Emperyalizm neden Nelson Mandela’nın yasını tutuyor? – Bill Van Auken

MandelaBirçok devlet yöneticisinin Mandela’nın 95 yaşında ölümünden sonra yas tutması dünya çapında, neredeyse hiç emsali görülmeyen, resmi bir protokol uygulaması haline gelmesine neden oldu.
Güney Afrika’da ve de küresel düzeyde çalışan kesimi oluşturan insanlar Afrika Ulusal Kongresi lideri Mandela’nın hukuksuzluğa ve zulme maruz kaldığı, nefret dolu Apartheid rejimi (ırkçı ayrımcılık) döneminde hapis yattığı yılları, aynı zamanda, uzun süren mücadele dönemlerinde hayatını ortaya koyup, özgürlüklerini kaybeden diğer binlerce kişinin gösterdiği cesareti ve yaptığı fedakârlığı kuşkusuz takdir edeceklerdir.

Kapitalist yönetimler ve büyük şirketlerin küresel düzeyde kontrol ettiği medya kuruluşları, – tabi ki, herkesin kendine göre bir gerekçesi ve hesabı olmak kaydıyla-, Mandela’nın ölümü dolayısıyla taziyelerini bildirmek üzere açıklama yapma yarışına girmişlerdir. Taziyelerini bildirenler kervanına, Güney Afrika Apartheid rejimine destek veren, elli yıl önce Mandela’nın yakalanmasına, “terörist” ilan edilmesine, yargılanıp ceza evine konulmasına yardım eden ülkelerin Devlet Başkanları da dâhil olmuşlardır…

ABD’nin hapishane sistemi Guantanamo’da demir parmaklılıklar ardında 1,5 milyonu aşkın insanın yaşadığı dehşet uygulamaları icra eden bir yönetimin başında bulunan Barack Obama, siyasi mahkûmların tutulduğu Robben Adasında 27 yıllık cezasını çeken Mandela’dan “ilham alan sayısı belirsiz milyonlarca insandan birisi olduğunu” beyan ederek taziye bildirisi yayınlamıştır.

Muhafazakâr Parti’nin başında bulunan, İngiltere’de sağ kanadın bayraktarlığını yapan Başbakan David Cameron da İngiltere Başbakanlık binasının bulunduğu sokakta, 10 Downin Street’de bayrakların yarıya çekilmesi talimatını vermiş ve Mandela’nın “zamanımızın zirve şahsiyetlerinden birisi, yaşarken bile efsane olan ve şimdi vefat eden” küresel düzeyde bir kahraman olduğunu ilan etmiştir.

Amerikan Milyarderlerinden Micheal Bloomberg New York City’de bayrakların yarıya çekilmesi talimatını vermiş ve yine Bill Gates de taziyelerini bildiren bir açıklama yapma ihtiyacını hissetmiştir.

Nelson Mandela’nın vefatı vesilesiyle medya kuruluşlarınca göstermelik, tepeden bakan ahlaki saçmalık tarzında, hayatı tarihin tecellisi seyrine ve Güney Afrika’nın siyasi gelişmelerine bağlı bir adamın ırkçı rejimin uygulamalarıyla meydana gelmesine yol açtığı nefret duygusundan değil de, insanların beslediği insani sevgiden dolayı”, tamamıyla apolitik bir ikona, Başkan Obama’nın açıklamasında yer aldığı şekliyle yapay Azizlik mertebesine dönüştürülmesi dikkat çekicidir.

Kapitalist oligarşinin Mandela’nın vefatıyla matem tutmasının altında yatan gerçek ne ola acaba? Nedeni, Mandela’nın, hapis ile cezalandırma veya yerden kumandalı bir hava aracıyla suikast düzenleme girişimi şeklinde yaptırımla karşı karşıya kalmasıyla, baskıcı bir sisteme direnç gösteren iradesi değildir elbette. Bu sorunun cevabı, Güney Afrika’daki mevcut sosyal ve politik kriz durumunda, her an patlamaya hazır ülke koşullarında, Mandela’nın aynı zamanda, kapitalist çıkarların korunması yönünde üstlendiği tarihsel rolde aranması gerekiyor.

Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu (South Africa’s Institute for Justice and Reconciliation), Mandela’nın ölümünden bir gün önce, ankete katılanların ezici çoğunluğuna göre ülke barışına en büyük engel olarak bilinen ırkçılık konusunun (oranı yüzde 14,6) iki katı oranında sınıfsal sorunlar (yüzde 27,9) olduğunu, Güney Afrika’daki sınıfsal eşitsizlik konusunun en önemli toplumsal sorunu oluşturduğunu gösteren bir raporun yayınlanması dikkatlere değer bir haberdir.

Aparheid rejiminin, ırkçı ayrımcılık politikası gereği, beyaz ırkın siyahîlere ırksal zulüm uygulamasının sona ermesinden yirmi yıl sonra, Güney Afrika’da madenciler ve işçi sınıfının diğer iş kollarınca verilen kahramanca kitlesel mücadelesiyle somutlaşan toplumsal sınıf sorunu tekrar ön plana çıkmış ve Afrika Ulusal Kongresiyle doğrudan ihtilaflı bir konu haline gelmiştir.

Patlak veren bu sorunların en keskin ifadesi, kanlı görüntüsü Sharpesville ve Soweto’da meydana gelmiş olan Apartheid baskısının yarattığı korkunç kitlesel katliam olaylarını hatırlatan 16 Ağustos 2012’de, Marikana’daki Lomnim platin madeninde yapılan grevde 34 maden işçisinin ölmesi olayında bulunabilir. Kitlesel katliam olayında Afrika Ulusal Kongresi (ANC) hükümeti tarafında ve işbirlikçisi Güney Afrika Sendikaları Kongresi (COSATU) eliyle kan dökülmüştü.

Günümüzde Güney Afrika yeryüzü üzerinde en çok sosyal eşitsizliğin bulunduğu toplum olarak kabul edilmekte. Hem zengin ile yoksul tabakaları arasındaki uçurum ve hem de Güney Afrika’daki yoksul sayısı Mandela’nın 1990’da hapishaneden çıktığı dönemden çok daha ciddi oranlardadır. Ülke gelirinin % 60’ı olduğu gibi % 10’luk üst tabakanın cebine akarken, % 50’sini oluşturan halk katmanı açlık sınırının altında yaşam sürmekte olup, bu toplumsal katman bütünü ülke gelirinin ancak % 8’ini almaktadır. Yarısından fazlası genç yaşta çalışan kesimi oluşturan en azında 20 milyon işsiz bulunmaktadır.

Bu arada, Siyahî Ekonomik Kalkınma (Black Economic Empowerment) gibi programlar görüntüsü altında, eskiden beri faaliyet gösteren Afrika Ulusal Kongresi (ANC) liderlerinden oluşan ince bir siyahî toplumsal tabaka, sendikal birlik yetkilileri ve iş çevresinden meydana gelen küçük bir azınlık, yönetim kurullarında görev alarak, hisse senetleri satın alarak ve hükümet yetkilileriyle yapılan sözleşmeler marifetiyle zengin olmuşlardır. ANC hükümetleri, ilk Thabo Mbeki ve şimdi de Jacob Zuma olmak üzere, tam da bu şartlar altında Mandela’nın takipçisi olmuş ve iktidar sahibi zengin tabakanın yozlaşmış temsilcileri olarak sistemin sürdürülmesine devam etmişlerdir.

Mandela ülkesinin siyasal yaşantısında az rol almış ve yine az bir oranda aktif faaliyet yürütmüştür. Yozlaşmış bir yönetim sisteminin kendi şahsi menfaatleri doğrultusunda yürüttükleri işleri gizlemek üzere, Nelson Mandela’nın yaşamını ülkesinin siyasi mücadelesine vakfedilmesinden oluşan bir tarihi geçmişinden ve mütevazı onurundan faydalanmışlar ve ANC hükümetleri için dış cephe görünüşünden kullanmışlardır. Bu cephe görüntüsünün arkasında tabi ki Mandela’nın yaşantısı, ailesi ve çocukları yer almaktadır. Mandela’nın yetişkin çocuklarının 200 kadar özel kuruluşlarda aktif olarak çalışmaları aynı zamanda milyonlarca tutar para kazanılması işine karşılık gelmektedir.

New York Times gazetesi Cuma günkü baskısında “Güney Afrika, Mandela’nın vefatıyla birlikte moral merkezinden yoksun kaldı” şeklinde üzücü bir başlıkla okuyucusunun huzuruna çıkmıştır. Mandela’nın vefatıyla sahneden çekilmesinden sonra, ANC hükümetlerinin yoğun sınıf çatışmalarına yol açıcı nitelikte çok az bir güvenirliği olduğunun açığa çıkacağı yönde kaygılar vardır.

Kapitalist yönetimler ve şirket oligarşileri arasındaki Mandela vefatının Güney Afrika’daki mevcut kriz üzerinde etkileri olması konusunda endişeleri eski Devlet Başkanı ve ANC liderinin aynı zamanda küresel düzen için gördüğü hizmet karşılığında minnet duygusuna bağlıdır. Güney Afrika’da iktidarı elinde bulunduran sınıfın 1980’lerin ortasında Mandela ve ANC ile Apartheid uygulamasına son vermek üzere görüşmelere başladığında ülke derin bir krizde ve iç savaşın eşiğindeydi. Dönemin hükümeti siyahî işçi sınıfının bulunduğu yerleşim yerlerinde kontrolü kaybederken olağanüstü hâl ilan etmek zorunda kalmıştı.

Uluslararası ve Güney Afrika madencilik şirketleri, bankacılık kuruluşları ve diğer sektör firmaları Apartheid rejiminde görev almış işini bilen [iş bitirici] memurlarla birlikte kurumsal olarak Afrika Ulusal Kongresini (ANC) – ve özellikle Mandela’yı – devrimci bir başkaldırıyı yatıştırma kapasitesine sahip tek güç olduğunu kabul etmişlerdir. Mandela 23 yıl önce, tam da bu nedenle, ceza evinden serbest bırakılmıştır.

Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Mandela’nın Apartheid rejimine karşı silahlı mücadele sürecinde kazandığı prestiji ve onun sosyalist söylemini kullanarak, uluslararası şirketlerin zenginliğine, maddi mal varlığına ve ülkenin beyaz kesiminden gelen kapitalist yöneticileriyle bağlantılı bir tepki olarak ortaya çıkan, kontrolü sağlayamadığı ve olmasını da istemediği, görüşmeler sonucunda da bir düzenlemeye bağlanmayan kitlesel düzeyde bir ayaklanmayı frenlemeye çalışmaktadır.

Nelson Mandela ve Afrika Ulusal Kongresi iktidara gelmeden önce, özellikle kamu mülkiyetinde bulunan bankalar, madencilik firmaları ve büyük endüstriyel şirketleriyle ilgili olmak üzere, hareket programının büyük bir kısmını bir tarafa bırakılmıştı. Sert bütçe tedbirlerinin, yüksek faiz oranlarının, uluslararası sermayenin ülkeye girişine izin vermeyen yasaların yürürlükten kaldırılması amacıyla Uluslararası Para Fonu (IMF) ile gizli bir anlaşma imzalanmıştı.

Mandela, böylesi bir programı uygulamaya koymak suretiyle, yaklaşık olarak 40 yıl önce belirlenen bir vizyonu gerçekleştirmiştir. Mandela, ANC programını uygulamaya koyulmasının; “bu ülkenin tarihinde ilk defa olmak üzere Avrupalı olmayan burjuvazinin kendi hesabına, gerçek anlamda kurum ve fabrikaları olacağı, ticari şirket ve özel kuruluşların her yerde hizmet vereceği, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar gelişme kaydedeceği” anlamına geldiğini yazmıştı.

Ancak, faaliyetleri uluslar ötesi bir boyutta gerçekleşen firma ve bankacılık kuruluşlarının kazancında artışa neden olan bu “ekonomik gelişme”, bir yandan mülti-milyoner bir siyahî tabakasını meydana getirirken, diğer yandan da Güney Afrikalı çalışan kesimim sömürüsünün derinleşmesiyle sonuçlanmıştır.

Ancak ANC’nin izlediği bu rezil yol, bu bağlamda tek bir icraat değildir. Filistin Kurtuluş Örgütünden, Sandinista Kurtuluş Cephesine kadar olan yelpazede bulunan tüm ulusal özgürlük hareketlerinin her biri, emperyalizm güçleriyle barış yaparak, aynı politikaları izlemişlerdir. Ülkelerindeki bir avuç üst tabakanın zenginleşmesi ve ayrıcalıkları için mücadele vermişlerdir. Bu bağlamda, Nelson Mandela’nın vefatıyla birlikte, Güney Afrika’da – ve aynı zamanda dünya çapında – işçi sınıfının sosyal bir gelişme kaydetmesi yolunun kalmadığı gerçeğinin altı çizilmektedir. Çünkü ulusal burjuvazi her zaman emperyalizme bağımlıdır. Ulusal burjuvazi aşağıdan gelebilecek bir devrimden korktuğu için kitlelerin beklediği, karşı karşıya bulunduğu temel demokratik talepleri dönüştürmede ve sosyal görevleri yerine getirmede aciz kalmaktadır…

Kaynak: www.wsws.org
Çeviri: Nizamettin Karabenk

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz