Arabistan büyük ölçüde çöldü ve nüfusunu gittikçe daha az besleyecek bir duruma geliyordu. Arapların ilk fetihleri sadece yağma saldırısı olarak başladı. Tecrübe, düşmanın güçsüzlüğünü gösterdikten sonra sürekli işgal biçimine dönüştü. Yirmi yıl zarfında çöl kenarında bulabildikleri güçsüz gıdaların ortaya çıkardığı tüm güçlüklere alışmış olan insanlar birden, kendilerini, dünyanın en zengin bölgelerinin efendisi olarak, her lüksten yararlanmaya ve eski bir uygarlığın tüm inceliklerini elde etmeye hazır olarak buldular. Onlar bu biçim değiştirmenin aldatmacalarına kuzey barbarlarının çoğundan iyi dayandı.
Şiddetli bir savaşa girişmeden kurmuşlardı imparatorluklarını. Girdikleri ülkelerde yıkım çok azdı. Sivil yönetim aşağı yukarı değişmeden kaldı. İran ve Bizans imparatorluğunda sivil yönetim yüksek ölçüde örgütlenmişti. Arap oymakları, başlangıçta onun karmaşıklığından hiç bir nen anlamadı. Ve görev başında bulunan eğitilmiş kişilerin hizmetlerini zorla kabul etti. Bu adamlar çoğunlukla yeni efendilerine hizmet konusunda hiç çekimser kalmadılar. Gerçekte değişiklik, onların işlerini kolaylaştırmıştı. Çünkü vergiler büyük ölçüde hafifletilmişti. Halklar, haraç ödemekten kaçınmak için kütleler halinde, Hıristiyanlığı bırakıp Müslüman oldu.
Arap imparatorluğu mutlak bir monarşiydi. Peygamberin ardılı (halefi) olan ve onun kutsallığından büyük bir bölümünü miras olarak alan halifenin yönetiminde mutlak bir monarşiydi. Halifeler sözde (nominal olarak) seçimle iş başına gelmişti. Fakat kısa bir süre sonra miras yoluyle görev almaya başladı.
İlk hanedan, 750 yılına değin süren ve Muhammet’i salt siyasal nedenlerle tanıyan Emevî’lerdi. Emevî’ler, mü’minler arasındaki aşırı bağnazlara (mutaassıplara) daima karşı çıkmıştır. Araplar yeni din adına dünyanın büyük bir bölümünü ele geçirmişse de dinsel bir ırk değildi. Onların giriştiği fetih, hareketinin gerekçesi dinden çok, yağmaya ve servet merakına dayanmaktaydı. Aralarında bağnazlık olması dolayısıyle bir avuç savaşçı, büyük güçlüklere uğramaksızın daha yüksek uygarlığa ve yabancı dine sahip büyük kitleleri yönetebilmiştir.
İranlılar ise tersine çok eski zamanlardan beri derin ve köklü düşünceye dayanan bir dine sahipti. Onlar İslâm olduktan sonra İslâmlıktan, peygamberin ve onun sahabesinin düşündüğünden daha dinsel, hatta daha felsefi bir din çıkardılar ortaya.
Muhammet’in damadı Ali’nin 661’de ölümünden beri müslimler Sünnî ve Şiî adıyle iki mezhebe ayrılmıştır. Sünnî mezhebi daha genişti. Şiî’ler, Ali’yi izler ve Emevî oğullarını gasıp olarak görür. İranlılar daima Şiî olmuşlardır. Emevî’ler, daha çok İran etkisiyle devrildi ve onların yerine İran çıkarlarını ve eğilimlerini temsil eden Abbasoğulları geçti. Bu değişme başkentin Şam’dan Bağdad’a taşınmasıyle belirlenmiş olur.
Abbasoğulları siyasal olarak, bağnazlara Emevioğullarından daha çok hoşgörülü davranmıştır. Bununla birlikte onlar, imparatorluğun bütününü elde etmiş değillerdi. Emevioğullarının bir üyesi Abbasoğullarının giriştiği katliamdan kurtulup İspanya’ya kaçmıştı ve orada meşru hükümdar sayıldı. O zamandan sonra İspanya İslâm dünyasının öbür bölümünden bağımsız oldu.
İlk Abbasiler devrinde halifelik en parlak dönemine ulaştı. Abbasi halifelerinden en tanınmışı, Carolus Magnus’la imparatoriçe Irene’nin çağdaşı olan ve Binbir Gece hikâyeleri dolayısıyle herkesin efsanevi bir hava içinde tanıdığı Harunu-r Reşid’tir (ölümü 809). Harunu-r Reşid’in sarayı parlak bir görkem (ihtişam), şiir ve bilgi merkeziydi. Onun geliri fevkalâde yüksekti. İmparatorluğu, Cebelitarık’tan Indus’a değin uzanmıştı. İstemi (iradesi) mutlaktı. Yanında daima, buyruklarını bir göz işaretiyle yerine getirecek bir cellât görülürdü.
Bu görkem yine de kısa sürdü. Harun’un yerine geçen halife, ordusunu çoğunlukla başeğmez olan Türklerden kurma hatasını işledi. Boyun eğmeyen Türkler hemen halifeleri sıfıra geri götürdü, canları istediği zaman kör edip öldürdü. Bununla birlikte halifelik sallantılı bir biçimde de olsa sürdü. Abbasi hanedanının en son halifesi 1256 yılında 800,000 Bağdatlıyla birlikte öldürüldü.
Bertrand Russell
Batı Felsefesi Tarihi 2 – Ortaçağ