“Sanatımın ‘amaçları’ olduğunu kabul ediyorum. Ben insanların böylesine çaresiz ve yardıma muhtaç olduğu bir zamanda etkili olmak istiyorum”
Sanatı toplumsal bir görev olarak gören Kollwitz, eserlerinde çoğunlukla yoksul ve ezilmiş insanları konu aldı. Sanatıyla toplumsal haksızlığa ve savaşa karşı mücadele etti. 1933’te Hitler’in gücünün artmasından sonra 1919’da kabul edildiği ve profesörlük unvanının verildiği Prusya Güzel Sanatlar Akademisi’nden kovuldu. Bir çok eseri tahrip edilen sanatçı, yaşamının son yirmi yılında çalışmalarının sergilenmesi yasaklandı.
Kathe Kollwitz, 20. Yüzyılın ilk yarısında göze çarpan en önemli sanatçılardan biridir. Çalışmaları arasında desenler, gravürler ve litografiler ağır basar. Sanatçı, aynı zamanda bir heykeltıraştır. 19. Yüzyılda, Avrupa’da sanayileşmenin hızla ilerlemesi, üretimin artması, kentlerin büyümesi ve kapitalizmin kaçınılmaz sonucu olarak ezilen yoksul işçi sınıfının ortaya çıkması, sanatı büyük ölçüde etkilemiştir.
Berlin’de yaşamış olan Kathe Kollwitz’in babası aslında avukat olduğu halde duvarcı ustalığı yaparak yaşamını sürdüren biridir. İlerici bir orta sınıf ailede yetişen sanatçı, babasının desteğiyle bazı yerel sanatçılardan özel ders almıştır. 1884 yılında Berlin Sanat Okulu’na yazılmış ve ardından Münih’te sürdürdüğü eğitimini 1890 yılında tamamlamıştır. Eğitim sürecinde teknik anlamda kendini geliştirirken bir yandan da hayatı boyunca yineleyeceği konuları biçimlendirmiştir.
Kollwitz, döneminin siyasi ve ahlaki sorunlarıyla yakından ilgilenen figüratif bir
sanatçıdır. Sanat hayatına baskı resimleriyle başlamış ve Daumier ve Goya’yı örnek almıştır.
Yaşadığı dönemin siyasi ortamından o kadar etkilenmiştir ki, eserlerinde bunun izlerini görmek mümkündür. İşçi sınıfıyla yakından ilgilenmiş ve her iki dünya savaşını da yaşayan biri olarak bunları eserlerinde yorumlamıştır.
Geniş toplum kesimlerine ulaşabilme olanakları sunan baskıresim tekniklerine yönelen Kathe Kollwitz, toplumcu fikirlerini, savaşın anlamsızlığını ve acımasızlığını, ölümleri, yoksulluklara isyan ve direnişleri dizeler halinde yaptığı gravürlerle, taşbaskılarla, heykellerle haykırmaya çalışmıştır.
Sanat akademilerinin kadınlara kapalı olduğu ve sanat tarihinin sadece erkek isimlerini tanıdığı bir dönemde çalışmalarıyla dikkat çekmiştir.
19. Yüzyılda, Avrupa’da hızlı bir sanayileşme ve kentleşme sonucunda toplum
içinde, olumsuz koşullar altında çalışan bir işçi sınıfı doğmuştur. Toplumun her kesimini etkileyen bu durum doğal olarak sanatın da konusu olmuştur. Kollwitz eserlerinde dizeler halinde bu konuyu çalışmış ve acı çeken, ezilen, haksızlığa uğrayan bu insanların sözcüsü olmuştur. Toplumcu gerçekçi yazarları okuması da onu bu konuyu çalışmaya iten sebepler arasındadır. Zola, Henric Ibsen, Dostoyevski ve Tolstoy etkilendiği edebiyatçılardır. Özellikle Zola ve 19. Yüzyılın diğer büyük oyun yazarlarından Ibsen, onun toplumcu gerçekçi eserler üretimini etkilemiştir. Toplumun içinde bulunduğu hastalıklı ruhsal durumu açığa çıkarmış ve yine toplumun yarattığı çelişkilerin içinden çıkamayan bireyin içine düştüğü durumu gözler önüne sermiştir.
Kollwitz eserlerinde, insanlık dığı olaylar, adaletsizlik ve insanlığın kendini yok edişi ile ilgili evrensel semboller aradı (Fichner-Rathus 1995). Sanatçı, onunla aynı dönemde eserler üreten Munch gibi kendi duygularına ses vermiştir.
… her ikisinin de sanatı Nazi rejimi tarafından ‘dejenere’ addedilmiştir, her ikisi de hastalık ve ölüm korkusuyla kişisel ve sanatsal olarak sarsıntı geçirmişlerdir, her ikisi de ölmeyi arzulamıştır, daha da ilginci Munch çok daha sübjektif ve kişisel bir bakış açısına sahipken, Kollwitz, ilgisini 20.yy.’ın büyük savaşlarına ve politik karışıklıklarına yönelterek duygusal ve kişisel dertlerini toplum ve genelde insanlık adına sanata kanalize edebilmiştir. (Ulusoy, 1999: 58).
Kollwitz, gravürleri, taşbaskıları ve ağaç baskılarında sanatı adına yarattığı güçlü imgeleri ile sanat tarihinde yerini almıştır.
Baskıresmin malzemesi ve tekniği onun yaşamı boyunca vazgeçilmez çalııma alanlarından biri olmuştur. Eserlerin çoğaltılabilmesi ve böylece sanatın geniş toplum kesimlerine ulaşabilmesi fikri onun düşüncelerini desteklemiştir.
Yaşadığı dönemin siyasi ve ahlaki sorunları; işçi sınıfının yaşadığı zorluklar, yoksulluğun yarattığı direniş ve tepkiler, dünya savaşları ve bu savaşlar sonucunda yaşanan ölümler ana konuları olmuştur. Sanat tarihine baktığımızda; Van Gogh, Gauguin, Vlaminck, Munch ve El Greco Dışavurumculuğun öncüleri olarak karşımıza çıkar. Fichner-Rathus’un (1995) belirttiği gibi, Kollwitz de Alman Dışavurumculuğunun öncülerindendir.