“Ben, dünyaların yok edicisi, simdi Ölüm oldum…” Fizik, fizikçiler ve bomba – Nature Physics

atom bombasıII. Dünya Savaşı bitimi öncesi ve sonrasında nükleer araştırmalara dahil olan bilim insanları, tarihsel ve kültürel cazibenin özneleri olmaya devam ediyor.

Neredeyse 70 yıldır, Hiroşima ve Nagazaki’den beri nükleer bombanın askeri, tarihsel ve kültürel etkileri halkın bilincine sıkı bir şekilde takılı kaldı. ”Mantar” bulutları fotoğrafları, nükleer silahlarla donanmış ülkelerin hala dünyanın jeopolitik manzarasının şekillenmesinde önemli bir rol oynayan yıkıcı güçlerinin etkili hatırlatıcıları olarak hizmet ediyor.

Nükleer bombanın yapımı fizikçiler için genel olarak karmaşık duyguları beraberinde getirmiştir. Nükleer bombayı ortaya çıkarmada ana rolü üstlenen fizikçilerdir. Öte yandan onun gücünün korkunçluğunun farkına varan ilkler arasında da yer alırlar. Bu ikilem Manhattan Projesi’nin bilimsel ayağının başı olan ve 1945 yılının temmuz ayında atomu ilk kez test etmek için yapılan Trinity, teste tanık olan Robert Oppenheimer tarafından Hint kutsal kitabından bir alıntıyla somut bir biçimde örneklenmektedir: “Ben, dünyaların yok edicisi, simdi Ölüm oldum.”

Oppenheimer ve Manhattan Projesi II. Dünya Savaşı’nın bitimine ve Nükleer çağının başlamasına sebep olan olayların popüler hikâyelerinin kesin olarak parçası haline gelse de diğer pek çok olay halk tarafından pek az bilinir. Fakat, “The Big Bang Theory” tarzındaki komedi dizilerinin doğruladığı gibi bilim insanlarını televizyon ve sinema ekranlarında doğru bir şekilde tasvir eden yapımlara istek söz konusudur. Savaş ile alakalı yıldönümlerinin yaklaşmasıyla beraber 1940’lardaki nükleer araştırmaların büyüleyici tarihine ışık tutan ve önem atfeden kültürel organizasyonlar için şimdi iyi bir zaman!

Los Alamos’ta Manhattan Projesi fizikçileri. Soldan saga Kenneth Bainbridge, Joseph Hoffman, Robert Oppenheimer, Louis Hempelmann, Robert Bacher, Victor Weisskopf ve Richard Dodson.

İngiltere, Stratford-upon-Avon’da Royal Shakespeare şirketi tarafından ortaya koyulan yeni bir oyun, Tom Morton-Smith’in Oppenheimer’i, bu noktada yerinde bir örnek. Iulia Georgescu’nun bu konuyla ilgili değerlendirmesinin 208. sayfasında betimlediği gibi oyun sadece gelmiş geçmiş ilk büyük bilim projesinin ilginç önemini ortaya koymuyor. Aynı zamanda Manhattan Projesi’nde çalışan bilim insanlarının o zamanlar hissettikleri heyecan, baskı ve endişelerin gerçekçi tanımlarına ve de bu projenin nihayetinde bombayı göndermede başarılı olmasına ekip çalışması ve idari mükemmelliğin katkıda bulunduğuna da değiniyor. Bu bağlamda, bu bilim insanlarının amaçlarının farkına vardıklarında artık gerçekleri anlamalarının büyüyen duygusu ve bu masumiyetin kaybolması halk tarafından hissedilebilir. Zincirlerini kırmış bilgi artık bilinmeyen değildir.

Birleşik Devletler hükümeti tarafından yürütülmüş olması ve Los Alamos’la alakalı olmasına rağmen, endüstriyel ölçekteki nükleer araştırma programlarının oluşumunu daha geniş kapsamlı düşünmek de ilginç. Birleşik Krallık 1940’ların başında çoğunlukla iki bilim insanı, Rudolf Peierls ve Otto Frisch, sebebiyle kısa bir süre için bu anlamda başı çekiyordu ve bu iki bilim insanı nükleer zincir reaksiyonu için gereken uranyum miktarının yaklaşık olarak 5 kilogram olduğunu fark eden ilklerdir ki bu miktar öncesinde düşünülenden çok daha azdır. Fakat 1940’ın mayıs ayından sonra ayrıca nükleer teknolojiye ilgisi olan bir başbakan Winston Churchill suretiyle başa gelmiştir. Onun az değer verilmiş bilim mirası Londra Bilim Müzesi’ndeki Churchill’in Bilim İnsanları (Luke Fleet tarafından 209. sayfada değerlendirilmiştir) sergisinin temasıdır.

Az bilinmesine rağmen atom bombasının geliştirilmesi için yapılan yarışta Britanya’nın rolünün tarihi Graham Farmelo’nun Churchill’in Bombası adlı kitabında yakın zamanda incelenmiştir. Her ne kadar bu kitapta Atlantik’in iki tarafındaki diplomatik yanlış anlamalar ve kaçırılmış fırsatların resmi çizilmiş olsa da, eğer gerçekleşmiş olsaydı Tube Alloys olarak bilinen İngiliz atom bombası projesinin Manhattan Projesi’nin daha odaklanılmış ve kapsamlı hali olması kaçınılmazdı. Ve neticede yoğun bir bicimde II. Dünya Savaşı’nı takip eden Soğuk Savaş sırasındaki silah yarışı gerginliğini hafifletmekle meşgul olmasına rağmen, şüphesiz ki Churchill, Birleşik Krallık’taki hükümet destekli bilim ve teknolojinin ilk ve etkili şampiyonudur.

Savaş sırasında müttefiklere rağmen, nükleer silahlar tarafından canlandırılmış Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği arasındaki yükselen politik ve askeri gerilim kısa zamanda Soğuk Savaşa yol açtı. Half-Life’ta sayfa 207’de Andrea Taroni tarafından incelenmiştir; Frank Close, savaş zamanı Sovyetler Birliği safına geçmek için nükleer projelerine dahil olan tek batılı bilim insani Bruno Pontecorvo’nun hikayesini anlatıyor. Bu biyografiden çıkarılacak şey onun parlak bir fizikçi ve karmaşık bir adam olduğu ve de saf değiştirmek için birçok olası sebebinin bulunduğudur. 1940’larda birçok meslektaşı gibi faşizmden tiksinmesi ve enternasyonal bakış açısı onun komünist ideallere sempati duymasıyla sonuçlandı. Fakat bu idealler bugün de görülebileceği gibi, en azından bombanın icadının yarattığı etik ikilemle karşılaştırıldığında Pontecorvo’nun herhangi bir ahlaki yargılaması neredeyse bu konunun dışındadır.

Her fizikçi öyle ya da böyle Modern Fizik’in bu doğuştan var olan suçu ile yaşamak zorundadır. Fakat, hiçbir şekilde temel araştırmaları yürütmek için tek bir şablon olmamasına rağmen, su anda CERN gibi büyük bilim projeleri uluslararası işbirliği ve doğanın iç çalışmalarını temel şekilde kavrama başarısıyla eşanlamlıdır. Bu inanılmaz çabaların sebebi belki de saf merak olduğu kadar bir telafi arayışıdır da.


Kaynak:.nature.com
Çeviri: Burcu Duran, Sendika.org

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz