“İnsanlar vedalaşırken, genellikle olayın sürekliliğini inkâr eden sözler dile getirmeyi severler: Birbirlerinden ayrılırken ‘Auf Wiedersehen’, yani tekrar görüşene kadar, derler. Yeni bir araya gelme planları yapmakta çok aceleci davranırlar, ama unutmakta daha da acelecidirler.
Ben bu tür insanlardan değilim. Gerçeği söylemeyi tercih ederim ki gerçek de büyük bir ihtimalle bir daha karşılaşmayacak olduğumuzdur. Bir daha Viyana’ya geleceğimi hiç sanmıyorum ve herhalde siz de hiçbir zaman, beni İtalya’ya dek izleyecek kadar hasta sıkıntısı içinde olmazsınız.”
Nietzsche çantasının sapını kavrayıp ayağa kalkmak üzere davrandı.
İşte bu an, Breuer’in büyük bir dikkatle hazırlanmış olduğu andı: “Profesör Nietzsche, lütfen bir dakika daha kalın! Sizinle konuşmak istediğim bir başka konu var.”
Nietzsche gerildi. Herhalde, Lauzon Kliniği’ne yatma konusunda yeni bir öneri gelecek diye düşünüyordur, dedi Breuer içinden, korktuğu bu.
“Hayır Profesör Nietzsche, düşündüğünüz şey değil, hiç ilgisi yok. Lütfen rahatlayın. Bu tamamen başka bir konu. Az sonra anlayacağınız nedenlerle bu konuyu hep sürüncemede bırakmıştım.”
Breuer bir an durup derin bir nefes aldı.
“Size bir şey önereceğim; yalnız bu sıradan bir öneri değil, herhalde şimdiye dek hiçbir doktor hastasına böyle bir öneride bulunmamıştır. Konuyu uzattığımı biliyorum; ama bu, öyle kolayca anlatılacak bir şey değil. Genellikle sözcüklerle aram iyidir; her neyse, en iyisi olduğu gibi söyleyip kurtulmak.”
“Size mesleklerimiz arasında bir değiş tokuş öneriyorum. Yani, önümüzdeki ay ben sizin beden doktorunuz olacağım. Yalnızca fiziksel semptomlarınız ve ilaç tedaviniz üzerine konsantre olacağım. Siz de bunun karşılığında, benim ruh ve zihin doktorum olacaksınız.”
Nietzsche hâlâ çantasının sapını tutuyordu, önce şaşırmıştı; ama sonra temkinli davranarak, “Ruh ve zihin derken ne demek istiyorsunuz? Ben nasıl doktorluk yaparım? Bu, geçen hafta tartıştığımız konunun bir türevi değil mi; hani, siz benim doktorum olacaktınız, ben de size felsefe öğretecektim?”
“Hayır, bu ricam tamamen farklı. Sizden bana bir şey öğretmenizi değil, beni iyileştirmenizi istiyorum.” “Ne konuda iyileştireceğimi sorabilir miyim?”
“Bu çok zor bir soru. Ama hastalarıma ben de hep bu soruyu sorarım, değil mi? Size de sormuştum, şimdi de cevaplandırma sırası bende. Beni ümitsizliğimden kurtarmanızı istiyorum.”
“Ümitsizlik mi?” Nietzsche çantasının sapını bırakıp öne doğru eğildi. “Nasıl bir ümitsizlik bu? Ben öyle bir şey göremiyorum.”
“Yüzeyden bakınca göremezsiniz. Dışarıdan bakınca çok iyi bir yaşam sürüyor gibi görünüyorum. Ama biraz derinlere inerseniz, içimde koskoca bir ümitsizliğin hüküm sürdüğünü görürsünüz. Ne tür bir ümitsizlik diye mi soruyorsunuz? Şöyle diyelim: Zihnime sahip olamıyorum; yabancı ve sefil düşünceler saldırıp zihnimi işgal ediyor. Sonuç olarak kendimi küçük görüyor, dürüstlüğümden kuşku duyuyorum. Karım ve çocuklarımla ilgileniyorum, ama onları sevmiyorum! Aslına bakılırsa, onların beni hapsetmelerine hınçlanıyorum. Cesaretim de yok: Yaşamımı değiştirmeye ya da bu şekilde sürdürmeye yetecek cesarete de sahip değilim. Yaşama nedenimi artık bilemiyorum, bir amacım kalmadı. Yaşlanmakta olduğumu aklıma taktım. Her gün ölüme biraz daha yaklaşsam da ondan giderek daha çok korkuyorum. Böyle de olsa, bazen intihar etmeyi de aklımdan geçiriyorum.”
Breuer, pazar günü bu sözleri defalarca prova etmişti. Ama bugün (bu planın altında yatan düzenbazlığı düşünürsek tuhaf bir şekilde) içten ifade edilmişti. Breuer yalan konusunda beceriksiz olduğunu biliyordu. Asıl büyük yalanını, Nietzsche’yi tedavi altına almak için kurduğu planını saklamasına rağmen geri kalan her konuda ona gerçeği söylemeye karar vermişti. Bu yüzden, yaptığı konuşmada kendisi hakkında söyledikleri gerçekti, yalnızca birazcık abartmıştı. Ayrıca, anlattıklarının içinde, Nietzsche’nin kendi gerçekleriyle, anlatmadığı duygularıyla ilgili özellikler olmasına da dikkat etmişti.
Irvin D. Yalom
Nietzsche Ağladığında
Ayrıntı Yayınları