2009 filmleri üzerine kavramsal yazılar | Bornova Bornova – Zahit Atam

İnan Temelkuran’ın Bornova Bornova filmi gerçek anlamıyla çok iyi bir senaryoya sahipti, aslında festivalde daha iyi bir senaryosu olan film seyretmedik. Yalın gerçekçi ve belirli tezlere sahip bir film olarak Bornova Bornova iki eksende tartışılabilir. Birincisi hangi sinemasal mirası almaktadır? Özgül olarak ise 12 Eylül üzerine bu kadar acı konuşan kaç filmimiz var?

Engels Ekonomi Politiğin Ana Hatları adlı mükemmel bir makalesinde kapitalizmi anlatır ve “kapitalizm yasallaşmış hilekârlıktır” sonucuna ulaşır. Makalenin bir yerinde pratikte işlerin böyle yürüdüğüne beni tanık olarak gösterebilirsiniz der. Bornova Bornova adlı film için ise bütün bunların tamamen gerçeklere uygun olduğuna dair Karagümrük’te büyümüş birisi olarak ben birinci elden tanık olabilirim. Hatta daha da önemlisi yaşamımın geçtiği üç farklı mekânda da bunların böyle olduğuna tanık oldum. Diğer iki yer Boğaziçi Üniversitesi ve İkitelli idi. İdeolojik-siyasal-felsefik ve estetik hiçbir angajmanın olmadığı bir ortamda, insan hayatı bir bir değerlerini yitirip gittikçe ‘id’den beslenen kabadayılığın değerlerini yücelten, yer yer aşırı erkeksi söylemi olan, hedonist karakterli ve yaşamı en ucuzundan yaşamaya çalışan son 10’ar yıllık üç dönem içinde Türkiye’nin giderek kültürel olarak nasıl çoraklaştığına tanık oldum. Denilebilir ki, 1980’lerde uyuşturucu kullanmak kötü ile özdeş olarak görülüyordu, ama hedonizm başat bir ideolojik tavır olarak ön plana çıkmıştı. Emeğin mücadelesini verenler işkencelerdeydi ya da zorunlu susma dönemini yaşıyorlardı, bu süreçte büyük mucit Özal’ın birebir müdahalesiyle yılbaşı Milli Piyango ikramiyesi ilk önce bir milyar liraya yükseltildiğinde büyük işbilirlik olarak basında karşılandı. Kenan Evren’in ahmakça konuşmaları ise gerçekten bir mizah konusuydu. Ardından gelenler onların seviyesini geçmediler, ortaya aşırı erkeksi ve saldırgan, ucuzcu ve şövenist bir söylem çıktı. Bunun ötesi “illegal” alanın başlangıç noktasıydı.
Bornova Bornova Fragman (+16)
[myspace]http://vids.myspace.com/index.cfm?fuseaction=vids.individual&videoid=63005955[/myspace]
Bu kesim için düzenin bir numaralı alternatifi olarak uyuşturucu hakikaten düzenin resmi olanının kapsayamadığı alan için bertaraf etme yöntemi olarak resmi ellerde bu ülkede pazarlanmaktaydı. Bu süreç bana hep Çin tarihinde önemli olan İngilizlerle Çinlilerin Afyon Savaşını hatırlatır. Ben kendi siyasi çalışmam içinde birebir biliyorum ki Ümraniye’de 1 Mayıs mahallesinde mahalle halkının açıkça karşı çıkmasına, solcuların direnmesine rağmen uyuşturucu resmi ellerden yayıldı. Daha önce sel baskınında yazdığım gibi İkitelli de aynı süreç yaşandı. Boğaziçi Üniversitesine gelince mezun olan arkadaşlarımdan hiç uyuşturucu denemeyen benim gibiler açık bir şekilde azınlıktadır. Bu sürecin içinde Üçüncü Sayfanın patlaması olağandır. Burjuva siyasetinin de bir üçüncü sayfa haberlerine dönüşmesi de kaçınılmazdır.
Eğer sinema tarihinde Bornova Bornova’nın öncüllerine bakarsak: birincisi özgündür ve gerçekten gerçekçidir, dahası gerçekçilikle acı konuşmayı bütünleştirecek denli önemli bir filmdir. İkinci olarak kolaycı bir yaklaşım Jim Jarmush’un Cennetten de Garip ve İçerdekiler adlı ilk iki filmini baz alır. Bornova Bornova onlar kadar kolaycı bir yapıya sığınmaz. Artistik finaller ve garip ritüellerden oluşmuyor. Yeni-Gerçekçi yapıyla tümden uyuşmuyor, atmosferi yaratmak için görüntüye ve ses bandına fazla müdahale edilmiş. Brezilya’nın Cinema Novo’suna göre bu film daha az yerel ve daha kentli bir yapıya sahip. Bornova Bornova bu açıdan yaklaşıldığında umut öğesi çıkarılmış bir Sürü-Düşman gibi bir film. Bu açıdan bakıldığında aşırı pesimist yapısıyla yoğun gerçekçilik ve yalın anlatımıyla, sanıyorum günümüzde bir hayli yaygın olan “biz nerede kaybettik” söylemiyle bütünleşiyor. Güney’in Paris’te film çalışanlarına söylediği “eğer devrim olmazsa, yarın öbür gün ya ölürsünüz ya da gangaster olursunuz” dediği gençlerin bugün nasıl yaşadıklarını anlatan gerçekçi bir film demek en doğrusu olacak. Filmde anlatılmayan ise, bütün bunlara birebir tanıklık ederek, gittikçe toplumumuzun çürümesine inat eden insanların hikâyesini ne zaman seyredeceğiz, onu hala göremedik. Ama 12 Eylül üzerine İnan konuşurken şunu düşündüm: gerçekten Türkiye’de film üretimi çok ciddi olarak artıyor, yönetmenler kendi adlarına konuşabiliyor ki birdenbire kendi tezlerimizin bir sanatçının ağzından söylendiğine tanıklık edebiliyoruz.
Filmi çözümlemekte yarar var.
İlk önce hikâyesinden başlayalım.
Bornova Bornova bir mezarlık ziyaretiyle başlıyor. Anne oğul ve mahalleden taksi sahibi bir ağabey var kadrajda. Mahalleden bir ağabeyin arabasıyla devam ediyorlar yola, semtlerine geliyorlar, ağabey öğütler veriyor. Yanlış adamlarla takılıyorsun diyor, işine bak diyor, seni severimi eklemeyi unutmuyor. Anne süreçlerden habersiz, oğul öğütleri kulak arkası ediyor, gençliğin hedefsizliği ve boşvermişliği içinde. Ağabey zaten işine bak, kimsenin derdi seni germesin, yanlış adamlara takılma, taksini sür, paranı al, benim hakkımı da unutma. Kalabalığın içinde kaybol kendine bak diyor. Ya da şöyle diyelim, etliye sütlüye karışma diyor.
Sonra mahalleye geçiyoruz. Bu kez mahalle de öğüt veren iki ağabeyle daha karşılaşıyoruz. Birisi Salih’tir, eğitimli bir aileden, normal koşullarda orta sınıf denilebilecek bir kesimden geliyor. Hayatı salmış, kendince hayatın kurallarına göre oynayan, uyuşturucu satan, “delikanlı/serseri” ya da hayatın içinde pisliğin içinde kaybolmuş birisidir. Hayatın kuralı diye yukarıda değindiğimiz bir koyup bin alma sanatı olarak ucuz çıkış yollarının adamıdır. Eğer iyi incelenirse tipik psikopat özellikleri gösterir. Boyundan büyük laflar eder, adice bir bencilliği vardır, her yeni durumda kimlik kartının belgeleri değişir, duruma göre söylem icat eder, havuç sopa arasında sık sık yer değiştirir, resmi tarihi de gayrı resmi tarihide kendince bilir, hepsini kullanır. Yaptığı şeyleri kendince rasyonalize eder, kendince bir kurgusu vardır. Bu tuhaf gelgitler içinde kaçınılmaz olarak o her şey hakkında konuşurken, özel alan, şahsi olan tanımazken kendince kalın çizilmiş özel alanları, dile getirilemez diye dayattığı bir sürü vakası vardır. Psikopatiye giden yol, her türlü kuralı bozarak kendi çıkarları için kullanma sanatında şekillenmiştir.
Bir başka karakterimiz ise, liseyi bitirene kadar başarılı bir öğrenci, sola bulaşmış bir karakter, felsefe okuyan bir şahıs. Ancak hiçbir şeyin değerini bilmiyor. Gerçek anlamda bir siniktir. Etliye sütlüye bulaşma cesareti olmayan, ağzı laf yapan, değerleri söze dökmek, ama yaşatmak için çaba göstermemek üzerine kurulu hayatın sinik kişisi. Felsefe okur, elinden zorlasa yazı yazmak gelir. Ama o cefaların değil kendince sefaların insanı olduğu için, uyumsuz bir tip olmanın konformizmiyle ve hiçbir şeyin değerini bilmemenin getirdiği hareket alanıyla, kafasında bir yanda ideal projeler öte yanda acayip işleri pratikte buluşturur. Yazı yazmakla geçinemeyince, düzenli işin mesaisine dayanamayınca, geçici çıkış yolunu bir porno dergisine hikâyeler yazmakta bulmuştur. İnternetten araştırır, oradan buradan fanteziler toplar, kafayı bulmak için alkol alır, onun devamında elbette uyuşturucu eksik olmaz. Gerçekliği yaşayan fantazmagorik dünyasında hayallerin büyük icraatçısıdır.
Filmimizin kadın figürünü 17’sinde bir liseli kız oluşturmaktadır. Düz lisede okur, alt orta sınıf mensubu bir ailenin kızıdır. Arkadaşlarla takılır, sevgilinin yeri özeldir, uyuşturucuyu dengeli kullanır, biraz yırtıktır arkadaşımız. Gençlik kafelerinde ortasınıfın çocuklarının olduğu mekanlarda kafe-kıraathane karışımı yerlerin değişmez özelliği olarak genç kızlarımız, bilardomuz eksik olmaz. Modern tipte yerler olarak kodlanır. Burası mahallenin altının üstünün görüştüğü, sınırlarının açık olduğu bir yerdir. Genç kızımız kendi genç kız arkadaşlarıyla buraya takılır, kendi delikanlıları da oradadır. Dilleri de bir değişiktir bunların. Türkçenin harfleri yetmez bunlara, telefon ya da internet harflerini kullanırlar. Özel alan algılayışları farklıdır. Ebeveynlerin bilmediği alanda öteki kimlikleriyle bulunurlar, okulda bir başka kimlik, kafede bir başka kimlik, arkadaş partilerinde bir başka kimlik. Bunun adı kimlik parçalanmasıdır. Muhabbetlerinin içerikleri ve üslubu da sürekli değişir bu insanların, olgunlaşmadan ve yeterince deneyim biriktirmeden kirlenmişlerdir kısacası. Hayata atılmadan hayatın kaybettiği insanlardır.
Bu tabloda yeterince verilmeyen ama tamamlayıcı bir yan karakter, genç kızımızın “sevgilisi” ya da takıldığı bir delikanlımız daha var. Kafede bilardo oynarken Salih’in karşısında ezik, ezikliği nedeniyle kızların yanında forsu sönen, genç kızımızın erkek arkadaşı ya da kendince gönül eğlendirdiği “üniversite okumaya aday Anadolu liseli” bir kardeşimiz. Kıza karşı fazla eksik kalınca, sokağın üslubunu yeterince benimseyemediği için “sözde aşırıya kaçınca”, kıvırma sanatında eksiklerinden dolayı sokağın ortasında hayalarına yediği dizle yere kapaklanır ve öykümüzden çıkar. Film buraya kadar mahalle tablosunun verildiği, karakterlerin sergilendiği, dramatik yapının kurulduğu, çatışma ekseninin oluşturulduğu bir yavaşlıkta verilir. Karakterler birbirleriyle ilişkilendirilir, bir sosyal doku oluşturulur.
Ardından film hızla ilerlemeye başlar ve gerilim ortaya çıkar, bıçak ortaya dökülür.
Ananın geleceksiz oğlu masumu oynar filmde: hikayenin birleştirici karakteridir, edilgindir, sürüklenir, sokağın dilini çok bilmez, ama masumda değildir aslında, sokağın tam ortasındaki yerini aramaktadır. Kıza tutkundur oğul, Salih’e göre o biçim kızdır, yani kendi uyuşturucu tezgahından geçmiştir. Araya erkeklik, namus, sevdiği için kan dökme, dökülen kanın tanığı ve geleceğin haraççısı ve kendince açıklanabilecek şekilde sokak ortasında bir “cinayet”, sonra ise filmin finalinde yeni bir döngü ortaya çıkar.
Bu tablonun önemi şuradan ortaya çıkıyor: bu tablo gerçekte vardır. Bu tablo en az bu rezillikte ülkemizde sayısız kere çiziliyor. İstanbul, Ankara, İzmir ya da başka yerlerde. Geleceksiz kuşağın ortaya çıkması için ilk önce insanların gelecekleri hakkında konuşmasını ve eylemesini yasaklamak gerekiyordu, bir anlamda 12 Eylül’ün temel hedefi buydu. Dolayısıyla idealsiz ve tutunamayan insanlarımız için geniş bir Üçüncü Sayfa açıldı ülkemizde, bu sayfada delikanlılığın kurallarından psikopatların sokak başlarını tutmasına kadar bir dizi değişken yer aldı. Siniklerin hayatı istisnai olmaktan çıkıp çoğunluğa dönüştü. Sokakta kaybolan insanların ise arasında şiddet, erkeksi söylem, emeği küçük gören yaklaşım, bir koyup bin alma tutkusu, uyuşturucu, fuhuş, yalan dolan, alternatif olarak imanlı gençlik söylemi öne çıktı, şövenist söylem bu tablonun ürünüdür.
Bu anlamda film “Hani benim umudum nerde?” diyen bir çığlıktır. Deyim yerindeyse bir kaybolmuş kuşağın içeriden analizine dayanır.
Bakın anlaşılması gereken birçok mesele var: Bornova Bornova filmi yapısı itibariyle Türkiye’de yapılan pek çok filmden ayrıksı bir yere sahiptir. Bu nedenle örneğin filmi seyreden bir gencin bu filmin 12 Eylülle ne ilgisi var diye düşünebilir, sorabilir. Ya da filmin içinde uyuşturucuyu dengeli kullanırsan bir bok olmaz diyen diyalog seyircilerin bir bölümünün yaptığı uyuşturucu övgüsü hissini doğurabilir.
Film kendi dili içinde anlattığı insanların dünyalarını, onların dünyayı görüşlerini, kendi dar dünyalarında düşünüş şekillerini, hayatlarının sınırlarını ve ufuklarının çeperlerini çok iyi gösteriyor. Filmin önemi tam da buradan kaynaklanıyor. Bir yandan bu film neredeyse bir alt kültür inşası gibi duruyor, öte yandan bu altkültürün burayla sınırlı olmadığını, bir kuşağın genel denklemlerinden birisi olduğunu biliyoruz. Öte yandan alt-kültürün incelenmesi bu kuşağın bir tarihsel dönemin ürünü olduğunu da düşündürüyor. Çünkü biliyoruz ki, bu kuşağın eylemsizliğinin ardında gerçekliğe dair tasarımsızlığın, hayata dair hedefsizliğin, insan ilişkilerinde bir kaybolmuşluğun verdiği tükenmişliğin… izlerini taşıyorlar.
Bu anlamda Bornova Bornova’nın bir tür 12 Eylül’ün yıkıntıları içinde kaybedenlerin bir tablosunu yaptığını bile düşünebiliriz. Estetik söylemi, yalınlığı, ele aldığı insanları anlatma biçimi, o insanların dilinden yazılmış diyalogları, onların ufuklarını net olarak gösterebilmesi, bir toplumsal doku inşa edebilmesiyle bugüne kadar şu ya da bu dolayımla 12 Eylülü anlatmaya çalışan tüm filmlerden farklı ve aynı zamanda 12 Eylülü yetkin bir şekilde tanımlayabilen bir yapıya sahip olduğunu düşünebiliriz. Dolayısıyla aldığı tüm ödülleri hak etmiştir, dahası belki de bazı ödülleri tek başına alması gerekiyordu.

“Zahit Atam’ın kavramsal düzeyde filmler arasında gezinmek” başlıklı 2009 filmleri üzerine yazılar devam edecek…

<< Altın Portakal Film Festivalinde İnan Temelkuran’la yapılmış söyleşiyi oku

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz