Sevgi insana ne yaptırabilir? | Aşk Ölüme Benzer – Ahmet Ümit

135

Sorgu odasının içini gösteren pencerenin önünde durmuş, iskemlede oturmakta olan genç adamı izliyorum. O, benim farkımda değil, karşısındaki büyük aynanın aslında odanın dışardan görüldüğü bir pencere olduğunu nereden bilsin zavallı. Basını hafifçe öne eğmiş, sakin sakin sigara içiyor. Sanki üç cinayetle suçlanan bir sanık değil de rastlantı sonucu buraya düşmüş, gerçek anlasılınca elini kolunu sallaya sallaya kapıdan çıkıp gidecek olan masum biri.
Yirmi yıllık meslek hayatımda her çesit katille karsılastım; bu, karıncayı bile incitemez  diyebileceğiniz kadınlar, insanı sulu götürüp susuz getirecek kadar becerikli olanlar, ruhlarını cinayetlerle besleyen gizli psikopatlar, hiç istemediği halde olayların zorlamasıyla elini kana bulayan zavallılar, envai türlüsü. Ama onların hiçbiri “suçsuz” duygusu uyandırmamıstı bende. Bu delikanlıya bakarken, ilk kez bir zanlının “suçsuz” olabileceğini düsünüyorum; üstelik evinde ele geçirdiğimiz kanıtlara, hatta cinayetleri islediğini itiraf etmesine karsın.

Niye böyle düsündüğümü bilmiyorum; aynı yaslarda bir oğlum olduğu için mi? Belki, ama tek nedenin bu olduğunu sanmıyorum. Bu çocuğun yenilgiyi kabullenmis bakıslarında, uysal davranıslarında öyle bir sey var ki… Đnsan, onun katil olduğunu kabul edemiyor.
Yakısıklı bile değil, ama yüzünde ince, kırılgan, kendini ortaya koymaktan çekinen bir ifade var. Sanki Tanrı bir kız ile bir delikanlının çizgilerini üst üste koyup öyle biçimlendirmis yüzünü. Sokakta, otobüste bakıslarınız karsılassa ona gülümsemeden geçemezsiniz. Ben gözlerimi delikanlıya dikmis, böyle düsünürken, kapı açılıyor, gelen yardımcım Ali.
“Kız gelmedi mi Amirim?” diye soruyor.
“Yoo, uyusturucu testi bitti mi?”
“Bitmek üzereydi. Birazdan Nermin getirir herhalde. Bu yüzlesmeye gerek var mıydı
Amirim?”
“Var. Bence kız da, oğlan da bir seyler saklıyor.”
“Kızı bilmem, ama oğlanın sağlam ayakkabı olmadığı belli.”
“Öğrenci mi bunlar?” diye soruyorum.
“Bunlara öğrenci denir mi bilmem? Altı yıldır üniversitedeler. Günlerini gün ediyorlarmıs anlasılan.”
“Nasıl geçiniyorlarmıs?”
“Kıza babası para yolluyormus. Oğlan da barlarda garsonluk yapıyormus.”
Basımla sorgu odasındaki çocuğu göstererek, soruyorum.
“Eroin de kullanıyormus öyle mi?”
“Eroini de denemis, ama daha çok kuru; esrar, hap falan gibi seyler.” Duraksıyor; yüzüme dikkatle baktıktan sonra, genis alnını kırıstırarak soruyor. “Cinayetlerin altında uyusturucu ticareti mi var, diyorsunuz?”
“Emin değilim” diyorum dalgın bir tavırla.
“Bence fazla kuskulu davranıyorsunuz Amirim. Oğlan da suçunu itiraf etti zaten.”
“Ama cinayetleri neden islediğini anlatmadı hâlâ” diyorum, isimizin henüz bitmediğini hatırlatmak için.
“Kız, kıskançlık yüzünden dedi ya!”
“Bu kızın ifadesi. Çocuk ise kızdan bile söz etmedi.”
“Kızla birlikte çekilmis fotoğrafları var elimizde.”
“Olabilir” diye açıklıyorum. “Ama bu cinayet nedeninin kıskançlık olduğunu kanıtlamaz.”
“Yapmayın Amirim” diyor Ali. “Her sey gün gibi ortada, çocuk deli gibi asıkmıs kıza.”
“Kızın bulastığı cinayetleri üstlenmesi için bundan daha iyi bir gerekçe olmaz.” Bir an ikimiz de susuyoruz. Sonra sanki kendi kendime mırıldanıyormus gibi söyleniyorum:
“Nedense o kıza hiç güvenmiyorum.”
Daha sözümü bitirmeden önde kız, arkada bizim gedikli memurlarımızdan Neriman kapıdan içeri giriyorlar. Kızı izliyorum, sırtında deri ceket, altında ise bacaklarının bütün güzelliğini sergileyen kahverengi bir mini etek var. Soğukkanlı görünmeye çalısıyor, ama gergin olduğu her halinden belli. Đçeri girer girmez bakısları bir an sorgu odasındaki delikanlıya kayıyor. Gözlerinde nefretten çok sıkıntı var. Fazla bakmıyor zaten, önce beni söyle bir süzüyor, sonra gülümseyerek Ali’ye dönüyor, bir seyler söylemek üzereyken, Neriman daha önce atılıyor:
“Test bitti Amirim” diyor bana dönerek. “Asım Bey sonucu size bildirecekmis.”
“Tamam Neriman sağol. Sen isine dönebilirsin.”
Neriman kapıdan çıkarken kız, bana değil de Ali’ye soruyor.
“Beni ne zaman göndereceksiniz?” Sesinde kaygıdan çok, flörte hazır olduğunu haber veren kırıtkan bir tını var.
Ali gülümsemesine engel olamayarak, yumusak bir yanıt vermeye hazırlanırken, araya giriyorum.
“İşin bittiği zaman.”
“Anlamıyorum” diyor kız, bana mı, yoksa Ali’ye mi bakacağım bilemeden. “Size katili yakalatıyorum, tesekkür edeceğinize, gözaltına alıyorsunuz.”
“Gözaltında değilsiniz” diyor Ali, tatlı sert bir tavırla.
Kız gerginlesmeye baslıyor:
“Nasıl gözaltında değilim. Uyusturucu testi bile yaptınız bana.”
“Sesini yükseltme!” diye, uyarıyorum onu sert bir tavırla.
Bir adım geriliyor, neredeyse ağlamaklı bir sesle söyleniyor:
“Sesimi yükseltmiyorum, sadece beni ne zaman bırakacaksınız onu öğrenmek istiyorum.”
“Bakın” diyerek, yine Ali giriyor araya. “Bu basit bir sorgulama değil. Ortalıkta üç cinayet var. Anlamalısınız.”
Ali’nin kıza yalakalanması canımı sıkıyor, ama bir sey söylemiyorum.
“Söylediklerimize inanmıyor musunuz?” diyor kız. Bizimkinin yatıstırıcı konusmasından cesaret almıs olmalı.
“Elbette inanıyoruz” diyor Ali, anlayıslı bir ses tonuyla. “Ama en ufak bir nokta bile
karanlıkta kalmamalı. Zanlıyla yüzlestireceğiz sizi.”
Kızın yüzünün sarardığını fark ediyorum, korkuyla bir adım geriliyor.
“Bu sart mı?” diye soruyor.
“Sart” diyorum. “Zanlı ifadesinde senden hiç bahsetmedi.”
“Bahsetmedi mi?” diyor kız. Alt dudağının hafifçe asağıya sarktığını görüyorum, bu duruma gerçekten sasırmıs gibi görünüyor. “Peki, o zavallı adamları niye öldürdüğünü de anlatmadı mı?”
Ona yanıt verecekken, telefon çalıyor, yanan ısıktan dahilî olduğunu anlıyorum, Ali’den önce davranarak, kaldırıyorum ahizeyi.
“Alo, ben Baskomiser Nevzat.”
“Selam ben Asım, Amirim. Su gönderdiğiniz kız.”
“Evet” diye soruyorum ciddileserek.
“Sınırı çoktan geçmis” diyor Asım, sesinde üzüntüden çok bu tür olayları kanıksamıs bir insanın umursamazlığı var. “Üç yıldır aralıksız kullanıyormus.”
Gözucuyla kıza bakıyorum, kendisi hakkında konustuğumuzu anlamıs, dikkatle beni dinliyor. Ona duyurmak için inadına yüksek sesle soruyorum.
“Eroin mi?”
“Önceleri esrarla baslamıs, son bir yıldır eroine devam ediyormus.”
“Öyle mi?” diyorum, abartıyla basımı sallayarak. Niyetim kızı korkutup sakladığı bir sey varsa öğrenmek. “Baska ne çıktı?”
“Hepsi bu Amirim. Ayrıntılı raporu yarın alırsınız.”
“Tamam, sağol Asım” diyerek kapatıyorum telefonu.
Kız gergin bir ifadeyle yüzüme bakıyor. Dudaklarımda küçümseyen bir gülümsemeyle ben de onu söyle bir süzdükten sonra:
“Eee, anlat bakalım masum kız” diyorum. “Ne zaman basladın uyusturucuya?”
“Benim uyusturucu kullanmamla bu cinayetlerin ne ilgisi var?” diyerek arsızlasmaya baslıyor.
“Anlatırsan öğreneceğiz” diyorum.
“Anlattım ya” diyor, iki elini yana açarak, “içerdeki manyak beni kıskandı, bu yüzden öldürdü adamları. Hepsi bu.”
Basımla sorgu odasını göstererek:
“O böyle söylemiyor ama” diyorum.
Kız afallayarak:
“Ne… ne söylüyor” diye kekeliyor.
“Gerçeği söylüyor” diyorum. “Senin de bildiğin gerçeği.”
“Gerçek benim anlattığım. O çıldırmıs…”
“O zaman karsılastıralım sizi” diyerek, Ali giriyor devreye. Benim bozulduğumu fark etti anlasılan, durumu kurtarmaya çalısıyor. “Böylece gerçek ortaya çıkar.”
“Tamam” diyor, bu isten kurtulus olmadığını anlayan kız. “Hadi gidip yüzleselim sununla.”
Bir an Ali’yle göz göze geliyoruz, sonra sorgu odasına yöneliyoruz.
İçeri girdiğimizi gören delikanlı, önce bos gözlerle süzüyor bizi, ama aramızda kızı görür görmez rengi atıyor, telasla ayağa kalkarak:
“Onu niye getirdiniz?” diyor.
Ali çevik adımlarla delikanlıya yaklasıyor, omzundan bastırarak yeniden iskemlesine oturtuyor.
“İzin almadan konusma” diyor, tehditkâr bir sesle. Ama dinleyen kim.
“Onu niye getirdiniz?” diye tekrarlıyor delikanlı. Bunun üzerine Ali’nin tokadı yüzünde patlıyor.
“Sana, sus dedim!”
Delikanlı tokadın etkisiyle yana savruluyor, iskemleden düsmekten son anda kurtuluyor.
Ali, çocuğa vururken kızın yüzünün burustuğunu görüyorum, ağlamaya baslıyor. Bir an delikanlıya acıdığını düsünüyorum, ama sandığım gibi çıkmıyor, kız gözyasları içinde delikanlıya bakarak bağırmaya baslıyor:
“Manyak bu, manyak! Basıma ne geldiyse onun yüzünden geldi. Benim hiçbir suçum yok.”
Ne olup bittiğini anlamayan delikanlı, bir yandan yediği tokadın etkisiyle patlayan dudağından sızan kanı silmeye çalısırken, bir yandan da sitem dolu gözlerle kıza bakıyor.
“Öldürdün onları” diye bağırmaya devam ediyor kız. “Onları sen öldürdün. Niye benim üzerime atıyorsun. Đstemedim ulan seni. Hiç istemedim.”
Delikanlının kanayan dudağında bir gülümseme beliriyor, gözlerinin dolduğunu görüyorum.
“Biliyorum, beni istemediğini biliyorum” diye mırıldanıyor, sonra aniden sesini yükselterek çılgın gibi bağırmaya baslıyor, “Onun için öldürdüm. Evet onları ben öldürdüm, bu orospunun hiçbir suçu yok.”
Ali, delikanlıya yeniden vurmaya hazırlanırken:
“Tamam” diyorum. Yardımcım dönüp yüzüme bakıyor. “Sen kızı çıkar.”
Ali duraksıyor.
“Dediğimi yap” diye tekrarlamak zorunda kalıyorum. Çaresiz, kızı alıp gidiyor. Sessiz sessiz ağlamakta olan delikanlının karsısına bir iskemle çekip oturuyorum. Cebimden sigara paketini çıkarıp uzatıyorum. Farkında değil, eline dokunuyorum, basını kaldırıp ıslak gözlerle bakıyor, sigarayı görünce alıyor. Hâlâ hafifçe kanayan dudağına yerlestiriyor. Sigarasını yakıyorum, derin bir nefes çekiyor. Kendiminkini de yaktıktan sonra:
“Seni nasıl yakaladığımızı biliyor musun?” diyorum.
Ağlamayı kesip, dikkatle yüzüme bakıyor.
“Hayır” diyor ama, sanki alacağı kötü haberi sezinlemis gibi gözbebekleri dehset içinde büyüyor.
“Đste bu korumaya çalıstığın kız” diyorum, elimle kapıyı göstererek. “Seni, o ihbar etti.”
İnanmamıs gibi yüzüme bakıyor.
“Yalan söylemiyorum, geçen aksam telefonla aradı bizi. Üç cinayeti de senin islediğini söyledi. Böyle çok ihbar alırız, önce ona inanmadık, ‘Merkeze gel’ dedik. Bir saat sonra buradaydı.”
Delikanlı içini çekerek, basını önüne eğiyor. Sanki bütün dünyanın yükü omzuna yığılmıs gibi küçülüyor, un ufak oluyor. Elimle omzuna dokunuyorum.
“Bak evlat” diyorum. “îsin zor. Anlat, belki sana yardımım dokunur.”
Hafifçe basını kaldırıyor, kaslarının altından yüzüme bakıyor.
“Onu çok sevmistim Komiserim” diyor. Devam edeceğini sanıyorum, ama susuyor. Bir an ben de ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Tek dekoru iki iskemle olan bu odada bir süre öylece oturuyoruz. Sonunda bu sessizliğe dayanamıyorum, sırf konusmus olmak için:
“Seven insan öldürmez” diyorum. “Bana yalan söyleme.”
Yüzüme bakmadan basını sallıyor.
“Sen hiç sevmemissin Komiserim” diyor. “Seven insan, ama gerçekten seven insan her seyi yapar… Ben bu kız için öldürdüm.”
“Peki neden o üç adam?”
“Onunla yattıkları için diyebilirim, ama asıl neden bu değil. Kendimi öldürmeyi beceremediğim için öldürdüm onları..”
“Kendini mi öldürecektin?”
“Evet, o herifle karsılasmasaydım yapacaktım bunu.”
“Hangi herifle?”
“Đlk öldürdüğüm adam, su hah tüccarı…”
“Marmaris’teki mi?”
“Evet, iste o. Marmaris’e gittik bu karıyla beraber. Güya beni aldatmaya son verecekti. Artık yaslı zengin sevgililerinin hepsini bırakacaktı. Bursa’dakini, İstanbul’dakini. Çünkü evlenmeye karar vermistik. Çünkü onları değil beni sevdiğini söylemisti. Ona inandım  Komiserim. Zaten ben, ona hep inanırım. Kaç defa aldattı beni, gözlerimin içine kara kara bakarak kaç defa alay etti benimle, kaç kere yalan söyledi, kaç defa çekip gitti geceleri bir basıma bırakarak. Her defasında inandım, her defasında bağısladım onu. Yine bağıslamıstım, yine birlikteydik. Yeni baslangıcımız için gittik Marmaris’e.
İlk iki gün her sey çok güzeldi. Üçüncü gün odamıza garip telefonlar gelmeye basladı.
Telefonu o açıp, konusuyor, ‘Kim o?’ diye sorduğumda, ‘Hiç, bir kız arkadasım” diyordu.
Telefonu ben açınca karsı taraf konusmuyordu. Yine beni aldattığım hissettim. O gece tartıstık. Tartısma uzayınca:
‘Ben özgür bir kızım, bana karısamazsın’ diyerek çekip gitti. Önce aldırmadım, ama dakikalar ilerledikçe koymaya basladı. Onsuz yapamıyordum, direnmek istedim, pesinden gitmemek için kendimi çok zorladım, olmadı. Ayaklarım sanki kendiliğinden beni sokağa sürükledi. Kaç bar, kaç disko dolastığımı bilmiyorum. Geceyarısına doğru deniz kıyısında yarı açık bir diskotekte oldukça yakısıklı bir gençle sarmas dolas dans ederken buldum onu.
Barda bir yer bulup yan yana dizilmis kadınlı erkekli kalabalığın arasına sokuldum. Bir içki söyledim kendime, sonra orada öylece durup, kendini, müziğin ritmine bırakarak, delikanlının bedenine yapıstırmıs dans eden sevgilimi seyrettim. Sevgilim yoruluncaya kadar, tek bir hareketini bile kaçırmadan izledim. Sonunda yoruldu, yakısıklı kavalyesinin koluna girerek salına salına bara yaklastı. Sanki mutluluktan uçuyordu, kendimi göstermesem beni dünyada
fark etmezdi. Belki de doğrusu oydu, belki de ona hiç bulasmamalıydım. Yapamadım;
yıkılmıs, yenilmis bir gülümseyisle dokundum omzuna, dönüp de beni karsısında görünce, bütün tadı kaçtı.
‘Yine mi sen? Ne var, yine ne var?’ diyerek, bana çıkısmaya basladı. Barısmak istediğimi söylemeye, yeniden konusmak istediğimi açıklamaya çalıstım, dinlemedi bile, yanındaki herife iyice sokularak, ‘Hadi hayatım gidelim’ dedi.
Bu ilk defa olmuyordu. Ama bu gece son olacaktı, kolundan tutup sertçe çektim.
‘Gitmeyeceksin’ dedim. ‘Konusacağız.’
Yüzüm öyle korkunç bir hal almıs olmalı ki yanındaki delikanlı, değil bana karsı koymak birkaç adım gerilemisti bile. Oğlan sanki kaçmak için fırsat arıyor gibiydi. Ama bizimki disi bir kaplan gibi üzerime atılarak yakama yapıstı,
‘Ne konusacağız oğlum’ diyerek bağırmaya basladı. ‘Ne istiyorsun benden? Çek git.’
Bu defa ben onu tutup sarsmaya basladım.
‘Gitmeyeceğim, sen de gitmeyeceksin. Oturup konusacağız.’
Yakısıklı kavalye isin ciddiyetini kavrayınca, iyice tırstı.
‘Yaa kusura bakmayın, ama benim gitmem lazım’ diyerek uzaklastı. Bizimki iyice çıldırmıstı. Önce gitmekte olan çocuğun ardından küçümseyen gözlerle baktı, sonra bana döndü. Onu hiç bu kadar öfkeli görmemistim.
‘Tamam lan’ dedi. ‘Gel konusalım.’
Birlikte diskodan çıkıp, kumsal boyunca yürümeye basladık. Yürürken bir ara gözlerim denize takıldı, biz ne kadar öfkeliysek deniz tersine o kadar sakindi. Tatlı bir meltem sanki olan bitenden habersizmis gibi yüzümüzü oksayıp duruyordu. Diskodan biraz uzaklastıktan sonra dönüp karsıma dikildi, eliyle göğsümden itekleyerek:
‘Ne istiyorsun sen?’ diye bağırdı.
‘Neden bağırıyorsun?’ dedim, sesimi yumusatarak. ‘Gel oturup sakin sakin konusalım.’
‘Benim seninle konusacak bir seyim yok. Pesimi bırak’ dedi.
‘Hani beni seviyordun, hani evlenecektik?’ diye söylendim, sitemkâr bir sesle.
‘Yalan söyledim. Seni hiç sevmedim. Kullandım lan seni. Anlıyor musun kullandım.’
‘Böyle konusma!’ dedim. Onu tehdit etmek gibi bir amacım yoktu, ama öyle sandı.
‘Konusursam ne olur? Ne yaparsın öldürür müsün beni?’
‘Seni değil, kendimi öldürürüm’ dedim.
Hemen çantasını açtı, her zaman yanında tasıdığı falçatasını çıkarıp elime verdi.
‘Al lan’ dedi. ‘Bununla öldür kendini. Öldür de kurtulayım senden.’
Sonra dönüp gitti. Elimde falçata, kumsalda öylece kalakaldım. Yıkılmıs bir halde otele döndüm. Esyaları oradaydı, çıkmadan önce yıkandığı havlu henüz kurumamıstı, oda, perdeler her yer onun parfümü kokuyordu. Yatağın onun yattığı bölümüne uzanıp ağladım. Bütün asağılamalarına rağmen ondan vazgeçemiyordum. Kulağım kapıda çıkıp gelmesini, benden özür dilemesini bekledim, ama gelmedi. Sabaha doğru sızmısım. Uyanınca bir ara kahvaltıya
indim, geldiğimde esyalarının olmadığım gördüm. Resepsiyondaki görevli, hanımefendinin yedek anahtarla kapıyı açtırıp esyalarını aldığım söyledi. Beynimden vurulmusa döndüm.
Otelden çıkıp, yine onu aramaya basladım. Baska otellere, pansiyonlara, kamp yerlerine baktım, yoktu, hatta belki dönüyordur, diye terminale bile gittim, ama onu bulamadım.
Gururu incinmis, yıkılmıs bir halde otelin yolunu tuttum. Ondan çok kendime kızıyor, zayıf karakterli olusuma yerinip duruyordum. Önce odama çıktım, ama oturamıyordum, ruhum sıkılıyordu. Asağıya havuzun yanındaki bara indim. Barda orta yaslı, sisman bir adam içki içiyordu. Yanındaki tabureye çöküp,  barmenden içki istedim, ilk kadehi devirdikten sonra adam:
‘Dertli görünüyorsun, âsık mısın?’ diye sordu. Hiç onu çekecek halde değildim, ama adam içtendi, kıramadım.
‘Biraz yorgunum’ dedim.
‘Ask yorgunu’ dedi adam, bilmis bir gülümseme takınarak.
‘Öyle olsun’ dedim, sonra kadehimi kaldırarak ekledim. ‘Ask yorgunlarının serefine.’
Kadehindeki içkiden bir yudum aldıktan sonra.
‘Bir ay önce ben de senin gibiydim’ dedi adam. ‘Ama atlattım. Artık keyfime bakıyorum.
Her aksam bir kızla çıkıyorum. Gencecik, fıstık gibi kızlar. Hele dün aksam birini götürdüm, ilik gibi bir kız. Kumral, uzun boylu. Belki sen de görmüssündür, bu otelde kalıyormus…’
Önceleri adamı dinlemiyordum, ama bu otelde kalıyormus deyince irkildim. Bu olabilir
miydi, ondan mı, benim sevgilimden mi bahsediyordu? Bütün gücümü toparlayıp sordum:
‘Hani su kırmızı mini etekli kız mı?’
‘Ta kendisi, bak senin bile dikkatini çekmis. Sevgilisinden bahsetti bana. Oğlan deli gibi asıkmıs. Kız ise nefret ediyormus ondan. Benimle de sevgilisinden intikam almak için yattı.
Çatlak karı. Ama sevismeyi iyi biliyor. Ne numaralar vardı kahpede.’
Adamın sesi kulaklarımda çınlamaya baslamıstı, artık onu duymuyordum. Ama anlatırken gözlerinde beliren sehvet, deli ediyordu beni. Duyduğum acı, kıskançlık o kadar derindi ki, buna son vermek için sevgilimin verdiği falçatayla, o anda bileklerimi kesebilirdim. Hatta bir an bunu yaptığımı bile düsündüm. Küvette kızıllasmıs suların arasında yatan bedenim geldi gözlerimin önüne. Birden tuhaf bir sey oldu, küvette boynu düsmüs bir halde yatan kendi
ölüme acıdım. Bu acı git gide öfkeye dönüstü. Adamın yüzüne baktım. Sismandı, alnı ter içindeydi, ikide bir barmenden kâğıt mendil isteyip terini siliyordu. Sevgilimin üstündeyken de böyle terlediğini düsündüm. Adamı iste o an öldürmeye karar verdim. Bu kararı alınca rahatladım. Adam küfelik oluncaya kadar yanında kaldım, sonra onu odasına götürdüm. Odası alt kattaydı, bu isimi kolaylastıracaktı. Adamı yatırdıktan sonra anahtarını alarak çıktım.
Ertesi sabah baska bir otele geçtim. Geceyarısından sonra sevgilimin falçatasını alıp kumsaldan otele girdim. Beni gören kimse olmamıstı. Kapıyı dinledim, siskonun horultusu dısarıdan bile duyuluyordu. Anahtarı kilide sokup çevirdim, kapı sessizce açıldı, usulca içeri süzüldüm. Adam iki gece önce sevgilimi becerdiği yatakta uyuyordu. Önce onu öldüremeyeceğimden korktum, ama sevgilimle bu yatakta yaptıklarını anımsayınca, hiç duraksamadan indirdim falçatayı gırtlağına.
Otelden çıkarak kumsal boyunca yürürken içimde tarifsiz bir dinginlik duyuyordum. Yenilmisliklerden, acılardan, öfkeden kurtulmus gibiydim. Yürürken ‘ona dokunan herkesi öldüreceğim’ diye mırıldandığımı fark ettim. Önce bu sözlerden ürktüm, ama sonra öldürmenin bir tür arınma olduğunu düsündüm. Artık kafamda bir tek sey vardı. Sevgilimin Bursa’daki ve İstanbul’daki âsıklarını da öldürmek. Önce Bursa’dakini hallettim, sonra da İstanbul’dakini. Böylece bütün acılardan, kıskançlıklardan kurtulacağımı düsünüyordum.
Ama olmadı, kurtulamadım. Onu günlerdir görmememe karsın hâlâ seviyor, istiyordum. Bu özleme bir de öldürdüğüm insanlar için duyduğum vicdan azabı eklenmisti. Gitgide asıl öldürmem gereken kisinin sevgilim olduğu düsüncesine kapıldım. Öldürdüğüm adamların hiçbir suçu yoktu. Benim böyle düsünmeye basladığım günlerde sevgilim aradı. Cinayetler onu ürkütmüstü. Böyle bir sey yapacağıma ihtimal vermemesine karsın yine de beni yoklamak istemisti. Titrek sesi, korktuğunu hem de çok korktuğunu ele veriyordu. Onun korkmasından büyük bir keyif aldığımı fark ettim. Bir sapıktan söz ediyordu.
‘Onun kim olduğunu biliyorum’ dedim, gizli bir zafer duygusuyla. Telefonda sesi donakaldı. ‘Görüsürsek sana da anlatırım.’

‘Bana gel’ dedi, merak yüklü bir sesle.
Gittim. Niyetim, o gün, onu da öldürmekti. Ama daha kapıdan girip de yüzünü görür görmez, bu isi yapamayacağımı anladım. Ayaklarına kapanarak, bu cinayetleri onun için islediğimi itiraf ettim. Önce inanmadı, ayrıntıları anlatıp, verdiği falçatayı çıkarıp gösterince kabul etti gerçeği. Korkmaya basladı. Korkmamasını, ona zarar vermeyeceğimi, istesem bile bunu yapamayacağımı söyledim.
‘Tamam’ diyerek, beni yatıstırdı. Her seyin eskisinden daha güzel olacağım söyledi. Aslında beni, yalnızca beni sevdiğini söyledi. O geceyi birlikte geçirdik. Benimle hiç bu kadar atesli sevismemisti.
Ertesi gün ‘Bursa’ya gitmem gerek, dönünce seni ararım’ dedi. O Bursa’ya gitti, ben de eve geldim. Meğer yine beni aldatıyormus, Bursa diye size gitmis, o aksam tutuklandım.”
Delikanlının gözleri yine dolu dolu olmustu. Đçini çekerek sözlerine son noktayı koydu.
“İste böyle Komiserim. Gerçek aynen bu.”
Delikanlı içten konusuyordu, üstelik hiç kimse bu kadar ayrıntılı yalan söyleyemezdi. Ama nedendir bilmem, ben yılların baskomiseri Nevzat, hâlâ bu çocuğun masum olduğuna inanıyordum.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz