“Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor.”[1]
Hatırladığım kadarıyla Cemal Süreya, Onun için, “Zaten şair doğmuştur. Şairlik aslında bir yazgı… Bir adamın şair olması, bir yazgıyı, bir cehennemi kabullenmesi meselesidir. Turgut’un bütün hayatı, bu cehennemin içinde geçmiştir,” demişti…
Kimileri için bir hayli “mistik”/ “sürrealist” olarak yorumlanması mümkün olan bu niteleme, kanım odur ki, Turgut Uyar’ın anlatılıp/ anlaşılmasında kilit önemdedir…
Sabit Kemal Bayıldıran’ın belirttiği gibi, “Turgut Uyar sosyalist değil, ama insan olarak, şiir olarak yapılan haksızlıklara, işkencelere, idamlara karşı acısını haykıramamanın acısını dillendiriyor, hem de imgelerle…”
Evet O, tamı tamına, hatta ne bir eksik ne de bir fazla, George Tabori’nin, “Bir yazar, her yerde yabancı olmalıdır”; ya da Barthes’in, “Yazar yalnızdır, ayrılmıştır,” sözleriyle betimlenen bir yazardı/ şairdi…
Hani Hegel’in, “İnsanlık tarihi aynı zamanda bir yabancılaşma tarihidir,” dediği tabloya Karl Marx’ın, “Özel mülkiyet bizi öylesine aptala çevirmiş, tek yanlı hâle getirmiştir ki, biz bir nesnenin, ancak ona malik olduğumuz zaman bizim olduğunu sanırız… Bu yüzden, bütün fiziksel, akılsal duyuların yerini, bütün bu duyuların tam bir yabancılaşması olan malik olma duygusu almıştır,” notunu düştüğü “koşullara” başkaldıran yazardı/ şairdi…
Hani eşi, sevdası Tomris Uyar’ın, “Şairane şiir yazmaya karşı olup başka bir şairanelik, başka bir şiirsellik keşfetmişti…” tarifindeki üzere…
* * * * *
Turgut Uyar 1927’de Ankara’da doğdu. Bursa Askeri Lisesi’ni bitirdikten sonra, yüksek öğrenimini Askeri Memurlar Okulu’nda tamamladı. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde subay olarak çalıştı. Ordudan ayrıldı, sivil görevler aldı. Emekliye ayrılınca İstanbul’a yerleşti.
Şiirin “Büyük Saati” Turgut Uyar’ı 22 Ağustos 1985 tarihinde kaybettik. “Acıyor” şiirinde söylediği gibi ömrü boyunca yakasını bırakmayan “dikey ve yatay mutsuzluğundan” sıcak bir yaz gününde kurtulabildi.
Turgut Uyar, “Asker okullarında hiç mutlu olmadım. Zaten mutlu olan çocuk da yoktur” der askeri okulda okuduğu yıllar için. Okul bitikten sonra kura usulü tayinle Posof’ta personel subayıdır. Kendi deyimiyle “silahsız bir asker”… Bu dönemde yazdığı bir şiirinin adı “Yokuş Yolda”dır. Bu yolda durmadan kanar;
“Güllerin bedeninden dikenleri teker teker kopartırsan
Dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar.
Dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filan sanırsan
Kürdistan’da Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar
Eşkıyalar kanar, kötü donanımlı askerler kanar.
El ele gittiğimiz bir yolda sen git gide büyürsen
Benim içimde beklemiş çok eski bir yer kanar.”
Bir süre sonra askerlikten ayrılır, sırmaların ve apoletlerin yükünden kurtulmuştur.
Bazı şiirlerde yanıtlarını buluruz izinden gittiğimiz sorunların, içimizdeki sislerin dağıldığını hissederiz. Bazı şiirlerde ise yanıtı zor sorularla karşılaşırız. Turgut Uyar bir şiirinde “Şimdi tarihte saat kaç?” diye sorar; tarih ve zamana, insanın zaman ve tarihle olan ilişkisine ve geçmişine ilişkin temel bir sorudur bu. Çünkü vakit dardır ve “Bizim tasalarımızın eskidir tarihçesi…” Soru önemlidir ve süreklidir. Bu yüzden sık sık yinelenir şiirlerde ve yaşamda. Çünkü şair zamanın o dar vadisinde “kuru güller gibi sessiz ve ince” hâlini dile getirirken soru aklımızı kurcalamaya devam edecek: “Saat kaç hâlâ bilmem, ben güneş saati kullanıyorum.”
Şairanelik yüz bulmaz Turgut Uyar’dan. Şiirsellik önemlidir onun için yaşamın her karesinde şiirsellik arar. Tarihte saat kaç olursa olsun hüzne her zaman yer vardır onun sofrasında.
Yaşamla iç içedir şiiri… Trajedi, yaşam hengâmesi içinde savrulan bireyin trajedisidir. Yol çıkmazda biter çoğunlukla, çıkış zordur. Ama çıkmazın bilincindedir.
“… Ey soyumdan ve aşkımdan yana olan kalbim
Her şeyden umut kesilir, her şey kırık sen ufalınca
Oysa son provasını yapıyoruz bir büyük destanın
Sonsuz bir biçim alacak herkes katılınca.”
Turgut Uyar şiirinin hammaddesi imgedir. Onun için “günü dolduğunda ölmeyen şiir çağında da pek yaşamamıştır.” Önemli olan insandaki değişmez olanı yakalayabilmektir.
Ustalıktan korkar. Ona göre sanatçıyı bitiren ustalıktır. O acemilikten yanadır; “Efendimiz acemilik. Bir başka taş, bir başka daha, sonunda bir sürü yarım biçimler bırakacaksınız. Belki, başkaları sever ve tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücümüz, aşkımız yenidir, tazedir. Her seferinde şevkle çalışacaksınız.”
Şiirin en yalın en mutsuz duyarlığıdır Turgut Uyar. En kalabalık, en derinlikli şiirin de adresidir o. Slogan atan bir sanat beklentisi olanlara verecek çok şeyi yoktur. Ancak apolitik bir şiir değil, toplumcu damarı olan bir şiirdir onunki. Cemal Süreya bu şiiri büyük bir gövdeye benzetir: “Büyük bir gövdedir onun şiiri. Kımıldadıkça kendine benzer, gövdeler hazırlar.. Onu şiirimizin ön sırasında getiren bir başka özellik de görüntü kavramına kattığı yeni olanaklardır. Çok boyutlu ve gerçeğin asalağı olmayan görüntülerle çalışır.”
“Bir elinde kadeh
Öbürünü yarasına bastırır.”
Kendisine ait bir arşivi bile olmayan şair. Hiçbir şeyi biriktirmemiş. Şiirinin el yazmalarını saklamamış, rızası olmadan hiç bir şeyin yayımlanmasını istememiş. Kırk yıl boyunca şiir yazmış, şiir düşünmüş biri olarak, bunun bir kişilik olduğuna inanan Turgut Uyar, kişiliğinin yazılanla örtüşmesi noktasında iyi bir örnektir,
Enis Batur’a göre; Uyar diğer şairlerden olduğu kadar içinde bulunduğu “İkinci Yeni” akımında da hemen fark edilir. Yeri müstesnadır.
Gerek söz, gerekse biçim bakımından sürekli değişen şiirinden divan şiirine uzanan geniş bir kültür birikimini değerlendirirden aynı zamanda kendisi olabilen bir şiir geliştirdi.[2]
* * * * *
Eşi, sevdası Tomris Uyar, Onu anlatırken, “Ben onun dünyaya açılan penceresi olmaktan da öte bir şeydim, bir parçası gibiydim,” deyip eklerdi: “Turgut Uyar bana hep zor bir şair gibi gelmiştir. Yani ilk bakışta sevilmeyen, ancak üstüne çok düşünüldükten sonra anlaşılıp yerli yerine oturtulabilecek biri gibi gelmiştir.(…) Çünkü aynen sizin gibi ben de onu insan olarak tanımanın gerekli olduğunu düşündüren bir şiir yazdığını düşünüyordum. Sanki bunun birtakım karşılıkları kendi özel hayatında varmış gibi geliyordu, yani birtakım imajlarının hesabı mutlaka bir yerde gizli gibi geliyordu; ‘gizli’ derken çok saklı değil ama her zaman örtülü olarak -ortada değil de- belki derinlerde bir yerlerde duruyor diye düşünmüştüm.”[3]
ŞİİR KİTAPLARI
Arz-ı Hâl (1949), Türkiyem (1952), Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959), Tütünler Islak (1962), Her Pazartesi (1968), Divan (1970), Toplandılar (1974), Kayayı Delen Zincir (1981), Büyük Saat (Bütün Şiirleri, 1984).
Gerçekten de A. Hicri İzgören’in belirttiği üzere, “Turgut Uyar ömrü boyunca bir azınlık gibi yaşadı…”
Malum “Kahramanlık her zaman savaş alanlarında ya da insanlık için can vererek olmuyor. İnsanlığın acısını duymak, onu yaşamak ve başkalarına yansıtmak da insana özgü bir kahramanlık… Turgut Uyar şiirlerinde bu acıyı benzersiz biçimlerde ortaya koydu. Bu acıya dayanmak ve ona karşı direnmek kadar dayanamamak da çağdaş bir kahramanlıktır. Mayakovski’den Yesenin’e, acıyla baş edemeyen çok sayıda şair sayılabilir.”[4]
* * * * *
Ve nihayet “İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım” diye haykıran O; şiirin “Büyük Saati”iydi…
“Bir sevgiliyle doymayacak kalbim, anladım/ Alıp başımı gideceğim. (…)
Toprak ve insan kokularıyla,/ Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için/ Başımı alıp gideceğim. (…)
Oturup sevişmeliyiz güzelliklerle/ Yüzyıllarca ötede, çırılçıplak/ Bir ilkokul şarkısıyla beraber,” der ve eklerdi: “Öyle bir tad var ki fakirliğimizde/ Başka hiçbir şeyde bulamam…”
“Acının Tarihi”nde “bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu/ ve direnmek/ hep direnmek devam etmek adına/ diyorum ki acılığı eksilmesin ağzımızdan/ boyuna tükürmek için/ boyuna” diyen Turgut Uyar’ın “Biliyor musun?” dizelerinde nakşettiği yaşam serüveniydi sanki:
“biliyor musun/ aşk şiiri yazmaktan bıktım/ bir gün şöyle bir baktım/ yazdığım bütün şiirler öyle/ bir sarsılma, nedir bu/ bir otuz aşk şiiri daha/ kendimi hiç suçlamadım/
peki o zaman ben neden/ dereceler sokayım koltuğumun altına/ ateşim varsa zaten/ ey gözleri maden/ çünkü aşk bir suçlamadır/ sonuna kadar yaşanmamışsa/ bir bardak birada yeni bir deniz/ ve yağmur/ eski bir denizde yeni bir ada/ yaşanmamışsa/
sözgelimi Galata’dan Afrika’ya gidiyordum/ korsanları kralları ve bazı ülkeleri/ ve bütün madenleri/ ve kendi sonumu/ iyi görmüyordum sonunda/ her türlü madeni/ elimde bir sürü kağıtla/ hazırladım kendimi…”
28 Şubat 2010
Temel Demirer
[1] Turgut Uyar.
[2] A. Hicri İzgören, “Kalabalık ve Yalnız”, Ülkede Özgür Gündem, 22 Ağustos 2004, s.14.
[3] Erhan Altan, Ben Koşarım Aşağlara, Koşarım, Dünya Kitapları, 2005.
[4] Turgay Fişekçi, “Turgut Uyar’ın Kırıkları”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2006, s.14.