Sanki bir istasyona vuruyorum ilkin, şöyle bir ilk çağa vurur gibi. İyi mi?
Ya da bir tren geçiyor da az ötemden, ben o trenin doğu yolcuları
Bir süre değişik, bir süre anlamamış, giderek tam eskisi gibi kendime bakıyorum
Dedim ya, ne gelirse yapıyorum elimden – unutmak için – ah şu böceğin vızıltısı
Bastırıyor durmadan. Bense yalnızlığa daha bir yalnızlık koyuyorum, hepsi bu
Yani bir böcekte yaşıyorum – dersem inanın – onu deviniyorum hep, bilmem ki..
Bilmem ki.. Üstelik sevmiyorum da, neyi sevmiyorum, yalnızlığı, öyle mi
Kim bilir belki de, bütün gün sesleniyorum çünkü – nereden
Örneğin bir sonbahar sözcüğünden, bir dilbilgisi yanlışından,
Bir satır başından belki. Belki de…
Bir doğu kentinden, bir ölü gömme töreninden
Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka
Korkunç, biz buna sonbahar diyoruz, oysa bir böceğin vızıltısı
Bir yaşlı çocuktan azalan sesi dünyanın – bir böceğin vızıltısı
Pis lokantalarda çekilmez akşamüstleri – bir böceğin vızıltısı
Bilmem. Kimi duymak istiyorum ben? Sizi mi? – bir böceğin vızıltısı
Ah şimdi o taş evin sıcağında – sanki bir anmak istediğim öyle uzak ki, nasıl
Nasıl bir hüznün başkaldırışı – bile değil – bir böceğin vızıltısı
Herkes ne çabuk göçüyor. Azıcık korkuyorum. Dün biri gitti
Olanlar oluyor işte – ne yaparsın – bir böceğin vızıltısı
Akşamları uykum kaçıyor. Kaçsın – yaşlı teyzem diyor ki
Diyor ki – vallahi anlamıyorum – bir böceğin vızıltısı
Bir de hep unutuyorum – anlamadığımı – özürler diliyorum durmadan
Ohoo!. Teyzem mi? Uyumuş oluyor çoktan – şu kantolar ülkesinde canım
Eski bir üsküdar’da, bir gül kokusu ağırlığında dolaşıyor belki
Hay allah! Nereden çıktı şimdi? Bu saatte kim olabilir ki
Yani ben kimseyi tanımıyorum ki – kendimi bile – ah şu böceğin vızıltısı
Bir gün kırmızı gözlü birinin gülbahar oynayışında beraberdik
Her neyse, amcamın namuslu günleri
Neden bana kız resimli çakısını vermedi acaba, bir türlü öğrenemedim
İstemem düşünmeyi bile – yahu ben demin sokaktaydım, şimdi nerdeyim, meyhanede miyim
Konyak mı içiyorum? Niye mi sevmiyorum mısır ehramlarını, osmanlı tarihini
Bu hangi şarkıcı – sıkıyor beni – kolyenizi sevdim nermin hanım!
Bu kaçak tütünü niye mi içiyorum? Bilmem ki.. Hani bir sorguya çekseler beni
Çeksinler, ne suçum var sanki, suçsuzum ben vallahi billahi
Azıcık dalmışımdır – ha şunu anlasaydınız – bütün suç dalgınlığımda
Polis mi? Tutsak mıyım? Ne adamsınız siz! Götürün bari ilgisizliğimi
Bu konyak niye çok pahalı, ben bu orospuyla yattım diye mi, ayıp
Çok ayıp! Hem birazdan gene yatacağız, öyle değil mi sevgilim
Siz şu hesabı getirin hele, ben böyle kalçalar görmedim ne zamandan beri
Gülmeyin canım! Şu hayvan suratlı adam bize bakıyor da ondan, kızıyorum
Bu turunç likörünü kim içiyor sabah sabah? Demeyin, sahi ben gene mi yalnızlıyorum
Gene mi, ah niye ağlayamıyorum bu güneşli istanbul vakti
Hani ben böyle istiyorum da, bırakın böyle olsun, öyle mi.
Olsun. Herkes ne güzel kıyılarda ne güzel ayaklarına bakıyor
Bir gökyüzü dinleniyor içimizde, bir huysuz at, bir soru, derken bastırıyor o böceğin vızıltısı
Gittikçe bastırıyor, iyi bastırıyor şimdi, örneğin ben o vızıltısıyla uyanıyorum sabahları
Ne gelirse yapıyorum elimden – duymamak için – sanki bir
Dilim ekmeği bir yıl kadar uzatıyorum
Sanki bir istasyona vuruyorum ilkin, şöyle bir ilk çağa vurur gibi. İyi mi?
Ya da bir tren geçiyor da az ötemden, ben o trenin doğu yolcuları
Bir süre değişik, bir süre anlamamış, giderek tam eskisi gibi kendime bakıyorum
Dedim ya, ne gelirse yapıyorum elimden – unutmak için – ah şu böceğin vızıltısı
Bastırıyor durmadan. Bense yalnızlığa daha bir yalnızlık koyuyorum, hepsi bu
Yani bir böcekte yaşıyorum – dersem inanın – onu deviniyorum hep, bilmem ki..
Bilmem ki.. Üstelik sevmiyorum da, neyi sevmiyorum, yalnızlığı, öyle mi
Kim bilir belki de, bütün gün sesleniyorum çünkü – nereden
Örneğin bir sonbahar sözcüğünden, bir dilbilgisi yanlışından,
Bir satır başından belki. Belki de…
Bir doğu kentinden, bir ölü gömme töreninden, sesli bir
Manastırdan az çok, bin adet bir ak güvercinden
Kendimden, yanlış ve eksik olan bir yerden; bir nymphe
Masalından sanki: korkuyla sinen, şehvetle yiten, ses
Olan doygunsuzluğuma, benimle eşitlenen
Her şeyden, ama her şeyden; değil bir eşkıya çatışmasından
Yalnız, kuru bir dereden, dural bir kargadan, ölümün yepyeni bir sözlüğünden
Yepyeni bir sözlüğünden. Ölümün. O yılgın silahlardan. Yani
Bir şiir parçasından belki. Bir sokak kargaşasından
Cinsel bir çekişmeden
Arta kalan bir yerden: bitkisel gözlerinden, katılmış
İçlerinden, o kansız evrelerinden, sürekli hüzünlerinden
Bilmem ki neden. İşte bir çocuk durgunluğu gibi. Ama tam
Öyle gibi. Önce bir sorguya takılı: uyumlu, ürkek,
Bitimsiz derinleşen
Ve içsel bir bulantıdan. Ve çirkin bir gülüşten. Ve güçsüz bir
Atılımla belirsiz bir av hayvanının döllerinden
Gelince birden gelen; nedensiz bir üşüntüden, kıyısız bir
Denizden, ışıksız bir lambadan, az konuşkan, iletken
Onların dillerinden, onların kuşkusundan, onların her
Şeyinden, dışardan hiç bilinmeyen
Sinsi pis çentiklerden. Sanki bir tortu gibi. Arınmaz kirler
Gibi, gelişen artan, kendini biriktiren
Nedense biriktiren. Sonra hep dışa vuran. Birden. Öyle bir
Pas lekesi. Gibi. Kararsız sözlerinden, dengesiz
Aşklarından, tanrısız ellerinden
Yenilgin. Ve karşıt bir yörüngeden: dualarda eriyen, kuytularda direnen, içkilerde küçülen
Atılgan bir duruşla o sonrasız, edilgen
Böyle hep seslenirim ben. Duyan kim? Ama ben seslenirim – nereden
Nereden? – baktıkça üreyen, saydıkça çoğalan, vardıkça yetişilmeyen
Seslenirim kendimden: öyle soy, öyle güzel, öyle çekici
Vardır ya, sirenler gibi işte: “size ben öğreteceğim dünyanın gizlerini!”
Gel gör ki anlatamam, vardıramam sözlerimi. Bildiniz, hep o böceğin vızıltısı
Durmadan bastırıyor. Kötü bastırıyor şimdi. Örneğin ben o
Vızıltıyla bakıyorum yanıma yöreme
Bakınca bir baş dönmesi – o kadar hızlı ki her şey – bir
Kalın testere bir gökyüzünü kesiyor tam ortasından
Bir katılık bir katılığa yapışıyor. Bir çark dönüyor iç mavileriyle. Şu, bu..
Bir çocuk ip atlıyor. Biri bir tel çekiyor karşıya. Bir mağaza
Vitrini gürültüyle duruyor anlatılamaz
Ha babam yazıyor biri. Bir haham tevrat’ı dört dönüyor – yahu bu sokaklar da kim
Yapmayın, meyhanedeyim ben, çok kadehten bir kadehim yok benim
O kadar hızlıyım ki başım dönüyor – bari şu vızıltı olmasa
İyi ya, belki de yalnız değilim – değilim de – durmuşum bir yalnızlıkta
Durmuşum, bunu anlıyorum, duyurmak istiyorum üstelik
İstiyorum – duyurmak – düşmeden bir kayıtsızlığa
Yani ben böyle istiyorum, bırakın böyle olsun
Diyorum – pek uzaktan – sevgilim, boş geçirmeyelim mi geceyi
Ben o senin omuzlarını düşündüm, bundandır, şimdi gözlerim beyaz
Benim gözlerim beyaz – hem nasıl – bilmiyorum, ya seninkisi
Ne dersin, hayır mı, boş geçirmeyelim mi geceyi
Kapasak mı pencereyi acaba
Geçiyor – anneniz mi – eskimiş yün kazaklarla
Babanız – daha erken – gelmeyen babanızla
Gelecek! – annenizdir – çoğalan gözleriyle kapıda
Gelmiyor – babanızdır – bulunmuş eşyalar arasında
Ağlıyor – annenizdir – yok canım, biraz oyalansanıza!
Gibi oyalansanıza
Girerekten mutfağa, soraraktan o kalaylı taslara
Çünkü o baş dönmesi ya orda, ya yukarda tavan arasında
Güveler, hep güveler, bir delik, bir delik daha
Biraz oyalansanıza!
Bir oyun başka olamaz oyundan gibi
Bir söz başka olamaz bir sözden gibi
Bir şey başka olamaz bir şeyden gibi
Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka.
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
(1961)
< ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜ OKU
Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka, Edip Cansever (Şiir -4. Bölüm)
Kaynak: Adam Yayınları, Yerçekimli Karanfil, “Nerde Antigone” 1987