, hırs içindeki zihninizin şiddetli arzularından kaynaklandığını kabullendiğiniz sürece, onu bir şeylere sıkı sıkıya bağlı olmanın yaratmış olduğu hapishane hücresinden kurtarmak anlamındadır. Daha derin bir düzeyde, zihnin doğası hakkında giderek artan anlayışınızdan doğan farkındalık ve güven duygusu, engin ve doğal cömertliğe esin verir ve bu da sizin tüm hırslarınızı yüreğinizden çıkarıp atmanızı sağlar, kendisinden özgürleşip meditasyonun esinlemesi sayesinde yokolmasına yol açar.” [7]
Budist literatürde, bu kitabın önemi büyüktür.
“Buda’nın bilgeliğine göre, biz aslında ölüme hazırlanmak için kendi hayatımızı kullanabiliriz. Ȍlümün başladığı yer, aynı zamanda hayatın yeni bölümünün başladığı yerdir. Budist yaklaşımda, yaşam ve ölüm bir bütün olarak görülmektedir. Ölüm, hayatın tüm anlamının yansıdığı bir aynadır.” [8]
İnsan sınırsızdır, sınırsız bir biçimde kendini geliştirme ve düşünebilme yeteneğine sahiptir. İnsan eğer inanır ve buna yönelik çalışırsa fiziksel olarak da güçlerini geliştirebilir. Ȍrneğin Shaolin Kung-Fu, bu düşünceye dayanır. Shaolin Kung-Fu yapanlar küçük yaşlardan itibaren her gün çalışmaya ve kendilerini geliştirmeye başlarlar ve yıllar sonra ancak, Ustaların Ustası olduklarında Shaolin Kung-Fu’ya erişirler. Ȍrneğin tek parmağının üzerinde amuda kalkan bir insan olduğunu bir yerlerde okumuştum; ama iki işaret parmağının üzerinde amuda kalkan daha fazla sayıda insan var, vücut ve düşünce sınırsızdır.
Shaolin Kung-Fu, Tao’cu felsefenin bir ürünü olarak ortaya çıkmış ve öncüleri tarih boyunca Budist Shaolin Rahipleri olmuştur. Shaolin rahipleri kendilerini tehdit eden rejime, haydutlara, vahşi hayvanlara ve diğer tehlikelere karşı savunma teknikleri geliştirerek, tüm savaş sanatlarının kaynağı olan yeryüzünün en büyük savaş sanatı Shaolin Kung-Fu’sunu meydana çıkartmışlardır. Bir Shaolin rahibinin kafatası, normal bir insanınkinden yedi kat daha dayanıklı ve güçlüdür. Kendilerini konsantre ettiklerinde, vücutlarına bıçak, kılıç geçmez. Bütün yiyeceklerini de kendileri üretirler.
“Sen öğrendin mi o gizi, zaman diye bir şeyin olmadığını?”
Yıllar önce, “Siddhartha” adlı kitabı okuduğumda zaten bir din olarak değil de, bir felsefe olarak ilgimi çeken Budizmle ve Taoizmle ilgili okumaya ve araştırma yapmaya başladım. Hermann Hesse’nin bu kitabı, 1950’lerden sonra özellikle Budizm’in ABD ve Avrupa ülkelerinde bir yaşam biçimi olarak yayılmasına ve ilgi görmesine de neden olan faktörlerden birisiydi. Fakat aynı zamanda sonraları Holywood ünlüleri de dahil olmak üzere elit kişiler arasında bir moda halinde de gerçekleşti bu ilgi. Çünkü çağımızın kapitalist, metacı dünyası arasında sıkışmış birey, bir anlam arayışı, bir giz arıyordu sığınacağı.
Büyük romancılarından Henry Miller, bu kitapla ilgili olarak şöyle der: “Genel olarak herkesçe kabullenilmiş Buddha imgesini aşan bir Buddha yaratmak, daha önce eşine rastlanmamış, büyük bir başarıdır. Siddhartha, benim gözümde, Kutsal Kitap’tan kat kat üstün bir ilaçtır…” [9]
“Sen öğrendin mi o gizi, zaman diye bir şeyin olmadığını?” Vasudeva’nın yüzünü ışıl ışıl bir gülümseme kapladı. “Evet Siddharta” diye cevapladı Vasudeva “Demek istediğin şu olacak sanırım: Irmak aynı anda her yerdedir, kaynağı her yerde, döküldüğü yerde, çağlayanda, kayıkta, akıntı yerinde, denizde, dağda, aynı anda her yerde ve onun için yalnızca şu an vardır; geçmişin gölgesi diye bir şey bilmez ırmak.” [10]
“Otururken otur, Yürürken yürü, Çalışırken çalış”
Daha sonraları ise Zen Budizm felsefesi ilgimi çekmeye başladı. Bu Budizm türü bana göre daha derin bir felsefeye sahipti.
“Özet olarak Zen, insanın kendi iç varlığını, iç yapısının derinliğini görebilme sanatıdır; bağımlılıktan özgürlüğe götüren yoldur. Bize doğrudan yaşam çeşmesinden içme olanağı verir, böylece de biz insanların ölümlü yaratıklar olarak hemen hemen kesintisiz, sürekli acı çekmemize neden olan boyunduruklardan bizi kurtarır.” [11]
Zen Budizm, hayatı ve ölümü açıklamaktan çok, onu keşfedecek anahtarları işaret eder. Buna göre, ölüm de hayatın doğal bir parçasıdır ve natüreldir; korkulacak birşey değildir. Amaç nedir, amaç bir daha doğmamaktır; bu da ebedi kurtuluş anlamına gelir.
Dalai Lama şöyle diyor: “Ölmüşler ve ölmekte olanlar konusu, Tibet’li Budistlerle modern bilimsel yöntemler arasında bir buluşma noktası sağlayabilir. Her iki tarafın da düşünce ve uygulama alanlarında birbilerine katkıda bulunabilecek birçok şeyleri olduğuna inanıyorum. Sogyal Rinpoche konumu nedeniyle bu buluşmayı kolaylaştıracak en uygun kişidir.” [12]
“İşte bunun için: Otururken otur, Yürürken yürü, Çalışırken çalış. Hepsi bu – bu Zen… Yüce olan her şey yalındır, der Goethe. Zen yolu da yürümesi kolay, ama gün be gün, adım adım bir başımıza yürümek zorunda kaldığımız için yine de öylesine zor bir yoldur. Kimse bizim için yürüyemez, yürüyüşümüzde bize yardım da edemez. Bunu biz yapmak zorundayızdır. Andan ana, hergün.” [13]
Dharma, gerçek ya da gerçeǧin yasasıdır. “Budadharma” da deniliyor. Buda öǧretisi gerçek hakkındadır. Budizmde üç mücevher ya da üç hazine denilen inanç objeleri şunlardır:
Buda: Evrensel Buda, usta öǧreticilerin soyu.
Dharma: Gerçek Yasa. Engin bilgelik ve şefkat okyanusu. Doktrin.
Sangha: Bütün Budalar ve Dharmalar ile uyum içinde olan uygulayıcılar topluluǧu. Bütün varlıklar.
“Dört Yüce Gerçek” nedir?
- Acı vardır.
- Acıların bir nedeni vardır
- İstek ve arzular bırakılırsa acılar sona erdirilebilir. Barış ve huzura ulaşılabilir. (Nirvana)
- Acıların sona erdirilmesinin yolu Sekiz Aşamalı Yüce Yol’dan geçer. (Orta yol)
“Sekiz Aşamalı Yüce Yol”
- Gerçek Bilgi: Sezgisel ve ayrımsız. Doǧru amaçlar.
- Doğru Anlayış: Net olarak görebilmek.
- Doğru Söz: Yararlı sözler. Doǧru iletişim.
- Doğru Davranış: Öldürmemek, çalmamak, etik deǧerleri gözetmek, saldırgan hareketlerde bulunmamak.
- Doğru Yaşam Biçimi: Sosyal ve ekonomik adaletin etiǧiyle.
- Gerçek Çaba: Çalışkanlık. Enerji ve azimle, iyi olanı yapmak, kötüyü yapmamak.
- Gerçek Dikkat: Sanrılar oluşturan zihinsel tuzakların farkına varmak, doǧru vizyonu unutmamak. Şimdiki anda ve burada olmak.
- Gerçek Uyanıklık: Doǧru konsantrasyon ve meditasyon. Zihni parlak ve açık tutmak, huzur duymak, hareketi sınırlamak.
Yaşam Çemberi
Yaşam Çemberi , öyle bir şey ki her yorumlandığında farklı felsefi kapılar açabiliyor.
“Yaşam Çemberi” derin anlamlar içeren ve ölümü anlatan şematik bir anlatım, bir belleksel formdur. Çeşitli bölümlere ayrılmıştır, ortadan kenara doǧru, bizi sonsuz yeniden oluşa hapseden üç başlıca zehir (ki bizim içinde bulundugumuz anı yaşamamızı engellerler) vardır. Bunlar cehalet, (hatalı bilgi formu), öfke ve açgözlülüktür (reddedişin ilkeleri). Bu üç zehir, domuz, horoz ve yılan ile simgelenir.
Sonraki halkada ise, artan ve azalan eylemlere sahip olabileceǧimizi simgeler. Bu bir tarafı aydınlık, diǧer tarafı karanlık iki yarım daire ile anlatılır, insanlar sırayla bir yolda ya da merdivende inip çıkarlar.
İzleyen halka, altı parçaya ayrılmıştır: İnsan olmanın düşünce biçimlerini anlatır. Bunlar şöyledir:
- Cehennemi varlıklar: sonsuz acı.
- Aç hayaletler: tatminsizlik ve doyumsuz arzular.
- Hayvansı varlıklar: atalet ve içgüdünün baskınlıǧı.
- Titanlar ya da kavgacı varlıklar: güç arzusu içindeki varlıklar, zenginlik, zorla tahakküm.
- İnsan varlıǧı (İnsan seviyesinde olanlar): Kötü ve iyi deneyimlerin dengesi, mutluluk ve acı vb gibi…
- Göksel varlıklar: Acıyla ilgili az deneyimi olanlar ve para, saǧlık konusunda problemi olmayanlar bu bölüme düşerek acı çekerler.
Çemberin dışındaki şeytan figürü, ikicillik simgesidir. Budist duyuda ego, kuruntu ile eşanlamlı, kalıcı ve ayrı, her şeyden ve herkesten baǧımsızdır.
Buda’nın işaret ettiǧi gibi, Yaşam Çemberi’nin tek çıkışı uyanış ve kişisel aydınlanmadır.
Zen Budizmin Çin’deki Altı Piri şu kişilerdir: Bodhidharma (c. 440 – c. 528), Huike (487 – 593),Sengcan (? – 606), Daoxin (580 – 651), Hongren (601 – 674), Huineng (638 – 713)
Bir Zen öyküsü ile bitirelim
Bir Zen öğrencisi, Usta’sına şikayete geldi ve şöyle dedi: :
– Usta, doğamda kontrol edilemez bir öfke var. Bu, nasıl tedavi olabilir?
– Çok garip bir şey var, dedi Usta ve sözlerine devam etti: Eğer varsa bana onu göster!
– Olmaz gösteremem şu anda, dedi şikayetçi.
– Beklenmedik olur! … O zaman bu senin gerçek doğan olamaz. Eğer gerçek doğan öyle olsaydı, onu bana her an gösterebilirdin. Bunu iyi düşün… [14]
O halde düşünmeye başlayalım mı?
Referanslar
[1] “Zen nedir?”, sonsuz.us
[2] Fromm, Erich: “Psikanaliz ve Zen Budizm”, Çeviri ve Yayın Hakkı: İlhan Güngören, Mayıs 1978, s. 70.
[3] Age, 76.
[4] Age, s. 82.
[5] Rinpooche, Sogyal: “The Tibetan Book of Living and Dying”, Harper Collins, 2009, s. IX.
[6]http://arayisim.blogspot.com.br/”>Arayışım…. arayisim.blogspot.com.br
[7] “The Tibetan Book of Living and Dying”, s. 63.
[8] “The Tibetan Book of Living and Dying”, s. 11.
[9] Hesse, Hermann: “Siddhartha”, amazon.co.uk
[10] Hesse, Hermann: “Siddhartha”, Can Yayınları, 2002, İstanbul, s. 111.
[11]Suzuki, D.T: “Zen Budizm D.T. Suzuki’den Seçme Yazılar”, Çeviri: İlhan Güngören, Yol Yayınları, 3. Baskı, 1979, s. 35.
[12] Age, s. X.
[13] Meutes, A – Bossert, J: “Gündelik Yaşamda Zen”, Çeviri: Seda Toksoy, Okyanus Yayıncılık, 1997, Ankara.
[14]Um Pensamento sobre de Zen, ( Temperamento), caminhandodesde97.blogspot.com.br