Yahudi Sorunu Üzerine Dostoyevski Düşünceleri: “Ezildikleri ve aşağılandıkları inandırıcı değildir”

DostoyevskiTamam, insan bütün dönemlerde maddiyatçılığı hep Tanrılaştırmış, özgürlüğü vargücüyle cebini doldurma ve servet edinme aracı olarak görme eğiliminde olmuştur. Ancak bu istekler hiçbir zaman çağımızda olduğu kadar açıktan ve ibret verici biçimde yüce ilkeler katına yükselmemiştir: “Herkes kendi için, yalnızca kendi için; insanlar arasında her çeşitten ilişki salt kendi için! ” (Geçen yüzyılın sonunda eski dünya düzeninin yerini alan ve bütün Avrupa dünyasında çağımızın en belli başlı düşüncesi olarak yerleşen burjuvazinin temel ideolojisi), işte zamanımız insanının, hatta kötü olmayanların, emekçilerin, cana kıymayanların, çalmayanların benimsediği ahlaki düstur budur…Oysa aşağı toplum tabakalarına karşı acımasızlık, kardeşlik duygularının yok edilmesi, zenginin yoksulu sömürmesi geçmişte de vardı, kuşkusuz, her zaman da olacak, ancak bu kadar yüce bir gerçek ve bilim katına çıkarılmamıştır, Hristiyanlık bu maddiyatçılığı günah saymıştı; şimdiyse, tam tersine, erdem katına yükseltiliyor.

Aman şimdi “Yahudi sorunu”nu gündeme getireceğimi sakın düşünmeyin! Şaka olsun diye attım bu başlığı. Öz çocukları arasında üç milyona yakın Yahudi nüfusuna sahip Rusya’da Yahudilerin konumu gibi kapsamı hayli geniş bu sorunu kaldıracak güçte değilim. Bu sorun benim ölçülerimi aşar. Ama bu konuda yine de bazı görüşlere sahibim tabii, kimi Yahudilerin düşüncelerimle birden ilgilenmeye başladıklarını görüyorum. Son zamanlarda onlardan mektuplar almaya başladım. Yahudilerden nefret ettiğim, üstelik “sömürücü” bir toplum olarak kusurları nedeniyle değil, sırf Yahudi kavmine, başka deyişle “Yahuda İsa’ya ihanet etti! ” düşüncesiyle kin beslediğim için onlara “saldırdığımı” üzüntüyle bildirerek ciddi ciddi beni kınıyorlar. Bunları yazanlar “aydın” Yahudiler, yani kendi topluluklarının “boş inançlarını” uzun zamandan beri paylaşmadıklarını, aşağı tabakadan Yahudilerin tersine dinsel gereklerini yerine getirmediklerini, kendi kültürlerini, geleneklerini aşağı düzeyde gördüklerini, Tanrı’ya bile inanmadıklarını her fırsatta sizlere göstermeye çalışan Yahudiler bunlar. (Bu görüşümü asla genelleştirmiyorum, özellikle belirtirim. ) Yahudi toplumunu koruyan “yukarı Yahudi tabakasının” bu baylarına kırk yüzyıllık Yehova’yı unutmanın ve ondan uzaklaşmanın aslında büyük günah sayıldığını da bu arada ekleyeyim. Yalnızca milli duygulardan değil, başka nedenlerden de büyük ölçüde günah…İşin en ilginç yanı şu: Tanrıtanımaz bir Yahudi akıl almaz gibi geliyor bana; Yahudi’yi Tanrısız düşünmek olacak iş değil. Çok geniş bir konudur bu, şimdilik bırakalım. Beni en çok şaşırtan, halk olarak, ulus olarak Yahudi nefretimin nereden ve nasıl çıktığıdır. Sömürücü olarak, birtakım günahları için Yahudi’yi kınamama bir dereceye kadar bu baylar fırsat veriyor, evet, bunlar laftır sadece: Aslında aydın Yahudi kadar sinirli, duyarlı ve alıngan birini bulmak çok güç. Hem ben ne zaman ve nasıl Yahudi’ye halk olarak nefretimi belirtmişim? İçimde hiçbir zaman böyle bir duygu beslemedim, beni tanıyan, benimle görüşen her Yahudi bunu bilir; söze başlamadan önce suçlamayla karşılaşmaktan çekinerek, özellikle ileride konu edilmemesi için sözlerime hep dikkat etmişimdir. Yoksa Yahudi’yi “Jid” olarak nitelediğim için mi “nefretle” kınıyorlar beni? Bir kere, onurlarına dokunacağını hiç düşünmedim. İkincisi, “Jid”i, yanılmıyorsam, yazılarımda belirli bir düşünceyi belirtmek için kullandım: “Jid, Jidleşmek, Jid saltanatı vb. ” Burada belirli bir anlayış, eğilim, çağımızın özelliği dile getirilmektedir. Bu düşünce tartışılabilir, paylaşılmayabilir, ama sözcük kişiyi incitmemeli. Okumuş-yazmış bir Yahudi’nin bana gönderdiği epeyce uzun ve güzel kaleme alınmış mektubundan bir bölüm aktaracağım sizlere; pek çok yanıyla ilgi çekici buldum. Halk olarak sözde Yahudilere duyduğum nefret nedeniyle beni kınayan en ilginç mektuplardan biri. Elbette mektup sahibi Bay N. N. ‘nin adını vermeyeceğim.

“…Kesinlikle anlam veremediğim bir konuya değinmek istiyorum. ‘Günlüğünüzün’ neredeyse her sayısında fışkıran bu ‘Jid’ nefretiniz nereden geliyor?
Genelde sömürücü yanına değil de, doğrudan Jid’e karşı isyan içinde olmanızın nedenini öğrenmek istiyorum, halkımızın boş inançlarına, önyargılarına sizin kadar ben de katlanamıyorum -onlardan çok zarar gördüm- ama bu topluluğun damarlarında acımasız bir sömürü tutkusunun kaynadığını asla kabul edemem.
Siz toplum hayatının şu temel yasasını anlamıyor musunuz ki bir devletin istisnasız bütün yurttaşları o devletin varlığı için zorunlu olan bütün yükümlülükleri yerine getiriyorlarsa devletin sağladığı bütün olanaklardan ve haklardan aynı ölçülerde yararlanmak durumundadırlar ve yasaları çiğneyen için, toplumun zararlı üyeleri için, herkes için aynı yaptırımlar sözkonusudur? Öyleyse neden hep Yahudilerin hakları kısıtlanıyor, neden onlar için özel yok etme yasalarının yürürlükte olması gerekiyor? Yabancının: Bir Alman’ın, İngiliz’in, Rum’un sömürüsüne ne demeli peki? (Yahudiler ne de olsa Rus tabiiyetinde bulunuyorlar. ) Onlarınki Yahudi sömürüsünden daha iyi mi yoksa? Ya Rusya’nın her yerinde mantar gibi biten Rus Ortodoks vurguncuları, toprak ağaları, mültezimler, kan içiciler, dar bir çevrede etkisini sürdüren Yahudilerden, sizce, daha mı iyi görülüyor ne? Falan kişi, filan kişiden daha iyi…”

(Sayın mektup sahibi burada, Rusların da bu sömürüden geri kalmadığını göstermek amacıyla birkaç ünlü Rus vurguncusuyla Yahudilerin karşılaştırmasını yapıyor. Ama bu neyi kanıtlar? Vurguncumuzla övünüp, onu özenilecek bir örnek olarak göstermiyoruz ki! Tersine, diğerleri gibi rezilin, alçağın teki olduğunu her fırsatta kabul ediyoruz. )

“Buna benzer binlerce soru yöneltebilirim size.
Oysa siz ‘Jid’ diyerek bu anlayışa Rusya’daki yoksul üç milyon Yahudi yurttaşını da katmış oluyorsunuz, bunların hiç yoksa 2 milyon 900 bini perişan yaşantılarını düzeltmek için umutsuzca savaşım veriyor, onlar sadece başka uluslardan değil, Tanrılaştırdığınız Rus halkından da ahlaken temizdirler. Bu ‘Jid’ nitelemesine devlet kademelerinde sivrilmiş, yüksek eğitim almış saygın Yahudileri de katıyorsunuz. Örnek mi istiyorsunuz, buyurun…”

(Burada Holsteinov dışında vermeyi doğru bulmadığım birkaç isim sayıyor. Yahudi kökenli oldukları ortaya çıkar diye bundan hoşlanmayabilirler. )

“…Ya toplum için insanlığın yararı için çalışanlar, bir Holstein? [Slav davası uğruna Sırbistan’da kahramanca ölenlerden biri]. ‘Jid’ nefretiniz Disraeli’ye bile uzanıyor…Disraeli, dedelerinin bir zamanlar İspanyol Yahudisi olduğunu herhalde bilmiyordu ve kuşkusuz ‘Jid’ bakış açısıyla İngiliz muhafazakâr politikası gütmemişti. (? )
Hayır, üzülerek söylüyorum, sizin, Yahudi cemaatinin ne yaşantısından, ne ruhundan, ne de kırk yüzyıllık tarihinden haberiniz var. Yazık, çünkü ne olursa olsun siz, kesinlikle dürüst olan siz, geçim sıkıntısı çeken koca topluluğu, oturdukları salonlarda ne basından, ne de sömürülenlerin cılız öfkesinden çekinen, gücü ellerinde tutan dünyanın kudretli ‘Jidleri’ gibi görerek bilinçsizce zararlarına çalışmış oluyorsunuz. Bu konuyu uzatmamın bir yararı yok, bitiriyorum! Düşüncelerimle sizi ikna edeceğimi de pek sanmıyorum zaten, ama birazcık olsun inanmanızı isterdim. “

Mektuptan alıntı yaptığım bölüm bu. Yanıt vermeden önce, bu saldırının aşırılığına ve alınganlığın derecesine dikkatinizi çekmek isterim. (Çünkü bu kadar ağır bir suçlamayı üzerime almak istemem. ) Günlüğümün bütün sayılarına bakınız, “Jid” üzerine eleştirilerim kesinlikle bu saldırıyı hak edecek ölçüde olmamıştır. Sonra, sayın mektup sahibinin birkaç satırında Rus halkına değinirken, yoksul halkımıza bayağı tepeden bakmaktan kendini alamadığını da görmeden geçemeyiz. Aslına bakarsanız, Rusya’da, Rus halkında tükürülmedik yeri kalmış bir Allah’ın kuluna rastlayamazsınız. (Shchedrin’in veciz sözü) Yahudi’ye bu anlamda daha “hoşgörülü” davranılmıştır. Şurası kesindir ki bu acımasız saldırı Yahudilerin Ruslara hangi gözle baktığının açık bir kanıtıdır. Bu bay gerçekten kültürlü ve yetenekli bir insan (ama önyargılı davrandığını sanıyorum); Ruslara bu tür duygular besleyen okumamış Yahudi’den ne beklenir? Suçlamak için söylemiyorum: Bunlar doğaldır; Yahudilerle birarada yaşamak istemememizin nedenlerinde, belki de suçlu olan tarafın sadece Rus halkı olmadığını, elbette iki taraf için de pek çok neden bulunduğunu söylemek istiyorum yalnızca, ama hangi tarafın ağır bastığını söylemek güçtür. Birkaç sözle haklı olduğumu göstereceğim; sorunu genel çerçevede ele alacağım. Tekrar edeyim, bu sorunu derinliğine inceleyecek güçte değilim, ama bir şeyler söyleyebilirim yine de.

Pro et Contra (Lehte ve aleyhte)

Yahudi topluluğunun kırk yüzyıllık tarihini öğrenmenin çok güç olduğunu varsayalım, ama yazgısına, atılan her adımın ve söylenen her sözün ardından ezilmişliğine, acılarına, çektiklerine her an, her dakika bu denli yakınan başka bir topluluğun herhalde dünya üzerinde bulunmadığını her şeyden önce biliyorum. Avrupa’da egemenliğini sürdüren, borsalara, dolayısıyla devletlerin politikasına, içişlerine, ahlaki yaşantılarına yön verenler sanki onlar değilmiş sanırsınız. Diyelim ki yüce gönüllü Holstein, Slav ideası uğruna canını veriyor. Güzel de, Yahudi düşüncesi dünyada bu kadar güçlü olmasaydı, belki de (geçen yılın) “Slav sorunu” Türklerin değil, Slavların lehine çoktan çözümlenmiş olurdu. Lord Beaconsfield’in bir zamanlar İspanyol Yahudilerinden olduğunu unuttuğuna (herhalde unutmamıştır) inanmaya hazırım; ancak son yıllarda kısmen Yahudi bakış açısıyla İngiliz muhafazakâr politikası güttüğüne kuşkum yoktur. “Bir dereceye kadar da” olsa düşünmemek elde değildir.

Diyelim ki bu dediklerim temelden yoksun, hafif sözler. Geri adım atmaya hazırım. Ama ne derseniz deyin Yahudilerin ezildikleri, sindirildikleri ve aşağılandıkları çığlıkları hiç de inandırıcı değildir. Benim görüşüme göre, Rus işçisine köylüsüne Yahudilerden daha çok ağırlık yüklenmiştir. Bu bay bir başka mektubunda şöyle diyor:

“Rusya’daki, diğer Rus olmayan topluluklar gibi, aynı yurttaşlık haklarının onlara da [Yahudilere] sağlanması zorunludur, bundan sonra ancak devlete ve yerli halka karşı yükümlülüklerini yerine getirmeleri beklenmelidir. [Düşünsenize, Yahudiler hâlâ temel haklarından yoksunlarmış: Bütün Yahudi unsurların korkunç yer darlığı nedeniyle oturmak istediği yeri özgürce seçme hakları yokmuş! ]”

Biraz düşünün Bay mektup sahibi, bana gönderdiğiniz mektubun bir başka sayfasında, “Rus emekçi halk yığınlarını Yahudilerden çok sevdiğinizi ve onlara acıdığınızı” söyleyen siz (bir Yahudi’den beklenemeyecek coşkunlukta söylenmiştir), evet, yalnızca şunu düşünün, “Yahudi’nin oturacağı yeri serbestçe seçme hakkından yoksun bırakıldığını” söylerken, toprak köleliği düzeninde ne sıkıntılara, ne zorluklara katlanan 23 milyon “Rus köylüsüne” ne diyeceksiniz peki? Onların durumu, hiç kuşkuya yer yok ki, “oturacağı yeri seçme” sorunundan çok daha ağırdı. Söyleyin hadi, Yahudiler o zamanlar onlara acımış mıdır? Sanmıyorum, Rusya’nın güneyi ve batısı bu soruma gereken yanıtı verir. Hayır, Rus halkının sahip olamadığı haklar için o yıllarda da seslerini yükseltmişler, çok eziyetler çektiklerinden yakınmışlar, “haklarımızı verdiğiniz zaman ancak bizden devlete olan yükümlülükleri yerine getirmemizi isteyebilirsiniz” demişlerdir. İşte, sonunda kurtarıcı [Çar II. Aleksandr] ortaya çıktı ve yerli halkı özgür kıldı; soruyorum, peki kim, evet, kim köylüyü av gibi görerek ilk önce üzerine atılmış, en çok kim onun kusurlarından yararlanmış, kim tükenmez altın madeniymiş gibi onu sömürmeye başlamıştır? Kim ulaşabildiği yerde hemen eski toprak ağalarının yerine geçmiştir? Tek farkla toprak ağaları köylüyü aşırı sömürmelerine karşın, yine de köylülerini kırıp geçirmeye çalışmamış, herhalde kendi yararına, kol gücünü yok etmemek için onları korumuştur, oysa Yahudi, Rus kol gücünü işe yaramaz hale gelinceye kadar tüketmiş, hakkını aldıktan sonra basıp gitmiştir. Yahudiler yazdıklarımı okur okumaz hemen kıyameti koparacaklar, adım gibi biliyorum bunu. Sözlerimin baştan aşağıya yalan ve kara çalma olduğunu, “ahlaki bakımından sadece diğer dünya halklarından değil, Tanrılaştırdığım Rus halkından da temiz olan” (mektup sahibinin sözleridir bunlar) bu apak meleklerin “kırk yüzyıllık geçmişini bilmediğim” için bu saçmalıklara kendimi inandırdığımı söyleyeceklerdir. Varsın onlar dünyadaki bütün halklardan, haliyle Ruslardan da ahlakça temiz olsunlar, birkaç gün önce Vestnik Evropy’nın Mart sayısında şöyle bir haber okudum: Yahudiler Amerika’nın güney eyaletlerinde, azat edilen milyonun üstünde Zenci’nin peşine düşmüşler ve o malum değişmez “altın madeni” anlayışıyla, yüzyıllardır sömürülen bu zavallı Zencilerin toyluğundan ve kusurlarından yararlanarak kendilerine tabi kılmışlar. Bu yazıyı okuduktan sonra, birden, beş yıl önce aklıma takılan bir olayı hatırladım şimdi: Zenciler köle sahiplerinden kurtulmasına kurtulmuşlardı ya, ayakta kalabilmeleri zor görünüyordu, çünkü dünyanın her tarafını mesken tutmuş Yahudilerin bu diri avın mutlaka peşine düşmeleri kaçınılmazdı. Evet, o zaman böyle düşünmüştüm ve sonraları da birkaç kez: “Oranın gazetelerinde Yahudilerden hiç söz edilmesin, Zencilerin Yahudiler için bir hazine olduğu yazılmasın, bu mümkün olabilir mi? Bu tatlı avı nasıl kaçırırlar! ” diye düşündüğüm olmuştu. Beklediğim gerçekleşti, gazeteler yazdı, okudum. Novoye Vremya’da (sayı 371) Kaunas’tan çok ilginç bir haber okudum: “Orada Yahudiler yerli Leh halkına musallat olmuşlar, handiyse hepsini içkiden öldürecek duruma getirmişler. Bereket ksendzler zavallı ayyaşları cehennem azaplarıyla korkutmuşlar da, içki içmeyenler cemiyeti kurarak onları kurtarmışlar. ” Aydın kafalı olduğu belli haberin sahibi, ksendzlere ve cehennem azaplarına hâlâ inanan halkı için doğrusu bayağı utanç duyuyor, aynı zamanda da şöyle bildiriyor: “Ksendzlerin peşinden gittiler ve o yörenin aydın ekonomistleri, halkı özellikle tefeci Yahudilerin elinden kurtarmak amacıyla köy ziraat bankaları kurdular; Yahudilerin belirlemesine göre değil, gerçek piyasa fiyatına göre ana ihtiyaç maddelerini sağlayabilecekleri köy pazarlarını da örgütlediler. ” Evet, bunların hepsini okudum ve koro halinde yaygaraya başlayacaklarını, bu haberlerin hiçbir şeyi kanıtlayamayacağını, asıl Yahudilerin yoksul ve ezilen olduğunu, bütün bunların yalnızca “ayakta kalabilme savaşımından” ileri geldiğini, bunu ancak aptalların göremeyeceğini söyleyecekler; Yahudiler varlıklı olsalarmış, dünyayı şaşırtacak denli en insancıl yanlarıyla gösterirlermiş kendilerini! Lehlerin ve Zencilerin, limon gibi suyunu çıkaran Yahudilerden daha yoksul olduğu apaçık ortada; ne var ki Yahudi’nin tek düşkün olduğu ticaretten iğreniyorlar (haberi okuyalım); ikincisi, kişinin karnı tok sırtı pekse, insancıl ve ahlaklı olmak o kadar zor olmasa gerek. Birazcık “ayakta kalma savaşımı” tamam, öyleyse sakın bana dokunma! Bana sorarsanız hiç de melek özelliği değildir bu; üçüncüsü, Vestnik Evropy ve Novoye Vremya’dan bu iki haberi çözüm getirici ve önemli bir olay olarak ele almıyorum elbette. Gelmiş geçmiş bütün toplulukların tarihini yazmaya kalksak, zorlanmadan buna benzer yüze yakın büyük olay bulabilirdik; öyle ki bir-iki olayın fazladan bir önemi olmazdı; buna karşılık ilginçtir, evet, çok ilgiye değerdir, size tartışma sırasında ya da tek başınayken Yahudi ve işleri üzerine birazcık bilgi gerektiği zaman, okumak için kütüphaneye gitmeyin, aranmayın, kendinizi paralamayın; sadece yerinizden kımıldamadan, sandalyenizden bile kalkmadan elinizi masa üzerinde duran gazeteye uzatın yeter…İki, bilemedin üçüncü sayfada bulursunuz: İlgilendiğiniz Yahudi’yle ilgili bir habere mutlaka rastlarsınız, o çok ilginç, aynı konuyu, yani şu bildiğimiz kahramanlıkları! Bu kavmin kırk yüzyıllık tarihi konusunda kara cahil olsanız da, kabul edin, sizin için bu okuduklarınızın bir anlamı olacak, bir şeyler gözleriniz önünde açılacaktır. Yahudilere nefretle bakıldığını, bu yüzden doğruların söylenmediğini söyleyecekler. İstisnasız herkes yalan söyler elbet, çok karşılaştığımız olaylardandır; ancak bu durumda hemen şu soru geliyor insanın aklına: Eğer herkes istisnasız yalan söylüyor ve böylesine derin bir nefretle dolu oluyorsa o zaman bu tavrın bir nedeni olmalı, değil mi? Bu ortak kinin belli bir anlamı olmalıdır. Belinsky’nin bir zamanlar haykırdığı gibi “sözlerin bir anlamı vardır, değil mi? “

“Yaşanacak yerin özgürce seçilmesi! ” Sorarım, hangi Rus yerlisi oturacağı yeri seçmede tamamen özgürdür? Devletin uzun zamandan beri gözünden ayırmadığı Rus yerli halkın oturacağı yeri özgürce seçmesinde, eski toprak köleliği döneminden kalma arzu edilmeyen baskılar ve kısıtlamalar hâlâ sürdürülmüyor mu? Gelelim Yahudilere, gördüğümüz kadarıyla son yirmi yılda bu sözkonusu haktan alabildiğine yararlanmışlardır. Hiç yoksa eskiden görmedikleri, duymadıkları yerlere yerleşme olanağı bulmuşlardır. Durum böyleyken Yahudiler nefretten, kısıtlamalardan yakınıyorlar. Yahudilerin yaşantısı üzerine yeterli bilgim olmayabilir, ancak bildiğim bir şey var ki herkesle tartışmaya hazırım bunu: Bizim basit halk tabakasında “Yahuda İsa’ya ihanet etmiştir! ” şeklinde Yahudi’ye a priori önyargılı, bönce dinsel kin yoktur. Bunu küçük çocuklardan, ayyaşlardan duysanız bile, halkımız, yine söylüyorum, Yahudi’ye körü körüne bir nefretle bakmaz. 25 yaşında tanık oldum buna. Sıradan insanlarla aynı koğuşlarda, aynı ranzalarda yatmıştım. Aramızda birkaç Yahudi de vardı, ama kimse onları ne küçümsüyor, ne de dışlıyordu. Dinsel gereklerini yerine getirirlerken (Yahudiler özel giysilerini giyerler, yüksek sesle dua ederlerdi) bu ibadet biçimini kimseler yadırgamaz, ne karışır, ne de alay ederlerdi. Bay mektupçu, sizin anlayışınıza göre bu kaba-saba Ruslardan bu tür davranışlar beklenebilirdi, değil mi? Tam tersine, onları izlerken şöyle diyorlardı: “Onların dini böyle, böyle ediyorlar işte”; yanlarından sessizce, neredeyse yüreklendirerek geçerlerdi. Ama Yahudiler nedense kendilerini Ruslardan soyutlarlar, birlikte yemek yemek istemezlerdi, inanın tepeden bakarlardı bize (Hem de nerede! Hapishane gibi bir ortamda! ) ve genelde Rus’a, “yerli” halka karşı nefretlerini, tiksindiklerini belli ederler. Aynı şekilde kışlalarda da, Rusya’nın her yerinde de böyle davranırlar: Şöyle bir sorup soruşturun, kışlalarda Yahudi olarak, Jid olarak inançları ve gelenekleri nedeniyle küçümsenen, onuru kırılan bir Yahudi görecek misiniz bakalım? Hiçbir yerde rastlayamazsınız, halkımızda da böyledir. Aksine, sizi temin ederim, gerek kışlalarda, gerekse başka yerlerde sıradan Rus insanı Yahudi’nin onunla yemek yemek istemediğini, Ruslardan tiksindiğini, köşe bucak kaçtığını iyi bilir (Yahudiler bu davranışlarını hiç gizlemeye çalışmazlar), bu küçümseyici tavra rağmen bizim sıradan Rus sakince ve açıkça: “Onun inancı böyle, dinsel inancına göre bizimle yemek istemiyor, bir köşeye çekiliyor” (yani kötü bir niyetle yapmıyor bunu), işte bu yüce nedene vararak gönülden Yahudi’yi hoşgörüyor. Bu arada aklıma bazen türlü fantazyalar geliverir: Ya Rusya’da tam tersine Ruslar üç milyon, Yahudiler seksen milyon olsaydı, acaba Rusların hali ne olurdu, neye dönerlerdi? Nasıl hor görürlerdi, neye benzetirlerdi Rusları acaba? Aynı eşit hakları verirler miydi? Serbestçe ibadet olanağı sağlarlar mıydı? Düpedüz köle haline dönüştürmezler miydi? Daha beteri, derimizi yüzmezler miydi? Uzak geçmişlerinden, kadim tarihlerinden biliyoruz, başka topluluklara yaptıkları gibi katliam yapıp Rus halkının kökünü kazımazlar mıydı? Hayır, efendim, inanın Rus halkında asla Yahudi’ye karşı körü körüne bir nefret yoktur, olsa olsa ondan hoşlanmaz, yerine göre, kimileyin bu hoşnutsuzluk güçlü olabilir. Hoş, bunun olmaması zaten düşünülemez, vardır, ama nedeni asla ne Yahudi olmasından, ne etnik, ne de dinsel nefrettendir. Rus yerli halkın değil, Yahudi’nin kabahatli olduğu bazı nedenlerden doğmuştur bu nefret.

Status in Statu (Devlet İçinde Devlet): Kırk Yüzyıl Varlığını Sürdürme

Nefret, hem de kör inançtan: İşte Yahudilerin yerli Rus halkını suçlamalarının nedeni…Söz kör inançlardan açılırsa, sorarım, siz ne dersiniz? Yahudi Rus’un kendisine duyduğundan daha mı az önyargılıdır Rus’a karşı? Yoksa biraz fazla mı? Sıradan Rus insanının Yahudi’ye karşı tavrını örnekleriyle size sundum; masamda da Yahudilerin mektupları duruyor, dahası aşağı sınıftan değil, aydınların mektupları…”Yerli halka” öyle nefret var ki bu mektuplarda! En önemlisi de bunları farkında olmadan, bilinçsizce yazmış olmaları.

Bakın, yeryüzünde tam kırk yüzyıl, yani neredeyse insanlık tarihi boyunca, hem de sağlam ve yıkılmaz bir birlik içinde varlığını sürdürecek; defalarca topraklarını, siyasal bağımsızlığını, yasalarını, hatta dinini kaybedecek ve sonra her defasında yeniden biraraya gelecek, farklı görünüşte de olsa eski düşünceleri üzerinde yeniden doğacak ve yasalarını, dinini yeniden yaratacak…Hayır, beyler, böyle uzun ömürlü, sağlam, böylesine akıl almaz derecede güçlü ve dinamik, dünyada bir eşi görülmeyen böyle bir halk status in statu olmadan varlığını sürdüremezdi, bu statükoyu her zaman ve her yerde binlerce yıllık dağılma ve sürgün süreçlerinde korumayı başarmıştır. “Status in statu”dan söz ederken asla herhangi bir suçlamada bulunmak istemiyorum. Bu “status in statu” nasıl bir şey, ezelden beri değişmeyen bu düşüncenin özü nedir?

Bunu anlatmak uzun iş, kısa bir yazıya sığdırılamaz, hem geçen şu kırk yüzyıla rağmen daha zamanı ve süresi gelmediği için çok zordur, bu büyük toplulukla ilgili insanoğlunun son sözü ileride söylenecektir. Pek derinine girmeden bu “status in statu”nun bazı belirtilerinden pekala söz edilebilir, hiç değilse dıştan…Bu belirtiler: Kendini soyutlama ve bunu dinsel dogmalar katına çıkararak yabancılaşma, başka topluluklarla kaynaşmama, dünyada bir tek halk kimliğinin -Yahudiliğin- varolduğu düşüncesine inanç, diğer halkları ne olursa olsun yok sayma…”Yabancıların arasına girme, kendi kimliğini koru, bil ki Tanrı’nın biricik kulu hâlâ sensin; diğerlerinin kökünü kazı ya da köle haline getir, sömür. Dünya üzerinde zaferi kazanacağına, herkesin sana boyun eğeceğine inan. Herkesi küçümse, hiçbir topluluğun yaşantısıyla ilişki içinde olma! Topraklarını ve siyasal kimliğini yitirsen de, dünyanın dört bir yanına dağılsan da, bütün ülkeler arasında -şu bu farketmez- sana va’dedilen nimetlerin tümünün orada olduğuna inan, bunların mutlaka gerçekleşeceğine daima inan. Varlığını sürdürdükçe hor gör, birbirinizle bağınızı güçlü tutun, sömür -bekle, bekle! . . ” İşte, bu “status in statu”nun aslı budur, sonra, kuşkusuz, bu düşünceyi yaşatan içsel, gizil birtakım yasalar da vardır.

Siz beyler, aydın Yahudiler, karşı savcılar, saçma-sapan sözler ettiğimi, eğer bir “status in statu” varsa (yani varmış, şimdiyse çok az izi kalmışmış) bunun tek nedeninin zulüm ve izlenme olduğunu, Ortaçağ’dan beri, daha da önce bu dinsel “tenkil” hareketinin bu statüyü doğurduğunu, sadece kendini koruma güdüsünden bu “status in statu”nun ortaya çıktığını ve hâlâ sürüyorsa bunun nedeninin Yahudilerin henüz “yerli halkla” eşit haklara sahip olmamasından ileri geldiğini söyleyeceksiniz. Bakın, bana öyle geliyor ki ona eşit haklar verilseydi, şu kendi “status in statu”sundan dünyada vazgeçmezdi, dahası “status in statu”yu yalnızca başka nedenlere ve etkilere, kendini koruma duygusuna yormak az gelirdi. Üstelik tam kırk yüzyıl kendini korumada direnme yetersiz bile kalırdı, bu kadar uzun bir süreyi korumak da usandırırdı. Dünyanın en güçlü uygarlıkları bu kırk yüzyılın yarısına bile ulaşamamışlardır ve politik güçlerini ve etnik kimliklerini yitirmişlerdir. Burada temel neden salt kendini koruma duygusu değildir; devindiren, alıp götüren bir düşünce, yukarıda söylediğim gibi insanoğlunun son sözünü söylemede zayıf kaldığı evrensel, derin bir şeyler vardır. Öncelikle dinsel bir yanı var, buna kuşku yok. Sonra ilk kez Yehova’nın adıyla, kendi düşüncesiyle ve akidesiyle halkını sağlam amaçlara yöneltmeyi sürdüren yol göstericisi vardır, bu artık açıktır; ayrıca, yine söylüyorum, Yahudi’yi Tanrısız düşünmek olacak iş değil; hem aydın Yahudiler arasında Tanrıtanımazların bulunduğuna da inanmıyorum: Hepsinin hamuru aynı, kimbilir dünya bu aydın Yahudilerden daha neler görecek! Çocukluğumda Yahudi efsanelerini okumuş, dinlemiştim, hiç sapmadan ısrarla Mesih’i bekliyorlardı, aşağı tabakadan da, yukarı tabakadan da (bilimadamı, düşünür, Kabalist, haham) insanlar Mesih’in onları yine Kudüs’te toplayacağına ve kılıcıyla bütün halkları dize getireceğine inanıyorlar; bu nedenle Yahudiler, hiç değilse büyük çoğunluğu, tek mesleği tercih ediyor: Altın ticareti ve altın işlemeciliği. Mesih belirdiği zaman, yurtları olmayan yabancı topraklara bağlı kalmayı istemedikleri için, edindikleri altın ve değerli taşları yanlarında götürmek çok uygun olacağı için. Ne zaman mı?

Yanacak, aydınlanacak sabah şafağı.
Kimval, timpal ve flütlerle
Yanımızda altını, gümüşü ve kutsallığı
Götüreceğiz kadim yurda, Filistin’e.

Yine söylüyorum, destan olarak duydum bunları, ama bu davanın özü, içgüdüsel karşı konulmaz bir coşkuyla Yahudi yığınlarında kesinlikle yaşamakta olduğuna eminim. Yalnız davayı canlı tutabilmek için elbette bu “devlet içinde devlet” olgusunu koruması zorunludur. Yapılıyor da. O halde tek neden zulüm ve izlenme meselesi değildir, ardında başka bir düşünce yatmaktadır.

Gerçekten Yahudilerin böyle kendine özgü, onları bir bütüne ve özel bir nedene bağlayan katı iç düzenleri varsa, o zaman Yahudi haklarını Rus yerli halkın haklarıyla tam doğrulukla karşılaştırılması sorunu ciddi ciddi düşünülmelidir. İnsanlık ve adalet gerektiren, insanlık ve Hristiyanlık yasaları emreden her şey ister istemez Yahudiler için de geçerli olsa gerektir. Eğer onlar düzenleriyle, kimlikleriyle, kabilesel ve dinsel ayrılmalarıyla, Avrupa’nın en azından bu zamana kadar izleyerek geliştirdiği düşünceye taban tabana zıt olan kendi ilke ve gelenekleriyle donanmış olarak, Rus halkıyla her bakımdan eksiksiz hak eşitliği talep ettikleri takdirde, yerli halkın aleyhine daha çok, daha geniş ve daha önemli ayrıcalıklar elde etmiş olmayacaklar mı? Kuşku yok ki burada Rus olmayan toplulukları gösteriyorlar: “Görüyorsunuz işte, onlara Ruslar gibi eşit haklar tanınıyor, Yahudileri Rusya’daki bu yabancı topluluklardan daha zararlı gördükleri için bizden korkuyorlar. Oysa neresi zarar verici Yahudi’nin? Yahudi halkının kötü yanları varsa bunun tek nedeni, cehaletiyle, eğitim düzeyinin düşüklüğüyle, kendi başına hareket etmede gösterdiği yeteneksizliği ve zayıf ekonomisiyle Rus halkının buna katkıda bulunmasıdır. Rus halkı aracısını, yöneticisini, işinde ekonomik vasisini, alacaklısını kendi talep ediyor, kendi çağırıyor onu; kendi elleriyle teslim oluyor. Oysa Avrupa’ya bir bakın: Oranın halkları güçlü ulusal gelişimleriyle, uzun zaman önce edindikleri iş deneyimleri ve çalışma becerileriyle ruhen güçlü ve bağımsızdırlar, böyle bir ortamda Yahudilere hak vermekten çekinmezler! Fransa’daki Yahudilerin status in statu nedeniyle zarar verici oldukları duyulmuş görülmüş müdür? “

Sağlam bir düşünce gibi görünüyor, ama satır aralarında şöyle bir anlam çıkıyor sanki: “O halde halkın cahil ya da özgür olamadığı, ekonomik bakımdan az geliştiği yerler tam Yahudi’ye göre, bu da Yahudi’nin işini iyi bildiğini gösterir! ” Oysa bu etkisiyle orada eğitim düzeyini yükselteceği, bilimi ve yerli halkın ekonomik gücünü ve yeteneğini geliştireceği yerde, Yahudi nereye yerleşmişse oranın halkını daha çok küçümsemiş, ahlakını bozmuş, eğitim düzeyini düşürmüştür, insanlar ekonomik açıdan ezilmiş, içinden çıkılmaz, acımasız bir yoksulluk ve umutsuzluk daha rezil biçimde yayılmıştır. Yahudi’yi neyin sürüklediğini, yüzyıllardır onu kışkırtanın ne olduğunu hangi bölgemizden olursa olsun yerli halkımıza bir sorun bakalım, tek yanıt alırsınız: Acımasızlık! Evet, “onları yüzyıllardır kışkırtan tek şey acımasızlıkları ve alınterimizi ve kanımızı doymazca içme tutkusudur. ” Gerçekten de ülkemizin kenar bölgelerinde Yahudi’nin bütün çabası, yörenin yasalarından yararlanarak yerli halkı vargücüyle kendine bağımlı kılmaktır. Ah, her zaman yasalardan, haklardan yararlanma olanağı bulmuşlardır. Yerli halka kıyasla haklarının yetersizliğinden yakınsalar da halkın bağımlı olduğu kişilerle dostluk kurmayı her zaman becermişlerdir. Yahudilerin bu hakları da yerli halkın üstündedir. Yerleştikleri bölgelerde on yıl, yüz yıl içinde neler yaşandığına Rus taşra bölgemizin tarihi tanıklık eder. “Neler olmuştur? ” diye mi soruyorsunuz? Bu bakımdan ülkemizde Yahudilerin korkunç nüfuzuyla boy ölçüşebilecek, Rus olmayan topluluklarından birini olsun gösterebilir misiniz? Arasanız bile bulamazsınız; Yahudiler Rus olmayan diğer toplulukların karşısında bu özelliklerini korumuşlardır ve bunun tek nedeni, kuşkusuz, özünde, Yahudi olmayan her halka, her oymağa ve her bireye acımasızca bir saygısızlığın yattığı şu ünlü status in statu’dur. Bu nasıl bir gerekçedir ki Batı Avrupa ülkeleri onların haklarından gelemediklerine göre, Rus halkı burada suçlu olsun? Rusya’nın uzak bölgelerinde yaşayan halk (sırf yüzyılların acımasız politikaları nedeniyle) Avrupalılardan daha zayıf düşmüş, elinden tutulması gerekirken, kesin olarak sömürülmemiş, ezilmemiş midir?

Status in statu’nun Avrupa’da, örneğin Fransa’da bir sakınca yaratmadığını söylerlerse bundan kuşku duyarım. Hristiyanlığın ve düşüncesinin orada çöktüğü ortadadır; suç Yahudi’de değil, kendindedir. Ancak pek çok eski düşüncenin yerine kendine ait olanı koyan Yahudiliğin Avrupa’da hatırı sayılır başarısını dikkatlerden uzak tutmamak gerekir. Tamam, insan bütün dönemlerde maddiyatçılığı hep Tanrılaştırmış, özgürlüğü vargücüyle cebini doldurma ve servet edinme aracı olarak görme eğiliminde olmuştur. Ancak bu istekler hiçbir zaman çağımızda olduğu kadar açıktan ve ibret verici biçimde yüce ilkeler katına yükselmemiştir: “Herkes kendi için, yalnızca kendi için; insanlar arasında her çeşitten ilişki salt kendi için! ” (Geçen yüzyılın sonunda eski dünya düzeninin yerini alan ve bütün Avrupa dünyasında çağımızın en belli başlı düşüncesi olarak yerleşen burjuvazinin temel ideolojisi), işte zamanımız insanının, hatta kötü olmayanların, emekçilerin, cana kıymayanların, çalmayanların benimsediği ahlaki düstur budur…Oysa aşağı toplum tabakalarına karşı acımasızlık, kardeşlik duygularının yok edilmesi, zenginin yoksulu sömürmesi geçmişte de vardı, kuşkusuz, her zaman da olacak, ancak bu kadar yüce bir gerçek ve bilim katına çıkarılmamıştır, Hristiyanlık bu maddiyatçılığı günah saymıştı; şimdiyse, tam tersine, erdem katına yükseltiliyor. Öyleyse Avrupa’nın her yerinde Yahudilerin at oynatmaları, sermayeyi istedikleri gibi yönlendirmeleri, kredinin hakimi olmaları, yine söylüyorum, uluslararası politikada söz sahibi olmaları boşuna değil, gelecekte de olacak. Yahudi elbette biliyor: Saltanatı, eksiksiz saltanatı yaklaşıyor. Karşısında insancıl duyguların, gerçeğe susuzluğun, Hristiyan duygularının, Avrupa devletlerinin ulusal, hatta halkçı gururlarının zayıflayacağına düşüncelerinin zaferi yaklaşıyor. Tam tersine, maddiyatçılığın, kişisel çıkar sağlamanın yol açtığı kör, kösnül tutkuların ve cebini doldurma hırsının, evet, insanoğlunun tinsel ve kardeşçe birliği yoluyla onu kurtuluşa götürecek olan Hristiyan ideası yerine yüce amaç, mantık ve özgürlük kabul edilen değerlerin hüküm süreceği günler yakındır. Bütün bunların orada Yahudilerden gelmeyeceğini söyleyecekler ve bana güleceklerdir. Elbette Yahudiler değildir sadece, ama bu yeni ilkeler, ahlaki ilkeler düzeyine çıkarılacak kadar üstün gelir de Yahudiler Avrupa’da gönence ve hatırı sayılır bir güce ulaşırlarsa, burada Yahudilerin hiç etkileri olmadığı yargısına varmanın mümkün olamayacağını söylerim ben. Düşünceme karşı olanlar, aksine, Yahudilerin yoksul, hem de her yerde yoksul olduklarını, özellikle Rusya’da yalnızca Yahudi yukarı sınıfının, bankerlerin, borsa krallarının zengin olduğunu, geriye kalan onda dokuzunun geçim sıkıntısı çektiğini, bir dilim ekmek için çırpındığını, simsarlığa soyunduğunu, ekmek parası için her çeşit hırsızlığı yaptığını öne süreceklerdir. Evet, bunlar doğru olabilir, ama neyi kanıtlar ki? Yahudi’nin emeğinin (en azından büyük çoğunluğunun), sömürüsünün yanlış ve doğal olmayan, kendi cezasını bünyesinde taşıyan olağandışı bir şey olduğu anlamına gelmez mi bu? Yahudi aracı olmak ister, başkasının emeğini satar. Sermaye birikmiş emektir: Yahudi başkasının emeğini satmayı sever! Ama bunlar ne olursa olsun şimdilik hiçbir şeyi değiştirmez; buna karşılık Yahudi kodamanları, insanlığın üzerinde egemenliğini sürdürmekte, daha sağlam ve güçlü olarak dünyaya kendi kimliğini, kendi benliğini kabul ettirmeye çaba göstermektedirler. Yahudiler aralarında çok iyi insanlar olduğunu dünyaya haykırıyorlar. Oh, Tanrım! Bütün mesele bu mu? Şu an iyi ya da kötülerden söz etmiyoruz. Aralarında iyi insanlar yok mudur? Toprağı bol olsun, Parisli James Rothschild kötü bir adam mıydı? Olayın bütününden, ülküsünden, “başarısız” kalan Hristiyanlığın yerine bütün dünyayı saran bir Jidlikten, Jid düşüncesinden söz ediyoruz.

Yine de Kardeşlik Varolsun!

Peki, neden böyle diyorum? Yoksa bir Yahudi düşmanı mıyım? Yüce gönüllü, aydın bir Yahudi kızının bana yazdığı, içtenlikle ve heyecanla kaleme aldığından kuşku duymadığım mektubunda dile getirdikleri doğru mu acaba? Onun sözlerine göre, sözde “her fırsatta acımasızca saldırdığım bu bahtsız” kavmin düşmanı mıyım gerçekten? “Kendisinden başka kimseyi düşünmeyen Yahudi topluluğu vs. gibi sözler ederek bizleri aşağıladığınız gün gibi ortada” diye yazıyor. Hayır, bu “gün gibi ortada” ifadesine de, olayın kendisine de itiraz ediyorum. Tersine, “insancıllığı ve dürüstlüğü gerektiren, insanlık ve Hristiyanlık yasaları talep eden her şey Yahudiler için de geçerli olsa gerektir! ” diyorum. Az önce bundan söz etmiştim, şimdi buna bir ekleme daha yapacağım; yukarıda dile getirdiğim görüşlerime rağmen, resmi mevzuat çerçevesinde, Yahudi haklarının olabildiğince yerli halkla eşit düzeyde genişletilmesinden yana olduğumu söylemek istiyorum. (NB: Gerçi bazı durumlarda Yahudilerin şimdi daha çok hakka sahip oldukları bir gerçektir, daha doğrusu yerli halka göre olanaklardan daha çok yararlanmayı bilmişlerdir. ) Burada aklıma sözgelişi şöyle bir fantezi geliyor: Ya zavallı yoksul köylümüzü türlü kötülüklerden, dertlerden koruyan köy cemiyeti herhangi bir nedenle sarsıntılar geçirir de, derken bu azat edilmiş köylüye, bunca deneyimsiz, her şeye kolayca kanan, hâlâ köy cemiyetinin eline bakan bu gariban köylüye bir Yahudi musallat olursa! . . Aman Allah’ım, neler olmazdı! Yarın elinde avucunda ne var ne yoksa, bütün varlığı Yahudi’nin eline geçiverirdi ve öyle bir dönem başlardı ki, bırakın toprak köleliğini, Tatar boyunduruğu bile yanında hiç kalırdı!

Yalnız bu “fantazya”ma ve yukarıda yazdıklarıma karşın yine de kesinlikle eksiksiz hak eşitliğinden yanayım, çünkü Hazreti İsa’nın yasası, Hristiyanlığın ilkesidir bu. Eğer böyleyse durduk yerde ne diye sayfalar dolusu yazdım? Kendimle çelişkiye düştüysem, bununla neyi anlatmak istemiş olabilirim peki? Bakın, olay şu: Önce kendimle çelişmiyorum, Yahudi’ye geniş haklar verilmesinde yerli Rus insanını engelleyici unsur görmüyorum; yalnız bu engellerin Ruslardan çok Yahudilerde bulunduğunu ileri sürüyorum, gönülden istenen şimdiye kadar gerçekleşmemişse, burada Rus, Yahudi’ye göre daha az kusurludur. Rus insanıyla birarada bulunmak istemeyen, ondan köşe bucak kaçan aşağı sınıftan Yahudileri buna benzer örnek olarak az önce göstermiştim, oysa Rus insanı sıradan Yahudi’ye kin duymadığı gibi, tam tersine, “demek ki inançları böyleymiş! ” diyerek meseleyi kavramış ve Yahudi’yi hoşgörmüştür. Sıradan Yahudi’nin Ruslara karşı o aynı ölçüsüz, kibirli önyargıyı sıkça aydın sınıf Yahudilerde de görürüz. Hoş, Rus halkını sevdiklerini yüksek sesle ilan ederler, hatta biri bana, Rus halkının dinle ilgisi olmadığını, Hristiyanlıktan bir şey anlamadığını ileri sürerek, bundan üzüntü duyduğunu yazmıştı. Bir Yahudi için hayli iddialı sözlerdir bunlar. Akla hemen bir soru geliyor: Bu yüksek eğitim almış Yahudi, Hristiyanlığı anlıyor mu? Biz Ruslara en ağır gelen Yahudi doğasına özgü olan o kendini beğenmişlik, kibirdir. Soruyorum beyler, içimizde birbirini anlamada Rus mu, Yahudi mi yeteneksizdir? Bu konuda, yemin ederim, Rus’u daha çok temize çıkarırım: Rus’un hiç olmazsa Yahudi’ye karşı dinsel kini (kesinlikle) yoktur. Sonra önyargılı davranmaya gelince, hangisinde daha çoktur? Yahudiler, yüzyıllardır olduğu gibi, şimdi de zulme ve ağır baskılara uğradıklarını, Yahudi doğasını sorgularken hiç değilse bunu Rus’un dikkate alması gerektiğini söyleyip dururlar hep. Pekala, dikkate alıyoruz, bunu kanıtlayabiliriz de: Rus aydın katında Yahudiler çok konuşulmuştur. Peki Yahudi: Hep yakınıp dururken ve Rusları sorgularken, Rus halkının yüzyıllar boyu uğradığı zulmü ve baskıları hiç dikkate almış mıdır, alıyor mudur? “Tarihsel geçmişlerinde” nerede olursa olsun, Yahudilerden daha az felaketler gördüğünü iddia etmek mümkün mü? Evet, beyler, zalimlerle bir olup onlardan iltizam koparanların ve böylece zulmeden durumuna düşenlerin Yahudi değil de, Rus olduğunu öne sürmek ne ölçüde gerçekle bağdaşabilir? Bunlar olmuştur, bir vakıadır, tarihsel gerçeklerdir; oysa hiçbir yerde Yahudi halkının bu tür davranışlarından pişmanlık duyduğuna tanık olmadık; bu yetmiyormuş gibi kendisini az seviyor diye Rus halkını suçlamaya kalkıyor.

“Amin, amin! ” Eksiksiz dinsel kabile birliği olsun, hiçbir zaman hak eşitsizliği yaşanmasın! Bunun için öncelikle düşüncelerime karşı olanlardan, bana mektup yazan Yahudilerden, Ruslara karşı daha hoşgörülü ve adaletli olmalarını rica ediyorum. Yahudilerin kibri, Rus kavmine karşı olan o ezeli “kederli nefreti” yalnızca bir önyargı, “tarihsel bir illetse”, kuralları ve düzeni pek derinlere yerleşmemişse, o zaman bu olumsuzluklar bir an önce dağılsın, yok olsun, birlik ruhuyla, tam bir kardeşlik sevgisi ve bağıyla, karşılıklı yardımlaşma ve toprağımıza, devletimize, anayurdumuza yüce hizmet bilinci içinde birbirimizle kaynaşalım! Karşılıklı suçlamaları yumuşatalım, sorunun anlaşılmasına engel olan, o ezeli suçlamalar bendini yıkalım! Rus halkına kefilim: Ah, inanın, farklı dinden olmasına, bu farklılığın tarihsel gerçekliğine karşın derin bir saygı anlayışı içinde Yahudi’yi kendine tam kardeş bilecektir, yine de bu kardeşliğin, kusursuz bir kardeşliğin kurulması için her iki tarafın kardeşçe duygular içinde olması gerekiyor. Yahudiler, azıcık olsun, bu kardeşlik duygusunu devindirecek tavrı göstersinler! Yahudi halkı arasında yaşanan akıl karışıklığını gidermeyi derinden arzulayan, arayış içine giren, üstelik insancıl, şimdi bile çok kişi olduğunu biliyorum. Susmayacağım, gerçeği gizlemeden bu konu üzerinde düşüncelerimi belirtmeyi sürdüreceğim. Yararlı amaçların peşinden koşan, insancıl kişilerin düş kırıklığına uğramamaları, maneviyatlarını bozmamaları için; bir dereceye kadar önyargılarından sıyrılmaları ve böylelikle davayı kolaylaştırmaları için Yahudi topluluğunun haklardan olabildiğince eksiksiz yararlanmalarını istiyorum, böylece yerli halkın zararına olmadan bu haklardan yararlanma ve kabul etme gücünü Yahudi halkı da bizlere bir ölçüde göstermiş olacaktır. Rus tarafından da ileri, hatta daha cesurca bir adımın atılması mümkündür…Tek sorun şudur: Yahudiler arasında iyi insan olmayı, değişmeyi başaracak kaç kişi vardır, farklı dinden ve soydan insanlarla gerçek kardeşlik birliği gibi yeni ve yüce bir amacı ne ölçüde benimseme gücünde olacaklardır?

Fyodor Mikhailovich Dostoyevsky,Yahudi Sorunu; Bir Yazarın Günlüğü,1. bs. ; (ed. ) Nurettin Pirim; (çev. ) Kayhan Yükseler,İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,2005,c. 2,s. [731]-749.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz