![]() |
Birliklerimiz en sonunda güney kapısından kente girmeyi başardı. Benim grubum kent dışında, yarı kavrulmuş kiraz ağaçları arasında bir bahçede kamp kurmuş, emirleri bekliyordu. Ama güney kapısından trompetlerin çınlayışını işitince artık kimse bizi tutamazdı.Elimize gelen ilk silahı kaparak,düzensiz bir halde, her birimiz kolunu arkadaşına dolayarak, savaş çığlığımız ”Kahire! Kahire!” diye haykırarak,uzun sıralar halinde bataklıkların arasından şehre doğru hızla yürüdük.
Güney kapısına vardığımızda, sadece cesetler ve sarı bir dumanla karşılaştık, duman topraktan tütüyor ve her tarafı sarıyordu. Ancak biz geride kalmak istemiyorduk, şimdiye kadar savaştan etkilenmemiş dar ara sokaklara daldık hemen. İlk evin kapısı balta darbelerimle yarılıp parçalandı, holden içeri öylesine çılgınca girdik ki, ilk anda kargaşa içinde çevremizde dönüp durduk. Yaşlı bir adam uzun boş koridorlardan bize doğru geldi. Tuhaf yaşlı bir adamdı-kanatları vardı. Geniş, açılmış kanatlarının uçları adamın boyundan daha uzundu.”Kanatları var!” diye haykırdım yanımdaki arkadaşa ve biz öndekiler, arkadan iteleyenlerden fırsat bulduğumuz kadar, geriledik. ”Şaşırdınız mı?” dedi yaşlı adam. ”Burada hepimizin kanatları var, ama hiçbirimize bir yararı dokunmadı ve eğer onları koparıp atabilseydik, bunu yapardık. ”Neden uçup gitmediniz?”diye sordum.
”Kentimizden uçup gitmek mi? Evimizi terk etmek mi? Ölmüşlerimizi ve tanrılarımızı terk edip gitmek öyle mi?”
Franz Kafka
‘Mavi Oktav Defterleri’nden iki alıntı