Anton Çehov: Sizin gibiler daima kendilerini haklı gösterecek sebep bulurlar

— Sayın bayım! Zavallı, aç bir insana yardım edin! Üç gündür açım… Handa yatmak için verecek beş kapiğim bile yok… Vallahi! Sekiz yıl köy öğretmenliği ettim, yerimi kaymakamın iftiraları, desiseleri yüzünden kaybettim. Bir ihbara kurban gittim. İşte bir yıldan beri işsiz, güçsüz dolaşıyorum.

Avukat Skvortsov, dilencinin esmer, çiçekbozuğu yüzüne, bulanık sarhoş bakışlı gözlerine, yanaklarındaki kırmızı beneklere baktı, bu adamı daha önce de bir yerde gördüğünü hatırlar gibi oldu.

Dilenci devam ediyordu:

— Şimdi Kaluga ilinde bir iş teklif ediyorlar, ama oraya gidecek param yok. Lütfen yardım edin! Dilenmek ayıp, ama… ne yapayım, çaresizlik.

Skvortsov, ricacının ayağındaki biri alçak, biri yüksek olan lâstiklere bakınca birdenbire hatırladı.

— Baksanıza, size üç gün önce galiba Sadovoy caddesinde rast gelmiştim, dedi, ama o zaman köy öğretmeni değil, enstitüden kovulmuş bir talebe olduğunuzu söylüyordunuz. Hatırlıyor musunuz?

Ricacı bozularak:

— Ha…yır, imkânı yok! diye mırıldandı. Ben, köy öğretmeniyim, isterseniz belgelerimi de gösterebilirim.

— Yalan söylemeyin! Talebe olduğunuzu iddia ediyordunuz, hatta niçin kovulduğunuzu da anlatmıştınız. Hatırladınız mı?

Skvortsov, öfke ile büyük bir tiksintiyle yırtık pırtık elbiseli adamın yanından çekildi.

Kızgın kızgın:

— Bu alçaklıktır, sayın bay! diye bağırdı. Sizi polise teslim ederim, Allah cezanızı versin! Yoksul, aç olabilirsiniz, ama bu size saygısızca, vicdansızca yalan söylemek hakkını vermez!

Yırtık elbiseli adam, kapı tokmağını tuttu, suçüstünde yakalanan bir hırsız gibi şaşkın şaşkın evin taşlığına baktı.

— Ben… ben yalan söylemiyorum… diye kekeledi. Belgelerimi gösterebilirim.

Skvortsov, kızmaya devam ederek:

— Kim size inanır? dedi. Toplumun köy öğretmenlerine, talebelere karşı duyduğu sevgiyi kötüye kullanmak kadar alçakça, bayağıca, iğrenç, pis bir şey akla gelemez. Ayıptır.

Skvortsov köpürmüştü, ricacıyı hiç acımadan haşladı. Bu serseri, saygısızca yalanlarıyla onda tiksinti, nefret uyandırmıştı. O kadar değer verdiği iyilikseverlik duygularına, içli kalbine, bahtsızlara acıma duygularına hakaret etmişti; “kişi” yalan söyleyip merhametine saldırmakla yoksullara vermeyi sevdiği sadakayı kirletmişti. Serseri, önce kendisini savunmaya çalıştı, yemin etti, ama sonra sustu, utancından başını yere eğdi.

Elini kalbinin üstüne koyarak:

— Bayım! dedi. Gerçekten ben… yalan söyledim! Ne talebeyim, ne köy öğretmeni. Hepsi uydurma! Rus korosunda çalışıyordum, sarhoşluk yüzünden kovuldum. Ama ne yapayım? Vallahi, yalan söylemeden olmuyor! Gerçeği söyleyince kimse sadaka vermiyor! Gerçeğe güvenirsen açlıktan ölür, yatacak yer bulamazsın! Sözleriniz çok doğru, anlıyorum, ama ne… yapabilirim?

Skvortsov ona yaklaşarak:

— Ne mi yapabilirsiniz? diye bağırdı. Çalışınız, yapılacak şey bu! Çalışmak gerek!

— Çalışmak, bunu ben de biliyorum, ama iş nerede?

— Boş söz! Gençsiniz, sağlığınız, kuvvetiniz yerinde; her zaman iş bulabilirsiniz, yeter ki, istek olsun. Ama tembelsiniz, şımartılmışsınız, sarhoşsunuz! Ağzınızdan, meyhaneden gelir gibi, votka kokusu savruluyor! Yalana alışmışsınız, yalan iliklerinize kadar işlemiş, şimdi elinizden ancak dilenmek geliyor! Bir gün çalışma denen şeye tenezzül etseniz bile size kalem odasında kâtiplik, Rus korosunda şarkıcılık, daha bilmem neler olmalı. Maksat çalışmak değil, havadan para kazanmak! Ya beden çalışmasına ne buyrulur, ha? Kapıcılığa yahut fabrika işçiliğine tenezzül etmezsiniz. Hemen itiraz hazırdır!

Ricacı:

— Ne tuhaf konuşuyorsunuz… diye mırıldanarak acı acı gülümsedi. Beden işini nerede bulayım? Tezgâhtarlık benden geçti, çünkü ticaretle uğraşmak için çekirdekten yetişmek gerek, kapıcılığa beni kimse almaz, çünkü bana “sen” diye seslenemezler… Fabrikaya almazlar, çünkü oraya girmek için sanat bilmek lâzım, bense bir şey bilmiyorum.

— Saçma! Sizin gibiler daima kendilerini haklı gösterecek sebep bulurlar. Peki, ya odun kırmak istemez misiniz?

— Kabul etmem demiyorum, ama bugün sanatları odunculuk olanlar bile yiyecek ekmek bulamıyor.

— Evet, evet bütün tembeller böyle konuşurlar. Bir iş teklif ettin mi, hemen ret cevabı hazırdır. Peki ya benim evimdeki odunları yarmak istemez misiniz?

— Hay hay yararım…

— Peki bakalım… Pek güzel… Görelim!

Skvortsov, acele acele, bu arada bir çeşit de kin duyarak, mutfaktan aşçı kadını çağırdı.

— Olga, dedi, bu bayı odunluğa götür, odun yarsın.

Serseri, bu işe akıl erdiremiyormuş gibi, omuzlarını silkip cesaretsiz adımlarla aşçı kadının peşinden gitti. Yürüyüşüne bakılacak olursa, odun kırmayı açlık yüzünden, para kazanmak için değil de bir onur meselesi saydığı, verdiği sözden dönmemek için kabul ettiği anlaşılıyordu. Aynı zamanda içki yüzünden çok zayıf düştüğü, hasta olduğu, çalışmaya hiç niyeti olmadığı da halinden belliydi.

Skvortsov acele acele yemek odasına gitti. Buradan, avluya bakan pencerelerden odunlukla avluda olup bitenler görünüyordu. Pencere önünde duran Skvrotsov, aşçı kadınla serserinin arka kapıdan avluya çıktıklarını, çamurlaşmış karları çiğneyerek odunluğa doğru gittiklerini görüyordu. Olga yanındakini öfkeli bakışlarla süzdü, dirsekleriyle iki tarafa çarparak odunluğu açtı, kapıyı öfkeli öfkeli duvara çarptı.

Skvortsov:

“Galiba hatunun keyifle kahve içmesine engel olduk, diye düşündü. Ne şirret kadın.”

Ondan sonra yalancı öğretmenin, yalancı talebenin bir kütük üstüne oturduğunu, kırmızı yanaklarını ellerine dayayarak, düşünceye daldığını gördü. Aşçı kadın, baltayı onun ayaklarına doğru fırlattı, öfkeli öfkeli yere tükürdü, sonra, dudaklarındaki ifadeden anlaşıldığına göre, sövüp saymaya başladı. Serseri, odunlardan bir tanesini kararsız kararsız kendine doğru çekti, soğuktan donan ellerini hohladı, oduna gene yavaşça vurdu, bu hareketi sakına sakına yapıyordu, sanki lâstiğini kesmekten yahut ayağının parmaklarını koparmaktan korkuyordu. Odun gene devrildi.

Skvortsov’un öfkesi artık geçmişti. Şımarık, ayyaş, belki de hasta bir adamı soğukta çalışmak zorunda bıraktığı için bir çeşit azap, utanç duymaya başladı.

Yemek odasından çalışma odasına geçerken:

“Zarar yok, varsın çalışsın… diye düşündü kendi iyiliği için yapıyorum.”

Bir saat sonra Olga geldi, odunların yarılmış olduğunu bildirdi.

Skvortsov:

— Al şu elli kapiği, ona ver, dedi. İsterse her ayın birinde odun yarmaya gelsin. İş her zaman bulunur.

Ayın birinde serseri geldi, gene elli kapik kazandı, ama öyle içmişti ki, ayakta güç duruyordu. Ondan sonra avluda sık sık görünmeye başladı, her zaman yapacağı bir iş bulunuyordu: kâh karları öbek öbek topluyor, kâh odunluğu düzenliyor, kâh halıların, yatakların tozunu silkiyordu. Bu işlere karşılık her defa 20-40 kapik alıyordu, hatta bir kere pantolon bile verdiler.

Başka bir eve taşınırlarken Skvortsov, onu eşyaları yükletmeye, taşımaya yardım etsin, diye tutmuştu. Serseri, o gün ayık, somurtkan, sessizdi; elini eşyalara hemen hiç sürmüyor, arabaların arkasından başını önüne eğerek yürüyordu, hatta çalışkan görünmeye bile gayret etmiyordu, daha ziyade soğuktan büzülüyor, arabacılar tembelliği, kuvvetsizliği, yırtık paltosuyla alay ettikleri zaman, pek sıkılıyordu. Eşyaların taşınma işi sona erdiği zaman Skvortsov, onu yanına çağırdı, bir ruble uzatırken:

— Sözlerimin üzerinizde iyi tesir yaptığını görüyorum, dedi. Çalışmanıza karşılık şu parayı alınız. Görüyorum ki, ayıksınız, çalışmak da istiyorsunuz, adınız ne sizin?

— Luşkov.

— Luşkov, şimdi size daha temiz bir iş teklif edebilirim. Yazı yazmasını bilir misiniz?

— Bilirim, efendim.

— Öyleyse yarın bu mektupla benim arkadaşıma gider, temize çekmek için yazı alırsınız. Çalışın, içki içmeyin, sözlerimi de unutmayın. Haydi, Allah selâmet versin!

Skvortsov, bir insanı iyi yola sürüklediğine memnundu, Luşkov’un omzunu okşadı, hatta ayrılırken ona elini uzattı. Luşkov mektubu aldı, gitti, bir daha da avluya iş istemeye gelmedi.

Aradan iki yıl geçti. Bir gün Skvortsov, tiyatro bilet gişesi önünde aldığı biletin parasını verirken yanında duran kısa boylu, kuzu derisi yakalı, eski kunduz derisi şapkalı bir adam gördü. Adam, çekingen bir sesle gişe memurundan bir parodi bileti istedi, biletin parasını da beşer kapiklik mangırlarla ödedi.

Skvortsov, onun yüzüne bakınca eski oduncusunu tanıdı.

— Vay, siz misiniz, Luşkov? diye sordu. E, nasılsınız? Ne yapıyorsunuz? İyi misiniz?

— Eh, şöyle böyle… Şimdi noterin yanında çalışıyorum, ayda otuz beş ruble alıyorum.

— Tanrıya çok şükür. Çok iyi! Sizin için seviniyorum. Memnun oldum, pek memnun oldum, Luşkov! Siz, benim bir çeşit vaftiz oğlum sayılırsınız. Biliyorsunuz ya, sizi ben iyi yola çıkardım. Hatırlıyor musunuz, nasıl haşlamıştım, ha? O zaman yer yarılsa yere girecektiniz. Söylediklerimi unutmadığınız için teşekkür ederim.

Luşkov:

— Asıl ben size teşekkür etmeliyim, dedi. O zaman size gelmeseydim, belki bugüne kadar ya öğretmen, ya talebe kalırdım. Evet, sayenizde kurtuldum, girdaptan çıktım.

— Memnun oldum, memnun oldum. Öğütlerinize, yardımınıza teşekkür ederim. O gün çok iyi söylemiştiniz. Size de, sizin aşçı kadına da (o iyi kalpli, asil kadına Tanrı selâmet versin) minnettarım. O zaman çok güzel söylemiştiniz, tabii size ölünceye kadar minnettarım, ama beni asıl kurtaran aşçınız Olga’dır.

— Yani nasıl?

— Basbayağı. Size odun yarmaya geldiğim zaman hemen başlardı: “Ah, seni sarhoş! Melun herif! Bari Tanrı canını alsa da kurtulsan!” Sonra karşıma geçip oturur, kederlenir, yüzüme bakarak ağlamaya başlardı: “Sen bahtsız bir insansın! Bu dünyada rahat yüzü görmeyeceksin, öbür dünyada da rahmete kavuşmayacaksın! Bahtsız adamsın sen!” Hep bu tarzda söylenir dururdu, anlıyor musunuz? Benim yüzümden o kadar üzüldü, o kadar gözyaşı döktü ki, tasavvur edemezsiniz. Ama en önemlisi, benim yerime odunları o kırıyordu! Biliyor musunuz, bayım, sizin evde bir tek odun kırmadım, her zaman o kırardı. Beni niçin kurtardı, neden ona bakarak değiştim, niçin içkiyi bıraktım, bunları size açıklayamam. Ancak şunu biliyorum ki, onun sözleri, asil hareketleri ruhumda bir değişiklik yaptı, beni iyi yola o çevirdi bunu hiçbir zaman unutamam. Galiba vakit geldi, gonga vuruyorlar.

— Luşkov, saygıyla eğilerek selâm verdi, parodiye doğru yürüdü.

Dilenci
Anton Çehov

Kaynak: Hikayeler

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz