KCK’nin ne olup olmadığı, operasyonların yöntemi, yargı ve bir kısım medyanın tutumu tartışılıyor ve anlaşılan tartışılmaya da devam edecek. Uzun zamandır süre gelen tartışmalar, son operasyonların akademisyen ve aydınlara uzanmasıyla alevlendi ve tekrar KCK’yi gündeme oturttu.
Operasyonlara eleştirel yaklaşanlar, savcılıkların delil toplama yöntemlerine, dosyaların gizlilik kararına, ikna edici olmamasına karşın akademisyen, aydın ve siyasetçilerin çok kolay tutuklanmasına, avukatların savunma yapma haklarının ellerinden alınmasına, kamuoyunu maniple edici şaibeli bilgilerin ortalığa saçılmasına itiraz ediyor. Operasyonları savunanların ise KCK’nin BDP içine sızmış yasadışı “terör” yapılanması olduğu, devlete paralel bir devlet öngördüğü, akademiler açarak ideolojik eğitimler verildiği (Kandil’le aynı müfredatlı) vb. iddiaları var ve operasyonlar bu nedenlere dayandırıyorlar.
Cemaat ve KCK operasyonları
Yargı safhası başlamadan, peşin hükümler verildi
Yazının başlığındaki “cemaat” vurgusunun nedeni şu: İstikrarlı bir şekilde, KCK operasyonlarını takip eden ve operasyonlara taraf olan bir cephe var. Cemaate yakınlığı ile bilinen basın yayın organları, akademisyen ve yazarlar, bu cephenin odağında duruyor. Bu kesimler kamuoyunu ikna etmek için fazlasıyla “heyecanlı ve istekliler”. Bu sebeple bizlerin yani operasyonda tutuklananların tartışmaya dahil olma ve bazı iddialara cevap verme hakkı var.
Hemen belirtmeliyim ki, “KCK’liler yakalanmasaydı otobüsü havaya uçuracaklardı” ya da “İntihar eylemcisi KCK’li çıktı” veya “Akademide bomba eğitimi veriliyordu” türünden haberleri yapanların ve yayınlayanların kimler olduğu ve ne gibi amaçlar güttüğünü, biz de kamuoyu da iyi biliyor. Bunlar ciddiyetten yoksun, bayat ve kötü bir tekrardan başka bir şey değil. Geçmişte defalarca denenmiş “psikolojik savaş” yöntemleri.
Rahatsız olduğumuz birtakım şeyleri aktarmakta fayda görüyorum. Hakkımızda iddialar var, arama kararları çıkartılıp evlerimiz basıldı, delil toplama bahanesiyle ne var ne yoksa el konuldu, yargı safhası başlamadan, peşin hükümler verildi. Bizim ve avukatlarımızın bile görmediği dosyalarımız basına sızdırıldı.
İfadelerimizi almak üzere Beşiktaş Adliyesi’ne götürüldük. Savcılığa çıkarken bir de ne görelim, Taraf gazetesinden Mehmet Baransu “dosyalarımızı”, avukatlarımızın bile görmediği dosyalarımızı, koltuğunun altına almış servisçilik yapıyor. Hemen sonraki gün Zaman ve Taraf gazetesi “kaynaklarının” verdiği (doğruluğu teyit edilmeyen) bilgileri ortalığa saçtı.
Bu habercilik anlayışının “kaynak”larının yargı makamları olması, dünyada eşine ender rastlanır cinsten bir vaka.
KCK üzerine çok farklı değerlendirmeler var. Karayılan, toplumların devletsiz yaşamı örgütleme yeteneklerini geliştirme girişimidir diyor. KCK’nin siyaset yapma örgütlenmesine ilişkin uzun uzun değerlendirmeler yapıyor. Başbakan devlete paralel, devlet yapılanması diyor ve ekliyor: “Operasyonlara destek vermeyenler, kendilerini gözden geçirsinler!” Oysa Karayılan altını ısrarla çiziyor. “Devlete karşı değil, fakat devletsiz yaşam hedefi.” Zaten devlet makamları sık sık “her şeyi devletten beklemeyin” demiyor mu?
Bana göre ise müzakerenin varacağı nokta “siyaset serbestliğidir”.
Eğer bir gün, silah araç olmaktan çıkarsa, PKK’nin siyaset zemini ve aracı KCK olacaktır. Çok doğaldır ki, kendi hazırlıklarını yapacaklardır. PKK’nin siyaset sahnesinden silineceğini veya çekileceğini beklemek saflık olur. Keza PKK ve KCK’li yetkililer, demeçlerinde “Biz siyasi yapılanmayız ve siyaset yapma hakkımız müzakere konusu değildir” diyorlar.
KCK tartışmasında öne çıkan bazı iddialar var: Biri “KCK’nin yargı sistemi kurduğu”. Emniyetçi yazarlar dosyaları okuduğu için yorumlar getiriyorlar. Ve o yorumlardan çıkardığım sonuç şu: Bahsedilen “yargı” biçimleri toplumun değişik yapılarında mevcut. Örneğin cemaatler, tarikatlar. Bu operasyon savunucuları, savunularında samimiyseler neden bu gerçeği es geçerler?
Bir başka iddia: KCK’nin BDP içine sızarak “kumbara sistemi” kurduğu ve kendine mali finansman yarattığı. Ben de iddia ediyorum ki, bu kumbaralar açılıyor, karşılığında BDP bağış makbuzu veriyor. Yani tüm gelir “kayıt içi”. Oysa dünya alem bilir, binlerce esnafın dükkanında cemaatin bağış kumbaraları vardır. Sorun bakalım esnaflara “Bağışladıkları paraların karşılığında makbuz alıyorlar mı” Hayır! Çünkü resmi karşılığı olamaz. Bu yöntemin kendisi yasadışıdır. Bunu soran, araştıran var mı? Bu paralar nereye gidiyor, hangi amaçlara hizmet ediyor? Emniyet nerede, yargı nerede?
Bir diğer vahim iddia: BDP’nin tüzüğünde bile olan Akademilerin yasadışı ilan edilmesi ve ders veren ve alanların tutuklanması. Biliniyor ki, başta AKP ve CHP akademiler kurdu. Ve gene bilinir ki, bunu ısrarla öneren kişi Öcalan’dır. Bu durum da, BDP yapınca suç, AKP ve CHP yapınca yasal faaliyet olacak. Madem önerinin kaynağı biçimi belirliyor, yargılamaya buralardan başlayalım.
Cemaatçilik ve tarikatçılık
Diğer yandan akademide işlenen konuların hiçbir önemi yok. Akademiler tartışma, bilgi aktarma ve paylaşma mekânlarıdır. Deniliyor ki, BDP akademilerinde (KCK’nin olduğu savunuluyor) her türlü eğitim veriliyormuş ve “Kandil’deki eğitim düzeyindeymiş”. Bu akademilere baskın yapıldı, bir çakı bile bulunamadı. Bu “her türlü” tarifine silahların da girdiği savunuluyor. Peki, nerede bu silahlar? Yok! Çünkü öyle bir şey yok. Ha, “her türlü” konu konuşulur, tartışılır. Bu da düşünce özgürlüğüne girer.
Operasyon savunucularının başka bir iddiası, KCK’nin “bir ahtapot” gibi her yere kol saldığı ve il, ilçe, mahallelere kadar uzanan, hiyerarşik yapı kurduğu. Oysa Karayılan, “KCK proje aşamasındadır, öyle herkes de KCK’li değildir” diyor. Bu operasyon savunucularının esasen bahsettiği şu: BDP tüzüğünde de var olan “kent konseyleri” veya “ilçe meclisleri”. Bu örgütlenme şekli AKP’de de var. Bu faaliyetleri yasadışı ilan etme çabası dikkat çekici.
Operasyon savunucularına soruyorum: Cemaatçilik veya tarikatçılık yasal mı? Tüzükleri ve seçimleri var mı? Hiyerarşik yapılanmaları var mı? Varsa nasıl şekilleniyor? Bütün cevaplar toplandıktan sonra sorarız size: Bütün bu faaliyetleriniz neden gizli? Ve kime karşı? Tabii ki devletten ve yargıdan. Öyleyse bütün bu faaliyetler yasadışı. Peki bir kişi var mı yargılanan?
Herkes bilir ki cemaat, il, ilçe, mahalle, sokaklara ve apartmanlara kadar örgütlendi. Dershanelerinde abiler, ablalar var. Muazzam bir ekonomik ağ kurulmuş. Bana göre bu tarz örgütlenme ve faaliyetler olabilir. Meşrudur. Sivil toplumcudur. Toplumların doğasına uygundur. Fakat, kendinize Müslüman olursanız kendinizi “meşru” başkasını “gayrimeşru” ilan ederseniz, samimiyetiniz sorgulanır. Kürtler ve sosyalistlere gelince “yasalar”, cemaatler ve tarikatlara gelince “üç maymun”, bu çifte standart yaklaşım, liberal demokratları bile rahatsız etti.
Devlet, siyasetçiye nasıl siyaset yapacağını gösteremez. Keza devletsiz siyaset yapmak isteyenlerin hakkını kullanmasını engellemiş olur. Devlet demiyor mu “ben küçüleceğim”? Öyleyse, sivil toplum büyüyecek. Bu çağın önemli mücadele hattı, “sosyal ve ekonomik” yaşamın devletsiz örgütlenme faaliyetleri olacaktır. Bu arayışın nedeni ise “iktidar” zihniyetinin sorgulanması. Bu sebeple muhaliflerin “iktidarlar ve devletler” gibi düşünme zorunluluğu yoktur. Hal böyleyken iktidar siyasetçiliği, kolluk, yargı, borazan ve ihaleci medyacılık kıskacına alınıp peşin ve toptan suçlu ilan edilmemiz girişimleri, en hafifinden insafsızlıktır.
Bizim şahsımızda demokratik muhalefet tehdit ediliyor. Başta Başbakan olmak üzere, siyasi iktidar tüm muhaliflere bizi göstererek “dikkatli konuşun” tehdidini savurup “sonunuz böyle olur” diyor.
Şurası açık ki, bizler yılmadık, korkmadık. Başbakan’ın bu hiddeti ve şiddeti niyedir acep? Yoksa kendisinin de korktuğu bir şeyler mi var?
Kandıra 1 nolu F tipi cezaevinde yatan KCK tutuklusu Erdal Avcı’nın Radikaliki’de kısaltılarak yayınlanan yazısı.