Pratik ve Teorik İhtiyaçların Başkalaştırıp Sağlamlaştırdığı Tanrı Fikri – Dr. Hikmet Kıvılcımlı

Hiç düşündük mü? Aşiret insanlarından kalma ve İslam düşüncesine girmiş ” Batıl inanış” “Hurafe” dediğimiz düşünce ve davranışlar aklımıza ters düştüğü için onları terketmek- hayatımızdan kovmak hemen hepimize doğal gelmiştir. Hatta Kur’anda da yer alabilmiş melek-cin-şeytan gibi düşünceler bile çoğu müslümana gerçekçi gelmediği için kabul edilmez, veya kabul edilse bile onlar pek ağıza alınmaz; tartışmalarımıza sokulmaz; her müslüman müslümanlığı ölçüsünde bu konunun üzerine gitmemeyi (sansür) etmeyi yeğler. Çünkü görünmeyen ama bir ruh gibi içimize girip çıkan bu tür varlıklar insan aklına gerçekçi gelmez. Fakat bir türlü de izahı yapılmadığı için ikna edici tartışmalarla bunlar akıllardan kovulamaz.
Barbarlıktan kalma gelenek-görenekle köylülerimizde- esnaflarımızda yaşayan “Batıl itikadlar” kara kedi önünden geçmemek, tırnak kesmemek, salı sallanır, çamaşır yıkamamak, elleri bağlamamak, ayak ayak üstüne atıp dinlenmemek, ateşi erkeğin üflememesi gibi inanışları, islamiyet içine girmiş olsa da, kolayca terkedilmişlerdir. Çünkü modern çağın insan aklını ilerleten bilgileri sentezleri karşısında bu tür barbar-vahşi gelenekleri tutunamazlar. Onların totem ve tabulardan kalma gelenekler olduklarını bilinçlerimize çıkarmasak da modern bilgi ve sentezilerimize açıkça ters geldikleri için o alışkanlıkları terkederiz, hatta toplum hayatımızdan kovarız. Çok büyük tepkilerle de karşılaşmayız; uzun boylu tartışmalara bile gerek kalmaz. Hele çoçuklar yeni kuşaklar bunu kendiliğinden silerler.
Fakat Allah – Kur’an ve Muhammed öyle midir? Neden?
Modern çağın 500 yılı bile O’nu silmek yerine İsrail saldırıları altında güçlendirmiştir. Neden?
Atom çağındayız, uzay çağı açıldı. Ama hâlâ Allah-Kur’an ve Muhammed geleneği sürüyor. Ve işin ilginç yanı, onları toplum hayatımızda neredeyse ebedileştirmek isterce adım başına cami- Kur’an kursları açılmasına elbirlik yardım etmekten geri durmuyoruz. Devletin göz yumuşları ve ön ayak oluşları yetmiyormuş gibi burnumuzun dibine kadar sokulan “Bağış” makbuzlarını kaçımız geri çevirebiliyoruz?
Tarikat islamcılığı bile Erbakan (İngiliz-Amerikan) bayraktarlığı altında legalize edildi. Hep Allah-Kur’an-Peygamber: lyi dilekli müslüman toleransından yararlanılarak yapılan bu irtica beslemeleri; bir gün Mustafa Kemal Cumhuriyetimizde olduğu gibi sünnet edilmek zorunda kalınsa bile, Allah-Kur’an Muhammed varlığı toplum hayatımızda yaşamaya devam edecektir.
Veya kolay kolay terkedilmeyecektir. Takkeleri önümüze koyup bunu adam gibi düşündük mü?
İslamiyet neden evrensel bir din olabilmekle kalmamış, modern çağda bile toplum hayatında doğudan batıyla kadar kıtalararası bir din olmayı hala sürdürebiliyor?
Arap dünyasında hâlâ laisizm savunmada ve ricatta döğüşebiliyor? Kapitalizm ve Sosyalizm hala islamiyet ile melezleşmeden iktidar olamıyor? Laikliğimizle öğündüğümüz ülkemizde bile, meclis papağanları, halk önünde salavat getirmeden çıkarmıyorlar, Laikleri kötüleyip iktidardan alaşağı etmek için hâlâ “Türkçe Ezan” tahrikatları işe yarayabiliyor. Neden?
Bütün bunlar bir yana. Türkiye’de laisizm tuttu ve kökleşti. Sola karşı irtica panislamizm pantürkizm ile melezleştirilip askercileştirilse bile bizde devlet laik kalır. İşçi sınıfı ve Ordu Gençliği veya halk çoğunluğu bunun garantisidir.
Ama iş bununla bitemez. Bilinç seferberliği saldırıya geçmedikçe, Allah-Kur’an-Muhammed gerçekliği, altşuurlarda toplumsal ve kişisel hezeyan ve didişmelerin kaynaklarından biri olmaya devam edecektir. Bu toplurnsal ve kişisel verimliliği düşürmekle kalmaz, huzursuz ve mutsuz toplumu ebedileştirmekte başka benzer etkenlerle elbirliği yapar; üretici güçlerin dengeli gelişimi (mutlu toplum) gecikir…
Abartıyor muyuz?
Bilim yaratıcılığını kimselere kaptırmayan üniversitelerimiz, nice proflarımız, uzmanlarımız, laik paşalarımız, bütün rasyonel- bilim titrlerine rağmen, o akıllı – başlı yorumlarının arasına veya ardına “yüce yaratıcı” (Allah) sözcüğünü eklemeden, bütün inanış ve akılcılıklarını “yüce yaratıcı” ya yaslamadan edemiyorlar. Neden?
Aslında bu sözcüklerin hiç bir zararı yok, kalp ferahlığı verdiği ölçüde yararı bile var. Ama bilinmezlikleri, Allah’a havale ediverişlerimizin gerisinde, yaratıcılıklarımızı körleştirme alışkanlıklarımız da bulunuyor. Allah alışkanlığımız skolastizmi, skolastizm yaratıcılıkları köreltme alışkanlığını besleyip beyinlerimizi dumura uğratıyor. En ateist geçinenlerimiz bile, bu etkiden uzak kalamadıklarını iyice bir düşünseler yakalayabilirler.
İrtica girdapları hangi ülkede aşılamamış ki; en azgın Nazizim evrencil emperyalizm desteğine rağmen tarihi ne kadar geriye çekebildi. Sonraki hızlanmayı yaratmak üzere Tarihin yayını germekten başka bir işe yaramadı. İrticalar-Nazizmler halledildikten sonra asıl öldürücü tehlikenin beyinlerdeki skolastik alışkanlığın olduğu hâlâ anlaşılmadı. Asıl bunun üzerinde durabilirsek beyinlerde ilerlemeler sağlayabiliriz: Tarihi-evrimi bir çırpıda kavrayıp işimize bakmalıyız. Evrimin kanunlarına uygun koşar adım ilerlemeliyiz.
Bunun için Allah-Kur’an-Muhammed sempatilerinin gerçek nedenlerine yaklaşıp onların çok üzerinde onları da kapsayarak ilerleyen tarih (doğa ve toplumun evrimi) bilincine ulaşmalıyız.
Allah-Kur’an-Muhammed, neden hâlâ bize sempatik gelir?
Kendimize yakın bulduğumuz için. Neden yakın hissederiz? Sadece müslümanlık geleneğimizden ötürü mü? Bu kadar basit soruların bile üzerine gıtmediğimiz için bir meseleye ya “tü kaka” diyerek ya da pohpohlayarak yani ihtıyaçlarımız yöneltısiyle çıkarcı ve yüzeysel yaklaşırız. Oysa her meseleye oldukları, neyseler öylece yaklaşmayı prensipleştirmeliyiz. Çünkü olaylar inatçıdırlar; kendilerini daima oldukları gibi gibi kabul etmemizi bize dayatırlar; kendilerine uyum yapabilmemiz için; terslik olursa insanlık acılar çekmeye devam eder….
Allah-Kur’an ve Muhammed’in bize yakın gelişini; barbarlıkla- medeniyetler çelişkisini yöresel ve evrensel ölçülerde derinlemesine içinde bulan ve onlara karşılık verebilen öksüz bir aşiret çocuğu olan Muhammed’in engin hümanizmine, ve bu yüzden Allah sistemini tarihsel determinizme: gerçeklere yaklaştırmasına borçluyuz.
Çünkü O, Antik tarihin en son en orijinal tarihsel devriminin önderiydi. Ondan sonra gelenler O’nu aşamadılar, sadece O’nu yeniden dirilttiler; rönesansa uğrattılar: Selçuklular, Osmanlılar …
İbni Haldun ve Şeyh Bedrettin O’nu aşan Sosyal devrimlere kanatlanmışlardı… Ama henüz vakit dolmamıştı…
Hz. Muhammed’den etkilenmeyenimiz var mıdır? Bunun bilinçaltı etkilerini ve bilinçlere çıkarılmasını hafife alamayız.
O’nun yaşadığı çağ, O’nu Allah-Kur’an-Peygamberlik sezilerini yöreselden evrensele ulaştırırken, dünyayı-tabiat ve insanı- kavrayış mertebesini de Skolastisizm içinde şuuraltı biçiminde de olsa tarihsel determinizme yaklaştırdı. İbrahim geleneğiyle yani ezberci Skolastik din anlayışıyla, düşünüp davransa da; bu gelenekleri aşamasa da gerçeklerden-yaşadığı çağın olaylarından berrak akılcılığından kopmadığı için de daima içten içe bu skolastiği gerçeklere uydurmak zorunda kaldı .O’nu en akıllı ve en son ve en büyük tarihsel devrimci peygamber yapan özelliği de bu oldu. Eğer olaylara uyum yapamasaydı, İsa’dan beter, adı sonu işitilmez “cinlere uğramış-deli bir ozan” olarak yok olup giderdi.
O’nun yaratıcı yetenekleri veya beynine düşen olayları çarpıştırıp ders alma gücü, sıradan Mekke-Medine kentlilerinden farklıydı. Halk pratik ihtiyaçlarına göre Allah’ını seçer ve yönelirdi. Muhammed pratik ihtiyaçlarını karşılamasa da onları aşabilecek güce sahipti. Pratik ihtiyaçlar karşısında sızıldanarak erimektense, dünya ahvalıni yorumlama yolunda yücelerek ihtiyaçların cenderesinde küçülmeme yollarını açmayı deneyecek güce sahipti. Ama daha genç yaşında pratik geçim-mal mülk ihtiyaçlarını da dürüst ticaret olanaklarını kullanarak karşılamıştı. Manevi yola girişi bu yüzden kolay oldu. Başkaları gibi zenginlik yolunda zalimleşmek yerine, zenginliğini maneviyat yoluna harcayarak sezdiği büyük zorlu tarihsel görevine soyunmasını bildi.
Komün insanının pratik ihtiyaçlarının karşılanamaz yoğunlukta kalite atlayışı Allah inancını besleyip büyütmüştür. Buna rağmen bu pratik ihtiyaçlarını gidermek için kendisinden daha büyük bir güce sığınma kaçışının altında, içinde yaşadığı doğayı ve toplumu yorumlama (entellektüel) ihtiyaçları da gizlidir elbette. Ama üstte olan pratik ihtiyaçların karşılanma zorunluluğudur. Yorumlama (entellektüel) ihtiyaçlar, alttan alta gelişir. Ve toplumun bazı üyelerinde zamanla gelişerek kültürleşir – eğitimleşir. 2
Bunu basit olarak çocuklarda izleyebiliriz: Çocuklarda tanrı düşüncesi, genellikle pratik ihtiyaçlarının kolayca karşılanması olasılıklarına tutunarak gelişir: Bir dua, bir yakarış ile zorluklardan kurtulmak, veya oyuncak – oyun – arkadaş – başarı gibi isteklerinin gerçekleşmesi olanaklarını sunan “tanrı” fıkrinin ilk benimseyişin temelleri olur. Yine de bu denli basit ama yakıcı sorunlar altında gizli bir entellektüel ihtiyaç yatar: Yaşanan dünyayı tanımak-yorumlamak çocuklarda daha derinlerde parlasa da bu eğılim de bulunur.
İşte Muhammed’i kentdaşlarından ayıran fark buradaydı. Komüncül yetenekleri akrabalarından ve kentdaşlarından daha fazla entellektüeldi. Tanrı ihtiyacı onda, yaşadığı dünyayı ve çağını yorumlama ihtiyaçlarına daha çok karşılık oldu.
Bedir savaşına kadar olan ayetler bunu fazlasıyla belli eder: Muhammed o manevi derinliğine karşılık bulmak üzere durmadan düşündüğü Allah evren-insanlık sentezlerini, henüz içine girmiş olduğu tarihsel devrim sorunlarıyla yani halkın pratik ihtiyaçlarıyla sentezlemekte pek fazla gökcül samedani filozofsal kalır. Medine fukaraları yoksul bezirganlar ve çevre bedevileri O’nu pratik ihtiyaçlarla uyarmakta gecikmezler. Savaş (içten içe ganiymet) isterler. Açıkça Muhammed’i ve Allah’ı savaş kararını vermeye zorlarlar. İşte barbarın tanrı anlayışı budur: pratik ihtiyaçlar. Bedir savaşından sonraki ganimet paylaşma kavgalarında yansıyan da budur. Peygamber Allah – toplum yolunda saf maneviyatçı, halk pratik çıkar peşindedir. Ama sentez ayet yaman olur: “mülk-ganimet Allah’ın ve peygamberinindir, kavga etmeden aranızda anlaşınız.”
Kur’an açıkça tarihsel devrim pratiğine girmiştir. O sıcak savaş pratiğinden çıkan sentezler ayetleşir. Teorileşir. Allah sistemi bu işe yarar. Bu yüzden Muhammed’in ve İslam’ın en kalıcı mirası: Kollektivizm-çeşitli adalet hoşgörü merhamet yani humanizm olmuştur. İnandığı Allah’ı bu sistemden uzak düşebilir miydi?

Dr. Hikmet Kıvılcımlı
ALLAH-İBRAHİM-MUHAMMED-BİLİM
2- Pratik ve Teorik İhtiyaçların Başkalaştırıp Sağlamlaştırdığı Tanrı Fikri

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz