Jenny! Gülerek sorarsın Neden şarkılarım “Jenny’ye”, Yalnız senin için yüreğim hızla çarparken Şarkılarım yalnız senin için ağlarken Yürekleri yalnızca senden esinlenirken Her hece söylerken yalnız senin adını Alırken her ses yalnız senden tınılarını Soluklarım Tanrıça’dan atmazken adımını. Çünkü sevgili adın öyle tatlı çınlıyor, Bana neler söylüyor onun uyacıkları, Dopdolu, çeşit çeşit sesler yankılanıyor, Uzaklarda titreşen Ruhlara gider sanki, Altın telli Sitern’in dalgalanan uyumu, Bilinmeyen, güpgüzel, tılsımlı birşey gibi. |
“İkiyüzlü ve kötü dünya bütün karakterleri ikiyüzlüce ve kötü algılıyor. unca karalayıcımdan ve yılan dilli düşmanımdan kim beni ikinci sınıf bir tiyatroda birinci aşık rolünü oynamaya içten eğilimli olmakla kınadı? Oysa gerçek budur. Alçakların mizah yeteneği olsaydı, ‘üretim ve değişim ilişkilerini’ bir yana ve beni senni ayaklarında öbür yana resmederlerdi… Ama onlar aptal alçaklardır ve aptal kalacaklardır, yüzyıllardan yüzyıllara…”[1]
Yürekten sevdiğim,
Sana gene yazıyorum çünkü yalnızım ve çünkü kafamın içinde seninle konuşurken senin bunu bilmiyor, ya da bana karşılık veremiyor olmana katlanamıyorum.
Kısa süreli ayrılıklar iyi oluyor, çünkü hep bir arada olununca her şey hiç ayırt edilemeyecek kadar birbirine benzemeye başlıyor. Yana yana durduklarında kuleler bile cüceleşirken, alelade ve ufak tefek şeyler yakından bakınca kocamanlaşır. Küçük tedirginlikler onlara yol açan nesneler göz önünden kaldırıldığında yok olabilir. Yan yanalık dolayısıyla sıradanlaşan tutkularsa mesafenin büyüsüyle yeniden büyüyüp doğal boyutlarına dönerler. Aşkım da öyle. Zamanın aşkımı tıpkı güneş ve yağmurun bitkileri büyüttüğü gibi büyütmüş olduğunu anlamam için senin bir an, sırf rüyada bile olsa, benden koparılman yetiyor. Senden ayrılır ayrılmaz sana olan aşkım bütün gerçekliğiyle kendini gösteriyor: O, ruhumun bütün enerjisiyle yüreğimin bütün kişiliğini bir araya getiren bir dev. Böylece yeniden insan olduğumu hissediyorum çünkü içim tutkuyla doluyor. Araştırma ve çağdaş eğitimin bizi kucağına attığı belirsizlikler ve bütün nesnel ve öznel izlenimlerimizde kusur bulmaya iten kuşkuculuk bizi küçük, zayıf ve mızmız kılıyor. Ama aşk -Feurbachvari insana aşk değil, metabolizmaya aşk değil, proletaryaya aşk değil- sevdiğine aşk, yani sana aşk, insanı yeniden insanlaştırıyor…
Dünyada çok dişi var, kimileri de çok güzel. Ama ben, her bir hattı, hatta her bir kırışığı bana hayatımın en büyük ve en tatlı anılarını hatırlatan bir yüzü bir daha nerede bulabilirim? Senin tatlı çehrende sonu gelmez acılarımı, yeri doldurulmaz kayıplarımı bile okuyabilir ve senin tatlı yüzünü öptüğümde acıyı öperim.
Hoşça kal canım. Seni ve çocukları binlerce kere öperim.
Senin, Karl
Londra’daki Jenny Marx’a mektup Manchester 21 Haziran, 1865
Seslendiren İsmail Kılıçarslan
Von Westphalen Baronunun kızı Jenny 1814’te Treves’te doğdu. Almanya’nın on iki bin nüfuslu, henüz sanayileşmemiş küçük bir kenti olan Treves, bağlarla çevrili. Roma kalıntılarıyla dolu, biri devrim ve ardından öteki de imparatorluk dönemleri olmak üzere onar yıllık iki dönem Fransız yönetiminin izlerini taşıyordu. Subay, memur ve zenginlerden oluşan kentin tüm saygın kişilerinin üyesi olduğu, bir tür klüp olan Gesellschalf Gazinosu çevresinde, toplumsal yaşam olabildiğince yoğundu. Jenny ile Karl’ın babaları da bu gazinonun üyesiydi. Baron Von Westphalen ile Heinrich Marx, aralarında çok iyi ilişkiler kurmuşlardı. Aydınlanma düşüncesinden derinden etkilenmiş ve Fransız ekinini içmiş bu iki insan, politikasından hep yakınarak da olsa, bağlı bulundukları Prusya Monarşisi karşısında aynı kapalı konumda yer almakta ve gazino etkinlikleri çerçevesinde, belli bir eleştirici düşünceyi paylaşmaktaydılar. Eşlerinin karşılıklı ilişkileri yüzeysel olmasına rağmen, çocuklar arasındaki dostluk çok iyiydi. Jenny ile Karl’ın ablası Sophie ve Karl ile, liseden okul arkadaşı olan Jenny’nin erkek kardeşi birbirlerinden hiç ayrılmıyorlardı.
O sıralarda on yedi yaşında olan Jenny, Treves salonlarının gözdesi, baloların kraliçesi ve garden partilerinin kadın kahramanıyken, genç Marx oniki-onüç yaşlarında, soruları ve zekasıyla çevresini büyülemekteydi. Ama hiç kimse Marx’ın Marx olacağını, onun sözünün dünyanın dört bir yanında yankılanacağını ve saygı nesnesi olacağını bilmemekteydi.
Dönemin bütün Alman gençliği gibi, Jenny de romantikti. Sturm und Drang, usçuluğa karşı bir tepki olarak doğmuş bu yazınsal hareket, etkilerini göstermiş; bütün Alman gençliği gibi, Jenny de, devrim düşüncesiyle eğlenmekteydi. Her yerde düşünce kaynamakta, tartışmalar, toplantılar birbirini izlemekteydi. 27 Mayıs 1832’de Hamboch’taki Palatinat’ta otuz bin Alman genci “Birlik! Özgürlük!” diye bağırarak gösteri yaptıklarında, Karl ve Jenny de bu dileğe yürekten katılırlar. O sıralarda Almanya, yüz otuz altı krallık, dükalık, prenslik, serbest kent ve başkenti Berlin’le en büyük parçayı oluşturan Prusya ile birlikte bir mozayikti.
1835 Eylülünde, babası Karl’ı hukuk öğrenmesi için üniversite kenti Bonn’a gönderdi. Jenny ve Karl Marx, çocukluklarından bu yana ilk kez ayrı kalacaklardı. Karl, ona hoşçakal deyip sarılmaya geldiğinde, kendisine mektup yazma sözü vermiş, ama bunu hiç tutmamıştı.
Karl kendisine çok güvenen on yedi yaşındaki bir oğlandan beklenebilecek bütün delilikleri Bonn’da yapmaktaydı. Ozanlar Derneği’nin üyesi olan ve taşkın bir lirizmle şiir yazmaya koyulan Karl, kendileriyle içki içtiği, şarkı söylediği ve geceler boyunca dövüştüğü öğrencilerin derneğine katılır. Kaşı yarılır, geceleyin gürültü yaptığı için bir günlük hücre hapsine çarptırılır. Tabancayla düello yapar, sakal bırakır; bir sakal ki artık onu hiç kesmeyecektir.
Karl 1836’nın Ağustos ayında, öğretim yılının sonunda Treves’e geri gelir. Küçük Karl, gür ve uzun kara saçları, çember sakalıyla, güçlü kuvvetli, on sekiz yaşında koca bir oğlan olmuştur. Jenny, yirmi iki yaşında, güzelliğinin olanca görkemi içindedir. İki genç uzun bir ayrılıktan sonra karşılaştıklarında, birbirlerine çarpılacak ve o gün, gizli bir nişanla noktalanacaktır.
Jenny, Karl’ı yeniden görünce, onun varlığının Treves’li bütün gençleri yavan ve anlamsız kıldığını kavramış ve tutkulu bir biçimde, onu eş olarak istemişti. Ne var ki Karl, Ekim ayında, bu kez Berlin Üniversitesini kazanmak üzere Treves’i terk ettiğinde Jenny, tasarılarından babasına daha hiç söz etmemişti. Bu genç insanların önünde yedi yıllık bir kumsal uzanmaktaydı; yedi yıl süren yarı gizli bir nişanlılık, dizginsiz bir romantizm, coşkun mektuplar, ertelenmiş arzu, doruk noktasına varmış duygusallık ikliminde yedi yıllık bir bekleyiş…
Karl, Jenny için, babası aracılığıyla kendisine gönderdiği elli yedi sone ve balad yazdı. Jenny’ye yağdırdığı, gönül sıcaklığıyla dolu bu şiirler, Marx’ın yayımlanmış, tam anlamıyla yazınsal nitelikli biricik yapıtlarıdır.
Bir şey daha diyeyim, çocuk sana:
Bir ayrılık şiiri, şarkılarımın sonu;
Son gümüş dalgalar çarpıp kabaran,
Müziğini Jenny’min soluklarına borçlu.
Uçurumdan aşar gibi çevik ve devleşerek
Koşar yaşamın tez ayaklı saatleri, koşar,
Çağlayanlar içinden, ormanlıklardan,
Son yetkinlik doruğuna sende varana kadar.
Cesaretle bürünmüş ateşten giysilere,
Gururla kalkmış yürek, değişmiş ışıkla,
Egemendir o şimdi, kurtulmuş bağlarından,
Alanlarda yürürüm sapsağlam adımlarla,
Parlak bakışlarında parçalarım acıyı,
Düşle şimşekçe uçarken
Yaşamak ağacına.
Meteliksiz bir devrimciyi koca olarak seçen Jenny’nin yoksulluk ve sürgün yılları boyunca çok hareketli bir aşk yaşamı oldu. Marx’a devrimci yaşamında ve yapıtını oluştururken en önemli desteği verdi.
Jenny ile Karl Marx otuz sekiz yıl evli kaldılar. Bu uzun süre, tam olarak bir gül bahçesi değildi. Ne var ki bu bir aşktı; cehennem acısını birlikte yaşadıkları büyük bir aşktı… [2]
1- Pierre Durand , Karl ile Jenny Marx ( Logos Yayınları )
2-Karl Marx’tan Jenny’ye Şiirler – Orhan Tüleylioğlu Milliyet Sanat, 15 Ocak 1999