Rus Edebiyatı’nın “Altın Çağ”ı olarak nitelendirilen 19. Yüzyılın en büyük yazarlarındandır Gonçarov.
Toprak köleliğinin kaldırılmasından sonra toplumun eski- yeni ikiliğini, geçmiş ve bugün arasında kalanları betimlemeyi tercih etmiştir. O, dönemin diğer yazarlarının aksine siyasi mevzulardan uzak kalmış, hiçbir ideolojiye yaklaşmamıştır, “toplumsal mücadele” yi değil dönem insanının içinde bulunduğu durumu betimlemeyi yeğlemiştir.
Ona göre gerçek bir yazar tekrarlayanı, değişmeyen tiplemeleri göz önüne sermelidir. Bundandır ki tüm yaşamı boyunca yalnız üç roman yazmış; nasıl değişecekleri, ne sonuca varacakları belli olmayan geçiş olaylarını yazmayı reddetmiş; oturmuş, var olan tiplemeleri betimlemek adına, ömrünün 10 yılını yalnız “Oblomov” adlı romanına vermiştir. Yanı sıra “Sıradan bir Olay” ve “Uçurum” romanlarını da yazmıştır. Bu üç roman da aynı tema üzerinde döner(eski-yeni ikiliği, tembellik), merkezcildir.
Yazar, anlatmak istediği diğer konuları da bu tema üzerinden anlatır.
Oblomov bu üçlemenin en başındadır. Gonçarov eski ve yeni Rusya arasındaki ikiliği, insanların sıkışmışlığını anlatırken, bir nebze de geçmiş ve bugünün olumlu, sıcak yönlerini vermiştir romanında.
Oblomov hayatından bezmiş halde yaşayan biridir; tek yaptığı kanepesinde, ayağındaki terlikleri ve üzerinde röbdeşambrı ile uzanıp, yemek yiyip, hayal kurmaktır.O yumuşacık rahat terliğinin değişmez yeri, yumuşaklığı onun uysallığını; eski yıpranmış röpdeşambrı da geçmişten vazgeçemezliğinin simgesidir bir nevi.
Öyle boştadır ki en büyük iki derdi “bir mektup yazmak” ve “yeni bir eve taşınmakt”tır.Üzerine sinmiş ölü yaşam, eylemsizlik onu bu iki basit eylemi yapmaktan bile alıkoyar. Artık o kadar çökmüş, sönmüş ki, elini uzatıp hokkasını alıp yazmak bile zor gelir ona.Odasındaki tozlu raflar, eski halı bu ölülüğü belirgin şekilde önümüze sunar.Tek yaşam belirtisi küllükte arada bir yanan sigara ve odada uçuşan birkaç sinektir belki de.Kanepesinde uzanırken ufak kıpırdanışları da olmasa, odada birinin var olduğu dahi belli olmayacak. Elinden hiçbir şey gelmez, hesaplarını yapmaya eli varmaz; bu nedenden uşağı Zahar ve başkalarınca aldatılır durur. dış dünyayla bağlantı kurmanın tek yolu da evine gelip giden ziyaretçilerdir.
Bir şeyler yapmasına yapar Oblomov ama hayallerden öte gidemez.Kanepesine uzanır, büyük bir adam olduğunu, bir çiftlikte huzur içinde yaşadığını hayal eder, çalışanlarının durumunu düşünür ve “Oh, bugün de ne çok şey yaptım” diyip uzanmaya devam eder yine. Herkesi, her şeyi düşünür aslında ama düşünmekle kalır.Bir gün uşağı Zahar’a hatta:”Siz ben orada uzanıp dururken yalnızca uzandığımı mı sanırsınız? Sizleri düşünürüm, halinizi düşünürüm, her şeyi düşünürüm ben” der ama yine bir eylemden eser yoktur hayatında.
İşlerini bir gün, iki gün derken koyuverir gider. Ta ki çocukluk arkadaşı Ştoltz gelene dek.Ştoltz, Oblomov’un aksine aktif, çalışkan, çözüm üretmeyi seven, yaşayan bir insandır. Yeniliklere ayak uydurur, beraberinde getirir. Oblomov yer yer kendinin neden öyle olmadığını düşünür ama üzerine yapışanlardan kurtulmaya cesaret etmez, bir adım atmaz yine her zaman yaptığı gidi düşünmekle kalır. Onun ve diğer insanların içinde bulunduğu koşuşturmacaya bir türlü akıl erdiremez.”İnsanlar rahat yaşamak için çalışıyor, uğraşıyor ama yine rahat olamıyor”, deyip eylemsizliğine bir bahane bulur.Zaten onun için dört duvar arası, pişen bir kap yemek, ona hizmet eden bir kadın ideal yaşamın resmidir.Arkadaşı Ştoltz onu gerçek yaşama çekmeye, aktifliğe çağırır; Avrupa’ya seyahate, çiftlik gezilerine davet eder ama Oblomov birkaç günlük ‘yaşama’nın sonrasında, erteleye erteleye yine olduğu yerde durur.Ştoltz’un da arkadaşı olan Olga ile yaşadığı aşk bile döndüremez onu hayata.
Olga yeniliklere açık, heyecanlı, yaşam dolu hayatına Oblomov’u da çekmeye çalışır ama evlilik aşamasındaki birkaç işlem, insanların yorumları, en ufak hareket belirtisi çoktan yormuştur onu ve ümitsizliğe düşürüp gözünde büyütmesine sebep olmuştur.Zaten sonrasında da kendi gibi yemek ve değişmez düzen arasındaki huzurdan başka bir şey istemeyen ev sahibesi Agafya ile sürdürdüğü yaşamıyla kendini iyice söndürüverir.
Neden böyledir Oblomov? Bu soruya yanıtı “Oblomov’un rüyası” adlı bölümde buluruz. Doğup büyüdüğü, dış dünyadan uzak, hafif rüzgar ve yine sineklerin vızıltısından başka bir yer olmayan bir yer olmayan Oblomovka ve Oblomov’un aile yaşantısı, çocukluğundan bahsedilir.Buranın insanları uyanıp, yemek pişirip, yedikten sonra da bir günü daha bitirmenin huzuruyla yastıklarına koyar başlarını.Dışarıda birkaç şehrin, başka hayatların da olduğunu bilirler ama merak etmezler, edeni de kınarlar zaten.Tüm etkenlerden uzaktırlar, uzak da tutarlar.Oblomov, çocukluk arkadaşı Ştoltz gibi ne zaman bir şeyler yapmaya kalksa: “Aman, düşersin, bir bey böyle yapmaz!” naralarıyla karşılaşır.Çoraplarını bile uşağı Zahar giydirir.Değişikliklerden o kadar uzak ve karşıdırlar ki dünyanın hala bir balinanın üzerinde döndüğünü sanarlar. Anlattıkları masallar bile ülkenin dışına çıkan prenslerin ejderhalar tarafından öldürüldüğünden bahseder.
Bunlara rağmen, Oblomov’u sever okuyucu, Sevdirir Gonçarov. Yeni dünya içindeki yetişememezliğini verirken, onun geçmişten gelen saf ve insani duygularından bahseder sıkça.Yalan söyleme korkusunu, içtenliğini verir bizlere.Her birimiz okurken biraz yakın biraz uzak hissederiz kendimizi ona.
Günümüz insanıdır Oblomov; sorgulamak istemeyen, bana dokunmayan bin yıl yaşasın mantığındaki;bir maaş, bir eş ile yaşar giderim diyen insandır.Her tartışmanın başında alevlenip sonunda yine: “Yapacak bir şey yok, düzen böyle. Başkası yapamıyorsa, ben de yapamam” diyendir. Değişime, değişmeye cesaret edemeyen, aydınlığa giden yoldaki ufacık taşlardan korkandır. Hepimizin reddettiği ama yine bir o kadar da içimizde olan insandır. Dünün bir türlü öldüremediği,
kaçamadığımız ve kendini yaşatacak, üzerinde konuşturacak bir adamdır Oblomov.
Lenin: “Toplantılarda, komisyonlarda nasıl çalıştığımıza bakarsanız eski Oblomov’un içimizde olduğunu görürsünüz. Onu adam etmek için daha çok kez yıkamak, çokça temizlemek, sarsmak, dövmek lazım.”
Tuğba Bolat