Büyük bir düşünür Antonio Gramsci (1891 – 1937)


Gerçeğin kendisi devrimcidir. Dur­maz durulmaz, sonsuz bir devinim.
Kırk altı yıllık kısa yaşamının on bir yılını cezaevinde geçiren büyük Marksçı düşünür Antonio Gramsci, 27 Nisan 1937′de öldü. Sardunya’nın bir köyünde doğan Gramsci, yedi çocuklu bir ailenin altıncı çocuğuydu. Babası, tapu sicil memurudur.
Gramsci, on bir yaşında okulu bırakıp ailenin geçimine katkıda bulunmak üzere çalışmaya başlar. Çelimsiz ve kambur bir çocuktur, kendinden ağır sicil kütüklerini taşıyarak, günde on saat çalışır.  Ancak, on üç yaşında yeniden okula dönebilir. Lise öğrenimini bitirince, Palmiro Togliatti ile birlikte (1911) Torino Üniversitesi’nin bir bursunu kazanır. Gramsci, Torino Üniversitesi’nde, İtalyan edebiyatı, dilbilimi, tarih ve felsefe okur. Sağlık durumu kötü, bursu yetersizdir. Ama, okuma, öğrenme, öğrendiklerini eyleme geçirme isteği sonsuzdur.  O da, o dönemin birçok üniversite öğrencisi gibi idealist filozof Benedetto Groce’ nin ateşli bir hayranıdır. Bu ara, Gramsci, birkaç günlüğüne Sardunya’ya gider. Bu kısa gezide, Güney Sorunu denilen gerçekle karşı karşıya gelir. Genç Gramsci, arkadaşlarını bu sorunla ilgi lenmeye çağırır: «Sardunya, yeraltı sularıyla beslenen bereketli bir toprakken, neden bugün verimsizleşmiş beti bereketi kalmamıştır? Neden, eskinin bol ürünlerinin yerini güneşte kavrulmuş otlar almıştır? Bunun nedenini bulmak için, küçük tarlaların çevresinden çıkıp, suyun geldiği dağa kadar uzanmak, çok çok uzaklarda, toprakları besleyen su damarlarının hangi  çıkarcı ellerce kesildiğini görmek gerekir» diyordu.

Güney Sorunu, Gramsci’nin düşüncesine yön veren bir çıkış noktasıdır. Hapse girmeden önce (1926) yazdığı Güney Sorunu (Questione Meridionale) adlı yapıtında, politik eylemin anahtarını veriyordu: Geleneksel egemen sınıfların tarih boyunca kurmuş olduğu eski tarihsel blok’a karşı, devrimci yeni bir tarihsel blok oluşturma çabası ön planda yer alıyordu. Bu yeni blok, ancak, işçi – köylü, işçi – aydın, köy – kent birliği ile kurulabilirdi.

Gramsci’nin, Torino’daki öğrenim yaşamı büyük yoksulluklar ve yoğun bir çalışma içinde geçer. Bir mektubunda, kızkardeşine şunları yazar: «Birkaç yıl sanki dünyadan uzakta, düşler içinde, durup dinlenmeden çalışmak, öğrenmek için yaşadım. Oysa, yaşamak için dinlenmem, eğlenmem de gerekirdi. İki yıl içinde, güldüğümü de ağladığımı da anımsamıyorum.»

Yıl 1915. Gramsci 24 yaşındadır. İtalya, 24 Ma yıs’ta savaşa girer. Gramsci, sosyalist parti içinde, savaşa karşı cephe alanların başında yer alır. 1917′de Torino işçileri, İtalyan emperyalizmine ve militarizmine karşı ayaklanırsa da, yenilir.

1919′da Gramsci, Togliatti ve Terracini ile bir likte, haftalık Ordino Nuovo (Yeni Düzen) gaze tesini çıkarmaya başlar ve İtalyan Sosyalist Partisi yöneticilerinin revizyoncu tutumlarına karşı çıkar.

Gramsci’nin bu gazetedeki çağrısı üzerine, daha önce işverenlerce kurulmuş olan Fabrika Danışma Kurulları, üye sayısı bir yılda 15.000′e ulaşan sosyalist işçi örgütleri durumuna gelir. Bu örgütler, kapitalist üretim sistemi üzerinde denetim kurmaktan çok, üretim ve yönetim işle rindeki teknik bir örgüt oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu kurullar, Gramsci’ye göre, işçi demokrasisinin örgütleri olacaklar ve bu yoldan işçi ler, fabrikadan başlayarak, kenti, devleti, sonra da tüm toplumu yönetmesini öğreneceklerdi, ya ni, bir çeşit parti çekirdeği oluşturacaklardı.

23 Mart 1919′da savaş sona ermiştir. Aldatıcı sözlerle Benito Mussolini çıkar ortaya. «Bizler büyük Cumhuriyet’ten yana, diktatörlüğe karşıyız… İşçilerin isteklerini karşılayacağız. Düsturumuz: ekonomik demokrasidir» demekte dir. Sosyalist parti üyesiyken, zamanla tam tersi bir tutuma yönelir.

Çok geçmez, Mussolini’nin kurduğu, örgütün içyüzü ortaya çıkar. 1919′dan baslayarak, sosyalistlere karşı silahlı eylemlere girişirler. «Kızıl avı» ortalığı kasıp kavurmaktadır. Sonun da, 28 Ekim 1922′de, Kral Vittorio Emmanuele’nin çağrısı üzerine, Mussolini Roma’ya gelir.

Bu ara, Gramsci Sovyetler Birliği’ne gider ve bir yıl kalır, orada Julia Schucht’la evlenir. 1923′te Viyana’ya gelir. Unita gazetesini çıkarmaya başlar. Faşistlerin bütün yıldırmalarına karşın, milletvekili seçilip 1924′te Roma’ya döner.

Faşizmle kavga bu dönemde başlar. Komünist partinin ilk genel sekreteri Bordiga, faşizmi «basit bir yönetim değişikliği» saymaktadır. Ona. göre, faşizm, parlamenter yönetimden ne daha kötü, ne daha iyidir. 3. Enternasyonal’de, sosyalist parti ve öbür demokratik kuruluşlarla bir birlik cephesi kurma politikasına karşı çıkarak, çoğunluğun desteğini kazanır.

Gramsci bunu, doğmacılığa karşı çıkan sosyalist onuruna yediremez ve Bordiga’nın aşırı solculuğuna cephe alanların başına geçerek, birleşik cepheye destek sağlamayı başarır. Ordina Nuovo Mart 1922′de kapanmak zorunda kalır. Gramsci, 1924 Martı’nda Unita (Birlik) adlı bir ga­zete çıkarmaya başlar. Bu dönemde Bordiga, birçok komünist önderle birlikte hapistedir. Sosyalist milletvekili Matteoti, hükümetin suç ortaklığıyla öldürülünce, faşist rejime protestolar başlar. Bu olayları izleyen seçimlerde, Gramsci, birkaç arkadaşıyla birlikte parlamentoya seçilir ve parlamento kürsüsünden Mussolini’yi kıyası ya eleştirme fırsatı bulur. Mussolini hükümetini çekilmeye zorlamak amacıyla, politik nitelikte bir grev düzenlemek isterse de, İtalyan Sosyalist Partisi ve öbür demokratik kuruluşlar buna katılmaz.

Mussolini, 3 Ocak 1925′te, ikinci hükümet darbesini gerçekleştirir ve söz, yazı, toplantı özgürlüklerine karşı sıkı önlemler alacağını açıklar. Nitekim 1926′da, toparlanıp güçlenerek, politik parti muhalefetini, yasalarla yasaklama yo lunu tutar. 8 Kasım 1926′da, uydurma ve tertipli bir komplo bahanesiyle, Gramsci, arkadaşı milletvekilleriyle birlikte, parlamenter dokunulmazlıkları olmasına karşın tutuklanır. 1928 Mar tı’nda, Roma’da uydurma bir mahkeme kurulur. Savcı iddianamesinde Gramsci için «bu beynin çalışmasını yirmi yıl durdurmalıyız» der ve Gramsci, 20 yıl 5 ay, 4 gün hapis cezasına çarptırılır. Böylece de, anti-faşist bir birlik cephesini kurma dönemi kapanmış olur.

Gramsci, bu olayı, 27 Şubat 1933′te şöyle dile getirir :

«Ben, 4 Haziran 1928′de özel bir mahkeme, yani, adını, adresini, mesleğini verebileceğimiz insanlardan oluşan bir kurulca mahkum edildim… Her şeyin bunda özetleneceğini sanmak yanlıştır. Beni mahkum eden, çok daha geniş bir düzen kuruluşudur. Onun özel mahkemesi, yasal mahkumluk belgesini kaleme alan özel mahkeme, onun son ve maddesel belirtilerinden başka bir şey değildir.»

Gramsci, tutuklandıktan hemen sonra, biri nin yüzünü görmediği iki çocuğuyla Sovyetler Birliği’nde kalan karısının kızkardeşine yazdığı mektupta, üzerinde çalışmak istediği konuların bir listesini yollar. Cezaevi yönetiminin elverişsizliğine, sağlığının günden güne kötüleşmesine karşın, hiçbir yılgınlığa kapılmadan, Marksçı klasiklerden doğrudan doğruya yararlanmadan, aklında kalanlarla yetinerek, 2848 sayfa tutan 32 not defterini, durmadan doldurmayı başarır.

On bir yıllık cezaevi yaşamında, bu büyük beynin işlemesi durmamıştır. Böylece, Quaderni dal Carcere (Cezaevi Defterleri) adı verilen geniş kapsamlı yazılar ortaya çıkar. Bu defterlerde ki yazıların başlıcaları şunlardır: Tarihsel Maddecilik, Benedetto Croce’nin Felsefesi, Aydınlar ve Kültür Örgütlenmesi, İtalyan Rönesansı (Il Risorgimento), Machiavello, Politika ve Modern Devlet Üstüne, Edebiyat ve Ulusal Yaşam, Geçmiş ye Şimdiki Zaman, Sosyalizm ve Faşizm.

Gramsci, cezaevinde, çok kötü koşullar altında yaşar, 1931 ve 1933′te iki ciddi bunalım geçirir. Buna karşın, Mussolini’den aman dilemesi yolundaki önerileri geri çevirir. Togliatti, sonraları onun için şunları yazar: «Öyle sanıyorum ki, insanlık tarihinde, son nefesine dek kendi yetileri ile amansız yazgı arasında, çalışmak, öğrenmek ve savaşmak isteyen insan ile onu yavaş yavaş yitirip tüketen kaba güç arasında böylesine acıklı bir savaş örneği yoktur.»

1936′da, aralarında Fransız romancısı Romain Rolland ile Canterbury başpiskoposunun bulunduğu bir aydın topluluğu, onun serbest bırakılması için Mussolini’ye baskı yapar. Sonunda Gramsci serbest bırakılır, ama, kaldırıldığı birklinikte 27 Nisan 1937′de, düşünceleri uğruna 27 yıl hapislerde yatan yurttaşı büyük Campanella’dan 280 yıl sonra, ardında Marksçı düşünce dünyası­na katkıda bulunan değerli yapıtlar bırakarak ölür.

Ölümünden kırk yıl sonra, Avrupa’da Marksizmin bunalıma girdiği, soyut ideolojik tartışmalarla yıprandığı bir dönemde, Gramsci, birden güncellik kazandı. M-A. Macciocchi’nin dediği gibi «Gramsci’nin güncelliği, bugünkü Marksizm bunalımında, yaşayan bir Marksizm dersi, bir yöntem dersi» olarak çıktı ortaya.

Ordino Nuovo’nun önsözünde, Alman sosyalisti Lassale’in «Devrimcilik, gerçeği söylemektir.» sözüne yer veren Gramsci: «Gerçeğin kendisi devrimcidir» der. Yani gerçek, bir devinimdir, dur­maz durulmaz, sonsuz bir devinimdir.

Gramsci’nin amacı sıkı sıkıya bağlı olduğu Marx’ı, doğmacılıktan uzak tutmak, onu güncelleştirmektir. Nitekim, ona göre Lenin, Sovyet Devrimi’ni gerçeklestirmekle onu güncelleştirmistir. Şöyle ki, bu devrim, Gramsci’ye göre, Kapital’e karşı bir devrim olmuştur. Çünkü, Rusya’da Kapital, proletaryadan çok, burjuvazinin kitabıydı ve devrim, sanayileşmemiş bir toplumda gerçek leşmişti.. Yani, olaylar, ideolojiyi aşmıstı. Bu da, tarihsel maddeciliğin, değişik koşullarda ele alınması ve yorumlanması gereğini göstermektedir.

Gramsci, bir Marksçı olarak, yeni bir sosyalizm kurma kaygısı içinde, Rus Devrimi’nden yana, Stalin yönetimine karşı çıkar, Ona göre, insanlığın dramı şudur: «Eski dünya ölmek üzere dir, yenisiyse bir türlü doğmamaktadır.» Bu açıdan Gramsci, bir Marksçı olarak görevini, «Marksçılıkta yaşayan ve ölmüş olanı ortaya koymak» diye tanımlıyor. Bunu da, Marksçılığı re formcu ve mekanist yorumlardan sıyırmak, onu günün gerçekleri açısından ele almakla yapıyor.

Gramsci’nin başlıca sorunu, daha 1917′de şuy du: Batı’da birçok kez yenilgiye uğramış bir pro­letaryayı iktidara getirmek. İşçi sınıfı nasıl iktidara gelir ve hegemonyasını nasıl kurar? Bunun koşulları nelerdir?

Burada Gramsci, Çarlık Rusya’sı ve benzerleri gibi Doğulu toplumlara özgü yalın baskı ve sindirmeye dayanan yönetimlerle, Batı’nın, daha çok ideolojiye ve kitlelerin onayına (Consensus) dayalı ve sivil kurumların daha geniş özerkliği olan yönetimlerini karşılaştırıyor ve her iki yönetimde geçerli olmak üzere politik toplum ve sivil toplum ayrımını yapıyor. Bunlar üst yapının ilk büyük basamağıdır. Sivil toplum, kabaca «özel» denilen kurum ve kuruluşların tümünü içeren ba samak, politik toplum ya da devlet basamağı.

Bu ayrım, iktidar savaşı bakımından önemlidir. Salt politik toplumlarda, yani Doğu’nun bü tün toplum hücrelerine el atmış bir devletin egemen olduğu toplumlarda, iktidar savaşı, saldırıyla yapılır. Bu, meydan savaşıdır. Batı toplumlarındaysa, durum başkadır. Sivil ve politik toplumların bir arada yaşadığı Batı’da savaş, bir mevzi savaşı olacaktır. Şöyle diyor Gramsci: «Modern askerlik bilimi, temelde, mevzi savaşına, yani düşman siperlerinin derece derece ele geçirilmesine bel bağlamaktadır, yoksa, bu siperlere doğrudan, hızla ve düşmanı şaşkın avlayan saldırılarla de­ğil.» Bu, Gramsci düşmanlarının ileri sürdükleri gibi, işçi sınıfının iktidara, parlementarizm yoluyla gelmesi anlamında değildir. Parlemento kürsüsü, Gramsci için, halkı bilinçlendirmeye yarar sadece. Gramsci için, işçi sınıfının iktidarı bakımından hegemonya sorunu, yani, yönlendirme ve yönetme sorunu başta gelir. Bu, devrim sürecinin koşulu, iktidarın yalnız ele geçirilmesini değil, yürütülmesini de içeren bir veridir. Gramsci’-ye göre, «Toplumsal bir grubun üstünlüğü, ‘egemen olma’ ve ‘zihinsel ve ahlaksal yönetme’ olarak kendini gösterir. Toplumsal bir grup, ‘kökünü kazımak’ ya da silahla boyun eğdirmek istediği düşman gruplara karşı egemen, kendine yakın ve bağlaşık olan gruplara karşı yönlendirici, yöneti cidir.» İşte, Gramsci’nin hegemonya kuramının özeti. Gramsci’ye göre, iktidarı yürütmek için, yalnız zorlayıcı güç yeterli değildir. Karşıt sınıflar arasında güç ilişkileri ötesinde, egemen sınıfın, «kendine yakın ve bağlaşık olan toplumsal grupların» onayını da sağlaması gereklidir.

Batı’nın burjuva toplumlarında, egemen sınıflar, «geleneksel» aydınlarla elele, ideolojik he­gemonya kurarak bir blok oluştururlar. Gramsci, altyapı ve üstyapıda oluşturulan bu bloka «ta­rihsel blok» adını veriyor. Burjuva iktidarının da yandığı bu blok karşısında, işçi sınıfı, kendi yan­daşlarıyla bir blok kurmak zorundadır ki, Gramsci, buna «yeni tarihsel blok» diyor. Bu blokun kurulmasında, işçi sınıfının organik aydınlarına büyük iş düşmektedir.

Gramsci’ye göre, hegemonya ve tarihsel blok kavramları birbirinden ayrılmaz. Çünkü, belirli bir hegemonya ancak, «tarihsel blok» içinde ger çekleşebilir. Gramsci, Güney İtalya toplumunu ele alan Mezzogiorno adlı yazısında, tarihsel bloku şöyle anlatıyor: «Mezzogiorno (Güney İtalya) büyük bir toplumsal parçalanma olarak tanımlanabilir. Nüfusun büyük bölümünü temsil eden köylüler arasında hiçbir bağlantı yoktur… Güney toplumu üç toplumsal katmandan oluşan tarımsal büyük bir bloktur: Silik ve dağınık köylü kitlesi, küçük ve orta burjuvazi aydınları bir de büyük toprak sahipleri ve büyük aydınlar… Güneyli köylüler, içten içe ayaklanma durumundadırlar ama kitle olarak, özlemlerini ve gereksin melerini tutarlı biçimde dile getirememektedirler. Orta aydın katmanının politik ve ideolojik etkinliğine atılım gücü veren köylü tabanıdır. Büyük toprak sahipleri politika alanında; büyük aydınlar da ideoloji alanında, bu bütünü bir özekte toplamakta, ona egemen olmaktadır. Kuşkusuz, özeklendirme, en etkin ve kesin olarak, kendini ideolojik alanda göstermektedir.»

Bu açıklama, tarihsel blokun özünü veriyor. Buna göre, altyapı – üstyapı ilişkisi «tarihsel blok»u oluşturmaktadır. Egemen sınıf, politik he gemonyasını kullanarak, üretim güçleri ile üretim ilişkileri, altyapı ile üstyapı arasındaki ilişkileri kesmeye çalışmaktadır.

Politik hegemonya yanında, bir de ideolojik hegemonya var ki, bunu, sivil toplumda olsun, politik toplumda olsun, aydınlar sağlar. Sosyalist bir dünya kurulmasında, aydınlara düşen en büyük görev, işte, bu ideolojik hegemonyayı kurmaktır.

Aydınlar sorunu, Gramsci’nin en önemli sorunlarından biridir. Turi Tutukevi’ndeyken, baldızına yazdığı bir mektupta (3 Ağustos 1931) şöyle diyordu: «Şu son yıllarda beni en çok ilgilendiren sorunlardan biri, İtalyan aydınları tarihinin bazı belirleyici yönlerini saptamak oldu. Bu bilgi, bir yandan devlet kavramını derinleştirmek, öte yandan da, İtalyan halkının tarihsel gelişiminin bazı yönlerini tanımak oldu.»

Gramsci’ye göre, «Herhangi bir beden çalışmasında, hatta, en mekanik ve kaba bir çalışmada bile, ne denli az da olsa, bir teknik ustalık, yani, yaratıcı bir düşünce çabası vardır.» «İşte, bundan ötürüdür ki,» diyor Gramsci, «bütün insanlar aydın kişilerdir, ama, bütün insanlar, toplumda aydının gördüğü işi göremezler.»

Gramsci, aydınları iki bölüğe ayırıyor: Geleneksel aydınlar, organik aydınlar. Geleneksel aydınlar grubuna şunlar girmektedir: Endüstri ile birlikte gelişen ve yazgılarını bu gelişmeye bağlayan kent tipi aydınlar; köy topluluklarına ve kapitalist düzenin harekete getiremediği kentlerin küçük burjuvazisine bağlı köy tipi aydınlar.

Organik aydınlara gelince, bunlar toplumsal sınıfların içinde, düşünme ve örgütlenme işini üstlenen aydınlardır. Bunlar, meslekleri içinde ya da dışında, bağlandıkları sınıfın düşünce ve özlemlerini dile getirir ve bu doğrultuda kitlelere yön verirler. Gramsci’ye göre, «her sınıf kendi organik aydınını yaratır.» «Denebilir ki,» diyor Gramsci, «her yeni sınıfın, kendisiyle birlikte yarattığı ve gelişimi boyunca yetiştirdiği organik ay dınlar, çoğu kez birer uzmanlaşmadır; yeni sınıfın yarattığı toplumsal tiplerin ilk çabalarını, bazı yönleriyle, temsil eden bir uzmanlaşma.» Ama, bu uzmanlaşma politikayla sıkı ilişki kurmak zo rundadır. Çünkü, Gramsci’ye göre yeni (organik) aydının özelliği, pratik yaşama yapıcı, örgütleyici, «sürekli inandırıcı» olarak karışmasındadır… Böylece, o, ‘teknik – iş’e, bilim – iş’e ve hümanist (partinin) görüşüne yükselir ki, onsuz, insan sa­dece bir uzman kalır ve `yönetici’ (uzman+politikacı) olamaz.

Aydınlar için asıl sorun «düşüncenin organik birliğini kurmak ve kültür sağlamlığı yaratmaktır.» Bu da, Gramsci’ye göre «aydınlarla basit insanlar arasında, kuramla pratik arasında birlik» sağlamadan olamaz. Burada Gramsci’nin Praxis felsefesi söz konusudur. Praxis: kuram (felsefe) ile pratiğin (Praxis) birbiriyle tam bir diyalektik kaynaşması anlamında Marksçılık demektir. Fel­sefe, tek başına, dünyayı kavrayıp yorumlamaya bakar, dünyayı değiştirmeye çalışmaz. Dünyayı değiştirme işi politikanın işidir. Gramsci’ye göre, bugünkü dünyayı daha güzel bir dünyaya dönüştürme yolunda verilen savaşla, yani politikayla birleşmediği sürece, felsefenin hiçbir ereği yoktur. Buna dayanarak Gramsci: «Marksçılık aynı zamanda hem politika olan bir felsefe, hem de fel sefe olan bir politikadır» diyor. «Praxis felsefesi, tarihin ve toplumun çelişkilerini barış yoluyla çözmeye çalışmaz; tam tersine, onu bir kuram yapar. Praxis felsefesini egemen gruplara, alt sınıf­lar üzerindeki hegemonyalarını yürütmek için gerekli «onay»ı sağlayan bir araç değildir. O, öbür sınıfların, gerçeğin bütün görümlerini, hatta en çirkinlerini bile tanımakta çıkarları olduğu sürece, yönetme sanatı içinde kendini yetiştirme ve egemen sınıfın aldatmacalarını, hatta kendi al­datmacalarını boşa çıkarma isteminin ifadesidir.» Gramsci’ye göre, kültür hiçbir zaman politikadan ayrı değildir. Çünkü «bir kuram, iki kamp arasında bilinçli bir ayrılık, bir ayrımlaşma öğesidir. Praxis felsefesi doğrultusunda aydınlara düşen iş, tarihsel blok içinde (yani altyapı ve üstyapı ara­sındaki diyalektik ilişkilerde) üstyapıyı organik bir güç durumuna getirmektir.

Organik Aydınlar yetiştirme ve örgütleme görevi, Fabrika Konseyleri’nde, sonra da Parti’de yerine getirilecektir. Bu konuda sendikalara ve sosyalist partilere güveni olmayan Gramsci, daha 1919′da Sendikalar ve Konseyler adlı yazısında Fabrika Konseyleri tezini geliştiriyor. Ona göre, «Fabrika Konseyi, iş yerinde temel birimdir, diktatoryaya götüren tarihsel zincirin ilk halkasıdır», «Konsey, proleter devlet modelidir.»

İkinci görev yeri Parti’dir. Gramsci, parti ile ilgili genel değerlendirmeyi şöyle özetliyordu: «…Politik parti, devletin politik toplumda daha geniş ve daha bileşimli bir biçimde gördüğü işi, sivil toplumda gören, yani belli bir egemen takı mın organik aydınlarıyla geleneksel aydınlarını birbirine bağlayan bir mekanizmadır.»

Gramsci, Machiavelli ve Modern Devlet adlı yazısında, devlet, Parti, yönetenler ve yönetilenler üzerinde duruyor ve «Machiavelli zamanında İtalyan devletinin kurucusu, güçlü bir kral ya da prens olabilirdi» savından yola çıkarak, İtalyan Sosyalist Devletinin kurucusu, yani modern prens, ancak ve ancak politik bir Parti olabilir yargısına varıyor.

Gramsci’nin görüşü şöyle özetlenebilir: Gramsci, üstyapıda savaş kuramını geliştiriyor. Uzun bir tarihin mirası olan burjuvazinin egemen olduğu bir üstyapıda. Ağır bunalımlar geçirmekte olan bu üstyapıya, bir başka dünya görüşü getirmelidir. Bu görüş, dogmalardan arınmış, eylem için bir kılavuz niteliğinde güncel bir Marksçılık görüşüdür.

Vedat Günyol

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz