Aleksandr Puşkin’in Rusya için taşıdığı önem, Puşkin Üzerine Konuşma (I) – Dostoyevski

Dostoyevski, hayatı boyunca hayranlık duyduğu, manevi yol göstericisi ve büyük Rus dehası olarak gördüğü modern ve ulusal Rus edebiyatının kurucusu olarak kabul edilen Aleksandr Puşkin hakkında bir konuşma hazırlar. Puşkin için Moskova’da 1880 yılında düzenlenecek  olan tören  Çar`ın emriyle ertelenmesine rağmen,   Dostoyevski büyük bir cesaretle ortaya  çıkar ve konuşmasını yapar. Rus edebiyatında ‘büyük bir olay’ ve bir dönüm noktası olarak değerlendirilen bu konuşmada Dostoyevski, tüm hayatı boyunca karşılaştığı,  suçlamalara ve kendisine yöneltilen eleştirilere meydan okur;  Batıcılarla Slavcıları, halkla aydınları, Rusya`yla Avrupa`yı uzlaştırmaya çalışır.

Bu metin daha sonra Dostoyevski’nin açıklayıcı bir giriş yazısıyla birlikte ilk kez “Bir Yazarın Günlüğü”nde yayınlandı. “Puşkin Üzerine Konuşma”nın günümüzde de taşıdığı önemin nedeni, ilk kez bu konuşmada, yazarın güçlü ve tutkulu üslubuyla Rusya toplumsal yaşamının en eski ve keskin bir kamplaşması olan Batıcılık – Slavseverlik karşıtlığına her iki tarafı da büyük ölçüde etkileyen inandırıcı bir çözüm önerilmiş olmasıdır. Bu çözüm, Puşkin’in sanatsal yaratıcılığında örneklendiği gibi, kopyacılığı reddetmek ve Batı’nın temsil ettiği değerleri benimsemeye yatkınlığını kanıtlamış Rus halk ruhunda birleşmektir.

Puşkin Üzerine Konuşma (I) – Dostoyevski

Bir Yazarın Not Defteri’nin bu sayısında başlıca konu olarak sunduğumuz söylevi bu yıl Haziran ayının sekizinde, Rus Edebiyatını Sevenler Derneği’nin büyük toplantısında kalabalık bir dinleyici topluluğu önünde verdim. Konuşmam büyük tepki uyandırdı. Konu Puşkin, Puşkin’in önemi ve anlamıydı. Bir ara kürsüye çıkarak herkesin kendisine Islavcılar’ın önderi gözüyle baktığını hatırlatan İvan Sergeyeviç Aksakov konuşmamın başlı baçına bir olay olduğunu söyledi. Şimdi bundan söz ediyorsam, kendimi göklere çıkarmak için değil, şu noktayı belirtmek istediğimdendir: Konuşmam gerçekten bir olay olduysa bu sadece ve sadece tek bir görüş açısından bakıldığında doğrudur. Şimdi niyetim bunu biraz daha açmak, bu önsözü onun için yazıyorum. Konuşmamda Puşkin’in Rusya için taşıdığı önemi. şu dört görüş açısından gözler önüne sermeye çalıştım:

1. Derin sezgisi, dehası ve apak Rus yüreğiyle Puşkin, çağdaş aydın toplumumuzun tutulduğu hastalığı belli başlı belirtileriyle görüp ortaya serenlerin ilki olmuştur. Puşkin’in ele aldığı toplum katı, bu topraktan köklerini koparmış, halkın üstüne çıkmış ufacık bir zümreydi. Puşkin bu zümreyi içinden kurcalayıp aramızdaki olumsuz adam örneğini bize gösterdi.Huzursuz, istediğini bulamamış bir adamdır bu. Kendi ülkesine, kendi ülkesinin gücüne inancı kalmamıştır. Sonunda hem Rusya,’yı hem de kendini (yani kendi toplum katını, kendi aydın ortamını) inkâra kadar varır. Başkalarıyla birlikte çalışmaya yanaşmaz, fakat çektiği acı içten ve gerçektir. Aleko ve Onegin, edebiyatımızda sürüyle rastladığımız benzerlerinin öncüleri oldular. Onların ardından Pekorin’ler, Çiçikov’lar, Rudin’ler, Lavrenzki’ler, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ındaki Bolkonski’ler, daha başkaları sökün etti ve ilk önce Puşkin’in ortaya attığı kavramın gerçeğe ne kadar uygun olduğunu gösterdiler. Petro’nun büyük devrimlerinden sonra içimizde beliren bu korkunç toplum illetini bulup çıkaran insanı, onun akıl ve deha yüceliğini ne kadar, övgüyle, sevgiyle ansak yeridir. Puşkin gelip yaraya parmak basmasaydı bugün illetimizi böyle yakından bilemeyecektik. Bizi ilk avutan da o oldu. İlletin öldürücü olmadığı umudunu bize o adı Rus toplumu iyi edilebilirdi, yeni baştan canlandırılabilirdi – eğer halkın gerçeğine kapılarını açık tutarsa.

2. İlk o oldu bize gerçeği gösteren. Sahiden ilk o oldu. Kim vardı daha önce? Doğrudan doğruya Rus gönlünden kopup gelen, halkımızın, kendi öz toprağımızın gerçeğinden fışkıran Rus ahlâk güzelliği, ilk Puşkin’in aramıza kattığı kişilerde kendini buldu. Tanık mı istiyorsunuz? İşte Tatyana: Korkunç yalandan kendini koruyan olgun Rus kadını. Tarih sayfalarında yaşayan kişiler: Boris Godunov’daki keşiş ve diğerleri. Gerçekçi bir gözle çizilmiş tipler: Yüzbaşının Kızı’ndaki gibi, daha birçokları gibi. Şiirlerinde, hikâyelerinde, hatıralarında, hattâ Pugaçov isyanını anlatan satırlarında bulacaksınız onları. Rus’un, Rus benliğinin gerçek; olumlu güzelliğini yansıtırlar; hepsi de halkın kendi içinden çıkarttığı insanlardır. İşte her şeyden önce bu noktayı belirtmemiz gerek. Artık gerçeği olduğu gibi söylemeliyiz: Bugünkü medeniyetimizde, bu sözde Avrupa medeniyetinde (zaten hiçbir zaman bizim olmadı bu medeniyet), dışlak kabuklar gibi benimseyip hilkat garibelerine çevirdiğimiz Avrupa kavramları ve Avrupa kalıplarında bulmadı Puşkin bu güzelliği doğrudan doğruya halkın gönlünde, halkın kendi gerçeğinde buldu. Böylelikle, tekrar ediyorum; illeti gözler önüne serdi, aynı zamanda bize büyük umut kapısını açtı. “Halkın şuuruna inan. Halk şuurunun gösterdiği yolun dışında kurtuluş yolu arama; kurtulacaksın.” Böyle diyordu. Puşkin’i gerçekten anlamaya kalkışınca, insan ister istemez bu sonuca varıyor.

3. Puşkin’in bizim için önemini belirtmeye çalışırken üzerinde durduğum üçüncü nokta Puşkin’in sanatçı dehasının en kendine özgü belirtisidir. Ondan önce kimsede görmüyoruz bunu: evrensel sevgi gücü, başka milletlerin yaratıcı damarını hiç şaşmadan bulabilme gücü. Konuşmasında Avrupa’nın bazı yüce dehalar yetiştirdiğini söyledim. Bir Shakespeare, bir Cervantes, bir Schiller mesela. Ne ki Puşkin’de bulduğumuzu bunların hiçbirinde bulamıyoruz. Yalnız evrensel sevgisi değil, başka milletlerin damarına, girebilme gücü de akla durgunluk veren yeterliliğiyle dikkatimizi çekiyor. Dehasının en kendine özgü yanı olan, onu bütün dünya sanatçılarından ayıran, bütün dünya sanatçıları arasında bir onda gördüğümüz bu özelliği önemle belirtmekten kendimi alamazdım. Bunu söylerken niyetim Shakespeare gibi, Schiller gibi büyük Avrupa dehalarını küçümsemek değildi; sözlerimden bu kadar aptalca bir sonuç çıkarabilmek için insanın aptal olması gerekir. Shakespeare’ın yarattığı Aryan ırkı tiplerinin evrensel kaplamına, sonsuz d.erinliklerine yan gözle bakmak bana düşmez. Shakespeare’ın Othello’su bir İngiliz değil de, gerçekten Venedik’li bir Arap olsaydı, şairin eserine değişik bir renk, bölgesel bir özellik katmış olurdu, o kadar; Shakespeare’ın yarattığı tipin evrensel anlamı değişmeyecekti; çünkü Shakespeare’ın söylemek istediğini bir İtalyan’ın ağzından da aynı güçle söyleyebilirdi. Bir daha söyleyeyim, Puşkin’in yabancı milletlerin yaratıcı damarını bulabilme gücüne dikkati çekerken, bir Shakespeare’ın, bir Schiller’in evrensel önemini küçümser görünmek istemedim sadece bu güçte, bu gücün derinliğinde bizim için asıl büyük ve

öncü bir işaretin yatmakta olduğunu belirtmek istedim.

Çünkü:

4. Bu güç Rusya’nın kendi gücüdür, bizim milli gücümüzdür. Puşkin yalnız paylaşıyor bunu Rus halkıyla; fakat işinin eri bir sanatçı olarak onu bütün yoğunluğuyla kendi alanında, kendi sanatında dile getiriyor. Halkımızın eğilimi gerçekten sevgi ve barış yönündedir. Petro’nun devrimlerinden bu yana geçen ikiyüz yıl içerisinde halk bu eğilimini tekrar ve tekrar açığa vurmuştur. Konuşmamda halkımızın gönlünde yatan bu gücü belirtirken, gelecek için önümüzde parlayan büyük umudun, belki de en büyük umudun bu gerçekten ileri geldiğini göstermeden edemezdim. Bu arada özellikle belirttim ki, içimizde kaynayan Avrupa özlemi bütün özentili tutumuna, bütün aşırılıklarına rağmen temelde doğru ve gereklidir; temelde doğru ve gerekli olduğu kadar halkın desteğini de kazanmıştır. Bu özlem, ulusal bilincin istekleri, emelleriyle elele gitmektedir ve hiç şüphesiz Avrupa’ya öykünmenin çok ötesine varan bir amaç gücüdür. Konuşmam çok kısa.olduğu için düşüncemi gerektiği gibi açıklayamadım. Fakat söylediklerimde güç anlaşılır bir yan olduğunu sanmıyorum. “Belki de bu zavallı, perişan ülke bir gün gelecek bütün dünyaya yeni bir ülkü aşılayacak” dediğim için bana kızanlar haksızlık ederler. Avrupa ülkeleri gibi dört başı mâmur toplumlara yeni sözler söylemeyi düşünmeden önce ekonomik, bilimsel ve toplumsal gelişmemizi tamamlamak gerektiğini ileri sürmek gülünçtür. Zaten konuşmamda da özellikle belirttim: Ekonomik ve toplumsal başarılar alanında Rusya’yı Batılı milletlerle kıyaslamaya kalkışmıyorum, sadece diyorum ki, kendine özgü sağduyusu ve ağırbaşlılığıyla Rus halkının dehası, evrensel insanlık ülküsünden yana çıkmaya bütün milletler arasında belki de en yatkın olanıdır; çünkü Rus halkının tutumu karşıtlıkları affeden, birbirine benzemezliklere hakkı tanıyan, aykırılıkları hoş gören, bir tutumdur; çelişmeleri yumuşatmaya, insanlar arasında kardeşlik bağlarını canlı tutmaya eğilimlidir. Ekonomik bir özellik değil, ahlâki bir özelliktir bu. Rus halkının bu yanını inkâr edebilir miyiz?

Rus milleti kendini halktan ayırmış, Avrupalılaşmış aydınların yan gelip yatmaları, gelişmeleri, güç kazanmaları için emek vermeye mahkum bilinçsiz bir sürümü dür? Kim söyleyebilir öyle olduğunu? Gel gör ki hiç de az değil bu iddiada olanlar. Oysa ben tuttum bambaşka bir düşünceyle ortaya atılmak cür’etini gösterdim. Bir daha söyleyeyim, “bu hayâlimi” (konuşmamda öyle dediydim) etraflıca, gerektiği gibi doğrulama fırsatını bulamadım; fakat orada olsun ortaya atmaktan da kendimi alamadım. Ekonomik ve toplumsal alanlarda Batı’nın katına ulaşmadan yoksul ve perişan yurdumuzun böyle ulu özlemlere kapılamayacağını sanmak, kelimenin tam anlamında saçmalıktır derim. Gönlün ahlâk hazineleri, hiç değilse temel yapılarında, ekonomik güce dayanmazlar. Yukarı sınıflar bir yana bırakılacak olursa bu yoksul, perişan ülke bugün tam bir birlik içinde yaşıyor. Seksen milyonluk bu halk Avrupa’nın hiçbir yerinde rastgelmeyeceğiniz bir görüş birliğinin sözcüsüdür. Hiç değilse bir bu yüzden, bu toprakların perişan olduğunu, hattâ yoksul ve zavallı olduğunu kimse söyleyemez. Oysa Avrupa’da (onca hazinenin yığıldığı o Avrupa’da) bütün Avrupa milletlerinin toplum temelleri baştan aşağı sallantıda. Belki yarın çöküp gidecek, ardında tek bir iz bırakmayacak; yerine yepyeni, öncekine hiç de benzemeyen bir başka yapı dikilecek. Avrupa’nın toplayıp kilerine yığdığı bütün zenginlikler bir araya gelse Avrupa’yı çöküntüden kurtaramayacak, çünkü “bir göz açıp kapayana kadar bütün zenginlikler de yerle bir olacak”. İşte bu irin tutmuş, kokuşmuş toplum düzeni her ne pahasına olursa olsun ulaşılması gereken bir, hedef olarak halka sunuluyor. Önce oraya ulaş, diyorlar, ondan sonra Avrupa’nın kulağına kendi gerçeğini fısıldayabilirsin! Biz diyoruz ki, bugünkü ekonomik yoksulluğumuz içinde, hattâ bundan da feci yoksulluklar pençesinde bile sevgi temeline dayanan bir evrensel kardeşlik kavramını benimsemek, el üstünde tutmak mümkündür.

Tatar istilâsından sonraki Rusya’yı ya da tek başına ulusal birlik bilincinin kurtardığı Güçlükler Çağı’ndan sonraki devirleri hatırlayın. Öylesine yoksulluklar içinde bile bu gücü korumak, el üstünde tutmak mümkündür. Sonra şu da var; bütün insanları sevmek, insanlık birliği ülküsünü içimizde canlı tutmak mı istiyoruz; bize benzemiyorlar diye yabancı milletlerden nefret etmeme gücünü yitirmemek mi istiyoruz; illâ her şey bizim olsun deyip öbür milletleri soyup soğana çevirecek kadar (Avrupa’da böyle düşünen, böyle yaşayan milletler yok değildir, bilesiniz) bencillik duygularımızın ölçüsünü elden kaçırmamak mı istiyoruz; bütün bunlar için zengin bir millet olmamız, Avrupa’nın toplum düzenini benimsememiz gerekiyorsa, yarın yerle bir olabilecek bu Avrupa düzenine maymunlar gibi öykünmeye ne zorumuz var? Rus toplumunun kendi içten gücüyle, kendi ulusal kaynakları yönünde gelişmesine hâlâ meydan verilmeyecek mi? Köleler gibi Avrupa’nın peşinden giderek kendi kişisel varlığını yitirmesi illâ da gerekli mi? Öyleyse Rusya’nın, Rus halkının can damarında neler yatıyor? Canlı bir yapının ne olduğundan haberleri var mı bu beylerin? Ağızlarından da hiç düşürmezler tabiat bilimleri sözünü! İki yıl kadar oluyor, arkadaşlarımdan biri azılı bir Batılılaşma taraflısına “halk bunu kaldırmaz” dediydi. Aldığı cevap şu oldu: “Öyleyse halk ezilmelidir!” Kıyıda köşede kalmış önemsiz biri de değildi bu adam, aydınlarımızın önderlerinden biriydi. Hikâye doğrudur.

Bu dört görüş açısından Puşkin’in bizim için ne gibi bir önemi olduğunu gösterdim. Konuşmam dinleyenler üstünde büyük bir etki yarattı. Söylediklerimde kendi başına bir değer olduğundan değil, bunu özellikle belirtmek isterim; ne de konuşma tarzımda dikkati çekecek bir yön vardı (bu noktada bana karşı çıkanlarla aynı düşüncedeyim; övünmeye değer bir yanım olmadığını biliyorum). İçten konuşmuş olmam – hattâ şunu söyleyebilirim – ortaya koyduğum gerçeklerin ağırlığı bu etkiyi doğurdu. Fakat İvan Sergeyeviç Aksakov’un sözünü ettiği “olay” neredeydi? Şurada; İslavcılar yada Rus Partisi dediğimiz topluluk (evet, bir de Rus Partimiz var!) Batılılaşma taraflılarıyla barışma yolunda büyük bir adım attılar, belki de son adımı attılar; çünkü İslavcılar Batı’yı kendilerine örnek alanların Avrupalı olma özelliklerini, hatta bu yolda en olmadık taşkınlıklarını, en aşırı ataklarını haklı görmeye, bunu milletin kendi emelleriyle bir tutmaya hazırdılar. Bu emeller ulusal bilinçle elele gitmekteydi. İslavcılar ötekilerin taşkınlıklarına tarihin ve kaderin zorladığı bir tutum gözüyle bakarak olumlu bir anlam veriyorlardı. Öyle ki iş sonunda tartıya vurulduğunda (eğer günün birinde tartıya vurulacak olursa) Batılılaşmadan yana olanların Rus yurduna, Rus bilincine ettikleri hizmetin hiç de küçümsenmeyeceği, anayurtlarını yürekten seven, bugüne kadar belki de aşırı bir kıskançlıkla onu “yavancı Ruslar”dan korumaya savaşan su katılmadık Rus’ların hizmetlerinden hiç de aşağı kalmadığı görülecekti. İki parti arasında çatışmanın, aralarında patlak veren tatsız kavgaların hep birbirlerini yanlış anlamalarından ileri geldiği artık kesin olarak belirtiliyordu. “Olay” herhalde bu olacaktı. Konuşmamın sonuna geldiğimde, toplantıda hazır bulunan Islavcılık akımı sözcüleri ileri sürdüğüm bütün can alıcı noktalarda benimle birliktiler.

Şimdi diyorum ki – konuşmamda da söylemiştim – atılan bu yeni adımın şerefi (barışmayı gerçekten istemek de bir şereftir, isteyen için), bu yeni sözün değeri diyin isterseniz, yalnız beni değil bütün Islavcılık hareketini, “partimiz”in yolunu ve amacını yüceltmektedir. Islavcılık akımını tarafsız bir gözle inceleyenler bunun böyle olduğunu açıkça görmüşlerdir. Islavcılar konuşmamda dile getirdiğim düşünceye açıktan açığa ,olmasa da, birçok kere dikkati çekmişlerdi. Benim yaptığım en elverişli zamanı yakalamak oldu. Şimdi sonuç şu; eğer Batılılaşmadan yana olanlar bizim düşünce yönümüzü kabul eder, görüşlerimize katılırlarsa, hiç şüphe yok iki parti arasındaki bütün anlaşmazlıklar silinecek, iki tarafın üzerinde kavgaya tutuşacağı bir şey kalmayacaktır. Çünkü İvan Sergeyeviç’in dediği gibi “bugünden sonra her şey açığa çıkmıştır”. Tabii bu açıdan bakınca konuşmam bir “olay” sayılabilirdi. Ne var ki “olay” kelimesi coşkun bir heyecan anında, yalnız bir tarafın ağzından çıktı. Öte yandakiler bunu kabul.edecek mi, birleşme ülküsü gerçek olacak mı, orası belli değil. Konuşmam sona erince bir koşu yanıma gelip beni kucaklayan, elimi sıkan Islavcıların yanında, Batılılaşma hareketinin şu sıralarda önde gelen temsilcileri de vardı. Hepsi Islavcılar’dan hiç de aşağı kalmayan bir içtenlik ve heyecanla elime sarıldılar, konuşmamın bir deha eseri olduğunu söylediler; kelimeyi defalarca tekrar ettiler. Fakat korkarım bu kelime bir heyecan anında birdenbire akıllarına geldi. İlerde bu düşüncelerden cayarlar diye korkmuyorum, bunun doğru olmadığını biliyorum çünkü. Övgüleri beni kandırmadı. Onun için bugün beni dâhi sanıp sonradan hayâl kırıklığına uğrarlarsa, ben bunu hoş görmeye dünden hazırım. Fakat olabilir ki kendi başlarına kalıp biraz düşündükten sonra şöyle diyeceklerdir – dikkat edin, o gün gelip elimi sıkanlardan söz etmiyorum; genel olarak Batılılaşma ülküsüne bel bağlayanları düşünüyorum – “hah işte diyecekler belki de, “hah işte, sonunda kabul ettin ki, onca tartışma ve anlaşmazlıktan sonra şimdi gördün ki bizler Avrupalı olalım diye çırpınmakta haklıyız. Gördün ki bizim sözlerimizde de gerçek payı var. Onun için indirdin şimdi yelkenleri suya! Eh, haklı olduğumuzu kabullendiğini görünce memnun oluyoruz. Doğrusu iyi senin için. Hiç değilse sende biraz akıl olduğunu gösterdin. Biz de bunu hiçbir zaman inkâr etmediydik. İnkâr eden alıklar yok değil aramızda, ama bundan kendimizi sorumlu tutmaya ne niyetimiz var, ne de gücümüz yeter.

Yine de…… “Görüyorsunuz burada bir “yine de”, daha geliyor. Hemen durumu açıklamak gerek.” Durum şu; ortaya attığın iddiaya ve vardığın sonuca göre bizler taşkınlıklarımızda dahi sözde ulusal bilincin gösterdiği yoldan gitmişiz; nasıl olduysa bu ulusal bilinç bize öncülük etmiş. Bu sözlerin zihnimizde şüphe uyandırmakla kalmıyor, daha ileri gidiyor; bir kere daha, seninle anlaşmanın imkânsız olduğunu görüyoruz. N’olur şunu iyice kafana yerleştir; bize öncülük eden Avrupa, Avrupa’nın bilimi, Petro’nun devrimleridir halkın bilinci değildir. Biz yolumuzda giderken bu bilinci ne gördük, ne işittik; tersine, onu nerde gördüysek olduğu yerde bırakıp tabana kuvvet kaçmaya baktık. İlk baştan yolumuzu kendimiz seçtik; Rus halkını evrensel sevgi ve insanlık birliğine götüren içgüdülere filan hiç kulak asmadık. Bütün o demin söylediklerin vız gelir bize. Rus halkında biz, artık açık konuşalım, sadece bilinçsiz bir sürü niteliği görüyoruz, yani eskiden. ne gördüysek, şimdi de onu görüyoruz. Hiçbir şey yok bizim ondan öğreneceğimiz. Tersine, Rusya’nın daha iyiye doğru yol almasına engel olduğuna inanıyoruz. Rus halkı yeniden yaratılmalıdır. Bunu halkın canlılığına dokunmadan başaramazsak hiç değilse tepeden inme zor yoluyla gerçekleştireceğiz. Rus halkı bizim sözümüzü dinlemeyi öğrenecektir. Onun için de tam şu sırada Avrupa üzerinde gördüğün toplum düzenini benimsememiz gerekiyor. Aslına bakarsan milletimiz her zaman olduğu gibi bugün de yoksul ve perişandır. Bu milletin kendine özgü bir kişiliği, kendi yarattığı bir ülküsü olamaz. Halkımızın tarihi baştan aşağı bir saçmalıklar panayırıdır. Sen tutmuş bu tarihten Allah bilir neler çıkarmışsın! Ama biz, yalnız biz tarihe, ayık kafayla bakan adamlarız. Bizim gibi bir ulusun tarihi olmamalıdır. Tarih diyebileceği ne varsa ardında, bu ulus bir an önce onu unutmalı, tarihine sırtını dönüp onda nefret etmelidir. Yalnız aydın toplumların tarihi olur. Halk bütün gücüyle, bütün varlığıyla aydınlara hizmet etmekten başka bir şey düşünmemelidir.

Bak telâşa kapılmanın, bağırıp çağırmanın hiç yeri yok. Halk bizim sözümüzü dinlemelidir diyorsak, halkı boyunduruk altına almak istemiyoruz. Hayır, bin defa hayır!
Böyle olur olmaz sonuçlar çıkartma bizim sözlerimizden. Biz insancıl kişileriz, biz Avrupalılarız, bizim kadar sen de biliyorsun bunu. Niyetimiz halkı yavaş yavaş, günden güne, sırası geldikçe kalkındırmaktır. Halkı kendi katımıza yükselterek, giriştiğimiz bu işi başarıya götüreceğiz. O vakit halkın ulusal benliği bugünkünden başka olacak. Halkın ulusal benliği, halkın gelişmesi tamamlanınca meydana çıkacak. Eğitimin temellerini atacağız; biz nereden başladıysak halkı da oradan başlatacağız. Halka geçmişini inkâr ettireceğiz. Bizim zorumuzla bu halk geçmişine lânet okuyacak. Halktan birini okur – yazar kılar kılmaz ona Avrupa’nın tadını tattıracağız. Avrupa ile, Avrupa hayatının inceliğiyle, kültürüyle, Avrupa’nın geleneklerini, giyimi kuşamı, içkileri, danslarıyla başını döndüreceğiz. Kısacası, bu halk ayağındaki çarıktan, içtiği kvastan, eski şarkılarından utanacak, yerin dibine geçecek. Halkın şarkıları arasında dört başı mâmur şâheserler yok mu? Tabii var. Yine de okur – yazar köylüye vodvil söyleteceğiz biz, sen çatla patla istersen! Yani her çareye başvurup halkın zayıf noktalarına dokunacağız (bize de öyle yaptılardı) ki zamanla halk bizim olsun. Halk bizim olunca geçmişinden utanacak, geçmişine bin lânet okuyacak. Geçmişine lânet okuyan her kim olursa olsun bizdendir, işte parolamız! Halkı kendi katımıza çıkartma yolunda bir kere harekete geçtik mi, gerisi kendiliğinden gelecektir. Halk aydınlığı kaldıramazsa “halkı yokederiz”. Çünkü o zaman halkımızın her türlü değerden yoksun, vahşi bir sürüden başka bir şey olmadığı, halkı söz dinlemeye zorlamaktan başka çare kalmadığı anlaşılacaktır Hani, var mı aşka bir çare? Gerçek yalnız aydınların elindedir. Sen seksen milyon, yüzseksen milyon! Hepsi önce Avrupa gerçeğine hizmet etmeyi öğrenecektir. Çünkü bundan başka bir gerçek yoktur ve olamaz. Senin milyonların gözümüzü korkutmuyor. İşte son, işte kesin kararımız! Bütün çıplaklığıyla karşında. Şaşmıyoruz bundan. Senin vardığın sonuçları kabullenip kimsenin.yanın sıra o acayip Ortodoks dininden, o ipe sapa gelmez palavralardan söz açamayız biz. Hiç değilse bizden bunu bekleme. Hele bu zamanda! Avrupa’nın, Avrupa biliminin aydın kafalı ve insan yürekli bir Allahsızlığa vardığı bizim de Avrupa’nın izinde gitmekten başka bir çaremiz kalmadığı bir zamanda.

Onun için, ehem, konuşmanda bizi övdüğün kısımları bir yere kadar anlayışla karşılarız istersen. Görüyorsun işte, sana karşı baya kibar davranıyoruz. Kendinden, o kendine lâyık ilkelerinden söz ettiğin kısımlara gelince, kusura bakma ama hiçbirini kabul edemeyiz.”

Yazık ki varabileceğimiz tek sonuç budur. Tekrar ediyorum, bütün bu sözleri o gün elime sarılan Batılılaşma savunucularına yakıştırmak, hattâ aralarında en ilerici olanların büyük çoğunluğuna yakıştırmak benden ırak olsun. Hepsi de Rus işçileri, su katılmadık Rus yurttaşlarıdır. Ama o köklerini koparmış, yersiz yurtsuz kalmış olanlar, o sizin Batılı kafalarınız, orta adamlar, sokaktaki adamlar, bu ülküyü ayağa düşürenler sayıları denizde kum gibi artan önderleriyle, örgütleriyle hep buna benzer sözler edeceklerdir, belki de etmişlerdir. (Meselâ din konusunda geçen gün bir gazete o malûm nükte anlayışıyla ne diyordu biliyor musunuz? Islavcılar sözde bütün Avrupa’yı Ortodoks dinine katıp yeni baştan vaftiz etme hülyasındaymışlar!). Fakat gelin silkip atalım bu karanlık düşünceleri kafamızdan, umudumuzu Avrupa’ya inanan önderlere bağlayalım: Vardığımız sonuçların yarısını, kendilerine bağladığımız umutları kabullensinler, hepsini baş tacı eder, hepsine kalbimizi veririz. Söylediklerimizin yarısını benimsesinler yeter. Rus bilincinin bağımsızlığını, kendine özgü yanını kabul etsinler, ağırlığını duysunlar, onu evrensel birlik yönüne iteleyen insancıl eğilimini görsünler, kavgaya tutuşmamız için bir sebep kalmayacaktır, hiç değilse önemli bir sebep kalmayacaktır. İşte o zaman konuşmam gerçekten yeni, bir olayın başlangıcı olabilir. Benim yaptığım konuşma değil, son defa tekrar ediyorum (buna lâyık değildi benim sözlerim), fakat yüce Puşkin’i anmak ve kutlamak için o toplantıda bir araya gelişimiz yeni bir olayın başlangıcı olabilir; geleceğe bakan büyük amaç yolunda bütün taşkın gönüllü Ruslarla aydın kafalı Rusların elele vermesi! Olay budur.

[devamı>>

Dostoyevski, Puşkin Üzerine Konuşma
Çeviren: Tektaş Ağaoğlu
Bilim/ Felsefe/ Sanat Yayınları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz