Wagner Karşısında Nietzsche’nin Düşünce Adamı Olarak Konumu, Nietzsche’nin Müzik Üzerine Düşünceleri

Genel olarak müzik konusunu ele alırsak: 1 –kötümserliğe yönelik büyük bir coşku duymakta; 2 –duyarlılığının en güçlü heyecanlarını ve imgeleminin dürtülerini müzik sanatında bulmaktadır. Genç olduğu için ve gençlikte de deneyimlerin birer ölçüt olmadığından hiç kuşkulanmadığı için, tutkusunun bu iki nesnesini birleştirmek istemekte, duygusal alanda müziğin anlatmak istediği şeyle kötümserlik öğretisinin insan usunda anlatmak istediği şeyin aynı olduğuna inanmaktadır. Demek ki müziği çok seviyordu ama onun için müzik, müzikten de başka bir şeydir: aşkın gerçekliktir, mutlağın ta kendisidir. Oysa böyle bir sevgi aşırı bir sevgidir, yanlış bir sevgi biçimidir.

Müziğin felsefi doğrulukla hiç ilişkisi olmadığını farkettiği gün, hep bir “kafa adamı” olarak bu felsefi doğruluğa en büyük değeri verecektir; müziğe ise, onu almadığı bir yere yerleştirdiği için kendisini aldatmış saydığı bir sevgiliye duyulan huysuz bir küçümsemeyle, pek de akıllıca sayılmayacak bir küçümsemeyle bakacaktır.

Wagner’e karşı duygularına gelince: On beş yaşındayken Tristan’ı ve bu müziğin taşıdığı başdöndürücü yanı aşırı sevdi. Ne ki gençliğinde bile salt “Wagner’ci” olmadı. Bununla şunu demek istiyorum: Wagner müziğinin tehlikeli okşamaları onu klasik güzelliklere karşı duyarsız yapmadı. Arı müziği gerçek müzik olarak yeğlemesinin nedeni de bu düşüncedir. Müziğin metafizik anlamına olan inancı ile bu düşüncesinin uyuşmazlığı ne denli bulanık olursa olsun onu gizli bir Wagner karşıtlığıyla yüzyüze bırakmıyor diyemeyiz, çünkü Wagner müziğin kendisini önceki bestecilerin düşünemeyecekleri boyutlara çıkarmış, bunu da dram, sahne ve dekordan oluşan koskoca bir yapıya her yönüyle yaymıştı.

Açıklamış olduğu bu heyecan ile gizli kalmış olan karşıtlığının karışımı, yaşamının bu anında Wagner sanatına karşı Nietzsche’nin düşüncelerinin durumunu belirler ama bunlar daha genel nedenlere bağlanır.

Nietzsche kötümserdir. Bu kötümserliğinin kanıtlarını önce Schopenhauer’in metafiziğinde aramıştır. Ama bu kötümserlik büyük ustasının büyüsü geçtikten sonra da süregidecektir çünkü onun doğasında vardır, düşüncesinin derin ve sürekli niteliği budur, gelişiminin bütün dönemlerine egemendir kötümserlik. Nietzsche etrafa küskün olduğu, ruhsal yıkım içinde olduğu için kötümser değildir. Leopardi gibi. Bir sanatçı, bir filozof olarak kötümserdir. Daha doğrusu iyimser-karşıtıdır. İyimserlikten iğrenir, onu çağdaş uygarlık içinde üç değişik biçimde karşımıza çıkmış olarak görür: liberallik, demokrasi ya da sosyalizm ile bilimde özel ilerleme adı altında her türlü evrensel gelişim inancı. İlerki yıllar bu üç yutturmacanın yalanını çok acı biçimde gün yüzüne çıkaracağı gibi törelerde bir yavanlığa, insanoğlunun gerilemesine neden olacaktır. Bu konumda Nietzsche, Carlyle gibi, Ruskin gibi düşünmektedir.

Çağdaş iyimserlik, Nietzsche’ye göre iki bin yıllık bir geleneğin aşırı gelişmesinden başka bir şey değildir, ta Sokrates’ten beri. Sokrates kendi yaşamı ve öğretisiyle “kuramsal insan” örneğini vermekle iyimserliğin babası olmuştur. Sokrates, evrensel gerçekliğin kavranabilir ve ussal bir şey olduğuna bu yüzden de bilginin onunla eşitleşebileceğine insanları inandırmıştır: İnsanlık hem kendini hem her şeyi açıklayabilen bir yetkin bilgide en yüce doyumu, bütün isteklerinin yerine geldiğini görmez mi? Ve en sonunda, eğer bilim her şeyi kavrıyorsa, bilgece ve köktenci bir yordamı gösteremez, mutlulukla erdemin uyumunu da sağlayamaz mı? Ve ilave ediyor Nietzsche, insanlığın gençlik döneminde kendisine çok yüksek kazanç sağlamayı vaat eden bu kuruntular gerekliydi, ama bu, sanat yaratısını bir gönül eğlencesi durumuna getirerek estetik heyecanın kolunu kanadını kırdı. Evrenin göksel gizi açık bir takım kavramlar dizgesiyle anlatılabildiği sürece sanatçının esini artık o gizin iletilmesi ve anlatımı olarak alınamazdı. Dahası, “kuramsal insan” kendisinin ya da toplumun geleceği konusunda mutluluğun sağlanması için bilimin kendisine hazır bir takım reçeteler sunduğuna inandıkça Eski Yunanlıların insanın evrenle olan ilişkisinde gördüğü akıl almazlık ve korkunçluk duygusuna karşı geliştirdiği büyük yiğitliği de yitirmiştir. Sokrates’in bu iyimser köktenciliği, -Euripides’in de esin kaynağıdır -, Yunanlıların tragedya ruhunu öldürmüştür ve denebilir ki bu köktencilik Kant’a kadar Avrupa’ya egemen olmuştur. Kant, bilimin göreceliğini ve asıl kendine ait olan sınırlılığını, bu alanın dışında ancak estetik ve ahlak yaratılarında dahice adımlarla ilerlenebilecek sonsuz bir çöl olduğunu ispatlayarak bu “ kuramsallık” kuruntusunu bir daha geri gelmemek üzere yok etmişti. Kant insanlığın yaratıcı güdülerini sarmalayan bu cendereleri kırıp atmıştı.

Pierre Lasserre
Wagner Karşısında Nietzsche’nin Düşünce Adamı Olarak Konumu,Nietzsche’nin Müzik Üzerine Düşünceleri

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz