Yazıncı-Aydın; Devrimci Öğretmen Sabahattin Ali – Rıfat Oymak

“Parazit aydınlarımız, bunlar balın üzerine üşüşen eşek anları gibidir. Bir araya geldiklerinde, konuşmakta adeta birbirleriyle yarışırlar. Başkasını değil ölülerle kendilerini överler. İçlerinden biri güzel bir söz söylerse, ötekiler niçin biz söylemedik diye üzülürler, gözlerini yere indirir, dudaklarını ısırırlar. Hem uşaklık etmek isterler hem de büyük adam gibi ün salmak isterler. Hiçbir zaman bir araya gelmezler. Böyle aydınların olup/olmaması pek kayıp sayılmaz. Görünmeye en az layık olduklarından saygısızca kendilerini gösterirler..”
L. Tolstoy

Doksan bir yıl önce dünyaya gözlerini açan, kırk bir yıllık biyo-sosyal; yirmi iki yıllık yazın yaşamı olan; bu dönem içerisinde, kültür, sanat ve politik tarihimize yüzün üzerinde öykü, yetmişten fazla şiir, terkib-i bend, Mesnevi, Şarkı, on altı edebiyat yazısı, kırkbir politik
makale, yirmi iki çeviri, üç roman katan; yapıtları ingilizce, Fransızca” Polonya Dili, Romence, Rusça, Sırpça, Slovakça, Çekçe ve Macarca’ya çevrilen, öğretmenlik, dramaturgluk yapan, özellikle öykücülükte gelenekselden gerçekliğe geçişi en bilinçli ve başarılı biçimde sağlayan, politik ve aydın kişiliği, evrensel düzeyde kültürel birikimi ile ülkemiz yoksul ve geri bıraktırılmış halklarının bağımsızlık, demokrasi, özgürlük tarihinde ve sanat yaşamında önemli bir yerde edinen ve rol oynayan “Fırtına Gibi Gelip, Bir Yıldız Gibi Kayan” günümüzde bile bu özellikleri ile aşılamayan “Aydınlık Bir Baş” güçlü bir kalem olan Sabahattin Ali; inadına yaşıyor.

Gelişen Batı kapitalizminin etkisiyle başlayan Osmanlı ekonomisinin sömürgeleşmesi, azınlıklardan oluşan işbirlikçi burjuvazinin oluşumu, 1839 Gülhane Hattı Hümayunu, 1856 Islahat Fermanı, 1881 Genel Borçlar (Duyun-ü Umumiye) yönetiminin kurulması, Osmanlı Devletinin askeri gücü -nün zayıflaması, imparatorluk içindeki çeşitli halkların ulusal bağımsızlıklarını kazanması, 1908 Meşrutiyet ve İttihat Terakki iktidarı…

25 ŞUBAT 1907 Bulgaristan’da Gümülcine sancağına bağlı, Ardino (Eğridere)’da Sabahattin Ali, doğdu.

“(…) Biz demişiz ki: Bu memleketin bağımsızlığı her şeyden üstündür, Milletin oluk gibi kan akıtarak kazandığı bu bağımsızlığı, siyasi oyunlara alet edip elden kaçırmayalım. Sömürücü devletlerin elinde oyuncak olmayalım.”
Cevap vermişler: Ham satılmış, Bolşevik ajanı!!… (…)* Biz demişiz ki: Halkın selametini sağlamakla görevlendirilmiş olanların siyaset oyunlarına katılmaya, halka zulmetmeye, onu dövme ye hakları yoktur. Bunun önüne geçilsin, Cevap vermişler: “Bozguncu, devlet düşmanı, anarşist”

1. Paylaşım Savaşı başladığında Sabahattin Ali, ilkokul 1. sınıfa, savaş sonlarında Balıkesir
Öğretmen Okulu 2. sınıfa kadar geldi, ilk öyküsü “Horoz Ahmet’i yazdı. Okulu bitirdi ve Yozgat’a öğretmen olarak gitti. Aynı yıl (1926)yitirdiği babası için yazdığı şiir, “GÜNEŞ” dergisinde yayımlandı. Dönemin diğer dergilerine; (Servet-i Fünun, Akbaba, Hayat, Meşale, Irmak) şiir ve öyküler yazdı.
ilk kez aşık oldu.
Sabahattin Ali hakkında yazılan anı, inceleme ve araştırmalara göre; Almanya’da geçen iki yıllık sürede Rus ve Alman yazınını yakından tanıma olanağı bulmuş felsefi/politik/ekonomik birçok yapıtı ve Marksist kuramcı önderlerin önemli yapıtlarını Almanca asıllarından incelemiştir. Almanya dönüşü Nazım Hikmet’in düzeltmen ve sekreter olarak çalıştığı “Resimli Ay” dergisini seçmesi bir bilinç yenilenmesi ve bir tutumun ürünüdür.
1931 yılında Aydın Erkek Sanat Okulu öğrencilerinin dolaplarında, Türkiye Komünist Partisi’nin “Kızıl İstanbul” adlı gazetenin bulunması ve Sabahattin Ali’nin kimi öğrenciler tarafından ihbar edilmesi sonucu; birkaç öğretmen, öğrenci ve işçi ile birlikte tutuklanır. Üç ay tutuklu kaldıktan sonra aklanır, tekrar öğretmenliğe döner (Konya Lisesi) Bu arada şiir ve öykü yazmayı sürdürür, ayrıca çeviriler yapmaya da başlar. Bunlardan bazıları; Fritz Stemberg’in “Marksizm ve ihtibas, Marks ve Freud” inceleme çevirisi, Yefim Sosulya’nın “Bir İdealist ve Beşeriyet” hikayesi (1931-1932)
Almanya’da yazdığı, Sivaslı bir Bektaşi hareketiyle ilgili, ancak yayımlanmayan, bir dostluk toplantısında okunan bir şiiri yüzünden bir yıl hüküm giyer. Karşı emperyalist/ulusal karakteri hızla kaybolan ve berrak olmayan bir süreç izleyen Ulusal Kurtuluş Hareketi ekonomik, toplumsal / sınıfsal yapının iç dinamiğinin yetersizliği yüzünden, çağa damgasını vuran ilerici ulusal burjuvazisini yaratamamış, devrimini gerçekleştirememiş, ulusal kaynaklı bir kapitalizm yaratamamıştı. Sonuç: Osmanlı imparatorluğu’nun özgül yapısından gelen tarihsel/toplumsal geç kalmışlığın yarattığı kaos; devrimini, alt-üst yapısını gerçekleştiremeyen görgüsüz, tutucu, sülük, çarpık, renksiz bir sınıf (!) ülkeye egemen olmuştu. Ekonomisini, kültürünü, dilini, sanatını ve felsefesini (Aydınlanma felsefesi: Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) yarata mayan bu sınıf (!) ülkeyi geri kalmışlıktan kurtaramadı. II. Paylaşım Savaşı başlamıştı. Türkiye savaşa girmemesine ve karşın, ekonomik sosyal alanda çok ağır koşullardan geçmişti. Dönemin faşizan idari yapısı nefes aldırmıyordu. Sol partiler kapatılmış, yayınlar durdurulmuş, yazarlar cezaevine konulmuştu.
Sabahattin Ali (1937-1938) yazın ve düşün dünyasını sağlam gözlem ve kavrayış gücüyle, düzenli ve hızlı biçimde geliştirdi. Doğa, dünya ve toplum/insan üçlemiyle nerede, nasıl durması gerektiğini saptamış; Lengyel’in söylemiyle “ilerici gerçeği değil, taraflı görüşü değil, tam mükemmel ve eksiksiz görüşü” olmasına özen gösteri -yordu. “Gerçek, ilericilikte değildir, Gerçeğin kendisi ilericidir… ” kavrayışı ile dönemin kimi ilericilerince bile yeteri düzeyde kavranılmıyordu. 1934’te “Dağlar ve Rüzgar” (şiir), bir yıl sonra “Değirmen”ve ardından 1936’da “Kağnı”adlı öykü kitapları yayımlandı. İki yıl askerlikten sonra “Ses” adlı öykü kitabı ve “Kuyucaklı Yusuf” adlı romanı kitaplaştı.
1935 yılında evlendi.
Sabahattin Ali, 1946 yılında Aziz Nesin, Rıfat İlgaz ve Mim Uykusuz ile birlikte “Marko Paşa” adlı dergiyi çıkarırlar. “Marko Paşa” dönemin en çok satan (60.000) toplumcu-politik mizah dergisidir. Yayın yaşamı uzun sürmez. Dördüncü sayısında, Aziz Nesin’in imzasız olarak yazdığı “Topunuzun Köküne Kibrit Suyu” başlıklı yazısı nedeniyle sıkıyönetimce toplatılır. Derginin sahibi ve sorumlusu Sabahattin Âli tutuklanır. 17 gün sonra salıverilir. Sabahattin Ali, inatla, kapatılan dergilen art arda, Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Mazlum Paşa, Yedi Sekiz Hasan Paşa, Ali Baba, Geveze adlarıyla çıkarır ve yazar. Baskılar, yargılanmalar, tutuklanmalar, üst üste açılan davalar…
1948de “Sırça Köşk”ü yazdı ve kitap olarak yayımladı. Aynı yıl Bakanlar Kurulu kararıyla kitap toplatıldı. Mehmet Ali Aybar’ın çıkardığı ve yazdığı “Zincirli Hürriyet’te yazmaya başladı. Adı ge- çen gazetede, 5 Şubat 1948’de yazdığı “Asıl Büyük Tehlike Bu İktidarın Devamıdır” başlıklı yazısından dolayı kovuşturmaya uğradı. Başka bir davadan hüküm de kesinleşince, cezaevine kondu.Cezaevinden çıktığında, işsizdi, sıkıntılıydı.
Yazılarını yayımlayabileceği yayın organı bulanıyordu. Bir taraftan yurt dışına gitmeyi, diğer yandan kafasında taslaklarını hazırladığı “Ankara” adlı bir roman yazmayı planlıyordu. Öfkeliydi. “Bu eser Ankara’nın yaman bir eleştirisi olacak” diyordu. Ne var ki yazamıyordu; baskı korkunçtu, polis izliyor, sağ basın sürekli saldırıyordu. Yazabileceği doğru dürüst bir mekan bile bulamıyordu. Ekonomik sorunlar mutlak bir çözüme zorluyordu Sabahattin Ali’yi.

1946-48 yılları, sınıfsal/grupsal bileşiminde halk yığınlarından yana olmayan Sol’a düşman bir iktidarın(CHP) karşısında, yine halktan yana olmayan, Sol’a düşman bir muhalefet (DP) arasındaki sürtüşmeyle devam ediyordu. Her iki anlayış sol muhalefete karşı ortak tavır alıyorlardı. Sabahattin Ali, düşün ve yazın alanında savaşkan kişiliği ile her iki taraf için tehlikeliydi ve onların korkusuydu. O, dişli bir düşmandı artık.
“Ortaya çıkaramadı, “ANKARA” adlı yaptım Engellendi.
(…)
Göklerde Kartal gibiydim
Kanatlarımdan vuruldum;
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kurudum.”
(… ) (Hapishane Türküleri II. S.Ali)
Vahşi güçlerin alçakça provokasyonu sonucu 2 Nisan 1948’de katledildi. Ölü bedeni 16 HAZİRAN 1948 günü Kırklareli’nin Üsküp Nahiyesi halkından Çoban Şükrü tarafından bulundu.
Ülkemizin uzak ve yakın tarihi bu tür -katili bilinmeyen- (!) politik cinayetler konusunda oldukça zengindir.
Sabahattin Ali, nerede, nasıl, kimler tarafından öldürüldü sorularına, ülkemiz yazar, araştırmacı, bilim adamları kimi görüş, inceleme/araştırma ve yorumları ile yanıt vermeye çalışmışlardır. Bunlar arasında gerçeğe en yakın iki yargı vardır. Birincisi olayın kılgısına ilişkin, ikincisi ise kuramına ilişkindir. Kılgısına ilişkin olan, Rasih Nuri lleri’ye aittir.

R. Nuri 12 Mart 1971 döneminde Selimiye Askeri cezaevinde yatan yüksek rütbeli bir kurmay subay bay Talat Turhan’dan Sabahattin Ali’nin Emniyet’te öldüğünü duyuyor. Sabahattin Ali yurtdışına kaçışı ile ilgili gizli iletişimi de zaten R. Nuri ile yapacaktı. (bkzABezirci s.71-78) 13/14 Mart 1978’de yayımladığı iki yazıda konuyu enine boyuna irdeliyor.

Vardığı sonuçlar özetle şunlar:
Elimizdeki belirtilere göre, sınırı geçtiğini sandığı bir, anda Milli Emniyet tarafından yakalandı. Kırklareli. Emniyet Müdürlüğünde sorgusu sırasında işkence edilirken öldü, konuşmadan öldürüldü. Mart 1948’in son günleri ile Nisan 1948in ilk haftası arasında vukuu bulan bu cinayeti kendisi ile birlikte kaçmak isteyen iki kişiyi yakalayabilmek için gizlendi, cesedi sınır civarında bırakıldı, çürüdü ve orada köylüler tarafından bulundu. Kendisi ile kaçacak iki kişi yakalanamayınca Sabahattin’i yakalatan Milli Emniyet ajanı Ali Ertekin bu kez katil rolünü üstlendi, bu sıfatla kendisini yakalattı ve sınırda ulusal duyguları galeyana geldiği için öldürdüğünü söyledi (1)
Bu dev aydın /yazarımızın sinsice katledilmesini, Nazım Hikmet ise toplumsal/ ku ramsal bir açıdan yorumluyor:
(…) “Ben elbette, bizim polis hafiyelerinden, komiserlerinden, müdürlerinden, bizim içişleri bakanlarından zekiyim, akıllıyım derdi. Sabahattin Ali, elbette onlardan zekiydi, akıllıydı. Ama onlar örgütlüydüler. Oysa ki, Sabahattin hiçbir örgüte bağlı değildi. (…) Parti üyesi olsaydı, bu onun cezaevlerine girmesini veya katledilmesini belki yine de önleyemezdi ama, o kahrolası faşist provakosyona o kadar kolayca düşmezdi.(2)

SANATSAL YAŞAMI
Sanatını yaşamın hizmetine sunan, yaşam ve sanat eytişim-selliğini ürünlerinde, yazı, konuşma ve yaşamında çelişkisiz yansıtan Sabahattin Ali görüşlerini şöyle dile getirir. “Benim kanımca sanat insana insanı ve yaşamı ve bunların anlamını öğretmekle görevlidir. Ancak bu yolla geniş bir kitlede çok insanı olmak, daha iyii bir yaşama varmak istekleri belirir. Bizim gelecekteki edebiyatımızı bu amaçlara varmak için yollar gösterecek kadar yükselmiş, yani yeni bir çağ açacak olan büyük dehalar yetiştirmiş olursa, o zam’an biz de dünyanın yazın orkestrası içinde yerimizi almış oluruz.
Bütün bu insanlığı ve evreni içine alacağı yerde kendi cılız ve kör benliğine saplanan bir edebiyatın, bence psikopatoloji araştırma-incelemesine konu olmaktan başka bir niteliği yoktur.
Sanat bütün ayrıntılarıyla yaşamı içermeli, insanda yaşamak, insan gibi yaşamak isteğini hatta gereksinimini uyandırmalıdır. Özetle sanat amaç değil, araçtır. Amaç Yaşamdır.”
Sanatın sosyal bir uğraş olduğunu ya da sosyal bir işlevi olduğuna ilişkin olarak da şunları söyler:
“Sanatçının zaten bir tek görevi vardır; yapıt yaratarak çeşitli biçimlerde yayımlamak, anlatmak istediği şeyleri değişik kalıplara koyarak diğer insanlara uzatmak. Bu da bütünüyle sosyal bir iştir.”
Bireyciliği eleştiren, toplumculuğu savunan Sabahattin Ali; “Bireycilikten olanaklı olduğu kadar yaşama, yöreye dönmek, çevreden yöreden birçok şeyler almak ve birçok şeyler vererek yazmak gerekli”‘. ‘
Sanatsal uğraşları burjuva kültürü çerçevesine sokan, onu kimi zaman üçüncü, dördüncü dereceden toplumsal bir uğraş olarak gören anlayışlara şu öneriyi getirir: “Bilim gibi, güzel sanatlar gibi kültür varlıklarımda yalnız belirli bazı sınıfların yararlanabildikleri birer lüks olmaktan kurtarıp bütün ulusun malı haline getirmek
gerekir.(5)
Günümüzde, eleştirilere uğrayan, sanatsal bağlamda ele alınmayan toplumcu gerçekçi sanat anlayışı hakkında şunları söyler: “Halkçı bir edebiyatın gerçekçi olabileceğini açıklamaya gerek göstermeyecek kadar açık bir gerçektir. Halk genel olarak gerçekçi olduğu bozma ve değiştirmeden hoşlanmadığı için gerçekleri amaçlı veya amaçsız bilinçli veya bilinçsiz değiştiren yazarlardan da pek hoşlanmaz.
Yalnız bu gerçekçilik (realizm), naturalizme (doğalcılık) pek benzeyen diğer gerçekçilikle karıştırılmamalıdır. Gerçekçi olacağım diye yaşamda olgu/olay halinde var olan romantizmi (duygusal-çoşkuculuk) yadsımak saflık olur. Zaten bu ” izm’lerden pek bir şey anlamam. Benim için yalnızca yaşam ve insan vardır. (… ) Sanatçı/yazar realist mi? Şöyle mi, böyle mi diye araştıracağımıza, namuslu mu yoksa yalancı ve tahsifçi mi? diye sormalıyız. Gerçek realizm samimi olarak, yalan söylememektir.(3)

KİŞİLİĞİ

Sabahattin Ali hakkında yazılan inceleme, araştırma, anı ve eleştirilerden, kendisinin sanat, edebiyat, insan, doğa ve topluma ilişkin görüşlerinden ve yayımlanan ürünlerinden çıkan sonuç: Siyasal, yazınsal ve bireysel yaşamında tutarlı bir bütünlük oluşturmuş. Bu bütünlük ile bürokratik/baskıcı/geri yapılanmalara karşı yaşamın her alanında uğraş vermiş; bu uğraşısını sınıfsal bir temele oturtarak, yazın yaşamında da sürdürmeyi başarmış kusursuz bir aydındır. Yaşama tutkun, cesur ve özgürlüğü derinliğine seven, gözlem gücü güçlü, kuralları değil, insanı ciddiye alan bir insandır.
Ancak değerlendirmeler içerisinde Sabahattin Ali için kuşku ile bakılacak olsa bile, özleri gereği doğru savlar taşıyan kimi görüşler vardır.

“(… ) Evet cephede alnına isabet almak başka şey, bir alay kurdun arasına düşüp, onları oyalıyorum aldanışı içinde canından olmak başka şey. Sabahattin Ali yazık ki biraz da kendi oyunuyla tuzağa düşmüş ve kanlı sonuna yürümüş bir kişi. Hafife aldığı kişiler birer talimli kurttu, hem de beylik kurt. (… ) Sosyal savaş alanı, biroyunalanı değil.(… ) Fikir savaşında, adam adama kuralı geçerli değildir. Bunun aksini düşünenlerin acı maceralarıyla dolu tarih. Bir adam ateş olsa cürmü kadar yer yakabilir fikir savaşında. Eğer kocaman bir aferin, tantanalı bir şöhret peşinde koşmuyorsa ve gerçekten toplumun dertleriyle ilgiliyse, kesinlikle bir sınıfı ve onun partisini tutmak zorundadır.(… ) Ferdi cesaret ve kuvvet, hiç bir zaman kollektif cesaretten üstün olamaz ve bunun tartışılması bile saçmadır. (… ) Şimdi parlak bir yazar düşünelim, o kendini hiç bir kayıtla bağlı saymıyor. Tek başına düşünüyor, yazıyor, çiziyor, hakim sınıfların da şüphelerini davet ediyor bu arada, şimşekleri üstüne çekiyor. Ateş parçası gibi bir şey bu, ele avuca sığmıyor, acaba nerelere sıçrayacak ve hangi çıkarları yakacak, kül edecek? Kitlelerin uyanmasından şiddetli gocunanlar, olanca güçleriyle onu kordon altına almak isteyeceklerdir tabii.”

Bu yazar, aşırı da kurnaz bir kişidir zeki olduğu kadar. Ama haramiler takımını da yabana atmamak gerek ayak oyunlarında. (4)
Kerim Korcan, yukarıdaki görüşleri ile değerlendiriyor Sabahattin Ali’yi. Rasih Nuri ileri ise farklı bir bakışa sahip Sabahattin Ali ve onun politik bağına ilişkin: “Sabahattin’de üç yön görebiliyoruz. Bir şairlik yönü var. Hikayecilik-romancılık yönü var. Bir de ne yazık ki üzerinde fazla durulmayan ” Siyasi Yazarlık” yönü vardır. Zincirli Hürriyet, Marko Paşa, Gün ve diğer yerlerdeki yazıları ile Sabahattin siyasal yönden önemli bir yazarımızdır. (…) Zaten yaptığı (siyasal) mücadelenin sertleşmesi nedeniyle ölümüne kadar gidilmiştir. Bu noktayı vurgulamak gereklidir. Şimdi bir defa Sabahattin Ali’nin çok derin bir Marksist-Leninist kültürü vardı. Ayrıca son derece derin bir Osmanlı kültürü vardı., Türk Edebiyatını, Türk dilini en iyi bilen adamdı. Almancâ’yı ve Alman Edebiyatını çok iyi bilirdi. (… ) O dönemde pek güvenilir bir adam değilmiş gibi bir tutum vardı Sabahattin Ali’ye karşı. Bu nereden geliyordu. Sebebi çok açık. O sıra da kötü bir particilik zihniyeti vardı ki, o zihniyet bugün, hele 12 Mart’tan sonra daha da keskin bir şekle gelmiştir. Her insanın dar anlamda bir parti insanı olması isteniyordu. (…) Fakat Sabahattin çapında bir sanatkarın parti militanı olmasını talep etmek; pek ağır, pek insafsızlık olur. Kendisini sol mücadeleye sonuna kadar adamış bir kişi idi ve bu uğurda öldü. (5)

ÖYKÜ VE ROMANLARI
“Sabahattin Ali Türk Edebiyatında ilk olarak, ••halkı onun alelade bir seyircisi gibi değil, ona bağlı bir muharrir sıfatıyla anlatmıştır. (Nazım H.R.)
Öykülerinde genel olarak işlediği konular; köy, işçi, aşk, ceza evi, aydınlar, bürokratlar ve kadınlardır.
İlk küçük Öykülerinde (19-22 yaş arasında yazdığı) romantizm egemendir. Aşklar katıksız, doğa betimlemeleri zengin, anlatım imge ve gizemlerle süslü ve duyguludur. Zaman zaman romantizmin olağanüstülüğü bile anlatıma girmiştir. 192829 yılları arasında Almanya’da bulunuşu ve Alman romantiklerini yakından ve aslından tanıması önemli rol oynamıştır.
Öyküleri dikkatli biçimde ve yazılış yayımlamış sırasına göre incelendiğinde görülecektir ki, Sabahattin Ali, Romantizm, Gözlemci Gerçekçilik, Eleştirel Gerçekçilik ve Toplumsal Gerçekçilik aşamalarını iç içe aşarak yol almıştır.
Halkın bireysel, toplumsal, siyasal yaşantılarına, gerçeklerine ve sorunlarına sanatsal değerlerine bilinçli bir ilgi duyan Sabahattin Ali, sağlıklı, kalıcı ve güzel duyusal besin kaynağını bu kültürün birikimi ile evrimsel birikim üzerine oturtmuştur. Ürünleri gösteriyor ki, o salt hak edebiyatının dil, düşünce ve yapı derinliğini kavramakla kalmamış, onu yaratanları tarihsel, toplumsal ve ekonomik ilişkileri içinde gözlemlemiş, tanımış ve dönüştürme amacıyla da ürünlerini, gidicideki, hak kültüründeki, kalıcıyı yakalayarak, çağdaş öğeler ve eytişimsel bir onlayışla geri vermeye çalışmıştır. Bu çabalarını önceki sayfalarda özetle söz ettiğimiz, ileride örnekler vereceğimiz politik makaleleri ile de desteklemiştir. Bir yazın aydınından da beklenen bundan ötesi olmasa gerek.
Halk kültürü içinde, önemli bir yeri olan Halk edebiyatının en önemli öğesi kuşkusuz “dil” dir. Sabahattin Ali, yazınsal alanda beslendiği ve dönüştürmeye çabaladığı halk ürünlerinin güçlenip, güzel duyusal derinliğe ulaşmasının da buna bağlı olduğunu kavramıştı. Halk dilinin tekil insan yaşamının ulaşamayacağı bir tarihsel süreçte ulaştığı tadı, sıcaklığı, anlaşırlığı, açıklığı, diriliği, kıvraklık ve yaratıcılığı başka herhangi bir yerde ve biçimde bulamayacağının, bulsa bile bununla yaygın bir alana ulaşamayacağının, kalıcı ve dönüştürücü hiç bir şey yaratamayacağının bilincine varmıştır. Dedem Korkutları, Yunus Emreleri, Pir Sultan Abdalları, Nasrettin Hocaları, Dadaloğluları Karacaoğlanları, Aşık Garipleri yaşattığı ve yaydığı gibi kendisini de yaşatacağından bu nedenle kuşkusu yoktu.
Öykülerinin bir bölümü; “Bir Orman Hikayesi”. “Kızlar”, “Candarma Bekir”, ” Bir Firar”, “Kanal”, “Kağnı”, ” Değirmen”, “Kamyon”, “Ayran”, “Sulfata”, gibi öykülerinde, geleneksel halk hikayelerindeki, iyi-kötü, yoksul-varsıl, dağlı-ovalı, kentli-köylü, devlet-halk, namus, mahpus jandarma gibi konular işlenmiştir. Bu işlenişte, halk bireylerinin günlük yaşamları, sıkıntıları, acılan, sevinçleri, yetenek ve bilgileri, yaşama bakışları, korkuları, cesaretleri halk hikayelerinde olduğu gibi; çözemedikleri, canlarını yakan sorunları, önemli aşk, namus, yiğitlik ve ölüm olaylarını yansıtmıştır Sabahattin Ali. Daha önce kendi hayatlarını kendileri anlatan halk için, şimdi onların hayatlarını onlardaki iyi anlatım öğeleriyle Sabahattin Ali anlatmış, hikayelemiştir. Anlatımlar yalın, dil oldukça temiz bir halk türkçe’sidir. En önemlisi de bir halk gerçekçiliği vardır. Öykülerinde halkını sevmesine, acı ve sevinçli durumlarına karşı duygusal tepkiler göstermesine karşın, ürünlerinde bunları yansıtmamış, bir halk sabrı ve gerçekçiliği ile nesnel davranmış, olayları ve kişileri bütün acımasız gerçeklikleri ile vermiştir.
Özellikle “Bir Orman Hikayesi ve Bir Gemici Hikayesi”, eleştirel/toplumcu yazına yönelişin ilk ve güzel örnekleridir. 1935’den sonra yazdığı öykülerde (özellikle Kağnı, Kafa Kağıdı, Sıcak Su, Duyman, Bir Skandal) doğa, toplum ve insanı hayranlık uyandıran eytişimsel bir denge ve ilişkide verir. İnsanı öyle derin bir gerçeklikle, öyle vurucu ve yalın bir dilde gösterir ki, okuyucu onlardaki acıyı, nefret ve kini, umarsızlığı ve umudu kendisininki lerle yoğurarak duyumsar. Kağnı öyküsündeki Ananın, öldürülen oğlunu kağnıya yükleyip götürmesindeki, sessiz , derin acının ve çare -sizliğin betimlenmesi, ancak bu denli sanatsal, bu denli boyutlu bir gerçekçilikle yapılabilir.
“Ses” adlı öykü kitabındaki öykülerle eleştiren gerçekçilikten toplumcu gerçekçiliğe net bir geçiş yapan Sabahattin Ali, “Yeni Dünya” ve “Sırça Köşk” adlı kitaplarındaki kimi öykülerde gözlemci gerçekçilik hala devam etmektedir (Selam, Sulfata gibi). Ancak anlatım, kurgu ve derinliğin doruklarındadır.
Öykülerinde geçen, yufka, ocak, saç, hükümet kapısı, sapan, kerpiç, öküz, yatır, eşek, ağa, kafa kağıdı, kağnı, ark, oyalı yazma vb. sözcükler ve “kırk has okka tuz” gibi deyimler halk hikayelerinde geçen birer yaşam içi sözcüklerdir.
Anlatımlardaki yalınlığa, halk söyleyişinin yoğunluğu da eklenince, hak edebiyatının bu güzel özelliklerini Sabahattin Ali’nin öykülerinde buluruz. Halk anlatımını önemli bir başka öğesi olan, mizah; (Yangın, Telefon Olsaydı, Bekar Kiracı öyküleri örnek olarak gösterilebilir) sözlü geleneğin özellikle toplumsal çelişkileri açıklamada başvurdukları önemli bir anlatı biçimi olarak Sabahattin Ali’de yerini bulmuştur. Mizah anlayışı, halk kültüründeki büyük bir benzerlikle, alay, yergi, taşlama gibi alt öğelerini de içermektedir.
Hasan boğuldu hikayesi, halk hikayelerine, konu anlatım ve öz bakımından en yakın hikayedir. Mehmet Kaplan, Hikaye Tahlilleri adlı yapıtında, bu hikayeyi değerlendirirken şöyle yazmıştır:

“Hasan boğuldu hikayesiyle yeniden bitmez tükenmez zenginliklerle dolu Anadolu’ya açılmış oluyoruz.Anadolu’da acı gerçekler, fakirlik ve ızdırap vardır, fakat onların yanı sıra.hatta onların içinde şiir,aşk ve yiğitlik de mevcuttur. Anadolu halk edebiyatının şaheserleri olan Kerem ile Aslı ve Köroğlu hikayelerinde de biz hayatın bu iki büyük kaynağını bulmaz mıyız? Fakat gerçeği farketmet için görmesini bilmek, onun güzelliğini dile getirmek içinse şair olmak icap eder. Sabahattin Ali bu iki meziyete de sahiptir. “Hasan boğuldu” onu bu ikimeziyetini ortaya koyduğu en güzel eserlerinden birisidir. (….) Hikaye içinde hikaye ve şiir, eski devir hikayelerini hatırlatır. Fakat burada anlatış tarzı, dil ve üslup eski hikayelerden çok farklıdır. Eski Türk hikayelerinde tabiat ve gerçek, bu kadar zengin ayrıntı ile anlatılamaz. (… ) Hacer’in naklettiği Emine’ye ait- aslında yazarın kaleminden çıkan- türkü de kafiye yapısı bakımından, halk türkülerine nazaran çok düzgündür. Bütün hikayede halkı ve halk kültürünü seven,onları sevgi ile benimseyen, fakat onlara kendine göre bir çekidüzen ve mana vermek isteyen bir aydının varlığını hissederiz.(…) (6)
Mehmet Kaplan’ın yukarıdaki değerlendirmesi, Sabahattin Ali’nin halk kültürüne bakışını, ürünlerindeki aydınca sentezini en iyi biçimde vermiştir. Bu değerlendirmeyi destekleyen Sabahattin Ali’nin kendi bakışını kendi sözleriyle aktararak bu bölümü sonluyorum.
“Halk edebiyatı halka varabilmek yollarını işaret edeceği için daha istifadelidir.Fakat bunu da olduğu gibi almak yanlıştır. Halk edebiyatının geri tarafları çoktur. Mahsûllerinin ekserisi din ve tasavvuf karanlığının, derebeylik zihniyetinin tesirleri ile dopdoludur. Bu materyali kullanacak olanlar ayıklamasını bilen insanlar
olmalıdır. (7)

ROMANLAR!
Sabahattin Ali yazın yaşamında üç roman yazmıştır. Dördüncüsü “Ankara” yi yazamadan öldürülmüştür. ilk romanı “Kuyucaklı Yusuf” bir kasaba romanıdır. Roman olaylarını ustaca geliştirmesi, ayrıntıları ve ayrıntılar arası ilişkileri zekice kullanması ve kurmuş, toplumsal, ekonomik, psikolojik gerçeklikleri roman tekniği ve toplumcu gerçekçilik yöntemi ve özgün anlatımı ile yapılaştırmıştır.
Psikolojik ayrıntılar, toplumsal nedenlerle bağlanmış, acı ve sevinçler, öfke ve nefretler sınıfsal farklılık ve insan öznesinin genel ve ortak özelliği gözardı edilmeden verilmiştir. Romanın odağında “Aşk” çevresinde kasaba ve kasaba insanları tüm farklılık ve benzerlikleri ile vardır. Olaylar, aşkın çevresinde örülmüştür. Aşk hep odakta kalmıştır, “İçimizdeki Şeytan” ikinci romanıdır, ilk olarak 1939 = yılında “Ulus” gazetesinde dizi halinde yayımlanmıştır. Bu romanda, Türkiye’de güçlenen ve ideolojik, pratik saldırılarını giderek artıran, ırkçı-turancı faşistlerin ideolog ve eylemci militanların ve onların tarihsel/toplumsal bağlamda bireysel iç yapılarını, ahlak,düşünce ve davranışlarını irdeler ve tanımlar. Bu roman “Kuyucaklı Yusuf” kadar olumlu değerlendirilmez. Eleştirmenler, yer yer gerçekliğin zedelendiğini, sürprizlere yer verildiğini, siyasal kaygılarla yapının zorlandığını belirtiyorlar. Romandaki akışın zaman zaman zorlandığı, yoğunluktan yoksun kalındığı görülmektedir. Ancak dil olarak, temiz ve yabancı sözcük sayısı oldukça azdır.
Üçüncü roman “Kürk Mantolu Madonna” psikolojik, toplumsal bir bildirisi olmayan, ama ruhsal çözümlemelerin derin ve güçlü yapıldığı, iki kişilik kahramanı olan bir romandır. Asım Bezirci, “eylemin çok geride kaldığı yalın ve sönük bir eser” değerlendirmesini yapıyor, Sabahattin Ali’yi ölümünün ellinci yılında saygıyla anıyor; insanlık kültür tarihinin ülkemizde yetiştirdiği bu değerli insan hakkındaki yazımı, güncelliğini çok yakıcı biçimde koruduğuna inandığım üç makalesinden kimi bölümleri aktararak bitiriyorum.
(…)*Biz demişiz ki: Bu memleketin bağımsızlığı her şeyden üstündür. Milletin oluk gibi kan akıtarak kazandığı bu bağımsızlığı, siyasi oyunlara alet edip elden kaçırmayalım. Sömürücü devletlerin elinde oyuncak Dünyaya karşı demokrasi gösterdiğimiz bir demokrat partimiz var. Amerikalılardan 150 milyon borç alacak kadar hüriyetimiz var. (… ) Herkes dilediği gibi düşünmekte, düşündüğünü söylemekte özgürdür diyen Başbakanımız var.
Evet bütün bu bol özgürlük numaraları, demokrasi varyetesi, muhalefet cambazlığı arasında, yazarları nezaret altına alınır, mahkemeye verilir, tehdit edilir.
Ey, bir cılız kalemden dile gelen gerçek… Sen devleri korkutacak kadar mı korkunçsun?”
(Markopaşa,21.sayı, 12 Mayıs 1947)

LANET OLSUN
“Kendi menfaatlerini milletlerin, menfaatinden üstün tutanlara, kendi hak edilmemiş ekmeklerini yiyebilmekte devam etmek için milletlerini kölelik zincirleri, cehalet karanlığı, korku uyuşukluğu içinde bırakmağa çabalayanlara lanet olsun.
Hiçbir fikre inanmadıkları için fikirlere, insanı insan eden duygulara yabancı oldukları için insanlık sevgisine, herhangi bir şey bilip öğrenemeyecek kadar beyinsiz ve tembel oldukları için bilgiye ve kitaba düşman olanlara lanet olsun.
(… ) Kendilerini sattıkları devletin sözde dostluğunu kendi milletine mazur gösterebilmek için yurtlarına kavi ve korkunç düşmanlar icat edenlere ve memleketlerini yakın tehlikelere sokmak istiyenlere lanet olsun…” (8) (Markopaşa, 14. Sayı, 10 Mart 1947)

1998
Rıfat OYMAK
Yazıncı-Aydın; Devrimci Öğretmen Sabahattin Ali

ALINTILAR
1.Bezirci, A, Sabahattin Ali, 1987. s.63
2. A.g.e,, s.170
3. A.g.e., s.167-172
4. Bayram.K., Sabahattin Ali Olayı, 1978. s.354
5. Bayram, A., 452
6. Kaplan, M., Hikaye Tahlilleri.1979s.141
7. Ali, f- Özkırımlı, A., Sabahattin Ali, s.277
8. Markopaşa Yazıları ve Ötekiler der.  Altınkaynak, H., Cem Yayınevi

YARARLANILAN KAYNAKLAR
1. Behramoğlu, A., Bilim,ve Sanat.1981 5.sayı, s.16
2. Naci, F., Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişim 1981 s.136
3. Cem, /., Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi.1989,10. Bası m
4. Kurdakul, Ş., Çağdaş Türk Edebiyatı. II. _1987.
5-SomyL 4 Mayıs 1984 ve 15 Nisan 1983
6. Sabahattin Ali Bütün Eserleri, Cem Yayınevi, 9 Kitap


Yorumlar

“Yazıncı-Aydın; Devrimci Öğretmen Sabahattin Ali – Rıfat Oymak” için 2 yanıt

  1. ekin,

    Düşünen ve Konuşan Kalemlerin O yıllardada Nezarete Alınmasının ÜZERİNDEN çok zaman geçmemişki(!!!!) hala İçeride yazarak düşünen, düşünerek yazan Kalemler Var…
    Sabahhatin Ali’ye Saygıyla…

  2. ekin,

    Ülkede DEĞİŞEN BİRŞEY YOK BU KONUDA…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir