Ortasınıfın bizatihi kendisi akıldışıdır. Bu yüzden genellemeleri nispi, çıkarsamaları tutarsızdır; olgusal çözümlemede konstantrasyon bozukluğu yaşar, lokal düşünür, parçayla bütünü ilişkilendiremez, fazlar arasında bağlantı kuramaz vb. Parçalanmış doğası gereği algısı da parçalanmıştır. Doğrudan kendi sınıfının iktidarı olmadığı halde, faşizmin ideolojik taşıyıcılığını da yapması raslantısal olmayıp, akıldışılığma yatkınlığının bir sonucudur. Sonuçta, dünyanın bütün işçileri birleşemeden, dünyanın bütün ortasınıfları birleştiği için dünya bu hale gelmiştir.
Klişeler, ortasınıf kültürünün dünya üzerindeki önemli taşıyıcılarındandır. Günümüzde klişelere, evrensel olma özelliğini, büyük ölçüde ortasınıf kültürü ve onun dünyanın her yerinde kolaylıkla deşifre edilebilir yavanlıktaki formatlan kazandırır.
Hayatımızı Karartan Klişeler
Baştan söyleyeyim, salkımsaçak karartan örneklerle dolu uçsuz bucaksız bir konunun alanına giriyoruz. Yazı Klişeleri bittiğinde, saydıklarımdan çok, yazarken niye aklıma gelmedi diye hayıflanacağım yüzlerce örneğin geride kalacağını şimdiden biliyorum. Her neyse, okurun işini yapmaya kalkışmayalım. Bu çeşit yazılar, açtıkları kapıdan okuru bir çoğaltmaya buyur ederler çünkü. Bir filmde, erkekle kadın tartışıyorlar. Erkek, kadının sözleri üzerine, suçlayıcı bir tonda, bütün bunların birer klişe olduğunu söylüyor. Erkeğin söylediklerinde doğruluk payı var. Ama kadının yanıtı daha düşündürücü:
“Klişeler, niye klişe oluyor sanıyorsun?” Evet, galiba doğru soru bu. Klişeler, niye klişe oluyor ki? Öyle ya, bir gereksinimi karşılamasalar, hayatta bir karşılıkları olmasa, niye var olsunlar? Klişelerin temelinde insani bir gereksinim yatar, ama geçmişten ve gelenekten devralınmış ezber kalıplardan oluşan dışavurum araçları bu ham gereksinimi, popüler ve egemen bir dile, kültürel bir kirliliğe dönüştürerek içeriği çürütür.
Fazla fikir ve emek harcamadan sahip olduğunuz, arkasında denenmiş, sınanmış, sonuç vermiş olmanın güvencesini ve tarihini taşıyan, gündelikte iş gören bir çeşit dolaşım değeridir klişeler; elbette boşu boşuna ortaya çıkmazlar. Pratik ve kullanışlıdırlar; insana zaman kazandırır, yol aldırırlar. Zihinsel üretimi düşük toplumlarda, daha önce üretilmiş düşünceleri hazır kalıplara dökerek, hayatı kolaylaştırıcı bir anlaşma aracı haline getirmek; emek harcamaktan, gayret göstermekten, yeni sorular ve yeni yanıtlar bulmaktan çok daha kolaydır. Özet cümleler, güçlü savsözler, atasözü kesinliği ve parlaklığında sloganlar, tartışılmazmış duygusu veren genellemeler, günü kurtarmaya yetecek kadar laf bulma olanağı sağlar insana. Yoksa hayatta klişeler yok, ya da tümden geçersiz de, bazıları çok sevdikleri için bu klişeler ayaküstü muhabbetlerde prim yapıp, çeşitli sohbet ortamlarında “rating” alıyor değiller. Unutmayalım, klişelerin çoğu zamanla yerleşiklik kazanmış doğrulardır. Onları doğruluktan çıkarıp klişe yapan şey, uğradıkları anlam kazaları ve içlerinin hunharca boşaltılmasıdır.
Sonunda varmak istediğim yeri baştan söylemekte yarar var: Klişelerin dünya ölçeğindeki benzer ve evrensel örneklerinden çok, anonim kültürün egemen olduğu bireyini yetiştirememiş bizim gibi toplumlardaki işleyişiyle ilgileniyorum. Anonim kültür, büyük ölçüde dolgu parçalarıyla çalışır. Klişeler de duygu ve düşünceleri ifade etmede, çeşitli davranış modelleri ve “gestus’lar geliştirmede sayısız dolgu malzemesi sunduğu için, anonimliğin önemli beslenme kaynaklarından biridir. Anonim kültürün ayırıcı tanımlarından biri, toplumsal dokuyu birörnekleştirmek, herkesi ve her durumu ortalama bir çizgiye çekmektir. Öte yandan, bir paradoks gibi gözükse de anonim kültür, doğası gereği eklektiktir. Klişelerin çok netmiş gibi gözüken bulanık içerikleri, farklı mantık yürütmelerinin sonuçlarından devşirilmiş asla bir arada bulunamayacak doğruları, akıl tutulması pahasına tek bir çatı altında toplama yeteneği, dolgu parçalarıyla yap-boz biçiminde çalışan anonim kültürün, hem eklektik, hem birörnekleştirici doğasına uygundur. Unutmamalıdır ki, ortasınıfın bütün varlığı zaten bir akıl tutulması üzerine kurulmuştur. Ortasınıfın bizatihi kendisi akıldışıdır. Bu yüzden genellemeleri nispi, çıkarsamaları tutarsızdır; olgusal çözümlemede konstantrasyon bozukluğu yaşar, lokal düşünür, parçayla bütünü ilişkilendiremez, fazlar arasında bağlantı kuramaz vb. Parçalanmış doğası gereği algısı da parçalanmıştır. Doğrudan kendi sınıfının iktidarı olmadığı halde, faşizmin ideolojik taşıyıcılığını da yapması raslantısal olmayıp, akıldışılığma yatkınlığının bir sonucudur. Sonuçta, dünyanın bütün işçileri birleşemeden, dünyanın bütün ortasınıfları birleştiği için dünya bu hale gelmiştir.
Klişeler, ortasınıf kültürünün dünya üzerindeki önemli taşıyıcılarındandır. Günümüzde klişelere, evrensel olma özelliğini, büyük ölçüde ortasınıf kültürü ve onun dünyanın her yerinde kolaylıkla deşifre edilebilir yavanlıktaki formatlan kazandırır. Bu kültürün en önemli özelliği, anlam ve içerik kaybına uğrattığı her şeyi, ortalama algıya çekip onu vasatlaştırması, kolay sindirilebilecek bir biçimde anonimize ederek kullanıma sokmasıdır. Bu aynı zamanda algının da ehlileştirilmesidir. Algı, benimsediği şeyler kadar, karşı çıktığı şeyleri de sahiden tanımadan benimser ya da reddeder. Yalnızca ortasınıfın ahlaki bir içerik ehlileştirmesinden söz etmiyorum burada, aynı zamanda anlama biçimlerinin de ehlileştirilmesinden söz ediyorum. Bu yüzden ortasınıf dünyası, bu kadar çok yanlış anlamayla doludur. Zamanında doğru anlamamak için harcanmış çabalar, sahiplerine günün birinde böyle geri döner. Bu da algının intikamıdır, diyelim.
Öte yandan temel konumuz olan klişeler kaçınılmazdır. Çünkü “tekrar” kaçınılmazdır. İnsan, “homo ludens”tir, oynar, taklit eder, çoğaltır. Hemen her toplum gündeliği kolaylaştıran, belli bir kullanım değeri olan klişeler tüketir ve bunlar çok kullanılmaktan ötürü her toplumda kendi sorunlarını yaratır. Ayrıca klişeler çok yönlü çalışır. Anlaşma dili olmaktan çok, bir işaret dilidir. Yalnızca bir şeyi değil, bir toplamı işaret ettiği için, hiçbir şey söylemeden bir şey söylüyormuş gibi yapma esnekliğine sahiptirler. Klişe, içerdiği tek bir şeyden bir toplama doğru evrilirken, işaret alanını da belirsizleştirir; Böylelikle çağrışımları harekete geçirir; Herkesin kendi çağrışım alanları içinde serbestçe dolaşabildiğinden, herkese farklı şeyler çağrıştırabildiği halde, insanlara aynı şeyi anladıkları ve anlaştıkları yanılsaması yaşatır. Yukarıda, klişeler çok yönlü çalışır, derken bir diğer özelliğini de hesaba katmak gerektiğini anımsatmak isterim: Klişeler,gündelikte basitleştirilmiş halde birçok disiplinin işlevini birden görürler. Örneğin, felsefeye zamanı ve niyeti olmayanlar için, felsefe kırıntıları sunar, çeşitli şiirlerden kırpılmış tunç dizeleri, darbı mesel niyetine kullanır; sosyolojik saptamalardan toplum sal çözümlemelere, tarihsel değerlendirmelerden ilişki ahlakına varana dek bir çok alan için, deneyimden, bilgiden ve insanlık tarihinden süzülerek gelmiş, doğruluğu tartışılmazmış gibi görü nen nice genelleştirilmiş kolaylıklar sunarlar. Klişeler ile genelleme yapmak arasında doğrudan bir ilişki vardır. Doğası gereği her çeşit genelleme zaten belli bir oranda indirgemeci bir tutum taşır. Klişelerin yaslandığı genellemelerse, her çeşit fazlalığı ayıklayarak birörnekleşmeye giden yolu açar; algıyı, durum farklılıklarını anlamak, özgün olanı tanımak, yenilenen koşullarda yeni değerlendirmelere gitmek gibi çaba gerektiren yüklerden kurtarır. Onu, daha önceden bildiği, öğrendiği şeylere yaslanmanın konforundan koparmaz. Genellemeler bütün zamanlar ve bütün koşullar içindir; aklın dairesini ilk çizildikleri gün gibi “sağlam” tutar. Klişeler, öğrenmekten, değişmekten, yenilenmekten korkanlar için bulunmaz bir sığınaktır.
Bir zamanlar bazı doğrulan açıklamak için yeterli gördüğünüz anlamı kirlenmemiş sözler, şair ruhlu bayağı kişilerin yave ağzında onca zaman epriye esneye gezindikten sonra artık kimselere bir şey söylemez hale gelerek ömrünü tamamlar. Şair ruhlu olmak zaten yeterince klişedir; çünkü şair olamayıp, ruhuyla yetinmişliğe işaret eder. Kabul edersiniz ki, yarım kalmış her çeşit ihtiras dünyayı kirletmeye yeter.
Söz’ün başta edebiyat olmak üzere kurmaca sanatlar dağarı, gündelik basın, radyo-televizyon müzik ve reklam disiplinleri içinde çok yönlü bir dolaşım ağına girdiği çağımızda tazeliğini, diriliğini ve anlam birliğini koruması gün günden güçleşmektedir.
Dramatik sanat disiplinleri içinde en yaygın türün “melodram” olması, rastlantısal değildir. Hemen her ülkede benzer klişeler, kalıplar, şablonlarla çatılmış olan melodram, dünya ölçeğindeki yaygınlığından da anlaşılacağı gibi, bir ortasınıf sanatıdır ve onun dünyasını, değerlerini anlamada ve anlatmada en yetkin modeldir.
Elbette, sözel klişeler kadar davranış kalıpları, ilişki modelleri de yaygın ve etkindir ama, ben onları bu yazının dışında tutuyorum.
Konuya olan ilgim, bugüne kadar bütün yazdıklarımda farklı tonlarda yansısını bulmuştur. Bir rolçözüm nesnesi, ilişki kanavalarının tersinlemesi, ya da bir alt-metnin yeniden yapılandırılması olarak. Yalnızca, Kırk Oda ile Kum Saati’ni işaret etmekle yetineyim.
Bir ara bir büyük gazetemizin televizyon eki haftada en az üç kez şu başlığı atıyordu: “Eğlenceye Doyacağız”. Bir noktadan sonra öyle inanılmaz bir hal aldı ki bu, birden bütün bu ekleri biriktirmek arzusuna kapıldım. Öyle ya, günün birinde koleksiyon değeri bile kazanabilirdi bu parçalar. Dünyanın hemen hiçbir yerinde, aynı başlığı haftada üç kez attırmazlar adama. Türkiye’nin karanlık ve kanlı günlerinde, en az o günler kadar karanlık ve kirli medyasının, halkımızı eğlenmeye ve eğlendirmeye bunca teşvik etmesi anlaşılır bir şeydi kuşkusuz, tartıştığım bu değil; ben yalnızca buradan kalkarak, aslında bir yaratıcılık yoksunluğuna dikkat çekmek istiyorum. Yaratıcılık düzeyi “eğlenceye doyamayan” medyanın kalitesini aşamamış kültür hayatımızın kimi figürlerinin de durup durup “bilmemnenin dayanılmaz hafifliği” diye bir terane tutturması gibi örnekler, bu yoksulluğun pek de “saha” farkı tanımadığını gösteriyor. İki günde bir gazetelerine “tarih yazdı”, “destan yazdı” diye başlık atan bir milletin, yazmaktan ve okumaktan bunca nasibini alamamış olması da bize yakışan nadide çelişki çeşitlerinden biri.
Klişeler hızlı tüketimin önemli yakıtlarından biridir. Yaşadıktan yoğun tempoda derinleşme, yeni şeyler öğrenme ve kendini yenileme fırsatı bulamayan yazılı ve görsel medyanın başlı-
ca silahlarından biri olan klişeler, onların aynı zamanda saplanıp kaldıkları tuzaklarıdır da… Her gün yüzlerce radyo ve televizyon kanalında akşama kadar yüzlerce kez duyduğunuz “Programımız bütün hızıyla devam ediyor” klişe cümlesi, acıklı bir biçimde “yerinde sayıyor olmanın” bir göstergesidir. Yoksa, o batakta hız yapmak mümkün müdür?
İfade dünyamızda kimi zaman moda olarak öne çıkan bazı sözler, yersiz, sık ve yanlış kullanımlarla anlam kireçlenmesine uğramış olarak “sözlü dilsizlik” araçları haline gelebilirler. “Güldürürken düşündürmek”, “damgasını vurmak”, “bir ilke daha imza atmak”, “ince duyarlılık” ya da “incelikli olmak” gibi sözler çoğu kez hiç de hak etmedikleri durumlarda kullanılır; “çifte standart”, “insan haklan” gibi kavramlar, herkesin kendi çıkarlarını savunmak için kullandığı içeriksiz kalkanlar haline gelir. Hatta, günün moda deyişleri “Keyifli bir olay”, “duayen”, “mesaj vermek”, “beğeni toplamak” gibi sözlere itiraz etmek bile klişeye dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Çoğu durumda, “Kilometre taşı” diye nitelenen kişilerin, geçtim sahiden herhangi bir konunun “kilometre taşı” olmalarından, herhangi bir kilo, herhangi bir metre, herhangi bir taş edip etmedikleri bile tartışılır. “Düşle gerçeği iç içe anlatan”lara, “Gerçeği şu olanın, düşünden ne olacak?” diyesiniz gelir. Nice “sıradanlık”, kimilerince “çok incelikli” bir şey sanıldığında, onların kalın olandan ve kabalıktan ne anladıklarını sahiden merak edersiniz.
Türk şiirinde alınterine ekmek banmakla başlayıp oraya buraya banmakla süren bir dolu mazmunlaşmış klişeye ses çıkarmayanlar, Mustafa Sandal-Yonca Evcimik “bandırmasına” takarlar. Aslında içeriklerinden bağımsız olarak, klişeler kendi başlarına bir anlamda müstehcendirler zaten, çünkü, içini fazla gösteren her şey bir bakıma müstehcendir; transparanlığı bir zarafet olarak taşımakla, kabalığın doğrudanlığını karıştırmamak gerek.
Emeğe katık edilen düşlerle başlayıp, banmak, emzirmek, ılgıt ılgıt esmek, buram buram tütmek, elvan elvan kokmak, ilmekilmek örmek gibi türevlerle süren Anadolu’nun bağrından kopmuş nice mazmun, kendilerini var eden kültürel atmosferde ve tarihin bir döneminde sahici ve samimiydiler elbet. Ama şu yüzyılda oturup da, “duygu emziririm düşünceye” gibi dizelerle karşılaştığında, “Sütünüz kesilir inşallah” diyesi geliyor insanın.
Klişeler yalnızca popüler kültürün malzemesi değildir; popülerleşen her çeşit kültür, klişelere uğrar. Güya karşıymış gibi yapan seçkinci kültür bile çaktırmadan kendi klişelerini yaratır. Entelektüel klişeler, entelektüel hileler içerdikleri için bir süre ciddiye alınır, daha geç “görülürler”. Bu alandaki örneklerin sayısı hiç de az değildir. “Bir Tutkudur Merzifon”, “Bir Şenliktir Felsefe” ile başlayıp, “başarılarının devamını diler”, çeşitli adlarla “kitaplarını vaftiz ederler”. Malzemesini tekrar üzerine kuran kimi şairler, kısa zamanda kendi kişisel klişeler dağarcığını yaratırlar. Şiir söz konusu olduğunda, yalnızca sözcük ve deyiş klişeleri değil, teknik klişeler de devreye girer. Diyelim, bir Ece Ayhan tekniği ve sesi, herhangi bir taklidinde yalnızca sahibini çağrıştıran teknik bir klişeye dönüşür. Kişinin kendi kendinin klişesi olması ise, ne yazık ki, bizde yaygın görülen acıklı bir haldir.
Bin yıllık sözcükleri ve anlamlan, kendini yemleyerek tekrar tekrar keşfetmek, onlara ilk günlerini armağan etmeye çalışmak kolay değildir. Yüz yıllık uyku, bin yıllık uyanıklık gerektirir.
2001
Murathan Mungan
Bir Kutu Daha