Bir yeteneğim olduğuna ilk çocukluk yıllarımdan beri inandım. Bugün de öyle düşünüyorum. Daha doğrusu yeteneğe yetenekli biri olarak büyüdüm. Gerçekte neye yetenekli olduğumu bir türlü anlayamadım. Düşünmeye fırsatım da olmadı. Belki cesaret de edemedim. Ya da yetindim ya da üstüne yattım. Ya da inandırıldım. Sanatçılar çoğunca sanatçı oluşlarını “başka bir şeye yetenekleri olmadığıyla” açıklarlar; böylece de sanat yeteneklerini bir güzel kanıtlamış olurlar. Sondan başa doğru düşününce elbet öyledir. Engels’in dediği gibi, evrimin önünde sayısız yol vardır, bunlardan biri belirince öbürleri silinir gider.
Kişi genç yaşında, “güzel” bir şey olduğu için, sanat eğilimini ordan buradan kurcalamayı sever. Çevresi de kendisini destekler. O arada öbür eğilimler gizli kalabilir. Yetenek bir gerçektir; ama belli bir alanda yetenek, kişi için bir yazgı da olabiliyor.
Her insan bir yerde parıldar. Yeter ki oraya düşsün.
Ancak çok eşelenince ortaya çıkabilecek yeteneklerin olmadığını da söyleyemeyiz. Elbet bunun zamanında yapılması gerekir: Kişininse buna vakti yoktur.
Ne olursa olsun, ellisinin çoktan dönmüş bir adamın “neye yeteneğim olduğunu anlayamadım” diye düşünebilmesi ilginç bir durumdur.
Artık yalnız, yazma yeteneğimden söz edebilecek bir yaş benimki. Başka hiçbir şeyin daha çekici gelmediği… Baştan beri de öyleydi aslında (her zaman değil). Bunu deyince yine aynı noktaya mı geldik?
Cemal Süreya
Günler (82. Gün)