Öfkeye Teslim Olanlara
Öfke ya da nefretin hâkimiyetine girdiğimizde kendimizi zihinsel ya da fiziksel olarak tam hissetmeyiz. Herkes bunu fark eder ve bizimle olmak istemez. Sadece kanımızın peşinde olan pireler ve sivrisinekler dışında, hayvanlar bile bizden kaçar. İştahımız azalır, iyi uyuyamayız, bazen hasta oluruz ve eğer sürekli bu durumda olursak yaşam süremizi de kısaltırız.
Nereye kadar? Diyelim ki öfkemizin sonuna kadar gittik, asla bütün düşmanlarımızı ortadan kaldıramayız. Hiç bunu yapabilmiş birini duydunuz mu? Biz içimizde öfke ve nefret düşmanını barındırdığımız sürece bugün dışımızdakileri uzaklaştırmış olmakta başarılı olsak da, yarın yenileri ortaya çıkacaktır.
Gerçek düşmanlarımız cehalet, nefret, ihtiras, kıskançlık ve gurur gibi zihin halleridir. Sadece bunlar mutluluğumuzu yok edebilir. Özellikle öfke ve nefret, aile kavgalarından büyük boyuttaki çatışmalara kadar dünyadaki sorunların büyük bölümünün kaynağıdır. Hoş bir durumu dayanılmaz bir hale getirirler. Hiçbir din bunlara bir erdem atfetmez, tüm dinler sevgi ve iyilikten söz eder. Cennet barışın, güzelliğin, hoş bahçelerin ve çiçeklerin olduğunu bildiğim kadarıyla içinde çatışmaların ve savaşların yer almadığı bir yerdir. Yani öfkeye hiçbir iyi nitelik yüklenmez.
Öfkeyle nasıl başa çıkmalıyız? Bazı insanlar bunun yanlış bir şey olmadığına inanıyor. Kendi zihinlerine bakmaya alışık olmayanlar, duyguların doğalarının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve bastırılmayıp ifade edilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Eğer bu doğruysa, doğduğumuzda hiçbir şey bilmediğimizden cehalet ve eğitimsizliğin de doğamızın parçası olduğunu söylememiz gerekirdi. Oysa onları ortadan kaldırmak için her şeyi yapıyoruz ve kimse doğal olduklarını, değiştirilmemeleri gerektiğini iddia etmiyor. O zaman neden aynı şeyi çok daha tüketici olan öfke ve nefret için de yapmayalım? Kesinlikle denemeye değer.
Bir şeyi öğrenmek zaman alır ve her şeyi bilmek imkânsızdır, ama biraz daha az cahil olmak iyidir. Öfkeden tamamıyla kurtulmak hiç de kolay değildir. Ancak öfkeden belli bir miktar kurtulur, onu en aza indirgerseniz, çabalarınıza değdiğini göreceksiniz. Tabii ki bunun sizin meseleniz olduğunu söyleyebilir ve bana hadi git işine diyerek bir tartışma yaratabilirsiniz! (Kahkahalar)
Psikologlar size öfke gibi bir duyguyu bastırmayıp dışarı yöneltmenizi söyleyebilirler. Ama bu konuyla ilgili araştırmalar yapmanızı veya kendinizi geliştirmenizi söylemezler. Öfkenizdeki hataları görmek için kendinizi eğitin, öfkenin zihinsel yapınızın bir parçası olduğunu düşünüyor olsanız bile, onsuz daha iyi olacağınızı göreceksiniz.
Sizi yıkıcı tepkilere kışkırtacak durumlardan mümkün olduğu kadar uzak durun. Buna rağmen tepki veriyorsanız, kendinizi kaybetmemeye çalışın. Sizi sinirlendirmek konusunda becerikli birisini tanıyorsanız, bu talihsiz yanını unutmaya çalışın ve o kişiye başka bir açıdan bakın.
Düşman olarak gördüğümüz insanlar doğdukları ilk günden beri bize düşman değildiler herhalde. Bazı düşünce ve davranış biçimlerinin sonucunda bu hale geldiler. Bu noktaya geldikleri vakit de onları “düşman” olarak nitelendirdik. Bize bakış açıları tümüyle değiştiğinde, ki değişirse bu kez de tutup “arkadaş” olabilirler. Bu yüzden aynı insan bir gün “düşmanımız”, ertesi gün “arkadaşımız” olabilir. Bu saçma.
Bir kişiyle bir olayın o andaki yaklaşımını net bir biçimde ayırt etmeye çalışın. O insana değil, duyguya ya da davranış biçimine tepki verin. Ona zarar vermeye yönelik her türlü arzuyu reddedin. Değişmesine yardım etmeye çalışın ve ona mümkün olduğu kadar faydalı olun. Kendinizi yalnızca sevgi ve içtenlik göstererek onun eylemlerini durdurmaya çalışmakla sınırlandırırsanız, hızlı bir biçimde düşmanca davranmaktan vazgeçmesi ihtimali var. Hatta arkadaşınız bile olabilir.
Size veya başkalanna verilen zararı kabullenmek zorunda değilsiniz. Karşı çıkın ama bunu size yapanlara nefret duymadan. Onlara kızmayın ve öç almaya çalışmayın. Böylece tepkiniz bir intikam ya da öfkeye karşılık başka bir öfke biçiminde olmaz. Gerçek sabır budur işte. Hırs içindeyken doğru tepki vermek zordur, hırsı bırakın.
Geçenlerde Kudüs’te İsrail ve Filistinli öğrenciler arasındaki bir münazaraya katıldım. Sonunda bir Filistinli orada diyalog içinde olduklarında her şeyin yolunda olduğunu söyledi, ama sokağa çıktıklarında durum değişiyordu. İsrail polisi onları tutukladığında çıldırmışlardı ve Israilliler’i düşman olarak görüyorlardı. Ne yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Biraz tartıştılar ve karşılarındakini yaratıcının sureti olarak görme fikri ortaya çıktı. Öğrencilerden bir tanesi, “Size zarar veren biriyle karşı karşıya kaldığınız her durumda, bu zarar her ne olursa olsun, bu insanı yaratıcının bir sureti olarak düşünün. Göreceksiniz kızgınlığınız dağılacaktır” dedi. İyi bir fikir değil mi?
Eğer onlar gibi bir dini inancınız varsa ve bu yöntemi kendi inancınıza uygun olarak uygularsanız öfkeniz azalacaktır. Birisi bana meditasyon yaptığında Dalai Lama’nın hayalinin geldiğini ve ona çok yardım ettiğini yazdı. Şimdi, öfkelendiğinde beni düşünüyor ve öfkesi yatışıyor. Fotoğrafımın öfkeyi sakinleştirme gücü olduğundan emin değilim. (Kahkahalar) Ancak içimizde öfke uyandığında, onu kışkırtacak bir nesneye odaklanacağımıza sevdiğimiz birini ya da bir şeye odaklanırsak en azından zihnimizin birazcık sakinleşeceğini düşünüyorum. Örneğin; âşık olduğunuz adamı ya da kadını düşünebilirsiniz. Bu sizin dikkatinizi dağıtacaktır, çünkü iki düşünce aynı anda barınamaz. Eğer daha güçlüyse, zihnimiz otomatik olarak yeni imgeyi takip eder ve ilki kaybolur. Daha geri plana düşer. Ancak şunu da unutmayın ki oradadır. Ona yeniden can vermekten kaçının. Etkilerinin yıkıcı olduğunu anımsayın.
Öfkeye müsaade ederek aslında düşmanımıza değil, kendimize zarar verdiğimizi sık sık söylüyorum. İç huzurumuzu kaybederiz, her şeyi yanlış yaparız, sindirimimiz bozulur, iyi uyuyamayız, misafirlerimizi savsaklarız ya da yolumuza çıkma saygısızlığını gösterenlere ürkütücü bakışlar fırlatırız. Kedimiz, köpeğimiz varsa beslemeyi unuturuz. Bizimle yaşayanlara hayatı dar ederiz, hatta en yakın arkadaşlarımıza bile mesafe koyarız. Gittikçe daha az insan bize yakınlık duyduğundan, kendimizi gittikçe daha yalnız hissederiz.
Sözde düşmanınıza gelince, belki de sessizce evinde oturuyordur. Komşularımız ona sizin hakkınızda gördükleri ya da duydukları şeyleri anlattıklarında keyiflenecektir. Şayet birisi ona, “Gerçekten çok mutsuz, iştahı yok, rengi soldu, saçı başı dağınık, uyuyamıyor, ilaç alıyor, kimse artık onu ziyaret etmiyor, köpeği bile yanına yaklaşmaya çekiniyor ve durmadan havlıyor” diye anlatacak olursa neşesi yerine gelecektir. Hastaneye kaldırıldığınızı öğrendiğindeyse, fazlasıyla tatmin olacaktır.
Öfkelenmenin ne anlamı vardır ne de amacı. Gerçekten düşmanınızı cezalandırmak istiyorsanız sakin olun ve ona nasıl bir kader biçeceğinizi düşünün.
Dalai Lama