ALÇAKLIĞIN EVRENSEL TARİHİ: ÖLMEK İÇİN HAYATTA OLMAK YETİYOR! – BORGES

Putlaştırılmış Ölü Adam

1854 Nisanı’nın sonlarına doğru (Orton, Şili misafirperverliğinin tadını çıkarmakla meşgulken) Rio de Janeiro’dan Liverpool’a gitmekte olan Denizkızı adındaki buharlı gemi Atlantik’in sularına gömüldü. Kayıplar arasında Fransa’da büyümüş ve İngiltere’nin başta gelen Katolik ailelerinden birinin mirasçısı olan Roger Charles Tichborne adında bir subay vardı. İngilizce’yi en zarif Paris aksanı ile konuşan, karşısındakini yalnız Fransız aklı, Fransız zekâsı ve Fransız bilgiçliğinin yarattığı o eşsiz kinle dolduran bu Fransızlaşmış genç adamın ölümü, inanılması zor da olsa, onu hiç görmemiş olan Arthur Orton’un yaşamını değiştiren bir olay olacaktı. Roger’ın kederli annesi Lady Tichborne oğlunun ölümüne inanmamakta direniyordu ve dünyanın her köşesinde yürek parçalayıcı ilanlar yayınlatmakta idi. Bu ilanlardan biri Ebenezer Bogle’ın yumuşak, kara ellerine düştü ve ortaya ustaca bir plan çıktı.

Benzeşmezliğin Yararları

Tichborne ince yapılı, temiz ve iyi giyimli, hatları keskin, koyuca tenli, düz siyah saçlı, parlak gözlü ve kendini titizlikle, açıklıkla ifade eden bir beyefendiydi. Orton ise olağanüstü şişman, su katılmamış bir köylüydü ve yüz hatları güçlükle ayırt edilebiliyordu; yüzü belli belirsiz çillerle örtülüydü; kahverengi saçları dalgalı, göz kapakları şişkindi. Söylediği ya zorlukla anlaşılır, ya da hiç konuşmazdı. Orton’a düşen görevin Avrupa’ya kalkan ilk gemiye atlayıp, oğlu olduğu iddiasıyla Lady Tichborne’un beslediği umudu boşa çıkarmamak olduğuna karar verdi Bogle. Plan fazlasıyla dâhice idi. Basit bir paralellik kuralım. Düzenbazın teki 1914’te “Alman İmparatoruyum” diye ortaya çıkmayı kafasına koysa, hemen taklit edeceği özellikler; uçları yukarı dönmüş bıyık, zayıf bir kol, gri pelerin, çatık kaşlar, madalyonlarla süslenmiş göğüs, ve sivri miğfer olacaktır. Bogle ise daha kurnazdı. Ortaya, yüzü tıraşlı, askeri özelliklerden, göz kamaştırıcı süslerden yoksun ve sol kolu kuşku götürmeyecek derecede sağlıklı olan bir kayser çıkarırdı. Karşılaştırmamızı bir kenara bırakalım artık. Anlaşılacağı üzere, Bogle’ın ortaya çıkardığı Tichborne şekilsiz, kahverengi saçlı, yüzü aptallara özgü o sevecen sırıtışla aydınlanan, Fransızca konusunda düzeltilemeyecek kadar cahil biriydi. Bogle kayıplara karışan Roger Charles Tichborne’a tıpatıp benzeyen birini bulmanın tümüyle olanaksız olduğunu biliyordu. Ayrıca, ne kadar başarılı olursa olsun, benzerliklerin bazı kaçınılmaz farklılıkları iyice göze batıracağını da biliyordu. Bu yüzden, benzerliklerden uzak durmaya baktı Bogle. Bu denli bariz benzeşmezlikleri hiçbir düzenci atlayamayacağına göre, kalkışacakları tehlikeli girişimdeki akıl almaz kusurlar, olaya sahtekârlık karışmadığının kanıtı olacaktı. Zamanın çok önemli katkısını da unutmamak gerekirdi. Güney yarımkürede geçen on dört yıl ve kaderin tehlikeli oyunları bir adamı tümüyle değiştirebilirdi.

Başarılarının bir başka güvencesi de, Lady Tichborne’un hiç aksatmadan vermeyi sürdürdüğü çılgınca ilanlardı. Bu ilanlar, kadının, Roger Tichborne’un ölmediğine ilişkin ne denli sarsılmaz bir inanç beslediğini, onu görünce tanımaya ne denli hevesli olduğunu kanıtlıyordu.

Buluşma

Memnun etmeye her zaman hazır olan Tom Castro, Lady Tichborne’a bir mektup yolladı. Kimliğini kuşku götürmeyecek şekilde kanıtlamak için sol meme ucunun yanındaki iki et beninden ve acı da olsa, unutulamayacak bir çocukluk anısından —eşekarısı sürüsünün hücumuna uğradığı günden— söz etti. Mektup kısaydı ve Bogle’ın istekleri doğrultusunda, en ufak yazım kuralından yoksundu. Paris’teki otel odasının muhteşem yalnızlığında Lady mektubu sevinç gözyaşları arasında tekrar tekrar okudu, ve birkaç gün sonra oğlunun istediği anıları hatırladı.

16 Ocak 1867’de Roger Charles Tichborne sözü geçen otele vardı. Saygılı uşağı Ebenezer Bogle, onun önünden yürüyerek içeri girdi. Bu kış gününde güneş ışıl ışıl parlıyordu; Lady Tichborne’un yorgun gözleri yaşlarla buğulanmıştı. Zenci, perdeleri sonuna kadar açtı, içeri dolan ışık maske görevini gördü ve anne, mirasyedi oğlunu tanıdı, onu büyük bir şevkle kucakladı. Onu şimdi gerçekten bulduğuna göre, günlüğünü ve Brezilya’dan gönderdiği mektupları —on dört yıllık yalnızlığında onu ayakta tutan o değerli imgeleri— geri verebilirdi. Kadın bunları gururla oğluna uzattı. Bir çöpü bile eksik değildi.

Bogle kendi kendine gülümsedi. Roger Charles’ın uysal hayaletine can verebilecek yolu bulmuştu artık.

Jorge Luis Borges
Alçaklığın Evrensel Tarihi
Çeviren: Zeynep Çağlayan | Telos Yayıncılık

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz