Devlet ve Korku Filmleri – Murat Gülsoy* | Belki de Gerçekten istiyorsun

Bütün pencereler buğulanmış, akşam alelacele caddelerin üzerine  çökmüş, insanlarda sıradan bir telaş, her zamanki cumartesi  akşamlarından biriydi. Eve dönmek istemiyordum. Nereye gideceğime  de karar vermemiştim. Sinemadan çıkmış cadde boyunca amaçsızca  yürüyordum. Kısa bir süre önce aşık olmuştum. Hem de filmdin  başoyuncusuna. Kendi kendime gülüyordum. Dışarıdan bakan birinin  oldukça ciddi bulacağı bir çehrem, şemsiyem ve uzun siyah bir  pardösüm vardı. Fakat içimde tutuşmuştu bir kez aşk. imkansızlığı  güldürüyordu beni. Birilerine rastlasam da bu durumumu anlatıp dalga  geçsem, dalga geçsem de kurtulsam diye sağa sola bakınarak yürüyordum. Bu caddede, bu akşam insan mutlaka birilerine rastlar.
Zaten bu tür rastlantılar rastlantıdan çok bir randevuya benzer. Bildik  bir köşebaşindan sapılır, bir yere girilir, içecek bir şeyler ısmarlanır,  birbirinin ayni sohbetlerden biri yapılır; o gece, yalnızlığın kemikli  ellerinden kurtarılır.Bire en tanıdık bir sesle irkildim. Seslenen eski  sevgilimdi. Dört yıl önce küçük bir kız olan eski sevgilim şimdi  karşımda duruyordu. Sıkıntıyla geçiştirecek gibi oldum. Oysa, şaşırtıcı bir beceriyle, beni ancak çok iyi tanıyanların hissedebilecekleri haleti  ruhiyyemi bir anda çözüp, mızıldanmama meydan vermeden kararları  çabucak aldı ve o bildik yerlerden birine girip kahvelerimizi söyledi  bile.Saygılı bir tonda konuşuyorduk birbirimizle. Sanki hiç birlikte  olmamışız gibi, sanki yeni tanışmışız gibi özenli. Biraz da tehlike   kokusu alıyorduk bu görüşmeden. Ufak ufak birbirimizi yokluyorduk. ilk  adımda öğrenilmesi gereken, şu anda birileriyle birlikte olup  olmadığımızdı. iki tarafın da ciddi bir ilişkisi olmadığı anlaşıldığında geçmişe doğru küçük ve bağışlayıcı bir muhasebe bölümüne geçimdi.
Sonra yapılan işler ve bu günkü durum. Birkaç saat geçmiş olmalıydı  ve ikimiz de kararsızdık. En azından ben ne yapacağımı kes  titremiyordum. Bir yandan şaşkındım, çünkü o bıraktığım küçük kız  gitmiş yerine bir işkadını gelip oturmuştu. Masumiyet gitmiş, kışkırtıcı,  davetkar bakışlar gelmişti. Benim cephem ise darmadağındı. Ondan  sonraki dört yıl boyunca ciddi bir ilişkim olmamıştı. Yani aşık  olmamıştım. aşık olmak için kendimi zorlamış, fakat her seferinde  onun doğru kişi olmadığını anlamıştım. Hep o özel ve çılgın insana rastlayacağım günü beklemiştim. Fakat bu müthiş bir çelişkiydi zaten.
Kendisini özel hisseden bir insan, doğal olarak çok mükemmel bir  sevgiliyi hayal ediyor ve hayal gücü ne kadar incelirse böyle bir insana  rastlama olasılığı da o derece azalıyor. Aradan zaman geçince, insan  kaybettiği yılların acısını karşısına çıkanlardan çıkarmaya çalışıyor ve  durum gittikçe kötüleşiyor. Belki de bu gerilimden sıyrılmak için o  akşam demin de dediğim gibi garip bir şekilde Juliette Binoche’a aşık  olmuştum. Acaba ona bundan bahsedip havayı yumuşatıp geceyi  onunla birlikte mi geçirseydim? Bu tür ayıp düşünceler aklımdan  gedmedi değil, ama olayları akışına bıraktım. Evinin kapısını açarken  içimde bir tedirginlik vardı. Her şey bu kadar hızlı mi olmak  zorundaydı? içeri girdiğimizde birdenbire kapının arkasına saklanmış  olan iki adam üzerime atıldı, biri ağzımı kapattı diğeri ise ellerimi ve  ağzımı bağladı. Gözüm eski sevgilime iliştiğinde küçük dilimi yutacak  gibi oldum. Çünkü adamlar onunla ilgilenmiyorlardı bile. Bu da tuzağa  düştüğümün en açık deliliydi. Fakat neden? Ne önemim vardı ki. Kendi  halinde bir adamdım. Arada sırada yazdığım garip öyküler dışında hiç  bir özelliğim yoktu. Sevgilimin de bu derece düşman olacağı kadar  kötü bir ayrılık değildi, diye hatırlıyorum. Sonra şimşek hızıyla tüm  bunların bir şaka, bir kamera şakası veya sonradan gülünecek bir  sürpriz falan olabileceği aklıma geldi. Fakat olaylar hiç de lehime  gelişmiyordu.Tam bunları düşünüyordum ki sevgilim sandığım kadın  kulağıma eğilip bir yıl an gibi tıslayarak: “Dört yıldır bu günü  bekliyordum. Öcümü almak için bekledim. Nedenini bilmiyorsun değil mi? Bilmezsin tabii. Hatırlıyor musun sana en son ne dediğimi?…
Hatırlayamazsın, çünkü hiç bir şey söylememiştim. Sen abuk sabuk bir  terk etme konuşması yaparken, ne kadar da kötü hazırlanmış bir  konuşmaydı yarabbim, neyine aşık olmuştum ki senin? Her neyse, sen  öylece bir şeyler gevelerken ben tek kelime etmeden yüzüne bakıyordum. Sevdiğim adamı arıyordum gözlerinde. Ne aptalmışım.

Anlamanı bekliyordum…” Ağzım sıkıca bağlı olduğu için hiç  kımıldamadan onu dinliyordum. O ise büyük ve keskin bir bıçakla  pantolonumun önünde büyük bir delik açıyordu. iki adam ise büyük  siyah bir çantadan bıçaklar, makaslar, bisturiler, iğneler, gazlibezler  çıkarıp yemek masasının üzerine özenle yerleştiriyorlardı. Bir kâbusun  içine düşmüş olduğumu anlıyordum. Aşkın ne kadar tehlikeli bir duygu olduğunu düşünüyordum ki: ” Sana olan aşkımdan çıldırdığımı sanma!
O kadar da uzun boylu değil. Fakat senden ayrıldıktan sonra hamile  olduğumu öğrendim. On yedi yaşındaydım ve içimde beni terk etmiş,  beni hiç sevmemiş bir adamın çocuğunu taşıyordum. Onu dünyaya  getiremezdim. Aldırdım. Ve onunla birlikte her şeyimi, kadınlığımı da  almak zorunda kalmıştı doktorum. Bir daha çocuğum olmayacak anlıyor musun! şimdi intikam değil istediğim, adalet! Kısasa kısas.”
Yüzüm ne hale gelmişti kim bilir. Hayatımda böylesine dehşete  kapılmamıştım. Dizlerim titremeye başlamıştı bile. O ise bir yandan yumurtalıklarımı avuçlarında sıkıyor bir yandan da islikli bir fısıltıyla:
“Bu amcalar niye buradalar biliyor musun, kadınlığımın katili? Küçük   bir operasyon için. Bir ikinci sünnet meselesi. Birazdan senin o çok  değerli cinsel organını kesecek olan bu amcalar onu bir güzel pişirip  sana yedirecekler anladın mi?” son sözleri ile birlikte yumurtalıklarımı  öyle bir sikti ki artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Kendimden geçmişim. Küvette soğuk suyla beni yıkarlarken kendime geldim.
Sanırım -Tanrım çok utanç verici- altıma kaçırmışım. Gayri ihtiyari  organlarımın yerinde olup olmadığını kontrol ettim. Her bir parçası ayrı  ayrı ağrıyordu. Beni giyindirdikten sonra salona taşıdılar ve rahat bir  koltuğa bıraktılar. artık ellerimi ve ağzımı bağlamaya gerek  duymuyorlardı. Ve salonda daha önce olmayan bir adam vardı. Bir ileri  bir geri yürüyüp sinirlerimi geriyordu. Gerginliğini odadaki her şeye  bulaştırıyordu. Eski -katil ruhlu- sevgilim ve iki cellat ortadan yok olmuşlardı.”Çok güzel korku hikayeleri yazabileceğinden eminim.
Fakat istediğimiz film senaryolarını yazabileceğine inanmıyorum.
Bunun için uzun bir eğitimden geçken gerekli. Ne yazık ki hiç vaktim  kalmadı. Benim de hesap vermem gereken merciler var. Bak delikanlı,  bu bizim için çok ciddi bir iş. Sandığından çok daha ciddi. Öykülerini  inceledik ve elimizde senden daha iyi bir seçenek olmadığına karar  verdik.” Aklimi bir türlü toparliyamiyordum. Ne korku öyküsü, ne senaryosu, ne mercisi?… Büyük bir ihtimalle şu anda bir türlü uyanamadığım bir uykunun içinde kâbuslar serisi yaşıyordum.
Anlaşılan deminki bölümden bir zayiat vermeden kurtulmuştum. Sesim bir çiğlik gibi çıktı: “Anlayamadım?!”Adam bütün emekleri boşa gitmiş bir öğretmen gibi bunalarak: “Sana maddeler halinde açıklayacağım, bak iyi dinle, bir daha tekrar etmeyeceğim.
1. Bize korku filmi senaryoları lazım, hem de çok acele. 2. Senin bu senaryoları yazmana
karar verdik. 3. Eski sevgilinle başın belada ve eğer işbirliği yapmazsan seni onun ellerine bırakıp buradan hemen uzaklaşacağım.”adamın şaka yapar gibi bir hali yoktu. Eski sevgilimin  de. Ama benim gibi etliye sütlüye bulaşmayan bir adam nasıl oluyor da böyle bir maceranın ortasında buluveriyordu kendini. Üstelik sevgilimin başına gelen de milyonda bir olacak bir talihsizlikti. Bir kaçıklar şebekesinin eline düşmüştüm ve hemen onaylamak dışında yapacak bir şey düşünemedim açıkçası.”Güzeeel! şimdi bana siyasi düşüncelerini, hayat görüşünü, ahlak anlayışını anlat..” Nedense bu soru ilgimi çekmişti. Genelde hiç kimse bunları merak etmez, etse de böyle açıkça sormazdı. Hem de bu şartlar altında. Anlatmaya giriştim.
Kafamın karışıklığını olduğu gibi masaya döktüm. Fakat o sıkıntıyla saatine bakıyor beni doğru düzgün dinlemiyor gibiydi.”Çok güzel.
şimdi tüm bu söylediklerini unutmanı istiyorum. Hepsini! Sana yaşadığın ülkenin hiç bilmediğin gerçeklerini anlatacağım. bunların her kelimesini aklında tut…”Ve yüzyıl başındaki devrimden, imparatorluğun yıkılışından alarak anlatmaya girişti. Ademden başlamadığına şükrederek dinlemeye başladım. Hatta belki de odanın dışında fenni sünnet aletlerini temizleyen adamların varlığını bile
unutmuştum. “Devrimin gerekliliğinin farkında olmana sevindim.
Gerekliydi ve yapıldı. imparatorluğun tasfiyesi gerçekten de zorlu fakat kaçınılmaz bir süreçti. Hata yapmamak gerekiyordu. Yeni ve tutarlı bir sistem kurulmalıydı. Kötü unsurların yok edilip iyi unsurların şekil değiştirerek devamlılığı arzulanıyordu. Fakat bu nasıl yapılacaktı.
olayları kendi akışlarına bırakırsan ne olur? Hep kötüye gider.
Doğanın kanunudur. işlerini rastlantıya bırakmak kumar oynamaktan beterdir. Kumarda hiç olmazsa elindeki kadar kaybedersin. Her an kazanma ihtimalin vardır. Fakat bir savaş asla tesadüfen kazanılmaz.
insanların ve toplumların yaşamında raslantiya izin verilmemeli. işler şansa bırakıldığı ölçüde batağa saplanır. Her şeyin olabildiğince belirlenmesi gerekir. Örneğin insan yaşamını ne kadar iyi planlarsa, zamanına o kadar hakim olur ve zamana hakim olan özgür olur.
Gündelik yaşayan bir insan sürekli zaman kaybeder. Daha önceden hesaplayabileceği durumlar karşısına çıkınca, hazırlıksız olduğu için şaşalar, sıkıntıya düşer, yıpranır. Oysa her şeyi önceden planlayan bir insan, olasılıkları daha onlar gerçek olmadan tanıdığı için kolayca başa çıkar. toplumların hayati da böyledir. Kendini raslantilar denizine bırakmış bir ülke kısa zamanda boğulup gider. O yüzden işi şansa bırakmamak gerekliydi. Ve devrim kurmayları kararlarını verdiler: iki devlet kuracaklardı!””iki devlet mi?” Kendimi bu akıldişi konuşmaya kaptırmıştım artık.”Sözümü kesme delikanlı, sabırlı ol… Her neyse, iki devlet diyordum değil mi… Evet, iki devlet kurdular. Biri herkesin gözü önünde duran, bir başkentte ikamet eden, hantal, bürokratik ve akıldişi devlet.””Diğeri de görünmeyen, gizli, belli bir merkezi olmayan dinamik ve akilli devlet mi?” “Üstüne bastın. Aynen öyle. Gölge devlet. Aynen görünen devlet gibi belli bir hiyerarşisi olan, olayları gerçekten denetleyip ülkenin kaderini elinde bulunduran devlet.” Büyük bir sırrı ifşa ettikten sonraki rahatlamaya gömülen bu kir saçlı asker emeklisine benzeyen adam, dostça kolumu tutarak: “Yoksa sen bu televizyonda şaklabanlık yapan adamların, koskoca ülkeyi gerçekten idare ettiklerine inanıyor musun? Bu kadar aptal olamazsın. Çoktan yıkılıp giderdi.”artık hikayeyi kabullenmiştim: “şimdi de durum pek parlak gözükmüyor…” Hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığını söyleyeceğini düşünüyordum. Bu sefer yanılttı. “Haklisin. Bir sürü şey kötüye gidiyor.
Fakat bu olası durumların en iyisi, bana inan. Çok daha korkunç olabilirdi. Gizli Devlet elinden geleni yapmaya çalışıyor. Tüm değişkenleri denetlemeye ve değiştirmeye uğraşıyor. Fakat insan denilen mahluk ne yazık ki bir iradeye sahip. Üstelik gizli devletin farkında olan, ye da en azından varlığından kuşkulanan diğer devletlerin eylemleri de var. bunların ayrıntılarını açıklamaya yetkim yok.”Yapılacak bir şey yoktu. Testislerimdeki ağrı ve midemdeki yanma bir kâbusun içinde olmadığımı söylüyordu. O halde bu durumun iki açıklaması olabilirdi. ye, delirmiş ve gözü dönmüş insanlardan oluşmuş bir örgüttü bu ye da anlattıkları gerçekti. O anda, o olağanüstü koşullar altında her iki durum da gerçek olabilirmiş gibi  geldi: “Yani siz?””Evet ben Gölge Devlet’in memurlarından biriyim.
Fakat bunun şimdi bir önemi yok. Önemli olan senin insanlar hakkında ne düşündüğün?””insanlar mi? Çoğu sıradan, otomat gibi, onları etkilemek çok kolay gözüküyor. Fakat yine de yapacaklarını önceden kestirmek güç. Bazı özel insanlar ise gerçekten de diğerlerinin atacakları adamı çok iyi tahmin edebiliyorlar. Her halde bu tür insanlar Gölge Devlet’e hizmet veriyorlardır.” “Dediğin doğru onların davranışlarını önceden kestirmek güç. Gölge Devlet içinde insan psikolojisi ve propaganda üzerine özelleşmiş bir birim vardır. Buradaki uzmanlar şuna inanırlar: Çevre her şeydir. Doğuştan gelen özellikler yüzde doksan dokuz aynidir. Fakat çevre her şeyi belirler. Hiç bir şey rastlantısal değildir! Kimini katil kimini doktor kimini yargıç kimini orospu yapar. Koşulları değiştirdiğin zaman, bir beyefendi azılı bir sapığa dönüşebilir. Bu ülkeyi ülke yapan da üzerinde yaşayan insanlar olduğuna göre, Gölge Devlet’in bu insanların psikolojileriyle yakından ilgilenmesi kadar doğal bir şey olamaz değil mi!”Yorulmuştum. Tüm bunların neden ve nasıl korku filmlerine bağlanacağını sıkıntıyla merak ediyordum. Korku! Tabii ye korku. En önemli dürtülerden biri. “Niyetiniz insanları korkutarak sindirmek mi! Bana yaptığınız gibi…””Sen daha akilli bir delikanlıya benziyorsun. Daha şık bir şekilde söyleyebilirsin.
Bak şimdi sorun şu: insanlar artık eskisi gibi değil. Hiçbir şey eskisi gibi değil. Ne yapacaklarını önceden kestirmek pek kolay olmuyor. Oysa biz biliyoruz ki plan yoksa, insanlar rastlantılar denizinde boğulurlar.
Plan olmazsa denetim ve önceden tahmin mümkün olmaz. Oysa iyi bir devletin her şeye hazırlıklı olması gerekir. Masumları koruması gerekir. Suç oranları gittikçe artıyor. Diğer ülkelerdekinden daha yavaş ama yine de bir artış var. Suçluları yakalayıp cezalandırmak Görünen Devlet’in işi; Gölge Devlet suçun işlenmesini önlemek zorunda.””Siz de çareyi korku filmlerinde buldunuz öyle mi?””O kadar basit değil delikanlı. Bu büyük bir proje. Bu gece gerektiği kadarı sana anlatılıyor.
Evet medya bu projenin belkemiği fakat tek başına değil. Her neyse, basit, adi suçları ele alalım. insanlar zaman zaman son derece saldırganlaşıyorlar. Gerek fiziksel olarak gerek başka biçimlerde. Kötü davranmak, rencide etmek de bu saldırganlaşmanın bir parçası. Bir güvenlik sorunu gibi gözükse de aslında psikolojik bir sorun. Özellikle kadınlara karşı işlenen suçlarda büyük bir artış var. Yaptığımız araştırmalar gösterdi ki erkekler kendi sınıflarından veya aşağı sınıflardan kadınlara daha fazla saldırgan tutum içine giriyorlar. Çok daha kışkırtıcı ve güzel bir kadına nedense pek fazla ilişmek
istemiyorlar. Üst sınıfa duydukları korku ket vuruyor davranışlarına.
Oysa aşağı sınıftan bir kadın iki kat korunmasızdır. onları engelleyen ne: korku! şimdi kafayı çalıştır evlat… Bir dizi korku filmi üretilecek. Sen de bu filmlerin senaryolarını yazacaksın.”Belki de hayatta aldığım en iyi teklifti. Ne yazık ki ücra ti soracak konumda değildim: “Siz ciddi misiniz?”adamın bas bas bağırıp üstüme atılacağını sanırken o sadece sabırla gülümsedi: “Sizler, bazen ne kadar dar görüşlü olabiliyorsunuz şaşıyorum. Hiç yabancı korku filmi seyretmedin mi? Mutlaka seyretmişsindir. Seyrederken iki satir düşünmedin mi hiç?
Senaryoların basitliği de mi gözüne batmadı? Örneğin, korku filmlerinin ilk yarısında kimler ölür?”Bir dolu film geldi aklıma ama mantıklı bir cevap üretemedim. adamın cevapları hazırdı zaten:
“Toplum kurallarını ihlal eden gençler, ahlaksızlık, zina yapanlar, siradişi insanlar… Peki, tüm belaların üstesinden gelen kahramanın özellikleri nelerdir? ideal insandır o. Ahlaki açıdan olunması
gerekendir. Kullandığı araç nedir? Sağlam bir inanç ve ahlak. Gözünün önüne geliyor mu bu filmler şimdi?” Başımı salladım. “Güzel, hiç bir şeyin tesadüfi olmadığını anlamışsındır umarım. Her başarının ardında iyi bir plan vardır.”Pes etmiştim: “Ne zaman başlamamı istiyorsunuz?” “Hemen! Başından beri soylu yorum, hiç vaktimiz yok.
Amirlerim yarin sabah masalarında en az on adet iyi sinopsis görmek istiyorlar. Ve sen çene çalarak vakit geçiriyorsun.” Çantasından küçük bir bilgisayar çıkardı ve masanın üzerine kurdu. O gece sabaha kadar neler yazmadım ki… Birlikte günün ilk ışıklarını görene dek çalıştık.
artık buradan nasıl kurtulacağımı değil, sadece insanlarımızın bilinçaltlarında ne gibi korkular, hangi arketipler olduğunu düşünüyordum. Cinlerden, büyülerden, gizli güçlerden, yatirlardan, tehlikeli elyazmasi kitaplardan, falcilardan bahseden bu filmlerin ortak özelliği, saldırgan tarafın -ki genellikle bu halkin gerici ve ahlaki olarak yozlaşmiş kesimi olarak gösteriliyordu- korkunç bir şekilde cezalandirilmasi ile nihayetleniyordu. Bildiğimiz “kasaba çildirdi” veya “kasabaya gelen yabancinin yarattiği dehşet” temalarinin ters yüz edilmiş halleriydi. Mağdurlarin saldırgan kitleyi bizzat cezalandirdiklari kurgular. Öyle ki bu filmleri seyrettikten sonra geceleyin sokakta yalniz bir ka din gören saldırgan ruhlu vatandaşimiz kaçacak delik arayacakti.Sabah olduğunda adamın yüzünde keyifli bir ifade vardı.
bunların onaylanmasinin ardindan yenilerine başlamam gerektiğini söyledi. Ayrica başka konularda da filmler yaptiracaklarini fakat bu konulari işleyebilmem için biraz eğitilmem gerekeceğini söyledi.
Örneğin Hitler’in propaganda bakani Goebbels’in -Avrupa’daki nadir yasak kitaplardan biri olan- propaganda teknikleri üzerine yazmiş olduğu kitabi okumam gerekiyordu. Bu kitabi okumak için gizli merkezlerden birine gitmem gerekiyordu. Holywood sinemasinin kaliplarini özümsemeliydim. Korku filmleri başlangiçti. Polisiyeler, dramlar, komediler, hatta aşk filmleri yapılacaktı. Toplumun iskeleti, deformasyonlar bu filmlerin itici gücüyle kendiliğinden onarilacakti.
Temel değerler yüceltilecekti. Yedi ana gühahi, on kutsal emri işleyecektik adeta: zina yapma, israf etme, çalma, öldürme, aileni koru, dürüst ol, vergini öde… Böylece geceleri rahat uyuyabilirsin, kapini ne ci n çalar ne de sapik!Yillarca sürecek bir planin başinda olduğumuzu anlamıştım. Eski sevgilimin tehditlerinde ciddi olup olmadığınısorduğumda ilk defa kahkahalarla güldü. Tabii ki herşey bir senaryoydu. Korku filmleri yazacak bir yazarin dehşeti önce kendisinin tatmasi gerektiğini söylerken hala gülüyor ve altıma kaçirdiğim sahneyi hatirlatarak benimle dalga geçiyordu. Evet eski sevgilim bana kizgindi, ama anlattıkları gerçek değildi. Zaten şu anda evli ve bir bebeği olduğunu söyledi. Oradan ayrıldıktan sonra bütün günü uyuyarak geçirmiştim. Uzun bir uykunun ardindan her şeyi birer birer düşünüp durumu değerlendirmeye karar vermiştim. Aklim allak bullakti. Dün gece yaşadiklarim bir kâbus değildi çünkü oram hâlâ ağrıyordu ve o adamlar bir grup kaçik değilse ben de bu sabahtan itibaren Gölge Devlet dedikleri yapinin bir çarkiydim. Görevim neydi?
Senaryo yazmak! ye da toplumu denetleyecek, yönlendirecek yani kültürün doğal akişini engelleyecek gizli setlerin ve barajlarin yapiminda teknisyen olacaktim. Düşündükçe aklim karışıyor, düşündüklerim inandiriciliklarini yitiriyorlardı. Belki de o caddede sinemadan çıktıktan sonra aniden delirmiştim. Bu bile çok daha mantıklı görünüyordu. En güzeli tüm bunları yazarak düşünmekti.
Kağıt aramaya başlamıştım ki kapağında Juliet Binoche’un bir fotoğrafı bulunan bir dergi kayıp geldi kitapların ve gazetelerin arasından. O buğulu bakış beni bambaşka yerlere sürükledi bir an için.
Fakat belki Gölge Devlet’in içinde yükselebilir hatta onların sayesinde önemli bir sinemacı olur ve hatta onunla tanışabilirdim…
Kendi kendime güldüm. Sonra insanlar geldi gözümün önüne… Yorgun argın koltuklarına kurulup, kendilerini oyalayacak, rastlantıların ve hoş sürprizlerin yer almadığı hayatlarını bir kaç saat olsun unutturacak filmlerde düşlere dalıp giden, esas kızlara ve esas oğlanlara aşık olup kanal değiştirince unutan ve belki de rüyalarında masum kaçamak aşkları farkında olmaksızın yaşayan sıradan mutsuzlar… Yani benim gibiler… Ve kararımı verdim. Aptalca da olsa, hiç bir anlamı olmasa da insanlara karşı kurulan bir komplonun parçası olmamalıydım. O garip adamın dedikleri gerçek bile olsalar insanları birer otomat gibi programlamaya çalışmak, onlara rağmen ve onların haberi olmaksızın onlar için bir şeyler yapmak yanlış bir şeydi. Hayati yaşanılası kılan şey biraz da hoş tesadüfler ve akıldişi davranışlarımız değil miydi?
Aşk, insanin başına gelebilecek en güzel rastlantı değil miydi? Her şeyi açıklayıp aramızdaki anlaşmayı bozmak üzere kağıda kaleme sarıldım. O sırada bir daha herhalde karşılaşmayacağım adamla aramızda geçen son diyalog geldi aklıma:”Peki şimdi bu kapıdan çıkıp size ihanet edersem, sırlarınızı açıklarsam ne yaparsınız? Öldürür müsünüz?””Ne münasebet! Sen bizim yerimizde olsan ne yaparsın?
Böyle bir hareket yapıp açıklamalarını hakli çıkarır misin? Hayır tabii ki… Üstelik anlatacaklarına kim inanır?”Kimse inanmasa da ben anlatıp kendimi rahatlatmak istedim. inanıp inanmamak size kalıyor.


*Murat Gülsoy, Mühendislik ve Psikoloji eğitimi gördü. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. 1992-2002 yılları arasında arkadaşlarıyla Hayalet Gemi dergisini çıkardı. 2001 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı, “Bu Kitabı Çalın” adlı kitabına, 2004 yılı Yunus Nadi Roman Ödülü, “Bu Filmin Kötü Adamı Benim” adlı romanına verildi. Kitapları çeşitli dillere (Almanca, Çince, Makedonca, Rumence, Bulgarca) çevrilmektedir.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz