Her Cop’un Altından Çıkan İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın Kirli Sicili

Hüseyin Çapkın, mesleki kariyerinde halka karşı polisi savunması, sivil polisliği kurumsallaştırması ve her devrin adamı olmasıyla adını duyurdu. Manisa’da, 26 Aralık 1995’te çoğu lise öğrencisi olan 16 genci yasa dışı örgüt üyesi oldukları iddiasıyla gözaltına alınan, işkence yapıldıktan sonra suçsuz oldukları ortaya çıkan olayda  Manisa Emniyet Müdürü olarak öne çıktı. İzmir’de ara sokaklarda -bile- geceleri alkol testi yaptırılması, 2007 yılında başının arkasına saplanan bir polis kurşunuyla ölen ve trafik kazası raporu tutularak ölümü gizlenen 20 yaşındaki Baran Tursun olaylarında da İzmir Emniyet Müdürü idi.
Geçtiğimiz haftasonu Başbakan Erdoğan’ı protesto eden öğrencilere kameralar önünde acımasızca cop ve biber gazıyla öldüresiye saldıran, işgence yapan, ‘Durun vurmayın hamileyim’ diye bağıran kadına vurarak çocuğunu düşürten polise “Hatası olan varsa iç bünyemizde düzeltiriz” diyerek sahip çıkan kişi bu kez İstanbul Emniyet Müdürü olarak karşımıza çıkan yine aynı Hüseyin Çapkın.

Hüseyin Çapkın gerçeği*

Biyografisinde 1975-84 yılları arasında çeşitli rütbelerde Ankara Emniyet Müdürlüğü kadrosunda çalıştığına yer verilen Çapkın ile ilgili 12 Eylül sonrasında görülen Dev-Sol davasının savunmasında önemli iddialar yer alıyor. Savunmada “Anayasa ve Polis Yasasıyla olağanüstü yetki ve milyarlık teçhizatlarla donatılarak katliam gücü artırılan polisin ve ordunun sürdürdüğü insan avının ve işkencelerinin baş yürütücüleri olarak 12 Eylül’ün önde gelen uygulayıcılarıdırlar.” denilerek bahsedilen polisler arasında Hüseyin Çapkın, “Emniyet Genel Müdürlüğü siyasi konulardan sorumlu müdür yardımcısı” bilgisiyle yer alıyor. Ankara’da çalıştığı yıllar ve yer aldığı görevlerin açıkça dile getirilmeyip “çeşitli rütbelerle” denilerek bahsedildiği düşünüldüğünde, Hüseyin Çapkın’ın “mesleki kariyerine” nasıl başladığı ile ilgili önemli soru işaretleri ortaya çıkıyor.

Kolluk kuvvetlerini herşeyin üstünde gören müdür
Hüseyin Çapkın’ın İzmir Emniyet müdürlüğü sırasında meydana gelen Baran Tursun cinayeti, yeni İstanbul Emniyet Müdürü’nün ilerideki davranışları hakkında önemli veriler sunuyor. Hatırlanacağı üzere Baran Tursun, 25 Kasım 2007’de polis ekiplerinin “dur” ihtarına uymadığı için yapılan kovalamaca sonrası elektrik direğine çarpmış, hastanaye kaldırıldığında başının arkasında kurşun yarası tespit edilmişti. Polisin arkadan açtığı ateş sonucu öldürülen Dursun için sadece trafik kazası raporu düzenlenmişti. Dava, babası tarafından takip edilmiş, dava sürecinde aile polis tarafından defalarca provoke edilmiş, hakkında polise hakaretten ek davalar açılmıştı. “Uyarı” ateşini açan polis memuru Oral Emre Atar çıkarıldığı mahkemece tutuklanmış, ilk duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.

Hüseyin Çapkın’ın “önce polis” anlayışının ortaya çıktığı önceki örnek ise kamuoyunda “Manisalı Gençler” davası olarak bilinen dava sürecinde polisleri koruyan açıklamalarıyla ortaya çıkmıştı. 26 Aralık 1995 tarihinde, DHKP/C örgütüne yönelik yapıldığı söylenen operasyonda, çoğu liseli 16 genç gözaltına alınmış ve sevk edildikleri mahkemede kendilerine işkence yapıldığını söylemişlerdi. Yaklaşık yedi buçuk yıl süren ve gençlerin hayatına malolan ve hepsinin örgüt üyeliği suçlamasından beraat ettiği davanın son yıllarında Manisa Emniyet Müdürlüğü’ne atanan (1998-2001) Çapkın, görevde olduğu süre boyunca suçu işlemiş polislere dair en küçük bir yaptırım uygulamamıştı.

İşkence sanığı altı polisin görevden alınmalarının sözkonusu olup olmadığını soran gazetecilere yaptığı “terörle mücadelede görev yapan polislerin her zaman hedef konumunda olduğu” açıklamasıyla “polislerini” savunmuş, gençlerin suçsuzluğu ve polislerin suçu sabit olduğu halde Yargıtay ve yerel mahkeme arasında sürekli gidip gelen süreç için, “Kararın gerekçesi henüz ulaşmadı. Tekrar duruşma yapılır, polisler ceza alırsa gereğini yaparız” demişti. İşkenceci polislerin cezası 2003’te, Çapkın Manisa’dan ayrıldıktan sonra, Yargıtay tarafından onanmıştı.

Alkol düşmanı  bir din adamı
2003-2006 yılları arasında Bursa’da Emniyet Müdürü olarak bulunan Çapkın’ın 2005 yılı Ramazan’ında yaptığı açıklamalar Milli Gazete gibi bir çok gazetede öne çıkartılmıştı. Gazete tarafından “Ramazan ayında alkol tüketiminin azalmasıyla birlikte, kavga, cinayet ve trafik suçları gibi adli olayların sayısının da önemli ölçüde düştüğü bildirildi.” olarak haberleştirilen açıklamasında Çapkın Ramazan’da suç oranlarının yarı yarıya azaldığını iddia ederek skandal kabul edilen cümleler sarfetmişti. Aile içi şiddeti alkole bağlayan Çapkın devamında, “Adli olayların temeline bakıldığında, orada yatan şeyin, bencillik, çıkarcılık, kendini kaybetme, antisosyalleşme olduğu görülür. Diğer günlere göre Ramazanda fakirlere yapılan yardımlar ve sosyal dayanışma örnekleri, suça meyilli birey özerinde olumlu bir etki yapıyor” demişti.

İzmir’i sivil polis cennetine çeviren sahıs
Hüseyin Çapkın’ı sıradan Emniyet Müdürleri’nden ayıran en önemli özelliği halkla ilişkilere çok önem vermesi ve sivil polisler aracılığıyla polis denetimini tabana yayma stratejisi oluşturuyor.

İzmir’de görev yaptığı sürece “kapkaç, hırsızlık gibi asayiş olaylarına darbe vurduğu” söylenen Çapkın’ın bu olaylara karşı “sivil giyinimli huzur timleri” kurduğu biliniyor. Çapkın Huzur timlerinin amacını, “suçlunun polisi görmeden, polisin suçluyu görmesi ve olaya müdahale etmesi” olarak tanımlayıp sivil polisliği yücelten açıklamalarıyla tanınıyor. Adana ve Bursa’da bu timlere “Sokak timleri” adını koyduğu, sonrasında İzmir’de “Huzur timleri” olarak isim değişikliğine gidildiği ve artık “Güven timleri” olarak adlandırıldığı düşünülünce, Çapkın’ın halkla ilişkileri ne kadar önemsediği de ortaya çıkıyor. İzmir’de özellikle Kemeraltı’nda yapılan çalışmalarda hem sivil polislere yer verildiği hem de başta esnaf olmak üzere sivillerin polisleştirilme uygulamasına gidildiği de bilinen örnekler arasında yer alıyor.

Hüseyin Çapkın’ın polis teşkilatı yapılandırmasında sivil polislere verdiği önemi gösteren en iyi örneği ise, 9 Eylül 2008’de Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde kendini öven bir yazı kaleme alan Yavuz Donat tarafından yanlışlıkla ifşa edilmişti. Donat’ın yazdığı yazının ilgili bölümünde şöyle diyor:

Kordon’da yürürken bir “midye satıcısıyla” karşılaşırsanız…
Ya da “simitçiyle…”
Veya “çiçekçiyle…”
“Milli Piyango’cuyla, Sayısal’cıyla…”
Bilesiniz ki “polis olabilir.”

Çakır’ın Kirli Sicili – Can Dündar (07 Aralık 2010)**

Arkadaşım küçük kızıyla yolda yürüyormuş. Birden ortalık karışmış. Yürüyüş yapan gençlere polisin saldırısına tanık olmuşlar. Arkadaşım gaz bulutu altında oradan kaçmaya çalışırken, panik halindeki kızı sormuş:
“ -Polis niye onları dövüyor anne?”
“ -İzinsiz gösteri yapıyorlarmış kızım…”
Küçük kız irkilmiş:
“ -Peki bizim iznimiz var mı anne?”
* * *
Barışçıl yürüyüşlere yapılan resmi saldırıların asıl kalıcı sonucu budur:
Yürüyen protestocular kadar sıradan insanlar da caydırılmış olur.
Bir kararından dolayı bir devlet büyüğünü protesto etmek şöyle dursun, sokağa çıkmanın, yolda yürümenin bile tehlikeli olduğu fikriyle korkutulur genç beyinler…
İktidar soluklanır; muhalefet sindirilir.
Oysa bütün sınırlamalara rağmen, hakkın özü Anayasa’da yazılıdır:
“Herkes, önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız toplanma veya gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir.”
* * *
Her “orantısız polis şiddeti”nden sonra emniyetçilerin sığındığı bir bahane var:
“Polisin koşulları… Eğitim sorunu… Psikolojisi” vs…
Oysa örneklerle biliyoruz ki, “Saldırmayacaksınız” emrini alan polisin hemen eğitim durumu düzeliyor; psikolojisi de…
Asıl sorun da burada:
Yani polise göz yuman, hatta “Saldır” emri veren siyasi iktidarda veya o iktidarın gözüne girmeye çalışan amirde…
* * *
İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, “Hatalılar cezalandırılacak. Gençlerden özür dileriz” diyemez miydi?
O ne yaptı?
Gençlere kameralar önünde cop ve biber gazıyla saldıran polise sahip çıktı; “Hatası olan varsa iç bünyemizde düzeltiriz” dedi.
İyi de bizim iç bünyemiz artık kaldırmıyor bu lafları…
Çünkü kendisi de iyi bilecektir ki, polisin iç bünyesi hataları düzeltmeye değil, örtbas etmeye yarıyor daha çok…
Mesela Türkiye’de insan hakları mücadelesinin simge davalarından biri haline gelen Manisa’yı hatırlıyor musunuz?
Çoğu lise öğrencisiyken vahşice işkence gören 16 genç, 7,5 yıl sonra örgüt üyeliği suçlamasından beraat etmişlerdi.
Onların polis aleyhine açtığı dava ise yıllarca sürmüş, o yıllar boyunca polisler korunup kollanmış, mahkemelere ya yollanmamış ya da resmi araçla yollanmış, zaman aşımına birkaç ay kala 85 yıl hapis cezasına mahkûm olmuşlardı.
Dava dosyasının sürekli Yargıtay’a gidip geldiği o dönemde, kapısında “Bu işyerinde işkence vardır” yazısı asılı Manisa Emniyet Müdürlüğü’nde kim vardı?
Ben hatırlatayım:
Hüseyin Çapkın…
* * *
Ya 2007’de İzmir’de kovalanırken başının arkasına saplanan bir polis kurşunuyla ölen 20 yaşındaki Baran Tursun?
O zaman da polisler, ölümü gizlemek için trafik kazası raporu düzenlemişlerdi.
Cinayet faili polis tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, öldürülen gencin isyan eden ailesi “polise hakaret”ten gözaltına alınmıştı.
Kimdi bunlar olurken İzmir Emniyet Müdürü?
Hüseyin Çapkın…
* * *
Çapkın belki “Bu olaylarla ilgim yok” diyecektir, ama “Amir”, “Memurum her koşulda haklıdır. Haksızsa da kol kırılır yen içinde kalır” diye bakarsa polis cesaret alır, şiddet cüret kazanır.
Bu gidişle hepimizin yürürken izin alacağımız günler yakındır.

*Sol
**Milliyet

1 Yorum

  1. gercekten huseyın capkının bu sekılde bırı oldugunu bılmıyordum efendı sanıyordum megersem nelerı varmısta haberımız yok bu bılgı yararlı oldu teskkurler.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz