G.Rossini ‘Sevil Berberi’ Operası Uvertürü” (1816)
1792-1868 yılları arasında yaşamış olan Rossini’nin ilk başarılı eseri, 21 yaşındayken yazmış olduğu Tancredi operasıdır. Bunu Sevil Berberi, Otello, Hırsız Saksağan operaları izler. Cezayir’de bir İtalyan Kızı operasını yazdığı sıralar henüz 30 yaşına gelmemiş olan Rossini, Avrupa’nın en çok sevilen bestecileri arasında yer alıyordu. Bir müzik yazarı, 1834’de yayımlanan kitabında, Beethoven’in dehasını kabul etmekle beraber Rossini’yi, çağını temsil etmeye yetkili tek besteci olarak tanıtıyordu. Bu yazarın deyimiyle, “Napolyon savaşları boyunca acı içinde yaşamış olan Avrupalılar artık tatlı ninniler dinlemek ve güzel düşler görmek özlemi içindedirler”. Rossini, dinleyene yaşama sevinci veren güzel ezgileriyle Avrupa’nın karanlık havasını neş’e ve mutluluk ile doldurmuştu. Bu yönden Beethoven’in güçlü, sağlam fakat çoğu kez karamsar yapıtları, ciddi düşüncelerden uzaklaşmak isteyen, yorgun insanlar için o çağda, Rossini derecesinde etkili olamamıştı. 32 yaşında Paris’e yerleşen Rossini, burada bestelediği William Tell’den sonra opera yazmayı bıraktı, küçük piyano parçaları, şarkılar, dinsel eserler bestelemekle oyalandı.
Paris sosyetesinde tatlı sohbeti ve oburluğu ile ün yaptı. Rossini’nin Sevil Berberi operası, dünyada ve memleketimizde kuşkusuz en çok tanınan ve sevilen eseridir. Eser, 20 Şubat 1816’da Roma’da ilk kez “Almaviva or L’lnutileprecauzione” adı altında sahneye konuldu.Aynı yıl Bologna’da “ll Barbiere di Siviglia” adı ile afişlere geçti. Eserin kendisi kadar ün yapmış olan Sevil Berberi Uvertürü Rossini’nin canlı, mizah dolu ezgileri, yine besteciye özgü cressendo’lar, orkestra renkleri ve neşeli sololar ile süslenmiştir.
Ludwig Van Beethoven “Ay Işığı Sonatı” Sonat No:14 Op.27 No:2
Beethoven bu eseri, 1801’de aşık olduğu İtalyan Giulietta Guicciardi’ye ithaf etmiştir.Genç kız, babası tarafından, Beethoven’den daha zengin bir adamla evlendirilince Beethoven bunalıma girmiş ve duyduğu derin üzüntüyle bu şaheseri yaratmıştır.
Franz Von Suppe “Hafif Süvari Uvertürü”
Franz Von Suppe, aslen İtalya’ya yerleşmiş Belçikalı bir ailenin oğludur.1835 yılından sonra müzik eğitimini Viyana’da sürdüren genç Suppe daha sonra Viyana’da çeşitli tiyatrolarda orkestra şefliği yapmıştır.Bu arada bestelediği 134 sahne yapıtı arasında Baccacio dışındakiler dünya opera sahnelerinde pek sergilenmemektedir.
Ancak bu yapıtlardan bazılarının uvertürleri hafif orkestra müzikleri repertuarlarında sık sık yer alır.Bu uvertürler arasında bestecisine en büyük ünü sağlayan “Hafif Süvari” uvertürü 1866 yılında bestelenmiştir.Eser, uvertür başlığı taşımasına rağmen programlı müzik anlayışı içinde küçük bir senfonik şiir gibidir.Dikkatle dinlediğimizde,Süvari alayının kalk borusunu,atların tırıs gidişini ve nihayet bir su başındaki dinlenme molasını belirgin bir şekilde izleyebiliriz.
Franz Joseph Haydn “Do Major Viyolonsel Konçertosu”
Haydn’ın viyolonsel konçertosu uzun zaman kayıp olarak bilindikten sonra 1961 yılında Prag ulusal müzesinde kendinin el yazmaları arasında bulundu ve hemen ardından nitelikleriyle klasik dönem konçertoları arasındaki yerini aldı.Aynı el yazmaları içinde bulunan ve o dönemin ünlü viyolonselcilerinden Joseph Weigl’in imzasını taşıyan başka konçerto kopyasından anlaşıldığına göre eser bu viyolonselcinin adına sunulmuş ve ilk olarak onun eliyle bitirilmiştir.Bu nedenle konçertonun 1769 yılından önce (büyük olasılıkla 1765-1769 yılları arasında) yazıldığı anlaşılmaktadır.Birinci bölüm geniş ve yaygın yapısıyla Haydn’ın Do Majör keman konçertosu ile aynı karakteri taşır.Fa majör tonundaki Adagio güzel bir şarkı niteliği taşıyan temasıyla daha klasik bir ruh taşır olağanüstü yapıdaki final, tören fişekleri gibi bir atılım ve sıcaklık taşır.
Johann Strauss “Yarasa Uvertürü”
İlk temsili 5 Nisan 1874 günü Viyana’da gerçekleştirilmiş olan Yarasa’nın kurucusu, Fransız yazarları Meilline ve Halevy’nin Le Reveillon/Gece Yemeği adlı gülünçlü oyunundan alınmıştır.İlk temsilindeki başarısızlık o sıralarda Avrupa’ya, o arada Avusturya’ya egemen olan ekonomik sorunlarla açıklanır.Ama bu başarısız başlangıcı izleyen yıllarda, yarasa bütün dünyaca tanınmış, beğenilmiş Gustav Mahler bile, bu renkli, eğlenceli operete Viyana operasının kapılarını açmıştır.Bugün yarasa, Viyana’da yüzyıl başı döneminin bir yapıtı olarak bilinir.Çok canlı bir girişten sonra uvertürün sahneden duyulan melodileri birbirini izler.Bunların arasında ikinci perdenin kapanışı öncesinde dinlediğimiz vals, birinci perdeden alınma bir obua solo ve onu izleyen polka,özellikle dikkat çekicidir.Bu melodi öğelerinin arasında giriş ölçülerinden kısa kısa anımsatmalar,bağlaç işlevini görür.
Franz Joseph Haydn “Senfoni No: 102 ‘Mucize'”
Eserin ilk kez seslendirildiği akşam dinleyenler eseri öylesine çok beğenmişlerdi ki herkes birbirinin önüne geçmek için birbirini itekliyordu.Herkes çalgıcıları daha yakından görüp dinleyebilmek için sahnenin önüne dizilmişti.İşte tam bu sırada konser salonunun dev lambası izleyicilerin oturması gereken koltukların üzerine düştü.Haydn’ın bu muhteşem senfonisi sayesinde birçok kişi ölümden dönmüştü ve bu olay ancak mucize kelimesiyle açıklanabilirdi.Eser, o yıldan bu yana mucize başlığını taşımaktadır.
Maurice Ravel “Bolero”
Bolero genellikle sanıldığı gibi bir konser parçası değil, bale müziğidir.Bir İspanyol içki evinde ortada yer alan büyük masa üzerindeki kız, çevresindekileri dansa çağırır ve Bolero başlar.Kararlı tempoda, sınırlı biçimde, gene sınırlı melodi, armoni ve ritimde işlenmiş bir eserdir.
Tek değişiklik orkestra tınısındadır.Temanın her tekrarında, topluluğa yeni bir çalgı katılır ve ses bileşiminin rengini değiştirir.Sonlara doğru beklenmeyen bir modülasyonla gerginliğin birikimini boşaltır ve parça biter.Balerin Ida Rubinstein’a adanan ve ilk kez 1928’de Rubinstein’in Paris’teki resitalinde halka sunulan eser, ilk günden beri büyük ilgi toplamıştır.Ravel, tek bir melodiden oluşan parçada, değişen orkestra renklerini kullanan ve alçaktan başlayan ses düzeyini 16 dakika içinde en yükseğe ulaştıran yorumu ile usta, cesur ve büyük bir besteci olduğunu kanıtlamıştır.Bolero, ilk kez bir klasik müzik parçasının plak dünyasında best-seller olmasını sağlamıştır.
Frederick.F.Chopin “Sonat No:2 Op.35 ‘Cenaze Marşı – Funeral March’
Chopin’in ünlü cenaze marşı op.35 Sonat’ın üçüncü bölümüdür.Ünlü besteci akla gelenin aksine, bunu kendi ölümü için yazmış değildir.Aksine bu sonat onun en parlak günlerinin eserlerinden biridir.Gerçekten de 1830-35 arası Chopin’in en yüksek sanat değeri taşıyan bestelerini yazdığı dönemdir.Op.35 Sonat ilk çalındığı günden beri büyük ilgi, hatta şaşkınlık yaratmıştır.Chopin, bu eseriyle aşılamaz sayılan Beethoven’vari sonat tarzını geride bırakmış, çok daha ilerilere geçmiştir.Müzik eleştirmenleri arasında farklı tepkilere yol açan bu eser için Schumann da “Buna sonat diyebilmek için insanın hayale kapılması gerekir.Yalnız, en çılgınca dört eserini bir araya toplayabilmesi besteci için övünülecek bir şey” yorumunu yapar.Schumann bu “çılgınca” sözcüğünü özellikle eserin son iki parçası olan Marche Funebre ve Finale için kullanıyordu.Cenaze Marşı’nda gözü açık görülen bir rüya,bilinçli bir sayıklama sezilebilir;romantik bir ruhun ölüme karşı alaylı bir meydan okuyuşudur bu bölüm.Yalnız bütün bu alaya karşın, gene de bir korku vardır.Ünlü Fransız yazarlarından Ernest Legouve, “Chopin’den ne zaman istesek Marche Funebre’i bize çalardı.Ancak, parçasını bitirir bitirmez şapkasını alır giderdi” der.Bu bir korkunun dışa vurumu muydu, yoksa parçanın üzerinde konuşulmasından mı hoşlanmıyordu bilinmez.
* Kaynak: Morpa Kültür Yayınları Klasik Müzik Kitapları Serisi