Darwin Devrimi: Evrim | Darwinci Devrimin Anlam ve Önemini Yeniden Düşünmek – Michael Ruse

Otuz yıl önce (1979’da) Darwinci Devrim adında bir kitabım yayımlandı. Kimse kitabın gerçekten bir konusu olup olmadığını sorgulamadı. Darwinci Devrim diye bir şey vardı ve benim kitabım da bunu ele alıyordu. Bugünse bundan o kadar emin olamayız. Aradan geçen zamanda bilimsel devrim düşüncesi sorgulandı; Darwin’in katkısına meydan okundu; bu konulara olumlu bir yaklaşımınız olsa bile, biz neyden bahsediyoruz ki? Bu makalede bu üç soruyu ele alacağım.

Darwinci bir Devrim Oldu mu?

Tarihçi Jonathan Hodge bu konunun en ateşli muhaliflerinden biri. Thomas Kuhn’un cazip ve etkili çalışması Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nın yayımlanışından sonra çok sayıda tarihçi ve bilim felsefecisi için bir tür takıntı haline gelen bütün o bilimsel devrim tartışmalarının fazlasıyla yanıltıcı olduğunu düşünür. Bu terim açıkça analoji yoluyla siyasetten ödünç alınmıştır ve o alanda bile bu tür bir şeyin –en azından, ortak özellikler taşıyan bu türden bir şeyin– olup olmadığı şüphelidir; ki bilim alanında da aynı şekilde ortak özellikler taşıyan bu türden şeyler olduğunu düşünmemizi gerektirecek bir durum yoktur. Her durumda, bu tartışma daha baştan yanlıştır çünkü bazı olaylara ve insanlara odaklanırken, başka olayları ve insanları daha önemsiz görmeye veya tümüyle göz ardı etmeye götürür.
Yanıt olarak, bilim alanında devrimlere odaklanmanın meseleyi belirli yönlerden çarpıttığını peşinen kabul edelim. Uzun uzadıya Darwin’e odaklanmak, Naturphilosophen’dan (baktığı her yerde homolojiler gören Alman anatomist Lorenz Oken gibiler) ortogenez kuramcılarına (evrimin, salt uyarlanımsal başarıdan fazlası olmasını sağlayan bir iç güce sahip olduğunu düşünen Amerikalı paleontolog Henry Fairfield Osborn gibiler) kadar ondokuzuncu yüzyıl boyunca bu alanda çalışmalar yapmış olanların katkılarını göz ardı etme riski taşır. Daha da kötüsü, elinizde heyecan yaratan ve kriz çıkaran bir şey olmadıkça bilimin pek de önemli olmadığı yolunda bir izlenim bırakır. Unutmayalım ki, Kuhn’un devrimci biliminin alternatifi normal bilimdir ve bu da ancak (ve belki de haksız yere), Presbiteryen bir papazın yağmurlu bir pazar günü İskoçya’da verdiği üç saatlik bir vaaz kadar ses getirir.
Ama buna karşın profesyonel bir disiplin olarak bilim tarihinin elli yıldan biraz uzun bir geçmişi olduğu ve işe bir yerden başlamak gerektiği söylenebilir. Darwin söz konusu olduğundaysa, bundan daha otuz yıl önce elde gerçek bir sentez bile olmadığı hatırlanmalıdır. Tarihçiler o noktada işi bırakıp ilerleme kaydetmeselerdi felaket olurdu. Ama tabii ki böyle olmadı. Geçtiğimiz otuz yılda, evrimci düşünce tarihi alanında Darwin’den önce ve sonra gelen insanlar üzerine olduğu kadar Thomas Henry Huxley gibi çağdaşları (örneğin Desmond) üzerine de çok sayıda çalışma yapılmıştır. Sadece üç araştırmacının adını verecek olursak, Robert J. Richards’ı ve ondokuzuncu yüzyılda ve Darwin’den önce ve sonra Alman evrim düşüncesi üzerine çalışmalarını; onsekizinci yüzyılda paleontolojiyle işe başlayan ve ondokuzuncu yüzyılda Darwin sonrası dönemde öne çıkan kişiler üzerine kapsamlı eserler veren ve şimdi de yirminci yüzyıldaki gelişmeleri araştırmaya başlayan Peter Bowler’ı ve genetik biliminin evrim anlayışına etkisi üzerine çok ayrıntılı ve parlak çözümlemeler yapan William Provine’ı anabiliriz. Öncelikle Darwin’e odaklanmanın bizi evrim tarihinin diğer konuları konusunda kaçınılmaz bir açmaza sürüklemiş olduğu doğru değildir.
Yine de, “devrim” teriminde ısrarcı olmalı mıyız? Aslında bu, neyi savunmak istediğimize bağlı. Belli ki, “devrim” terimi siyasette tanımlayıcı biçimde kullanılıyor.Kimse Amerikan Devriminin ve Fransız Devriminin aynı şey olduğunu düşünmez ama bu iki devrim de, örneğin Ronald Reagan’ın başkanlığından George W. Bush’un başkanlığına geçiş sürecinin sahip olmadığı birtakım özellikler paylaşır. Bu devrimlerde, eski hükümetten kesin bir kopuş vardı; bunu gerçekleştirenler iktidarı ele geçiren bir gruptu ve çarpıcı değişimler meydana geldi. Terimin kapsamını mecazi olarak genişletmemek için geçerli bir neden yok bana göre. Son yirmi yılda yaşanan teknolojik devrimi düşünelim. Dizüstü bilgisayarlar artık alelade nesneler, elektronik kütüphane kullanımı norm haline geldi ve Google ve Yahoo gibi arama motorları bilgi toplama yöntemini dönüştürdü. Eğer bunların hepsi bir araya gelince devrime yol açmıyorsa, ne açar bilemiyorum. Eskiden Londra yerine Washington’dan yönetilmeye başlayan bir Amerikalı için olduğu kadar muazzam bir geçmişten kopuş yaşanıyor. Mevcut durumda, değişim büyük olasılıkla daha da büyük.
O halde, devrim terimini bilim alanını da kapsayacak biçimde genişleteceksek, eğer terim olan biteni ucundan da olsa yakalayabiliyorsa, kullanımına sonuna kadar destek verelim. Ama şimdi mesele, Darwinci Devrimin bu kullanıma layık olup olmadığı. Eskiyle büyük, bir devrimden bahsetmeye yetecek kadar önemli bir kopuş yaşandı mı? 1859’da büyük –gerçekten büyük– bir şey oldu mu ve bu olan, evrimci düşüncenin tarihinde hâlâ özel bir yere sahip olmayı hak ediyor mu? Bazı açılardan, olan bitene beslediğimiz takdir duygusu, otuz yıl öncekinden –bugün, Darwin’in doğumunun 200. yılı olan 2009’da, Darwin’in ölümünün yüzüncü yıldönümü olan 1982’de olduğundan– bile fazla. Daniel Dennett Darwin’in doğal seçilim fikrinin gelmiş geçmiş en önemli fikir olduğunu söylüyor. Kimileri bunu tartışmalı bulabilir –Platon’un formlar kuramı ciddi bir rakip sayılabilir– ama herkes, 1859’da Türlerin Kökeni nedeniyle ve onun aracılığıyla çok önemli bir şeyler olduğu konusunda hemfikir olacaktır. Ama şimdi, Hodge’un endişelerinden bazılarını ele alalım. Temel soru şu: Biz burada neden bahsediyoruz? Darwin söz konusu olduğunda iki eylem ve ilgi alanı düzeyi var. Bölünmeler tamamıyla safmış gibi yapmadan, bilimsel düzey ve metafizik düzey (bir tarafta bilimsel sayılabilecek şeyler, öbür taraftaysa dini veya ideolojik şeyler olduğunu teslim ederek) arasında bir bölünme olduğunu söyleyelim.
Bir tarafta, Türlerin Kökeni’nin ana konusu olan bilimsel kuram, doğal seçilim yoluyla evrim var. Öbür tarafta, Thomas Henry Huxley’nin kullandığı başlığı ödünç alan Robert M. Young gibi akademisyenlerin “insanın doğadaki yeri” üzerine tartışma olarak atıfta bulundukları şey var. Günümüzde bu türden ifadeleri kullanmaya asla cesaret edemesek de, bu ikisi özünde konuyu tamamıyla doğru ifade etmiştir. Bir düzeyde, Darwinci Devrim, insanın hem sembolik olarak hem de kelimenin tam anlamıyla sihirli bir değnek dokunmuşçasına mucizevi bir şekilde özel olduğu o eski imgeyi sonsuza dek tahrip etmiştir. Kuşkusuz ki, bugüne kadar Hıristiyan (ve diğer dinlere mensup) köktenciler bunu kabul etmeyi reddetmiştir ama, bu doğrudur. Hâlâ dindar olabilebileceğinizi, hatta gerçek bir Hıristiyan olabileceğinizi düşünseniz de, insan olmanın anlamını entelektüel açıdan olduğu kadar ve hatta ondan çok duygusal açıdan tekrar düşünmelisiniz. Kendimiz söz konusu olduğunda biraz tevazu göstererek başlayalım.
Bu düzeylerin herhangi birindeki değişimlerin önemini sorgulayan birine nasıl yanıt verileceğini bilmek zor. Bilim düzeyinde, ister değişmeyen ebedi yaşama dair bir Yunan kuramından olsun ister yaşamın aniden ortaya çıktığını savlayan, daha Hıristiyanlaştırılmış görüşten, evrim düşüncesine geçmek kendi içinde muazzam bir değişikliktir. Sonra da günümüz biyologlarının en az yüzde 90’ı tarafından kullanılan doğal seçilim mekanizmasını eklerseniz, Türlerin Kökeni öncesi geçmişle daha da kesin bir kopuş yaşarsınız. Metafizik seviyesinde değişim daha da derindir – eğer böyle bir şey mümkünse. Yukarıda bahsi geçen Amerikalı köktencilerin veya yaratılışçıların şiddetli muhalefeti her şeyin mümkün olduğunu gösterir. Söz konusu olan sadece kim olduğumuz değil, yaşamımızı nasıl yaşamamız gerektiğidir. Modernizme geçişin merkezinde, tek faktör o olmasa da, geniş anlamda Darwinci düşünce vardır. Biz hâlâ –kadınların ikinci sınıf vatandaş olduğu, eşcinsellerin zulüm gördüğü, kürtajın yasak olduğu– eski usullere mi tabiyiz yoksa gerçek anlamıyla Aydınlanma sonrası bir dünyayı, aklın ve kanıtların tamamıyla seküler biçimde gidişatı belirlediği bir dünyayı mı beklemeliyiz?

O halde, büyük bir şeylerin olduğunu teslim edelim. Ama biz bu büyük şeyi tümüyle 1859 yılına ve Türlerin Kökeni’nin yayımlanışına yüklemekle hata mı ediyoruz? Buradan, ikinci büyük soruma geçebiliriz. Yanıtı, araştırma düzeylerine göre bölümleyelim.

Darwin Devrimi: Evrim
(Devamı Cogito’nun Sayı: 60 (Kış 2009) sayısında)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz