Haklı olarak mı vatanımdan kovuldum?
Reich kurulduğunda birçok yazar tutuklandı, işkenceye maruz kaldı, öldürüldü ya da ülkeden kovuldu. Kısa bir süre sonra sınırlardan birçok kimsenin haksız yere sınırdışı edildiklerine dair yüksek sesle yakındıkları duyuldu. Benim düşünceme göre bu bazıları için, hatta birçokları için doğrudur. Onlara haksızlık yapıldı ve masum oldukları halde sefalete itildiler. Kötü niyetli rakipleri onları, hısımlarını yetenekleriyle saf dışı bırakabileceklerinden ümitlerinini kestikleri için, coplarla alandan kovaladı ya da birtakım yanlış anlamalara maruz kaldılar.
Onların iyi niyetleri yeterince anlaşılamadı, birkaç basit cümleyle başlarına çorap örüldü vs. Diğer birçoğu ise yasak olan bir şeyi yaptıkları için değil, burnu yasak bir biçimde oldluğu, saçı suç teşkil eden bir renkte olduğu için kovuldu. Bunlar için sınırdışı edilmek sert bir ceza oldu, çünkü bunu kesinlikle hak etmiyorlardı. Haksız yere vatanlarından mahrum bırakıldılar. Ama bazıları haklı olarak kovuldular, ve ben bu gruba dahil olduğumu umduğum için, bunlardan söz etmek istiyorum. Biz haklı olarak kovulanlar, ne yaptık ki biz?…” (1937)
[Nazilerin 1933’te iktidara gelişleri ve Hitler’in, ünlü Reichstag yangınının sorumluluğunu komünistlere yüklemesiyle tutuklamaların başlamasından hemen sonra Brecht Almanya’yı terk etti ve uzun yıllar sürgünde yaşadı. Yapıtlarının pek çoğunu da yurt dışında kaleme aldı. Burjuva dünyasına ve değerlerine, kapitalizme, sömürüye, savaşa ve bir bütün olarak içinde yaşadığı adaletsiz dünyaya sonuna kadar saldırdı.]
***
Bu yeni zorbaların istediklerinden başka bir şey değildi…
Şu günlerde yazdığım her şey kötü ve alışılmış, fakirlere patates, oysa bu yazı işi dışında başka bir şeyde yapmıyorum. Ama belki bu ana neden. Günler sıcak ve güneşli, asfalt bana göre değil, kafamın arkasında durmadan süren bir basınç var. Bu arada bol bol zaman geçiyor, onu kullanmıyorum, tersine, güneş yanığı olduktan sonra derinin kalkıp dökülmesi gibi, geçmesinden hoşnuttum. Her şeyi suçluyorum, çok ışık alarak göz kamaştıran ve camdan bulanık sahte bir gökyüzü gösteren büyük pencereyi de. “Galgei” için bir tek içtepi eksik, yoksa hayalimde her şey allright. Şimdi canım hiç yazmak istemiyor, baş ağrım artıyor. Cehennemde korkunç bir şey olacağını sanmıyorum. Orada hiçbir şey olmayacak. Sauve qui peut!
Keşke ressam olsaydım! Kadın gibiler onlar: Her zaman yapabiliyorlar. Ve nefsi işe dönüştürebiliyorlar! Renklerin kokuları, malzemenin direnci ve nesnenin kendini ebedi sunuşu, kışkırtıyor ve doyuruyor. Öylesine sakin ki! İnsan bir sakinleşebilse, yaşamın basit büyük ritmiyle, patates zıkkımlanmayla, küçük, tahta bölme odacıklarda dans etmekle, havanın içinde yaygınlaştığı hüzünlü günbatımlarıyla, hiçbir ayrımı ve inceliği olmayan hep ebedi aynı çatışmalarla. İnsan, bütün yaşamın tekdüzeliğine, bütün canlıların, eski gereksinimlerini yeni biçimlerde gidermeye karşı sağır ve kör dayatıp direnmelerine ilenmek istiyor – çünkü insan kendisi zavallı ve güçlü gereksinimlerden yoksun!
Geceleyin mideme bir yudum ateş suyu girince, başka bir iş yapma istemi üstüme çullanıyor, basit, karanlık yaşamı biçimlendirme istemi, katı ve uşakcasına, gerçekçi ve acımasızcasına, yaşama sevgi duyarak. Önce “Galgei” ile “Yaz Senfonisi” elden çıkmalı, ama sonra artık ekspresyonizm bitmiştir ve bu “kavram” çöpe atılacaktır! Bu akım bir (küçük alman) devrimiydi, ama birazcık özgürlüğe izin verilince, özgür kimsenin olmadığı görüldü; istenen şeyin söylenebileceğine inanılınca, bu yeni zorbaların istediklerinden başka bir şey değildi, onlarında söyleyecek bir şeyleri yoktu. Bu gençler, laf ve mimik bakımından eski kuşaklardan daha zengin olmakla birlikte, her zengin şımarık gençliğin oyunbaz laubaliliğini, karamsarlık ve sorumsuzluk duygusuyla karıştırdıkları aşırı doyumlarını gösteriyorlardı, gözü pekliği ve iğdiş güvenilmezliklerini, özgürlük ve edimlilikle karıştırıyorlardı.
Gökyüzü hala geniş görünüyor, ama şimdiden kargalar üzerlerinden geçiyor.
***
Her halükarda insan kendini basit hedeflerden pek uzaklaştırmamalıdır.
İki delikanlının içki fıçılarının üzerine ilk defa iki basit tahta koyup açıktan açığa ticaret yapmaya başladıklarından beri, seyircilerin eğlendirilmesi ödenen amaçtı. Hep bu bön bön bakan bira yapımcıları, iltizamcılar, fıçıcılar burada rahatladılar ve çok az bir süre sonra burada en adi yeraltı, ama yer küresel dürtülerini tatmin ettiler, aynı zamanda uhrevi olanları da ve böylece her türlü tehlikeli sapkınlığa karşı yedek oldular, keyfi yerinde, güvenli göbek çevrelerinin ortasına doğru. Safiyane maceralar kısa sürede görmüş geçirmiş, pratik düsturlarla baharatlanmak, kolay kavranan havalarla kolay hazmedilir kılınmak, imalı ya da açık seçik fıkralarla biberlenmek gerekti. Şimdi, bir gelişmenin son noktasında, aktörlerin kendini beğenmişliğini artık yalnızca arka koltuklardaki aşçıların ve çanak yalayıcıların kendini beğenmişliği tatmin ediyor.
Bertolt Brecht
Kaynak: Günlükler
İki cilt halinde yayımlanan Günlükler’in, birinci cildi, yazarın 1913-1941 yılları arasında tuttuğu notlardan -Günlükler, Jurnaller ve Otobiyografik Notlar alt başlıklarıyla- oluşuyor. Ve geç de olsa Türkçe okuru da Brecht’in yazma-yaşama serüvenini kendi ağzından dinliyor.
Brecht, 1956 yılında öldüğünde ardında bıraktığı eserler aşağı yukarı altmış ciltti. Bu büyük şair ve oyun yazarının henüz lise öğrencisiyken tuttuğu notları, yazdığı şiirleri, okumanın verdiği keyif bir yana, o genç Brecht’in, korkularıyla, isyanı ve öfkesiyle, aşkları ve beklentileriyle yani işte on beş yaşında bir genç hayat karşısında ne hissederse hepsiyle yüzleşiyoruz. Ve samimiyetle yazılmış bu satırları okurken, asıl başka bir şeye tanıklık ediyoruz: o yılların Almanya’sına, dünyasına…
Yaklaşan savaş, Hitler, Nazizm, yoksulluk, dünyanın yaşadığı en büyük soykırım, Brecht’in satırlarıyla bir kez daha yazılıyor insanlık tarihine….