Irk ve Irkçılık Düşüncesi: Zenci ve Kızılderililer’e Uygulanan Irkçılığın Kısa Tarihi – Alaeddin Şenel

Alaeddin Şenel

Irkçılık en büyük zararını zencilere, özellikle zenci kölelere vermiştir. John Hawkins adında bir İngiliz’in sahip olduğu ilk köle gemisi. 1562’de Amerika sularına girmiştir. Ancak, köle ticaretinin, şeker kamışı plantasyonlarının yaygınlaştığı 1630’lardan sonra yoğunlaştığını görüyoruz. Köle ticaretinin yoğunlaşması, yoğun bir kokuyu da birliğinde getirmiştir. Gerçekten, o tarihlerde bir köle gemisinin okyanusu geçmekte olduğu, rüzgârın getirdiği kokuyla, daha gemi ufukta görünmeden, yüzlerce millik uzaklıktan anlaşılabiliyordu. Çünkü gemiye, olabildiğince çok “mal” yüklemek için, ellerinden ve ayaklarından birbirlerine zincirlenerek balık istifi gibi dizilen zenciler, bir ay kadar süren bu yolculuk boyunca, ağızlarına akıtılan çorba ile orada besleniyor ve yediklerini içtiklerini üstten ve alttan, orada çıkarıyorlardı.
Kimbilir, zencilerin kötü koktukları önyargısı belki bu “gerçeğe” dayanarak doğmuştu. Zencilerden böylesine tiksinen Beyazların, durmadan gemiler dolusu zenciyi Amerika’ya getirmeleri anlaşılır şey değil doğrusu.

1562’den köleliğin kaldırıldığı tarih olan 1863’e dek, zenci kölelerin çektiklerini. Tanrı dışında hemen herkes bildiği için geçiyorum. Zenci köleliği, 1863’te, artık zencilerin de insan, üstelik öteki insanlara eşit değerde insan oldukları düşünülmeye başlandığı için kaldırılmadı. Böyle bir nedenle kaldırılmadığını, köleliğin kaldırılması yolunda, siyasal düzeyde verilen savaşı yürüten Lincoln’un, 1858 tarihinde yazdığı bir mektubundaki şu satırlardan biliyoruz: ‘Beyazlarla zenciler arasında fizik farkların. toplumsal, siyasal eşitlik içinde birlikte yaşamalarına olanak vermeyeceğine inanıyorum.” Gerçekten, köleliğin kaldırılmasının asıl nedeni, sanayileşen Kuzey’in “özgür emek” gereksinimiydi.
Elliott Erwitt
Elliott Erwitt’un Kuzey Carolina’da çektiği lavaboların bie ayrı olduğu bu fotoğraf ırkçılığın boyutunu ortaya koyuyor.

Zenciler özgür ve vatandaş sayılınca. Güney devletlerinde çıkarılan, zencilerin vatandaşlık haklarını sınırlayan “kara yasalar”a karşı Kuzey’in dayattığı 1867 tarihli Reconstruction Act’e tepki olarak en az beş bin zenci öldürülmüştü.
Ku Klux Klan. Reconstruction Act ile birlikte, 1867’de kurulup. bu eşitlikçi insan yasasına karşı orman yasası olan “linç”leri zencilere karşı kullanmaya başladı.238 Her biri bir trajedi konusunu oluşturacak nitelikte olan bu linç olayları, istatistiğin soğuk rakamlarıyla ne kadar yansıtılabilir ki? Linç istatistiklerinin tutulmaya başlandığı 1880’lerde, bu yolla siyahtan çok beyaz “suçlu” öldürülmüşken, geçen yıllarla birlikte denge kurulup, bu dengenin hızla zenciler zararına bozulduğu görülüyor. 1882-1888 yılları arasında, 595 Beyaz, 440 zenci linç edilmişken; 1889’da, 76 Beyaz, 84 zenci; 1892’de 69 Beyaz, 162 zenci; 1893-1904 yılları arasında yılda ortalama 100 zenci, 29 Beyaz linç edildi; 1883-1915 yılları arasında, yılda ortalama 50 zencinin linç edilmiş olmasına karşılık. Beyaz linçi sayısının hızla düştüğü görülüyor. 1906-1915 yılları arasında 650 zencinin 61 Beyazın linç edilmiş olması, zenci linçinin Beyazları on kat aştığını gösteriyor.
Kitlesel gerçeği yansıtan bu rakamlardan sonra, “temsil edici” olmalarına bakarak, iki somut, tekil linç örneğini görelim. Georgia federe devletinde Mary Turner, kocasını öldüren beyazların adlarını söylemek tehdidinde bulununca, neredeyse doğurmak üzere olmasına bakılmayıp, asılır ve yakılır. Yakma yanı sıra, kızgın demirle göz oyma, ağır ağır kızartma; “kurban”ın kemiklerinin armağan olarak kapışılması, cinsel organların koparılması, parmakların gösteriş için kasap dükkanlarına asılması240 bu orman yasasının “incelik”lerinden bazılarıdır.
Bir suçsuzun linçini gördükten sonra bir de “suçlu”ların linçinden bir örnek verelim. 1930’larda. işsizliğin arttığı ekonomik bunalım yıllarında, Leeville adlı bir Teksas kasabasında, haftalığını istemek üzere geldiğinde, çalıştığı çiftlik sahibinin karısından, kocam ücretini bırakmadan kasabaya indi yanıtı alması üzerine, ona cinsel saldırıda bulunan zencinin, yakalanması, tutuklanması, kasaba halkının ayaklanması, mahkeme salonunun yakılıp, zencinin içinde korunduğu özel hücrenin kubbesinin kaynak makinasıyla delinip, cesedinin çıkarılıp alkışlar arasında fırlatılışı, asılışı, kesilişi, yakılışı, Durwald Pruden tarafından, bir bilimsel araştırmada saptanmıştır.241 Olay sırasında, büyük çoğunluğu aşağı tabakalardan olan halk tarafından, gene büyük çoğunluğu aşağı tabakalardan olan 200 kadar zencinin işyerlerinin ve evlerinin yağmalanıp, yakılıp yıkıldığını öğreniyoruz. Linç ve ayaklanma hakkında açılan dava sonunda, linçin sarhoş önderi suçlu bulunmamış, tutuklanan 44 kişiden 43’ü bırakılmış, suç, 17 yaşındaki sabıkalı bir çocuğa yüklenmiş, kendisine iki yıl tutukluluk cezası verilmiş, bir yılı doldurmadan salıverilmiştir. Aynı kasabada geçerli olan yasaya göre, bir Beyaz, bir zenci kadına cinsel saldırıda bulunsaydı, yalnızca 12,5 dolar ceza ödeyecekti, öte yandan gene aynı kasabada, bir Beyaza cinsel saldırıda bulunduktan sonra, üstelik onu öldüren bir Beyazın, hiç bir sorun çıkmadan yargılandığını okuyoruz.
Linç kitlelerin önyargılarının ve kitle psikolojisinin ürünüdür, kabul; ama bu önyargıların beslenmesinde, Georgia federe devletinden Tom Watson adında bir düşünürün, zencinin erdemsiz olduğunu, şeref, gerçek, minnet ve ilke gibi kavranılan kavrayacak yetenekte olmadığını, Güney’in onu arada sırada linç edip kırbaçlamasının, kokusuyla ve rengiyle kadiri mutlak’a (tanrıya) saygısızlık etmeye kalkmasını önlemek için gerekli olduğunu; linç yasasının, halkın içindeki adalet duygusunun daha ölmediğini gösteren bir belirti olduğunu ileri süren görüşlerinin242 hiç payı yok mu?

Dorothy Counts
ABD’de sadece beyaz öğrencilerin devam ettiği Harry Harding Lisesi’ne kabul edilen ilk siyah öğrencilerden Dorothy Counts’ın okuldaki ilk günü.
Counts tacizlere sadece 4 gün dayanabildi. fakat 50 yıl sonra (2008 yılında) kendisinden özür dilendi. 

Zenciler özgür vatandaş sayılınca, siyasal haklarını kullandırmamak için akla hayale gelmeyecek “bayağı” yollara başvuruldu. Bunlardan biri, hukuk tarihine “ata maddesi” olarak geçen düzenlemeydi. 1897’de Louisiana federe devleti anayasasında, oy hakkının kullanılması için. Anayasanın bir pasajını okuyup, anladığını gösterecek biçimde anlatmak koşuluna, bu koşulu yerine getiremeyecek olan Beyazları kollamak için, bir kolaylık getirilerek, daha önce oy kullanmışsa, ya da ataları, l Haziran 1867’de oyunu kullanmışsa, yapılacak seçimlerde de kullanabileceği belirtildi. Bu tarihte zencilere oy hakkı tanınmadığından, zenciler bu kolaylıktan yararlanamayacaklardı. Yüksek Mahkeme, “ata maddesi”nin Federal Anayasaya aykırı olup olmadığına 18 yıl karar veremedi; 1915’te karar verebildi ve bu madde kaldırıldı; ama “ata maddesi” Amerika ve hukuk tarihinde kara bir leke olarak kaldı.
Federal Anayasa’daki “eşitlik” maddesi, 1875’te Jim Crow yasasıyla, zencilere ayn (ama eşit) kamu hizmeti sunulması biçiminde yorumlanıp, Yüksek Mahkeme’nin de, eşit olursa ayrı olabileceği yolunda ödün vermesiyle, “ayrı fakat eşit” ilkesi yürürlüğe sokulunca, Amerika’da görülen ırk ayrımcılığı (segregation) hukuksal temellere dayandırılmış oldu. Bu uygulama, “ayrı” olunca “eşit” olmasının olanağının bulunmayacağı görüşünün sonunda kabul edildiği 1954 yılına kadar sürdü. Bu ara, bu ilkeyi uygulayan Oklahoma’da, üniversiteye kabul edilmek zorunda kalınan bir zenci öğrencinin sandalyesinin, kapı açık bırakılarak, sınıfın dışına konması, dersleri böyle dinleyerek eşit haktan yararlanmasının sağlanması244 gibi gülünç ve insanlık adına üzücü uygulamalar görüldü. Irk ayrımcılığının yarattığı zencilerle ilgili acılardan verdiğimiz bu örnekler bölümünü, 1963 gibi geç bir tarihte, güneyin bazı kasabalarında zencilerle Beyazların evlenmelerine izin vermeyen yasaların bulunduğunu, yüz kadar kasabada ise zencilerin oy verme olanağının bulunmadığını, Güney Afrika’daki ayrımcı politikanın hâlâ (1984’de] sürdüğünü belirterek kapatalım.

Kızılderililer ve Irkçılık

Irk ayrımcılığı, ırkçılık, zenciler kadar Amerika yerlileri olan Kızılderililere zarar ve acı verdi. Gözlerini altın hırsı bürümüş bir avuç çeteden başka bir şey olmayan İspanyol “fatihleri”, Hernando Cortes (1488-1547) ve adamları, ateşli silahların sayesinde koskoca Aztek İmparatorluğu’nu yıktıktan sonra, İmparator II. Montezuma’yı (1466-1520) kendisine dokunulmayacağı, fidye öderse serbest bırakılacağı sözü verilerek, uyruklarına ülkenin dört bir yanından, özellikle tapınaklardan altın eşya ve sanat yapıtları getirtip, bunları dağ gibi yığdırması sağlandı. Kızılderili tarihini ve kültürlerini kavramamızda eşsiz yardımları olarak bu sanat yapıtlarının, tarih ve sanat değerlerinden çok altınıyla ilgilenen İspanyollar, bunların büyük bir bölümünü, taşımada kolaylık olsun diye eritip, para olarak Avrupa’ya gönderdiler. Bunun Avrupa’ya, “para devrimi” denen ve birliğinde korkunç bir enflasyonu da getiren ekonomik çalkantılardan başka etkisi, yararı olmadı. Ama Kızılderililere verdiği zarar yanı sıra, bilime, sanata ve insanlığa verdiği zararlar hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak ve hiçbir biçimde onanlamayacak kadar büyüktü. Askerler, altın sanat yapıtlarını fırınlarda eritirken, İspanyol din adamları, Montezuma’nın sarayındaki bir odanın tavanlarına kadar istif edilmiş tarih tomarlarını, içlerinde “küfür” var diye, fırına atarak, kültür tarihinin belki en büyük “soykırım” suçunu işliyorlardı.

Kızılderili soykırımı
50 Milyonun üzerinde Kızılderili soykırıma uğratıldıktan sonra, bugün Amerika’da  yaşayan tüm Kızılderililerin toplam sayısı yaklaşık 2,5 milyon. 
 Bartolomè de Las Casas tarafından 1542’de İspanya Prensi II. Philip’e ithaf edilerek yazılan Kızılderili Katliamı, Amerika kıtasının nasıl ele geçirildiğini eski dünyanın gözlerinin önüne seren  çarpıcı bir belgedir;
 “Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarladığını kendi gözlerimle gördüm.  Bazen de insanların üzerine köpek saldıklarına, yerlilerin bu şekilde paramparça edildiğine, çok sayıda evi ve yerleşim merkezini yaktıklarına şahit oldum. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar…”

Altınlar toplandı, tarih tomarları yakıldı, ama Montezuma serbest bırakılmadı; yargılandı ve “dinsizlikten” ölüme mahkum edildi. Kendisini kutsal bilen ve halkı tarafından kutsal bilinen imparator, hiç değilse inançlarına uygun olarak ölmek istedi, boğularak ölmek istemedi. Bunun için ne isterlerse vermeye hazırdı, inançlarını istediler; Hıristiyanlığa geçerse, vurularak öldürülebileceğini söylediler, inancı için inanç değiştirmeyi bile kabul ettiği halde, verilen söz yerine getirilmedi ve İspanyol geleneklerine göre, boynu mengenede sıkılıp ensesi kırılarak öldürüldü.
Kuzey Amerika’daki Kızılderililere geçelim, İngilizler, 1653 gibi çok erken tarihlerde, Kızılderilileri belli bölgelerde tutma (“rezervasyon”) sistemini başlattılar. Ellerinden aldıkları uçsuz bucaksız bozkırlar yerine, her Kızılderili savaşçıya, onları çiftçi yapıp başlarını bağlamak amacıyla, işgal edilmemiş boş topraklardan elli dönüm verdiler. Ama daha sonra bu topraklar da, binbir düzen ile ellerinden alındı. 1787’de çıkarılan Northwest Territory Ordinance’da, kağıt üzerinde, “Kızılderililere karşı her zaman elden gelen en büyük iyi niyet gösterilecek, rızaları olmadan toprakları ve mülkleri ellerinden alınmayacak, haklarına ve özgürlüklerine dokunulmayacak” denirken, uygulamada yerel yönetimlerin, Beyaz vatandaşlarına getirecekleri her bir Kızılderili kafatası derisi için ödüller verdiğini görüyoruz. 1641’de Hollandalılar tarafından başlatılan bu uygulamanın, “vatandaşların girişim ve yürekliliğini teşvik için” dağıtılan ödüllerden sonuncusunun 1818’de Indiana federe devletinde verilişine kadar sürdüğünü biliyoruz.
Kuzey ve Güney Amerika’da Avrupalılar gelmeden önce ne kadar Kızılderilinin yaşadığı tam olarak bilinmiyor. Kestirimler yazardan yazara değişiyor. Ama 1832’de topraklarını vermek istemeyen bir kızılderili şefine karşı açılan Black Hawk Savaşı’nda, bu kabilenin sayısının 1000’den 150’ye düştüğü biliniyor. 1850 yılında California’da 110-130 bin kadar Kızılderilinin yaşadığı hesaplandı; otuz yıl sonra, 1880’de, bu sayı 20 binin altına düşmüş bulunuyordu. Yüzbinlere ne oldu? Bir bölümünün Beyazların getirdiği, yerlilerin bağışıklıkları olmayan hastalıklar nedeniyle öldüğü söyleniyor, ne kadarının öldürüldüğü söylenmiyor, söylenemiyor. Çünkü, Batı’nın çoğu yerinde Kızılderili öldürmek bir suç sayılmadığı için, olaylar adalet kayıtlarına işlenmemiş. Ünlü 1890 Yaralı Diz soykırımında, Beyaz baskısından bunalıp, “Kurtarıcı ruh”u çağırmak için yapılan “hayalet dansı”, savaş dansı olarak yorumlanınca, Birleşik Devletler ordusu, 98 silahsız savaşçıyı ve 200 kadar kadını ve çocuğu kılıçtan geçirmişti. Bugün Birleşik Devletler’de “toplama kampları”na kapatılmış Kızılderililerin sayısının çok az olduğunu biliyoruz.
Tarihin bu en büyük soykırımında “En iyi Kızılderili ölü Kızılderilidir” gibi atasözlerinin bir etkisi olsa gerek. Bu sonuçta, ırkçı düşünüşün içinde bulunulan yüzyılın kültürüne uygun olarak aldığı renge göre, 16. yüzyılda Kızılderililerin insan soyundan olmadıkları, 17. yüzyılda ve 18. yüzyılın başlarında Şeytanın soyundan geldikleri, 18. yüzyılın sonlarıyla 19. yüzyılda (ve bazı kafalarda hatta 20. yüzyılda) Kızılderililerin biyolojik yapılarının, özellikle zekâlarının, doğuştan, Beyazlarınkinden geri olduğu yolundaki inançların ve düşüncelerin de payı olsa gerek.
Irkçılığın verdiği zarar, zenciler ve Kızılderililer gibi, ilkel topluluklarla sınırlı kalmamıştır; ırkçılık uygar halklara da büyük zararlar vermiş, büyük acılara yol açmıştır. Bu yolda, göçmenlere, Yahudiler’e azgelişmiş ülke halklarına ve çok gelişmiş ülkelere verdiği zararlar unutulmamalıdır.

Alâeddin Şenel
Irk ve Irkçılık Düşüncesi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz