Dünyanın en komik fıkrası:
“Dün gece rüyamda yünlü kekler yiyordum. Uyandığımda battaniyem gitmişti.”
Kurt Vonnegut
Eskiden Japonya’da kamışla kâğıttan yapılan, içine mum konulan fenerler kullanılırmış. Bir gece, arkadaşının evinden kendi evine dönmek için yola çıkan bir köre fener vermek isterler.
“Fenere ne gerek var? Karanlık da aydınlık da bir bana,” der görmez.
“Yolu görmen için fenere gereksinmen yok, biliyorum,” diye yanıtlar arkadaşı, “ama fenersiz gidersen başkaları çarpabilir sana. Alsan iyi olur.”
Görmez alır feneri, düşer yola. Çok geçmez, gelir birisi bindirir ona. “Önüne baksana,” diye bağırır görmez, “Feneri görmüyor musun?”
“Mumun sönmüş, arkadaş!” yanıtı gelir yabancıdan.
* * *
Uzun yıllar önce, dedesi atlara olan tutkusunu tüm çevresine yaymıştı. Kurduğu çiftlikte herkes kendi atıyla ilgilenir, en büyük sorunlar bile birer toz zerresi gibi görünürdü. Dört bin yıldır insanlarla arkadaş olmuş atlar için de herhalde cennete en fazla benzeyen yer burası olmalıydı. Torunu Daphne de sevgili Arap atı Yağmur’la bütün gün çayırlarda dolaşır, annesiyle küçük yarışlara hazırlardı kendini. Fransız annesi bir gün Daphne’yi Fransa’ya, annesinin yanına tatile gönderdi. Daphne, Yağmur’la vedalaştı ve yola çıktı.
Aradan kısa bir süre geçmişti. Çiftlikte herkes atlarıyla dolaşmalarını sürdürüyordu, ama Yağmur’un Daphne’siz dolaşmaya hiç niyeti yok gibiydi. Bütün gün hüzünlü bakışlarıyla sadece kendi çevresinde birkaç tur atmakla yetiniyordu.
Bir gün çiftliğe ata binmeye üç kişi geldi. İçlerinde Daphne yaşlarında Öykü de vardı. Daphne’nin annesi, kızına çok benzeyen Öykü’den Yağmur’la dolaşmasını rica edince, Öykü bu teklife çok sevindi ve kısa sürede Yağmur’la arkadaş oldu.
İlk gezintilerinde Yağmur, Öykü’yü çok sevdiğini fısıldar, ama Daphne’nin atı olduğunu söylemeyi de ihmal etmez. Öykü de tüm çocukların anlayacağı gibi, gerçekte Daphne’nin atı olduğunu bildiğini, sadakatini saygıyla karşıladığını söyler, yelelerini okşar Yağmur’un ve hava kararana kadar birlikte nehir kenarında gezinirler.
* * *
Dokuz parmaklı tavşanın öyküsünü yazmaya başladığında on altı yaşında olduğunu söyler S. J. Zican. Sonra, “Dile kolay,” diye devam eder, “üzerinde çok çalışmış, bir türlü istediğim gibi olmamıştı. Çevremde öyküyü anlamsız bulanlar çoğunluktaydı. O zamanlar bir yazıyı yeniden yazmak ya da yarım bırakmak diye bir şey de bilmezdim. İçimdeki sese kulak verirdim her zaman: Başladığın işi mutlaka bitir.
Yıllar sonra bir panele katılmıştım. Hiç okumadığım bir yazar üzerine konuşuluyordu. Yanımda oturan kişinin sürekli notlar alması dikkatimi çekmişti. Sonra onun da o yazarı hiç okumadığını öğrendim. “Ben Stalin’den başkasını bilmem,” demişti lafın arasında. Sonra o yazarın Stalin tarafından öldürüldüğünü söylemişti. Isaac Babel adını ilk kez o panelde duymuştum…”
* * *
Ünlü bir Japon ozanına, Çin şiiri nasıl yazılır, diye sorarlar.
“Bildiğimiz Çin koşuğu dört dizedir,” diye açıklar ozan, “ilk dize giriş dizesidir; ikinci dize şiirin sürmesidir; üçüncü dize bu temayı bırakır bir yenisini başlatır; dördüncü ise ilk üç dizeyi bağlar. Örneğin şu çok sevilen Japon türküsü:
Kyotolu ipekçinin güzelmiş iki kızı
Küçüğü on sekizmiş, yirmisinde ablası
Savaşçı kılıcıyla öldürür ya bir eri,
Erkeklere saplanır bu kızların gözleri.”
* * *
Tanzan, yaşamının son gününde altmış kişiye yazdığı mektupları, postalaması için uşağına verir. Sonra da göçer gider.
Bakın yazdığına:
Bu yerden ayrılıyorum.
Son sözüm budur.
(Tanzan – 27 Temmuz 1892)
* * *
Kurt Vonnegut şöyle yazar: “Ben, en müthiş Amerikan hikâyesi olan Ambrose Bierce’in ‘Owl Creek Köprüsü’nde Bir Olay’ını okumamış olan herkese ahmak gözüyle bakarım. Siyasetle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Duke Ellington’ın ‘Sophisticated Lady’si veya Franklin’in sobası gibi, Amerikan dehasının kusursuz bir örneğidir.”
“Ölüm öyle itibarlı bir şahsiyettir ki, gelişi bilindiği zaman onu en yakından tanıyanlar tarafından bile resmi bir saygı gösterisiyle karşılanır. Orduda sessizlik ve hareketsizlik saygı gösterisidir.”
“Owl Creek Köprüsü’nde Bir Olay”, Bierce’in Yaşamın Ortasından kitabında yer alıyor.
* * *
Bir yerlerde William Saroyan’ın “Uçan Trapezdeki Cesur Genç Adam” ile “Soğuk Bir Gün” hikâyelerini de bulursanız kaçırmayın. Bu hikâyeler de Yetmiş Bin Süryan kitabında Saroyan’ın.
* * *
Okyanusun ortasında geçen filmde nereden geldiğini kestiremediği için müzik kullanmak istemediğini söyler Hitchcock bestecisine. Yanıt da şöyledir Hitchcock’a: “Siz okyanusta kamerayı nereye koyacağınızı gösterin, ben de müziğin nereden geldiğini söyleyeyim…”
Filmin adı: Lifeboat…
Mehmet Güreli
Hayaller ve Sokaklar