Prof. Dr. Yasin Ceylan: Kürtçe’nin yasaklı olmasına rağmen canlılığını koruması, şaşılacak bir hadise

Bir ulusun dili olarak Kürtçenin kullanımı, ‘Mem u Zin’i esas alırsak, diğer ulusal diller ile aynı zamanlara düşer. Devleti olan bir ulusun dili olmadığı için, yazılı metinler bakımından, diğer ulusal dillere kıyasla geri kaldı. Ancak gerek Kuzey Irak’taki okul ve üniversitelerde kullanılan literatür ve gerekse diasporadaki Kürtçe yayınlar, bu eksikliği bertaraf ediyor. Son zamanlarda yaptığım incelemelerde, Kürtçenin fevkalade esnek bir dil olduğunu, yeni kelime yaratmada birçok kolaylık sağladığını gördüm. Hele yüzyıla yakın bir zamandır yasaklı bir dil olmasına rağmen canlılığını koruması, Kirmanci lehçesiyle konuşan çoğunluğun, coğrafi uzaklık ve diğer engellemelere rağmen birbirlerini anlamaları, şaşılacak bir hadise. Kürtlerin folk kültür ve gelenekler yönünden, bölgenin en eski ve zengin bir kavmi olduğu, birçok araştırmacının ortak kanaati.

Kürtçe medeniyet dili mi?

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 3 Şubat 2012 tarihinde CNN Türk’te yapılan bir söyleşide, Kürtçenin bir medeniyet dili olmadığını, bu sebeple bu dille eğitim yapılamayacağını ileri sürdü. Bülent Arınç her şeyden önce, bir medeniyet dilini kullanarak milyonlarca insanı üzebileceğini ispat etmiş oldu. Hâlbuki aynı Bülent Arınç, 22 Aralık 2011 tarihinde, bütçe görüşmelerinin kapanış konuşmasını yaparken, Kürtlerin tüm dil ve kültür haklarını tanıyacaklarını ifade etmiş, Kürtlerin gözünde büyümüş, takdir ve saygısını kazanmıştı.
Şimdi, dil-medeniyet ilişkisi üzerinde birkaç söz söyleyelim. Önce, her dilin medeniyet dili olmaya ehil olduğunu belirtelim. Çağımızda Batı medeniyetinin ifade aracı olan İngilizce, Fransızca, Almanca başta olmak üzere Avrupa’nın ulusal dilleri, daha üç asır öncesine kadar bir medeniyetin dilleri değillerdi. Hıristiyan Avrupa’nın bilim ve akademik dili Latince idi. 20. asırda bile bazı ünlü kitapların başlıkları, Latin dilinde yazıldı. Hâlâ Avrupa’nın bazı köklü üniversitelerinde diplomalar, Latince yazılıyor. Ne var ki, ulus devletlerin kuruluşuyla paralel olarak, ulusal dillerde de bilim ve akademik öğretim yapılmaya başlandı. Eğitimin ortak bir dil yerine, her ulusun kendi dilinde verilmesinin, avantajları yanında birçok dezavantajı da var.

Farsça ve Arapça
İslam dünyasının bilim ve eğitim dili, ulus-devlet modelinin çıkışına kadar Arapça idi. Farklı etnik kökenden gelen âlimler, eserlerini Arapça yazdılar. Bir araya geldiklerinde kullandıkları ortak dil, yine Arapça idi. Bu sebeple, modern zamanlara kadar, medeniyet yüklenmiş diller olarak Grekçe, Latince, Farsça, Sanskritçe, Arapça ve Çinceyi sayabiliriz. Türkçe, farklı lehçeleriyle, asırlardır konuşulan büyük bir dil olmakla birlikte, spesifik bir medeniyetin dili olamadı. Buna rağmen, Türkçe için medeniyet dili değildir denilemez. Gelecekte, bilim ve sosyal değerlerin merkezi haline gelmesi şartıyla, yeni bir medeniyetin dili olmaya adaydır. Modern Türkçenin geçmişi pek eskiye gitmez. Cumhuriyetin kuruluşuyla başlar. Osmanlıcayla keskin bir kopukluk, yeni nesillerin, yüzyıl önce yazılmış bir kitabı okuyamamasına yol açtı. Atatürk’ün Nutuk’unu bırakın üniversiteli gençleri, birçok profesör, orijinalinden okuyup anlayamaz. Böyle bir kırılma yaşamayan Farsça ve Arapça’da, durum bu kadar vahim değil. Bir İranlı lise öğrencisi, Sadi’nin, Hafız’ın şiirlerini rahatlıkla okur,
anlar. Diğer taraftan, eğitim görmüş bir Arap, Kuran metnini, Peygamber’in hadislerini pek zorluk çekmeden okur ve anlar.
Ortadoğu’nun bütün dilleri, çağdaş Batı medeniyetinin bilimsel, sosyal ve edebi kavram ve terimlerini aktarmada güçlük çektiler, çekiyorlar. Türkçe ve Farsça’ya kıyasla, yeni terimlerin keşfi hususunda, Arapça daha şanslı.
Bunun sebebi, 9. asırdan 13. asra kadar, Eski Yunan Felsefe ve diğer bilimlerin temel kaynaklarının Arapça’ya çevrilmiş ve bu dilin mütegallibenin konuştuğu dil olmasıydı. Zamanın en büyük beyinleri, bu dille yazdılar. Büyük, Türk asıllı, İslam filozofu Farabi ile yine Türk asıllı, ünlü müfessir Zamahşari, eserlerini Arap diliyle yazdı.

Kürtçe
Kürtçe’ye gelince, uluslaşma dönemine kadar, İbn el- Esir ve Şihabettin Sühreverdi gibi Kürt asıllı âlimler, kitaplarını ortak dil olan Arapça yazdılar. Bu ortak dil meşruiyeti o kadar yaygındı ki, Endülüslü Ibn Maymun (Maimonides) gibi ünlü bir Yahudi filozof-teolog bile, meşhur ‘Şaşkınlara Kılavuz’ adlı eserini Arapça yazdı.
Bir ulusun dili olarak Kürtçenin kullanımı, ‘Mem u Zin’i esas alırsak, diğer ulusal diller ile aynı zamanlara düşer. Devleti olan bir ulusun dili olmadığı için, yazılı metinler bakımından, diğer ulusal dillere kıyasla geri kaldı. Ancak gerek Kuzey Irak’taki okul ve üniversitelerde kullanılan literatür ve gerekse diasporadaki Kürtçe yayınlar, bu eksikliği bertaraf ediyor. Son zamanlarda yaptığım incelemelerde, Kürtçenin fevkalade esnek bir dil olduğunu, yeni kelime yaratmada birçok kolaylık sağladığını gördüm. Hele yüzyıla yakın bir zamandır yasaklı bir dil olmasına rağmen canlılığını koruması, Kirmanci lehçesiyle konuşan çoğunluğun, coğrafi uzaklık ve diğer engellemelere rağmen birbirlerini anlamaları, şaşılacak bir hadise. Kürtlerin folk kültür ve gelenekler yönünden, bölgenin en eski ve zengin bir kavmi olduğu, birçok araştırmacının ortak kanaati. Türk; Arap ve Fars folklorunun unsurlarıymış gibi lanse edilen çok sayıda edebi, musiki ve mitolojik miras, asıl sahipleri olan Kürtlere iade edilince, Kürt dil kaynaklarının pek de fakir olmadığı anlaşılacak. Netice olarak, nasıl Türkçe’nin bir medeniyetin dili olma imkânı varsa, Kürtçe de böyle bir imkâna sahiptir. Burada Kürtçenin bir avantajından bahsedeceğim: Kürtçe, Hint-Avrupa dil grubuna dâhil olduğundan, sentaks bakımından, Almanca ve İngilizceye benzerlik arz eder. Alfabesindeki sesler, Batı dillerdeki seslerin birçoğunu bulundurur. Bu benzerlik, gerek tercümelerde ve gerekse konuşmada, bazı kolaylıklara yol açar. Mesela, Kuzey Iraklı Kürt diplomatların İngilizceyi oldukça güzel konuştuklarını müşahede ediyoruz. Batı dillerinden tamamen farklı bir dil grubunda olan Türkçe, hem batı dillerinin çevirisinde hem de bu dillerin konuşulmasında güçlüklere sebep oluyor. Bu doğal bir durum. Hele Türkçede, ilgi zamirinin olmayışı, çevirmenler için büyük zorluklar çıkarıyor. Osmanlıca’da bu ihtiyaç, Farsçadan alınan -ki zamiri ile telafi edilmişti. Modern Türkçede (yazı dilinde) ki’nin atılması, uzun sıfat cümlelerinin ismin önüne geçmesine sebep oldu, özne ile yüklemin arasını gereksiz yere açtı. Bu durum, fevkalade sistematik ve estetik olan bu dili, uzun cümlelerde, anlaşılmaz hale getirdi.

Türkçe
Modern Türkçe’nin kısa bir geçmişinin olması, bazı bilim ve disiplinlerde, batı kültüründen aktarılan kavramların istikrar bulmamasına yol açtı. Mesela felsefe alanında yapılan tercümelerde ve hatta telif eserlerde, kullanılan felsefi terminoloji, çevirmenden çevirmene, yazardan yazara değişiyor. Öyle ki, çoğu zaman, çevirisinden anlamakta güçlük çektiğimizden, kitabın orijinaline başvurmak zorunda kalıyoruz. Ancak bu alanda, son zamanlarda, önemli gelişmeler oluyor, çok geçmeden, tüm felsefecilerin üzerinde anlaşıp uzlaştıkları bir Türkçe felsefe dili, vücut bulacak. Anlaşılan o ki, bir dilin eğitim dili olması için, medeniyet dili olmasını şart koşarsak, bundan birkaçı dışında, Arınç’ın kullandığı dil de dâhil, birçok dil zarar görecektir.
Son olarak, medeniyet dili ile medeni olmak arasında bir ilişki var mı diye bir soru soralım: Cevabım: Hem var, hem yoktur. Vardır, çünkü büyük zihinler, düşüncelerinin en ince nüanslarını bile, o dilde ifade etmişlerdir. O kapsamlı dili kullanarak insanlığı yüceltmişlerdir. Yoktur, çünkü aynı dili konuşan diğerleri, büyük zulümler yapmışlardır. İnsanlığı batırmışlar, adalete, insafa, şeref ve haysiyete ihanet etmişlerdir. Keşke medeni olmak, bir medeniyet dilini öğrenmekle mümkün olsaydı!

4/03/2012 Radikal2
Prof. Dr. Yasin Ceylan, ODTÜ, Felsefe

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz