Khaled Hosseini: “Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun…”

Uçurtma AvcısıŞimdi, mollalar ne derse desin, yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir. Ne demek istediğimi anlıyor musun?“, “Hayır, Baba” dedim, anlamak için kendimi umutsuzca zorlayarak. Onu bir kez daha hüsrana uğratmak istemiyordum. Baba sabırsızca içini çekti. Bu da canımı acıttı, çünkü sabırsız biri değildi. Eve, hava karardıktan çok sonra döndüğü, akşam yemeğini tek başıma yediğim günleri anımsadım.

Ali’ye Baba’nın nerede olduğunu, eve ne zaman geleceğini sorardım, oysa inşaat alanında olduğunu, şunu ya da bunu denetlediğini çok iyi bilirdim. Buysa sabır isterdi, değil mi? Uğruna yetimhane yaptırdığı çocuklardan daha şimdiden nefret ediyordum; bazen, keşke ana-babalarıyla birlikte gitselerdi, derdim.

Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun,” dedi Baba. “Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Anlıyor musun?” Anlıyordum. Baba Ali yaşındayken, bir gece yarısı büyükbabamın evine hırsız girmiş. Saygın bir yargıç olan büyükbabam, adamın karşısına dikilmiş, ama hırsız onu boğazından bıçaklayıp oracıkta öldürmüş – ve Baha’dan babasını çalmış.
Kent halkı katili ertesi gün, daha öğleye kalmadan yakalamış; adamın Kunduz yöresinden gelen serserinin teki olduğu anlaşılmış. Onu bir meşe dalına astıklarında, ikindi namazına daha iki saat varmış. Bu öyküyü Baha’dan değil, Rahim Han’dan dinlemiştim. Baba hakkındaki bilgileri hep başkalarından alırdım zaten.

Çalmaktan daha kötü bir suç yoktur, Emir,” dedi Baba. “Kendisine ait olmayan bir şeyi alan insan, bu ister bir can olsun isterse bir dilim nan… aşağılıktır. Böyle birinin yüzüne tükürürüm. Böyle biriyle yollarımız kesiştiğinde, Allah yardımcısı olsun. Anlıyorsun, değil mi?
Baha’nın bir hırsızı evire çevire dövme fikri, hem gülünç hem de ürkütücüydü. “Evet, Baba.”
Yukarıda bir yerde bir Tanrı varsa, umarım benim viski içmem ya da domuz yememden çok daha önemli meselelerle uğraşıyordun Hadi, in bakalım. Böyle günahtan konuşup durmak beni yeniden susattı.
Barda kadehini dolduruşunu seyrettim ve az önceki konuşmamıza benzer bir konuşmayı bir daha ne zaman yapacağımızı merak ettim. Çünkü gerçeği söylemek gerekirse, hep Baba’nın benden az çok nefret ettiğini hissederdim. Neden etmesin ki? Her şey bir yana, sevgili, biricik karısını, güzeller güzeli prensesini öldürmüştüm, öyle değil mi? Buna karşılık da, en azından Baba’ya benzeme nezaketini gösterebilirdim. Oysa ona hiç çekmemiştim. Hem de hiç.
Okulda Şercanji denen bir oyun oynardık – bir tür şiir yarışması. Farsça öğretmeninin gözetiminde yapılır, aşağı yukarı şöyle gelişirdi: Sen bir şiirden bir dize söylerdin, rakibin de altmış saniye içinde, senin ağzından çıkan son harfle başlayan, bir başka dize söylemek zorundaydı. Sınıftaki herkes beni takımına almak isterdi, çünkü on birime bastığımda Hayyam’dan, Hafiz’dan ya da Rumi’nin ünlü Mesnevi’sinden düzinelerce dizeyi ezbere biliyordum. Bir keresinde, bütün sınıfa karşı tek başıma oynadım ve kazandım. O akşam bunu Baba’ya anlattım; başım sallamakla yetindi, “Güzel,” diye mırıldandı.
İşte babamın kayıtsızlığından kaçıp, ölmüş annemin kitaplarına sığınmam, böyle oldu. Bir de Hasan’a, elbette. Bulduğum her şeyi okuyordum; Rumi, Hafiz, Sadi, Victor Hugo, Jules Verne, Mark Twain, Ian Fleming. Annemin kitaplarını okuyup bitirince -sıkıcı tarih kitaplarını değil, onlara pek elimi sürmezdim, bir tek romanlara, destanlara düşkündüm-harçlığımı kitaplara yatırmaya başladım. Cinema Park’ın yakınındaki kitapçıdan her hafta bir kitap alırdım; odamdaki raflar dolunca onları karton kutularda biriktirmeye başladım.
Bir şairle evlenmek başka şeydi, burnunu şiir kitaplarından kaldırmayan bir oğula sahip olmak başka şey, elbette… Baha’nın hayal ettiği erkek evlat bu değildi. Gerçek erkekler şiir okumazdı; hele şiir yazmak, Tanrı korusun! Gerçek erkekler -gerçek erkek çocukları- tıpkı Baha’nın gençken yaptığı gibi, futbol oynardı.
Edebiyata düşkünlüğüm Baba için gerçekten sabır isteyen bir durumdu. 1970’de, Baba yetimhane inşaatından bir süreliğine uzaklaşmış, dünya kupası maçlarını televizyondan izlemek için Tahran’a gitmişti; o günlerde Afganistan’da henüz televizyon yoktu. Futbol tutkusunu bana da aşılamak için, beni bir takıma yazdırdı. Ama acınacak durumdaydım, takımın yüz karasıydım; sürekli, ya güzel bir pasın arasına giriyordum ya da gole giden bir oyuncunun önünü tıkıyordum. Sıska bacaklarımla sahada bir o yana bir bu yana seğirtir, kimse bana pas vermediği için sızlanıp dururdum. Kollarımı deli gibi sallayıp, “Hey, bana!
Bana!” diye çığırıp dursam da, takım arkadaşlarım beni görmezden gelirdi. Babamın spor becerilerinin zerresini bile alamadığım anlaşılınca, Baba beni hiç olmazsa ateşli bir taraftara dönüştürmeyi denedi. Bu kadarını becerebilirdim herhalde, değil mi? Elimden geldiğince uzun bir süre ilgileniyormuş numarası yaptım.

Khaled Hosseini
Kaynak: Uçurtma Avcısı  (The Kite Runner)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz