Ana Sayfa Edebiyat Tolstoy: Anna Karenina’nın son günü – Vladimir Nabokov

Tolstoy: Anna Karenina’nın son günü – Vladimir Nabokov

Anna’nın 1876 Mayısı ortalarında Moskova’da geçirdiği son günlerin izlediği sıra ve olup biten olaylar apaçık ortadadır.
Cuma günü Vronski ile kavga edip barışırlar, sonra da Anna’nınarzusuna uyarak pazartesi ya da salı günü Vronski’nin Orta Rusya’daki arazisine gitmek üzere Moskova’dan ayrılmaya karar verirler. Çözüme kavuşturması gereken bir işi olduğu için Vronski daha sonra gitmek istemiştir ama sonunda Anna’ya boyun eğer. (Bir atla annesinin mülkü olan bir evi satacaktır.)
Cumartesi günü Moskova’nın 350 mil kadar kuzeyindeki Petersburg’da oturan Oblonski’den bir mektup gelir. Oblonski onlara Karenin’in Anna’yı boşamasının pek zayıf bir olasılık olduğunu yazmaktadır. Anna ve Vronski o sabah bir daha kavga ederler ve Vronski bütün gününü işleriyle uğraşarak geçirir.

Anna, yaşamının son günü olan pazar gününün sabahı, daha Vronski ile sevişmeye başlamadan önce bile sık sık rüyalarına giren bir karabasan imgesi ile uyanır. Karmakarışık sakallı, küçük, ihtiyar bir adam demirlerin üzerine eğilmiş bir şeyler yapmakta, bu arada anlamsız Fransızca sözcükler mırıldanmaktadır. Anna, aynı karabasanda hep yinelenegeldiği üzere (zaten karabasanın korkunçluğu da bundan ileri gelmektedir) köylünün kendisine dikkat bile etmediği ve demirle yaptığı iş her ne ise bu işin kendisi üzerinde yapıldığı duygusuna kapılır. Anna bu korkunç rüyayı son kez gördükten sonra pencereden Vronski’nin genç bir hanım ve annesiyle kısa ve zevkli bir sohbete daldığını görür. Yaşlı Kontes Vronski kent dışındaki arazisinden satışa çıkardığı evle ilgili bazı evrakı Vronski’ye ulaştırmak için bu hanımlara vermiştir. Vronski, Anna ile barışmadan ayrılır. Önce satmak üzere olduğu atın bulunduğu ahırlara gider, sonra arabayı Anna’nın gündelik kullanımı için geri yollar, sonra da annesinin kendisine yolladığı evrakı yine annesine imzalatmak üzere yaşlı kadının kent dışındaki arazisine yollanır. Anna’ nın Vronski’ye kendisini yalnız bırakmaması için yalvaran ilk mesajı, arabacı Michael eliyle ahırlara yollanır; ama Vronski oradan ayrılmıştır, mesaj ve ulak geri gelir. Vronski, annesinin kentin bir iki mil dışındaki arazisine giden trene binmek üzere istasyona gitmiştir. Anna aynı mesajı gene Michael ile yaşlı Kontes Vronski’nin evine yollarken aynı anda bir de telgraf çekerek Vronski’ye bir an önce dönmesi için yalvarır. Yıldırım telgraf gözü yaşlı mesajdan önce yerine varacaktır.

Öğleden sonra üç sularında arabaya binerek Dolly Oblonski’ye gider, onu oraya götüren arabacı Theodore’dur, biraz sonra yolda akimdan geçenlerin bir çözümlemesine girişeceğiz. Şimdi önümüzdeki gelişim çizgisini izleyelim. Altı sularında eve döner ve telgrafına cevap geldiğini görür. Vronski telgrafta akşam on’dan önce evde olamayacağını bildirmektedir. Anna bir banliyö trenine binip, Vronski’nin annesinin oturduğu yerin yakınındaki Obiralovka istasyonunda inmeye karar verir. Orada trenden inip Vronski ile görüşecektir; eğer Vronski onunla gelmeyi reddederse trene binip nereye olursa olsun gidecek, bir daha da onu hiç görmeyecektir. Tren Moskova’dan saat sekizde kalkar. Anna yirmi dakika kadar sonra banliyö istasyonu Obiralovka’dadır. Günlerden Pazar olduğunu unutmayın, çevrede bir sürü insan vardır ve neşeli ya da incitici birçok izlenim kanşır Anna’nın düşüncelerine.

Obiralovka’da, ilk mesajı götüren yabancı Michael tarafından karşılanır. Adam ona Vronski’nin gece on’dan önce eve dönemeyeceğini ikinci defa bildirir. Anna hizmetçiden, Kontes Vronski’nin oğluyla evlenmesini istediği genç hanımın da Vronski ile birlikte annesinin yanında olduğunu öğrenir. Durum Anna’nın zihninde, kendisine karşı düzenlenmiş iblisçe bir entrikanın alevli renklerine bürünür. Canına kıymaya o an karar verir; 1876 Mayıs’ının o güneşli Pazar akşamı, Emma Bovary’nin ölümünden 45 yıl sonra kendisini istasyona girmekte olan bir yük katarının altına atar.
Hareket çizelgesi bu; şimdi beş saat öncesine, o Pazar gününün öğleden sonrasına ve Anna’nın son gününün bazı ayrıntılarına geri dönelim.
Bilinç Akışı ya da İç Monolog, James Joyce’dan çok önce Rus yazarı Tolstoy tarafından icat edilmiş bulunuyordu. Bu anlatım yönteminde anlatı kişisinin zihni doğal akışını izler, kâh kişiye özel heyecanlar ve anımsamalarla kesişir, kâh yerin altına iner, kâh yerin altından fışkıran bir kaynak gibi dış dünyanın kimi unsurlarını yansıtır. Anlatı kişisinin zihninin hiç durmadan akmasını, yazarın hiçbir yorum ya da açıklamasına uğramaksızm bir imge, ya da düşünceden ötekisine sıçramasını izleyen bir seyir defteridir bu. Tolstoy’da bu yöntem henüz kabataslak biçimindedir, yazar okura az da olsa yardımcı olur, oysa James Joyce’da yazı mümkün olan en uç noktaya götürülerek, tamamıyla nesnel bir seyir defteri olacaktır.
Anna’nın son öğleden sonrasına dönelim. Moskova’da bir pazar günü, 1876 Mayısı. Sabah yağmur çiseledikten sonra hava henüz açmıştır. Demir çatılar, yaya kaldırımları, taş döşeli yollar, tekerlekler, atlı arabaların deri ve madenî akşamı; hepsi de Mayıs güneşinde pırıl pırıl parlamaktadır. Moskova’da bir pazar günü. Saat üç.
Anna Victoria tipi atlı arabanın rahat bir köşesinde otururken son günlerde olup bitenleri geçirir akimdan, Vronski ile olan kavgalarını hatırlar. Ruhunu böylesi bir aşağılanmaya katlanacak kadar alçalttığı için kendi kendisini suçlar. Sonra dükkân tabelalarını okumaya dalar. Burada, bilinç akışı tekniği işin içine girer.
«Büro ve Depo. Diş Hekimi… Evet, Dolly’ye her şeyi anlatacağım. O, Vronski’yi sevmiyor. Bunun ayıp kaçacağını, bana acı vereceğini biliyorum, ama her şeyi anlatacağım. Dolly beni çok sever, ben de onun öğütünü tutacağım. Vronski’ye boyun eğmeyeceğim; beni eğitmeye kalkışmasına izin vermeyeceğim… “Filipov, francala… Dediklerine göre francala hamurunu Petersburg’a yolluyorlarmış. Moskova’nın suyu öylesine iyi ki. Ah, Mitişçen’in kuyuları, gözlemeleri!” Anna, çok eskiden, daha on yedi yaşında bir kızken, halasıyla nasıl Troitsa Manastırına gittiklerini hatırladı. “Hem de at arabasıyla. Kırmızı kırmızı elleri olan o kız sahiden ben miydim acaba? O zamanlar gözüme çok güzel ve ulaşılmaz görünen ne kadar çok şey var ki, çoktan önemini yitirmiş bulunuyor, o zaman elimin erişeceği pek çok şey de şimdi ebedi olarak ulaşılmaz oldu! Böylesine küçülebileceğime o zamanlar hiç inanabilir miydim? Pusulamı alınca kimbilir ne kadar sevinecek, ne kadar gurur duyacaktır! Ama ben ona gösteririm… Şu boya da ne pis kokuyor! Niye hep boyarlar, bina yaparlar sanki? “Modalar ve şapkalar” diye okudu. Bir adam onu eğilerek selâmladı. Anuşka’nınkocasıydı. Vronski’nin, ‘‘Bizim asalaklar”, dediğini hatırladı. “Bizim?” Niye bizim oluyor?» (Ortak hiçbir şeyleri kalmamıştır artık.)
«Şuradaki iki genç kızın niye gülümseyebileceklerini düşünmeye başladı. Herhalde, aşkla ilgilidir? Nerden bilecekler aşkın ne korkunç olduğunu, ne aşağılık… Bulvar vc çocuklar. Üç küçük oğlan koşuyor, atçılık oynuyorlar. Seryoja! Her şeyi kaybedeceğim, onu da geri alamayacağım.»
Dolly’yi ziyareti sonuçsuz kalır. (Orada rastlantı eseri Kitty’yi de görmüştür). Anna arabayla eve döner. Eve dönerken bilinç akışı devam eder. Anna’nındüşünceleri rastlansal (özel) olanla dramatik (genel) olan arasında gidip gelir. Şişman, kırmızı yanaklı bir bey onu, bir tanıdığa benzetir, parlak silindir şapkasını parlak, kel karasının üzerine kaldırarak selam verir, ardından yanlışını farkeder:
*Beni tanıdığını sandı. Oysa o da beni dünyada herhangi bir insan kadar az tanıyor. Ben bile kendimi bilmiyorum! Fransızların dediği gibi, ben kendi isteklerimi İnliyorum.» İki oğlan çocuğunun bir seyyar dondurmacıyı durdurduğunu, dondurmacının başından dondurma kutusunu yere indirip, terli yüzünü havlunun kenarıyla sildiğini görerek, «İşte, şu iki çocuğun canı bu pis dondurmadan istiyor — bunu istediklerini iyice biliyordu,» diye düşündü. «Hepimiz tatlı, lezzetli şeyler isteriz; şekerleme bulamazsak, pis dondurmaya razı oluruz! Kitty de böyle: Vronski olmayınca, Levin. Kitty hem bana imreniyor, hem benden tiksiniyor. Hepimiz birbirimizden tiksiniyoruz. Kity benden, ben Kitty’den! Bu bir gerçek. (Sonra, komik bir
Rus adıyla berberin Fransızcasını yanyana getirir aklında. Rüyasına giren küçük köylü de Fransızca sözcükler mırıldanmıştır, hatırlarsanız.)
«Tyutkin, Coiffeur…» Je me fais coiffer par Tyutkin. (Kadın berberi Tyutkin… Saçlarımı Tyutkin’e yaptırıyorum.) ‘Döndüğü zaman ona bunu söyleyeceğim,’ diye düşündü ve gülümsedi. Ama birdenbire, artık gülünç bir şey anlatabileceği kimsesi olmadığını hatırladı.
Bilinç akışı sürer gider:
Zaten gülünç, neşeli bir şey yok. Her şey iğrenç. Akşam duası çanları çalıyor. Bu tüccar da ne kadar dikkatle istavroz çıkarıyor, âdeta yere bir şey düşürmekten korkar gibi! Bu kiliseler, bu çanlar, bütün bu yalanlar niçin? Yalnız, hepimizin —tıpkı şu birbirine öfkeli öfkeli küfreden arabacılar gibi— birbirimizden tiksindiğimizi gizlemek için.
Arabayı Theodore sürmekte, uşak Peter de arabacının yanındaki yerinde oturmaktadır. Anna, Obiralovka trenine binmek üzere istasyona doğru yol alıyor. İstasyona doğru giderken bilinç akışı yeniden başlar:
«Son olarak o kadar iyi düşündüğüm şey neydi bakayım’?» Anna hatırlamaya çalıştı. «Tiyutkin, Coiffeur» mü? «Hayır, o değil. Hah tamam! Yaşvin’in söylediği: İnsanları birbirine bağlayan biricik şey, hayat kavgası ve kindir.»
Dört atlı bir arabayla, herhalde şehir dışına, eğlenmeye giden bir gruba içinden seslenerek: «Hayır, boşuna gidiyorsunuz,» dedi.
Akimdan, taşraya eğlenmeye giden bir fayton dolusu insana söylemektedir bunları:
«Yanınızda götürdüğünüz köpeğin de size bir yardımı olamaz! Kendinizden kaçamazsınız!» Piyotr’ın İMktığı yöne bakan Anna, bir polisin, kolundan tutup bir yerlere götürdüğü, bulut gibi sarhoş, başını dik tutamayan bir fabrika işçisi gördü. «Bak, işte bu daha çabuk bir yol bulmuş,» diye düşündü. «Kont Vronski’yle ben de, ondan çok şeyler beklediğimiz halde bu tadı bulamadık…»
«İşte bebeğiyle bir dilenci kadın. Ona acıdığımı saniyordur. Hepimiz dünyaya sırf birbirimizden tiksinmek ve dolayısıyla hem kendimize, hem de başkalarına acı vermek için getirilmedik mi? İşte lise öğrencileri gidiyor, gülüyorlar. Ya Seryoja?» diye aklına geldi. «Onu da sevdiğimi sanıyordum ve ona gösterdiğim yufka yüreklilikten duygulanıyordum. Ama onsuz yaşayabildim, onu başka birine olan aşkımla değiştim ve bu aşkla doyurulduğum sürece bu değiştokuştan yakınmadım.»
Ve tiksinerek «bu aşk» dediği şeyi, Vronski’ye olan cinsel tutkusunu düşünür.
İstasyona varır, Kontes Vronski’nin bulunduğu yerin en yakınındaki Obiralovka’ya giden banliyö trenine biner. Kompartımanda yerini alırken aynı anda iki olay birden gelişir. Yapmacık bir fransızca ile konuşan sesler duyar ve tam o anda da saçı sakalı karmakarışık, üstü başı kir pas içinde küçük, iğrenç bir adamın kompartımanının tekerleklerinin üzerine eğildiğini görür. Doğaüstü bir esinin katlanılmaz sarsıntısı içinde, o eski karabasandaki imgelerin bağdaşımı, bir yandan demirden bir şeylerle uğraşırken, bir yandan da fransızca kelimeler mırıldanan sefil köylü gelir akima. Fransızca —yapay bir yaşamın simgesi— ile üstü başı dökülen cüce —ruhunu güdükleştiren günahının simgesi— kaderin özenle hazırladığı bir çakışma noktasında buluşuverirler.
Bu banliyö treninin kompartımanlarının Moskova ve Petersburg arasındaki gece ekspreslerininkinden farklı olduğunu unutmamalıyız. Bu trenlerde vagonlar çok daha kısa olup, her biri beşer kompartımandan meydana gelmektedir. Koridor yoktur. Kompartımanların her iki yandan birer kapısı vardır, yolcular buralardan inip çıkarlar, bu yüzden her iki yandaki beş kapı da büyük gürültülerlo çarpılarak açılıp kapanır. Koridor olmadığı için, kondüktör tren hareket halindeyken kompartımandan kompartımana geçebilmek üzere bunların her iki yanındaki dar bir eşikten yararlanır. Bu tip bir banliyö treni saatle otuz mil kadar hız yapabilmektedir.
Yirmi dakika sonra Obiralovka’ya varır ve uşağın getirdiği bir mesajdan Vronski’nin hemen gelmek niyetinde olmadığını anlar. Oysa ona gelmesi için yalvarmıştır. Kendi acılı kalbiyle dertleşerek platform boyunca yürür:
Peronda dolaşan iki hizmetçi kız başlarını çevirip Anna’ya baktılar ve elbisesi üzerine yüksek sesle bir şeyler söylediler. Anna’nın üstündeki dantellerden «Sahici» diye sözettiler. Deukanlılar Anna’ya rahat vermiyorlardı. Yüzüne baka baka, gülerek ve tabii olmayan bir sesle bağıra bağıra bir şeyler söyleyerek tekrar onun yanından geçtiler. İstasyon şefi, yanından geçerken Anna’ya, trenle yoluna devam edip etmeyeceğini sordu. Kvas satan bir oğlan çocuğu, gözlerini ondan ayırmıyordu. Anna, peronda uzağa, daha uzağa giderek, «Yarabbi! Nereye gideyim?» diye akimdan geçirdi. Peronun sonunda durdu. Gözlüklü bir beyi karşılamaya gelen ve yüksek sesle konuşup gülüşen kadınlarla çocuklar, Anna hizalarına geldiği zaman sustular ve Anna’yı süzdüler. Anna daha hızlı yürüyerek onlardan uzaklaştı, peronun ta ucuna kadar gitti. Bir marşandiz yaklaşıyordu. Peron sarsıldı, Anna kendini yine trende gidiyormuş gibi sandı.
Birdenbire, Vronski’yle ilk karşılaştığı gün trenin altında ezilen adamı hatırlayarak, ne yapması gerektiğini anladı. Su kulesinin bulunduğu yerden raylara giden basamakları hafif adımlarla çabucak inip, önünden geçmekte olan marşandize iyice sokularak durdu. (Artık rayların hizasındadır.)
Vagonların alt yanma, cıvatalarına, zincirlerine ve ağır ağır ilerleyen en öndeki vagonun kocaman, dökme demir tekerleklerine baktı, ön tekerleklerle arka tekerleklerin ortasını, bu orta noktanın tam kendisinin karşısına geleceği ânı göz kararıyla kestirmeye çalıştı. (Göbek, ölüme giriş, küçük kemerli bir kapı.)
Traversleri örten kum vc kömür tozu karışımı üzerine düşen vagonun gölgesine bakarak içinden: «Oraya!» dedi. «Oraya, tam ortasına, onu cezalandıracağım ve hem herkesten, hem de kendimden kurtulmuş olacağım!»
Arına, tam kendi hizasından geçmekte olan ön vagonun altına, onun orta yerine düşmek istiyordu. Ama kolundan çıkarmaya uğraştığı küçük kırmızı el çantası (Eski dostumuz!) onu oyaladı ve Anna geç kaldı! Vagonun orta yeri onun hizasını geçmişti. İkinci vagonu beklemek gerekiyordu. Banyo yaparken suya ilk dalacağı sırada her zaman duyduğuna benzer bir duyguya kapıldı ve istavroz çıkardı. Yapmaya alışık olduğu istavroz işareti bir yığın çocukluk ve genç kızlık anısının ruhunda canlanmasına yol açtı, ve ondan her şeyi gizleyen karanlık birdenbire parçalanarak, bir an için hayat, bütün aydınlık geçmişinin sevinçleriyle, gözünün önünde belirdi. Ama Anna gözlerini, yaklaşmakta olan ikinci vagonun tekerleklerinden ayırmadı. Tekerlekler arasındaki orta nokta tam hizasına geldiği anda, kırmızı çantasını fırlattı, başını omuzlarının arasına kısarak vagonun altına, ellerinin üzerine düştü ve hafif bir davranışla, âdeta hemen kalkmaya hazırlanıyormuş gibi, dizlerinin üstünde doğruldu. Aynı, anda, yaptığından dehşete kapıldı. «Neredeyim? Ne yapıyorum? Neden?» Kalkmak, kendini geriye atmak istedi; ama, koskocaman, karşı konulmaz bir şey kafasına çarptı ve onu sırtından sürükledi. Savaşmanın boşuna olduğunu hissederek: «Allahım, bütün günahlarımı bağışla/» diye mırıldandı. Ufak tefek bir köylü, bir şeyler mırıldanarak, bir demirin üzerinde çalışıyordu. Anna’nın, okumakta olduğu, üzüntülerle, aldatmalarla, acılarla, kötülüklerle dolu kitabı aydınlatan mum, her zamandan daha parlak bir ışıkla parladı. Anna’ya, eskiden karanlıkta kalan her şeyi aydınlattı, titremeye, kararmaya başladı ve ebedi olarak söndü.

Vladimir Nabokov
Kaynak: Edebiyat Dersleri 

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version