Nietzsche, Eski Yunan toplumunda kadınların kamusal alanda hiçbir şekilde görünmediklerini söyler. Kadınlar özel alanda, yani hanede varlıklarını sürdürürler ve esas görevleri, “babanın karakterinin olabildiğince kesintisiz devam ettiği güzel güçlü bedenler doğurmak”tır.
Kadınlarla erkekler arasında, “tinsel bir ilişki, gerçek bir sevgililik bile yok”tur; çünkü söz konusu olan erkekler-arası bir erotik ilişkidir: “Erkeklerin oğlan çocuklarıyla ilişkisi”. Nietzsche, kadınların bu toplumsal konumunun, “Yunan kültürünü oldukça uzun bir süre genç” tuttuğunu söyler, çünkü böylelikle “Yunan dehası Yunan annelerinde hep yeniden doğaya geri” dönmüştür. Nietzsche’ye göre Yunanlılar, tıpkı Asyalıların yaptığı gibi kadınları, “kilidi ve anahtarı olan bir mal, hizmet için hizmetin yerine getirilmesi için önceden belirlenmiş bir şey” olarak görmüşlerdir. Nietzsche, bunu Asya’nın “muazzam aklı”nın ve “içgüdü üstünlüğü”nün Yunanlılarca tevarüs edilmesi olarak görür ve bununla Yunanlıların “güçlerinin bolluğu ve kültürlerinin yükselişi” arasında doğrusal bir bağlantı olduğunu söyler.
Buna mukabil, modern toplumda kadın ve erkek arasındaki “uçurumsal karşıtlığı yadsıma, belki de eşit hakları, eşit eğitimi, eşit savları ve yükümlülükleri düşleme” gibi bir eğilim söz konusudur ki bu Nietzsche’ye göre, “sığlığın tipik göstergesidir.” Nietzsche, başka hiçbir çağda, erkeklerin “zayıf cinse” yani kadına modern toplumda davrandığı gibi, “bu denli saygıyla” davranmadığını düşünür ve bunun “demokratik eğilimle” bağlantılı olduğunu söyler. Nietzsche, bunun doğuracağı sonuçlar karşısında ürküntü duyar. Kadınlar modern toplumda giderek daha fazla hak talebinde bulunacaklar ve alçakgönüllülüklerini yitireceklerdir. Bu ise kadının içgüdülerini yitirmesi anlamına gelecektir. Nietzsche’ye göre, “Nerede endüstriyel ruh askeri ve aristokrat ruha galip gelirse, kadın bir memurun ekonomik ve hukuksal bağımsızlığına özenmeye kalkar.” Nietzsche, burada söz konusu olanın bir ilerleme olmadığını, bilakis kadının gerilemekte olduğunu söyler. Avrupa’da, Fransız Devrimi’nden beri kadınların elde ettikleri haklar ve yetkiler arttıkça, etkileri azalmaktadır. Kadının kurtuluş talebi, kadınların içgüdülerinin zayıflatılmasından başka bir anlama gelmemektedir Nietzsche’ye göre:
Zaferin geldiği en güvenilir tabanın sezgisinin yitirilmesi, kendilerini erkeklerin önünde yürümeye bırakmaları, belki de önceleri erkeklerin sıkı bir eğitim ve alçakgönüllülükle üstlendikleri ‘kitap yazma’ işinde bile; erkeğin inançlarında kadında gizi temelden farklı bir ideal için, herhangi bir ebedi ve zorunlu kadınlık adına, erdemli bir ataklıkla karşı çıkmak; erkeklere, önemle, boşboğazlılığa, kadınların sanki daha ince, tuhaf vahşi, pek çok benimsenen bir ev hayvanı gibi elde tutulup bakılarak, korunması, esirgenmesi gerektiğini söylemek (…) -bütün bunların anlamı, bir kadınca içgüdünün ufalanması, kadınsızlaşma değilse nedir?”
Bu pasajda, alttan alta Nietzsche’nin kadın-erkek eşitliğine ilişkin söylemdeki ikiyüzlülüğü -kadınların bir ev hayvanı haline getirilişini- ifşa etmek istediği sezilebilir. Ancak, Nietzsche’nin esas sorunsalı bu değildir. Çünkü kadın sorununda da, düşünce akar akar ve hep aynı yatağa ulaşır; hayatın olumlanması ve türün korunması gerekliliğine. Modern toplum, kadını, “özgür ruhlu biri, bir kalem sahibi” yapmayı istemekte, “en hasta edici ve en tehlikeli müzik türleriyle” histerikleştirmektedir. Bu ise kadını, “İlk ve son mesleği olan güçlü çocuk doğurmada dahi yetersiz kılmaktadır.” Nietzsche’ye göre, “Kadının özgürleşmesi, özürlü, doğuramaz kadınların gerçek kadına karşı içgüdüsel kinidir” ve erkeklerle olan mücadele bunun yalnızca bir bahanesidir. Bu iki alıntı, yukarıda yer alan Yunan toplumuna gücünü verenin kadının yegâne görevi, doğurmak olduğuna ilişkin satırlarla bir arada okunduğunda, kadının eşitlik isteminde Nietzsche’yi esas korkutanın ne olduğu da daha açık bir şekilde anlaşılabilir. Nietzsche, kadının hak ve yetkilerinin artışıyla birlikte, onun türün devamı için üzerine düşen görevi, yani güçlü çocuklar doğurmayı hakkıyla yerine getiremeyeceğini düşünmektedir. Dolayısıyla, Nietzsche’nin ideal toplumunda, yani aristokratik toplumunda kadına biçilen biricik rol bellidir. Kadın, annedir.
Nietzsche, vazettiği aristokratik toplumla ilgili olarak herhangi bir meşruiyet kaygısı gütmez. Nietzscheci aristokratik kast düzeninde efendiler ve köleler bulundukları konumu ve aralarındaki ilişkiyi sorgulamazlar, verili olanı doğal ve en iyi kabul edip yalnızca söz konusu konum ve ilişki neyi gerektiriyorsa o şekilde davranırlar. Efendi nasıl yönetmesi gerektiğini bilir ve bu endüstriyel toplumun yönetim biçiminden farklı olarak, soyluluktan kaynaklanan bir bilinçtir. Köle ise sıralanma düzeninin ve uzaklık pathosunun kurallarına riayet ettiği sürece, -eğer efendi de uygun görürse- hayatta kalacaktır.
Nietzsche’nin toplum tasarımına ve onun üzerinde yükseldiği/yükseleceği kimi nosyonlara ilişkin bu çıkarımsal okumadan sonra “Nietzsche’nin yanılgısı”na ve bu yanılgının hayatın olumlanması bağlamında nasıl bir anlam taşıdığına ilişkin sonuç kısmına geçebiliriz.
Fatih Yaşlı
Nietzsche ve Marx