Yakın ve Ortadoğu’nun kural dışı inançlarında sezgici bilgi ve evrensellik – Prof. İrene Melikoff

irene melikoff

Manicilik ve Alevilik
Sezgici bilgi ya da irfan diyebileceğimiz kavram, eski Yunancadan gnosis yani doğuştan gelen bilgi anlamındadır. Sezgici bilgi konusunu Alevilik, Bektaşilik araştırmalarım çerçevesinde izledim. Ancak sezgici bilgi bu çerçeveyi aşan bir konudur. Alevilik-Bektaşilik bir inanç bağdaştırmacılığıdır. Bunu her zaman söyledim ve de yazdım. Aleviliği ve Bektaşiliği incelemek için başvurulacak en temel kaynak alevi nefesleridir. Zira Alevi nefeslerinde, bu inancın tüm unsurları ve bu unsurların bütün özellikleri mevcuttur. Alevilik-Bektaşilik İslam dini çerçevesinde oluşmakla birlikte, bu inanç İslamın dışından da gelen değişik inanç öğelerinden oluşmaktadır. Bu değişik öğeler içinde Şamanizm unsurları ortaya çıkartmak oldukça kolaydır. Çok araştırmacı bu konuda önemli incelemeler yaptık.

Burada, Manicilikten, eski sezgici bilgicilik (gnostik) inançlardan ve İran kökenli düalist (ikicilik) dinlerden bahsedeceğim.

Eski İranlılar dünyayı ve beşeriyeti gizli iki güç tarafından yönetildiğine inanırlardı. Bu iki güç; iyi’yi temsil eden Ohrmazd ve kötüyü temsil eden Ahriman’dır. İran kökenli düalit/ikicilik dinler arasında Zerdüşlük, Zürvancılık ve Manicilik vardır. Manicilik VIII ve IX. asırda Uygur Türklerinin resmî devlet dini olmuştur. Bunu Orhon ve Yenisey yazıtlarından biliyoruz.

Ayrıca Uygur Türklerinin çok zengin manicilik edebiyatı vardır.
Manicilikten gelen unsurları, bugün Alevilik-Bektaşilik’te kolayca görmekteyiz. Bu mani öğelerinden en önemlisi üç ahlak kuralıdır: eline beline, diline sadık olmak. Bu maniheizm kuralına, Uygurlar üç tamga derlerdi, manicilerin ve Uygurların kutsal kitabı olan Huastanift’te: “agzin, könlün ve algin tamgasi” diye yazılıdır. Bu üç ahlak ya da yasak kuralından Aziz Agustin bahsetmektedir.

Manicilik ve sezgici (gnostique) inançlardan gelen ikinci kalıntıyı, Alevilerin yaratılış efsanesinde buldum. Size XIX. asırda yaşamış olan Velioğlu’nun bir nefesinden alıntı sunacağım.

Yerin göğün binasını kurunca
İptida hidayet arife indi
Sen kimsin, ben kimim diye sorunca
sorduğu ol demde kana boyandı

Sen sensin, ben benim dedi Cebra’il
Olmadı mürşidin emrine ka’il
Havada dolandı tamam kırk bin yıl
Tevekkül babına vardı dayandı

Hitaptan bir nida geldi ol zaman
Dedi: Cebra’il sözlerime kan
Sen Haliksin ben Mahlukum de heman
Kara rengi alâ renge boyandı

Bu yaratılış efsanesinde: ilk insan -burada Cebra’il- yaratıldığı zaman karanlığa düşmüş ve doğaüstü gücün varlığını unutmuş. O nedenden dolayı, Tanrı’dan gelen çağrıyı sezememiş, sonra Dost veya Rehber yardımı ile, ona önsezi gelmiş, sorulan soruya verilecek cevabı bulmuş ve bilinçsizlik uykusundan uyanarak doğaüstü gücün Tanrı’nın varlığını böylece kavramış oldu.

Alevilerin yaratılış efsanesinde Maniciliğin üçlü kuralını buluyoruz. İlk insanın yaratılışı, önce insanın karanlıkta olması, başka bir deyişle bilinçsiz olması nedeniyle Tanrı’dan gelen çağrıyı kavrayamadığından dolayı, bilinçsizce cevap vermiş, sonra Tanrısal aklın sayesinde, ilk yaratılan insana ilham gelmiş, selamet bulmuş ve kurtuluşa ulaşmıştır.
Manicilikten gelen bu kuralın üç aşamada gerçekleştiğini gözlemliyoruz:
Birinci aşama, ilk insanın cahil, bilinçsiz, karanlıkta olması,

İkinci aşama, duyulamayan Tanrı çağrısı,

Üçüncü aşama, ilk insanın bilinçsizlikten kurtulması ve sorulan soruya doğru cevap vermesidir.

-Erenlerin cemi

Manicilikten ve sezgici bilgicilikten gelen öğelerden üçüncüsünü, otuz yıldır onunla içiçe olmama rağmen, ancak kısa bir geçmişte kavrayabildim. O da Eren sözcüğünün gerçek anlamıdır.

Eren, ermek fiilinden türetilmiştir,

Ermek, bu dünyadan kopmak anlamını taşımaktadır,

Ermiş kişi, maddi dünyadan kopmuş, ondan soyutlanmış kişidir,

Eren olmak için törenle nasip alınması ve ikrar ayininden geçirilmesi gereklidir.

Manicilikte talibler ve erenler vardı, Talib kişi tarikat üyesidir ve alt kademede yer alan eren kişi ise nasip almış ikrar vermiş, insan-ı kâmil mertebesine ulaşmaya aday kişidir.
Böylece Erenler Cemi kavramı özel bir anlam taşıyan bir deyim olarak anlaşılmalı ve ona bütünlüklü bir anlam verilmesi düşüncesindeyim.

Anlatımıma, Bektaşiliğin Anadolu, Trakya ve Balkanlar’da yaşamış sezgici bilgici inançlarla tanıştıktan sonra, konuya ilişkin birkaç varsayım üzerinde durmaya çalışacağım.

Önce Bogomilizm ve Katarizm konusuna değineceğim.

Börklüce Mustafa örneğini izleyelim.

Birkaç yıl önce Fransız meslektaşım Michel Balıvet, Şeyh Bedrettin konusunda ciddi bir araştırma yaptı,

Eserin Adı: Osmanlı Balkanlarında Sufilik ve Silahlı Devrim.

İki yıl önce, Rus meslektaşımız Konstantin Jukof iki ilginç makale yayınladı. Biri, ingilizce: The Cathars, Fraticelli and Turks a New Interpretation of Berkludje Mustafa’s Uprising in Anatolia in 1415 (1996), diğeri, 1998 yılında basılmış Rusça bir makale: XIV-XV. asırda Doğu Akdenizde Olan Dinî Hareketlerin Tarihi İzlemesi: Börklüce Mustafa’nın İsyanına Yeni Bir Açılım . Jukof, şimdiye kadar bildiklerimize ek olarak, İtalyan kaynaklarındaki yazılı bilgileri aktarıyor. Özellikle Franciskan topluluğundan kopmuş olan Fraticelliler ve XIV. asırda Ege bölgesinde onların ve Türklerin ilişkilerinden bahsetmektedir.

Yunanistan’da Katolik dininin kuraldışı/heterodoks olan Latinler ve Venediklilerin egemenliğinde olan yunan adaları -Girit adası gibi- Papazlara büyük tedirginlik veriyorlardı.

Örneğin, 1346 yılında Aydın Emiri Umur Paşa Venedik temsilcilerine şöyle der:

– İzmir’e karşı düzenlenen Haçlı Seferlerinden hiç korkmuyorum, çünkü Hıristiyan dostlarım vardır.

Umur Paşa’nın Hiristiyan dostları kuraldışı/heterodoks inançlı olan Katolik Gelfler ve Gibelinlerdi. Bunlara Sahte Hıristiyan denirdi. 1330 yıllarında, bu sahte Hıristiyanlar Efes yakınlarında yeni bir kent kurmuşlardı ve orada Türklerle birlikte, Ege denizinde bulunan Latin adalarına akın düzenliyorlardı. Bu heterodoks Sahte Hıristiyanlar Katolik veya Ortodoks inançlı Hıristiyanlara karşı Türklerle işbirliği yapıyorlardı. Sahte Hıristiyan olarak nitelenen kesimler Katarlar ve Bogomillerdi.

Bogomiller ve Katarlar, eski Pavlikanlar gibi Manicilik inancına bağlıydılar. XIII. asırda, Alaşehir’de (eski Philadelphia) 16 Katar kilisesi vardı. 1341 yılında, Umur Paşa Korinthos Körfezine bir akın düzenleyerek Türklerin Keşişlik Adası dedikleri adayı ele geçirmişti. Bu ada Umur Paşa döneminde kuraldışı inançlı olan Franciskanların merkeziydi. Kuraldışı Franciskanlılara Fraticelli denirdi. Onların lideri Angello di Claremo adlı bir keşişti. Fraticelliler İsa ve Havari gibi dünya malına değer vermeyen fakir bir hayat tarzında yaşıyorlardı. Takip ettikleri inanca Nur dini denirdi. XIV. asırda onların fakirlik ideali bütün Yakın Doğuya ve Kilika’ya yayılmıştı. Fraticelliler, ayrıca Hazar Türlerine de vaiz gönderiyorlardı.

Bizans tarihçisi Dukas’ın yazdığına göre, 1415 yılında Börklüce Mustafa Aydın vilayetinde fakirliği, malların ortak kullanılmasını ilan etmişti. Söylediği Hıristiyan’a kafir diyen bir Türk, kendisi kafirdir sözü ünlüdür. Börklüce’nin müritlerinin başları açık, yalın ayak gezerlerdi. Kalender gibi basit bir gömlek giyerlerdi.

Börklüce Mustafa’nın Sakız adasında yaşayan Cenevizler ile ilişkileri vardı ve Samos adasında bulunan bir keşiş ile sıkı bağlar kurmuştu. Bu yaşlı keşiş kendisini müridi gibi sayıyordu. Börklüce Mustafa’nın isyanı ve feci sonunu herkes biliyor:

Börklüce çarmıha gerilmiş ve müridlerinin gözü önünde kesilmişti.

Bu korkunç ceza bana her zaman çok şaşırtıcı geldi.

Börklüce’nin cezası diğer isyancıların cezasına benzemiyor. Şeyh Bedreddin ve Kalender dervişi Torlak Kemal asıldılar.

Bu üç olaya dikkatle bakılırsa: Torlak Kemal’in halk ayaklanması, Ulema Şeyh Bedreddin’in isyanı ve Börklüce’nin hareketi arasında farklar görüyoruz. Börklüce’nin cezası diğer isyancıların çektiği cezaya benzemiyor.

Bu üç olay aynı zamanda yer almasına ve üçünün de hedefinin hükümetin devrilmesi olmasına rağmen farklı göründüler. Şeyh Bedreddin isyanı ve Torlak Kemal’in ayaklanması İslam çerçevesinde kalıyordu ve verilen ceza işledikleri suça uygun idi. Fakat Börklüce Mustafa hem yoldan sapmış, hem de dinine münafık gibi görünüyordu. Nitekim Samos ve Sakız Kafirleri yani Fıratıçelliler ile bağları kurmuş ve onlar gibi fakirliği ve malların ortaklaşa kullanılmasını vaiz ediyordu. Onlara göre din evrensel olmalı idi. Hıristiyanlara, Müslümanlara ve Yahudilere bir tek evrensel din gerekiyordu.

Evrenselcilik ve Ortaklaşacılık (collectivisme) genellikle sezgici bilgi din ve merkezlerde mevcuttur. Bogomil ve Katarların ideali idiler. Anadolu’da bu düşünceler Türklerin gelmesinden önce yaşarlardı. Nitekim Kapadokya’da Bizans zamanında Pavlikanların düşünceleri de böyle idi. Onları Tephrike’de (şimdiki Divriği) kuvvetli bir topluluk kurmuşlardı.

Onuncu yüzyılda oradan kovulup Trakya’ya geçmişler ve bugünkü Plovdiv’i merkez olarak seçmişler.

Tarihçi Anna Komnen, XI’inci yüzyılda Plovdiv ahalisinin çoğu Manici yani Pavlikan olduğu tezini savunuyor.

Aynı yüzyılda Pavlikanlara yakın olan Bogomiller Ege bölgesine yerleşmeye başladılar. Bu yerler eski zamanlardan beri uydumcu (heteredox) idiler. Nitekim Menderes havzasında bulunan Alaşehir (Philadilphia) ve İzmir civarları Bogomil merkezi idiler. Bogomilizm Antalya körfezine kadar yayıldı. Daha sonra Antalya’da en önemlisi Bektaşi Tekkesinden biri, Abdal Musa Tekkesi gelişecektir. Anadolu’nun doğusunda Pavlikanizmden gelen topluluklar vardı: onlardan biri Tondrakiler, XIX’uncu yüzyıla kadar devam ettiler. Sonra Müslüman oldular.

Çoğu çaman dine aykırı topluluklar birbiri üstüne yayılmaktadırlar. Örneğin: bugün Alevi nüfusu kalabalık olan Sivas-Divriği-Erzincan bölgesi Bizans zamanında Pavlikanların merkezleri idiler.

Bu yerlerde yaşayan düşünce ve inançlar birdenbire kaybolmadılar. Başka bir biçim alarak yaşamaya devam ettiler.

Aynı nitelikleri Deli Orman’da görebiliyoruz. Deli Orman asırlardan beri muhtelif isyancıların sığınak yeri olmuş. Orada ve diğer Balkanlarda değişik düşünceler ve inançlar birbirine karışmışlar: Bu karışım Bektaşi tekkelerinin bulunduğu yerlerde belli oluyor. Hatta bu durum, F.W. Hasluchk’un dikkatini çekti.

Yirmi yıl önce, Mostar’a giderken, ben bir Bogomil mezarlığını gezdim. Ona yakın, Blagaç’ta, 1644 senesinde inşa edilmiş güzel bir Bektaşi Tekkesi vardı.

Prof. Jukov’un makalelerini okuduktan sonra yeni bir soru önüme çıktı: Orta Çağda yaşayan aykırı inançlar ve sezgici bilgi topluluklar ile Sufilik tarafından etkilenen mezhepler birbirine karışmış olabilir mi ve bu karışım ne derecede olabilirdi?

Böyle bir sorunu çözmek için biz daha hazır değiliz. Bunu yapabilmek için değişik sezgici bilgi (gnostik), evrensel, dualist cereyanlarını derinden araştırdıktan sonra birbiri ile karşılaştırmak gerekiyor.

Bu cereyanların müşterek idealleri vardır: hoşgörülük, insan severlik, şiddetten kaçma. Hepsi kurulan düzene ve resmi dine karşı idiler.

Pavlikanlar, Bogomiller, Katarlar veya Sunniliğe karşı olan mezheplerin ise benzer tarafları vardır: sezgici bilgi, evrensellikten gelen inançlar.

Söylediğim gibi, bu benzer tarafları karşılaştırmak ve izlemek için daha hazır değiliz. Bunu yapabilmek için araştırmaların hem Türk dünyasının hem de Bizans dünyasının beraber çalışmaları gerekiyor.

Böyle bir araştırma eski İran memleketlerinden ta Akdeniz’e kadar yetişecek ve bin yıllık bir zamanı kaplayacak.

Böyle bir konuyu ancak önsezimizle idrak edebiliriz. Fakat geniş ölçüde ve ortaklaşa yapılan araştırmalar sürebilirse ilginç ve değişik neticelere varabiliriz.

Prof. İrene Melikoff
23-28 Ekim 2000 tarihlerinde, Ürgüp / Nevşehir’de gerçekleştirilen Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi bildirilerinden hazırlanan tebliğ daha geniş bir araştırmanın kısa bir özetidir.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz