Ana Sayfa Edebiyat Turgenyev’in en iyi romanlarından biri: Babalar ve Oğullar – Vladimir Nabokov

Turgenyev’in en iyi romanlarından biri: Babalar ve Oğullar – Vladimir Nabokov

Babalar ve Oğullar, Turgenyev’in en iyi romanlarından biri olmakla kalmaz, XIX. yüzyılın en parlak romanlarından da biridir. Turgenyev istediği şeyi, yaratılan kişinin kendi içgörü yoksunluğunu doğrulayan, bir yandan da göstermelik bir sözde toplumcu tip olarak kalmayacak genç bir Rus erkek roman kişisi yaratma niyetini gerçekleştirmeyi başarmıştır. Hiç kuşkusuz, Bazarov güçlü biri ve yirmi yaşlarının ötesine geçebilse (onu tanıdığımızda okulunu yeni bitirmiş bir öğrencidir) romanın çevresi ötesinde, büyük bir olasılıkla önemli bir toplumcu düşünür, tanınmış bir doktor ya da etkin bir devrimci olurdu. Ama Turgenyev’in doğası ile sanatının ortak bir güçsüzlüğü vardı; erkek roman kişilerinin, onlar için kurduğu varoluş durumu içerisinde yengiye ulaşmalarını sağlayamıyordu. Üstelik, Bazarov tipinde, kendini bilmez bir atılganlıkla istem ve serinkanlı düşüncenin şiddeti ardında, Bazarov’un bir nihilist adayına yakışan acımasızlıkla bağdaştırmakta güçlük çektiği doğal bir gençlik ateşi akar. Bu nihilizm her şeyi suçlamaya ve yadsımaya girişir ama tutkulu bir sevgiyi bir yana atamaz ya da bunu, sevginin basit, hayvansı niteliği konusundaki görüşleriyle bağdaştıramaz. Sevginin, insanoğlunun dirimsel bir eğlencesinden daha ileri bir şeyler olduğu ortaya çıkar. Ruhunu birden saran romantik ateş sarsar onu, ama Bazarov’da dar çerçeveli bir düşünce dizgesinin —bu durumda nihilizmin— mantığını aşan evrensel gençliğin mantığını vurguladığı için, aynı ateş gerçek sanatın gereklerini karşılar.

Turgenyev yaratığını, onun kendi benimsediği bir düzenden kurtarıp olağan rastlantılar dünyasına yerleştirir sanki. Bazarov’u, onun doğasına özgü bir iç gelişme sonucu değil de yazgının kör buyruğuyla öldürür. Savaş alanında ölüyormuşçasına sessiz bir gözüpeklikle ölür Bazarov ama onun çöküşünde Turgenyev’in tüm sanatında basitin olan yazgıya uysalca boyun eğme konusundaki genel eğilime çok yakışan bir yazgıcılık öğesi vardır.
Okur, kitaptaki baba ve amcanın Arkadi ile Bazarov’dan çok değişik olmakla kalmayıp, birbirlerinden de apayrı olduklarını farkedecektir —az sonra dikkatinizi bu bölümlere çekeceğim. Oğul Arkadi’nin Bazarov’dan çok daha yumuşak, yalın, daha tekdüze ve olağan nitelikte olduğu da farkediliyor. Özellikle çarpıcı ve anlamlı olan birkaç bölümü ele alacağım. Örneğin aşağıdaki durum dikkat çekicidir. Arkadi’nin babası yaşlı Kirsanov’un sessiz, sevecen, her yönden çekici sevgilisi, halktan biri olan Feniçka’yı ele alalım. Turgenyev’in edilgen genç kadın tiplerinden biri; bu edilgen odak çevresinde üç adam dönenin Nikolay Kirsanov ve bir bellek ve düşlem yanılgısı sonucu Feniçka’da tüm yaşamını renklendirmiş eski aşkıyla bir benzerlik sezen ağabey Pavel. Onlar yetmezmiş gibi, sonu düelloya varan sıradan bir ilgiyle Feniçka’nın gönlünü çelmeye çalışan Bazarov’da vardır. Yine de Bazarov’un ölümüne Feniçka değil tifüs yol açacaktır.

Turgenyev’in kurduğu yapıda garip bir özellik gözlenir. Kişilerini tanıtmak için hiçbir çabadan kaçınmaz; onları soyağaçları, belirli kişilik özellikleri ile donatır ama sonunda hepsini bir araya getirdiğinde, bir de bakarsınız ki masal bitmiş; bu yaratıkların başlarına romanın çevreni ötesinde her ne gelmesi gerekiyorsa hepsi ağır bir sonsözle hallediverilmiş ve perde inmiş. Bu öyküde hiç olay olmadığını söylemek istemiyorum. Tersine, bu roman eylemle dolu; ağız kavgaları, başka çatışmalar, giderek bir düello bile var; Bazarov’un ölümüne de yoğun dramatik olaylar eşlik ediyor. Ama olayların gelişimi boyunca, değişen olayların yanıbaşında yazar sürekli, roman kişilerinin yaşamlarını budar ve geliştirir; bu arada da kişilerin ruhlarını, zihinlerini ve yaradılışlarını işlevsel örneklemelerle sürekli ortaya koyma kaygısı içindedir. Örneğin, yalın, halktan kişilerin Bazarov’a bağlanışı, Arkadi’nin dostunun bu yeni bulunmuş bilgeliğine yetişme çabası.

Bir izlekten ötekine aktarım sanatı bir yazar için üstesinden gelinecek en güç tekniktir; yazdıklarının en iyi örneklerinde olduğu üzere, Turgenyev gibi birinci sınıf bir yazar bile, böyle bir sahneden ötekine geçerken geleneksel teknikleri izlemenin çekiciliğine (düşlediği okur türü, belli yöntemlere alışkın ayakları yere basan bir okur türü yüzünden) kapılabilir. Turgenyev’in geçişleri çok yalındır; giderek kalıplaşmış bile sayılabilir. Öykü boyunca biçem ile yapı açısından dikkati çeken türlü noktalar üzerinde durdukça yavaş yavaş bu yalın tekniklerden küçük bir birikim oluşacak.

İlkin girişi vurgulayan bir tonda başlıyoruz:
«1859 yılı 20 Mayısında, sırtında tozlu bir palto, ayağında damalı pantolon, kırk yaşlarında, başı açık bir adam… uşağına sordu:
— Nasıl Piyotr?… Daha görünmüyorlar mı?…»
Vb. vb. Sonra Arkadi gelir; ardından Bazarov tanıtılır:
Nikolay Petroviç hızla döndü. Arabadan henüz inmiş olan ve sırtında püsküllü, kukuletalı bir yağmurluk bulunan uzun boylu bir gence yaklaştı. Delikanlının, uzatmakta biraz duraksadığı çıplak ve kırmızı elini kuvvetle sıkarak:
— Çok sevindim, dedi, bizi ziyaret etmek yolundaki iyi tasarınızdan ötürü de çok teşekkür ederim. Umarım ki… Adınızı ve baba adınızı sormama izin verir misiniz?
Bazarov, tembel ama erkek bir sesle:
— Yevgeni Vasilyiç, diye cevap verdi ve yağmurluğunun yakasım indirerek bütün yüzünü Nikolay Petroviç’e gösterdi.
Bu, iri yeşil gözlü, kumral favorili, üst yanı yassı, alt yanı sivri burunlu, geniş alınlı, uzun, zayıf bir yüzdü. Sessiz bir gülümseyişle açılan bu yüzde, kendine güvenme ve zekâ okunuyordu.
Nikolay Petroviç sözüne devam etti:
— Çok sevgili Yevgeni Vasilyiç, umarım ki bizde sıkılmazsınız!..
Bazarov’un ince dudakları belli belirsiz kımıldadı. Ama o hiçbir cevap vermedi. Yalnız hafifçe şapkasını çıkardı. Uzun, sık, koyu kumral saçları, kocaman kafatasının çıkıntılarını gizleyememişti.
Pavel Amca Dördüncü Bölümün başında tanıtılır:
«Ama tam bu sırada odaya, sırtında koyu renkli bir İngiliz süveteri, boynunda, son moda kısa bir kıravat, ayağında rugan iskarpinler bulunan bir adam girdi. Bu Pa vel Petroviç Kirsanov’du. Kırk beş yaşlarında görünüyordu. Kısa kesilmiş kır saçları, yeni bir gümüş gibi donuk bir parıltı ile parlıyordu. Yüzü hırçın, ama kırışıksızdı; âdeta ince bir heykeltıraş kalemiyle işlenmiş gibi düzgün ve temiz olan bu yüz, eşsiz bir güzelliğin izlerini taşıyordu. Hele, biraz çekik olan parlak, kara gözleri çok güzeldi. Bütün bu zarif ve soylu görünüşüyle, Arkadi’nin amcası, gençliğe özel endamım, ve genel olarak yirmi yaşlarından sonra kaybolan o yerden yükselme çabasını hâlâ koruyordu.
Pavel Petroviç, opal bir kol düğmesiyle tutturulmuş kar gibi beyaz kollukların içinde daha da güzel görünen uzun pembe tırnaklı elini pantolonunun cebinden çıkardı ve yeğenine uzattı. İlkin Avrupa usulünce «shake hands» yaptıktan sonra, Rus usulüyle yeğeniyle üç sefer öpüştü.
Yani, güzel kokulu bıyıklarını üç sefer yeğeninin yanaklarına dokundurdu ve:
— Hoş geldin! dedi.
O da, Bazarov da ilk bakışta birbirlerinden hoşlanmadıklarını anlarlar. Turgenyev’in burada kullandığı, duygularını birbirlerine ayrı ayrı ve simetrik olarak bir dosta açar gibi anlatmaya dayanan bir gülmece tekniğidir. Böylece Pavel Amca, kardeşiyle konuşurken Bazarov’un bakımsız görünüşünü eleştirir; çok geçmeden, yemekten sonra, Bazarov, Arkadi ile konuşurken Pavel’in bakımlı el tırnaklarını eleştirir. Geleneksel yapının bezenmesi sanatsal açıdan geleneğin çok üstünde olduğundan bu yalın simetri tekniği özellikle belirginleşir.
Birlikte yenilen ilk yemek, akşam yemeği sessiz geçer. Pavel Amca, Bazarov’la yüzyüze gelir ama ilk çatışma için daha beklememiz gerekecektir. Bu dördüncü bölümün en sonunda Pavel Amca’nınyörüngesine biri daha katılır:
Pavel Petroviç de, kendi odasında, maden kömürünün hafif bir pırıltı ile yanmakta olduğu şöminenin karşısında, Gambles işi geniş bir koltukta, gece yarısından çok sonraya kadar oturdu…

Yüzü gergin ve üzgündü. Düşünceleri yalnız eski anılarla uğraşan bir insanın yüzü böyle olamazdı. Küçük arka odada, (evin bir başka odası) büyük bir sandık üzerinde, siyah saçlarını beyaz bir örtü ile örtmüş, mavi hırkalı genç bir kadın, Feniçka oturuyordu. Genç kadın kâh uyukluyor, kâh kulak kabartıyor, kâh aralık duran kapıdan bitişik odaya bakıyordu. Orada, bitişik odada bir çocuk karyolası görünüyor ve uyumakta olan bir çocuğun düzgün nefes alışları işitiliyordu.

Turgenyev’in amacı için okurun kafasında Pavel Amca ile Nikolay’ın metresini birleştirmek çok önemlidir. Arkadi, küçük bir erkek kardeşin, Mitya’nınvarlığını okurdan az sonra öğrenir.
ikinci yemek, kahvaltı, Bazarov’suz başlar. Daha ortam yeterince hazırlanmamıştır; Turgenyev, Arkadi yoluyla Bazarov’un düşüncelerini Pavel Amca’ya açıklarken Bazarov’u da kurbağa toplamaya yollar:
Arkadi gülümsedi:
— Bazarov ne midir?.. Amcacığım, aslında onun ne olduğunu söylememi mi istiyorsunuz?
— Lütfen sevgili yeğenim.
— O, bir nihilist’tir.
Nikolay Petroviç:
— Nasıl? diye sordu.
Pavel Petroviç ise, ucunda bir parça tereyağ bulunan bıçağını yukarı kaldırdı ve öylece kalakaldı. Arkadi tekrarladı.
— O, bir nihilist’tir.
Nikolay Petroviç:
— Nihilist, diye söylendi, benim bildiğime göre bu, Lâtince nihil, yani hiç sözcüğünden gelmektedir. Bu hesapça, bu söz, hiç… hiçbir şey tanımayan bir adam demektir, öyle değil mi?
Pavel Petroviç:
— Desene, hiçbir şeye saygı göstermeyen bir adam, diye tamamladı ve yeniden yağını ekmeğine sürmeye başladı.
Arkadi:
— Yani her şeye tenkidci bir gözle bakan adam, diye ekledi.
Pavel Petroviç:
— Bunların ikisi de aynı şey değil mi? diye sordu.
— Hayır, aynı şey değil. Nihilist, hiçbir otorite önünde eğilmeyen, ne kadar saygıdeğer olursa olsun hiçbir prensipe inanmayan adam demektir…
— Demek böyle. Görüyorum ki bu bize göre değil…
— Evet, eskiden hegelist’ler vardı, şimdi nihilist’ler. Bakalım, boşlukta, havasız fezada nasıl yaşayabileceksiniz? Kardeşim Nikolay Petroviç, lütfen şu zili çalar mısın, benim kakao içme zamanım geldi.
Hemen ardından Feniçka görünür. Hayran kalınacak bir betimleme:
Bu, yirmi üç yaşlarında, bembeyaz, yumuşacık, siyah saçlı, kara gözlü genç bir kadındı; dudakları, küçük bir çocuğunki gibi dolgun ve kırmızı, elleri küçük ve zarifti. Üzerinde temiz bir basma entari vardı. Yuvarlak omuzlarına, yeni ve mavi bir atkı atmıştı. Genç kadının elinde kocaman bir fincan kakao vardı. Kakaoyu Pavel Petroviç’in önüne koydu. Utancından kıpkırmızı olmuştu. Sıcak bir kan, kırmızı bir dalga halinde sevimli yüzünün ince derisi altında dolaştı, gözlerini yere indirdi. Parmaklarının ucu ile hafifçe masaya dayanarak orada durdu. Hem buraya gelmekle ayıp ettiğini, aynı zamanda, hem de buraya gelmeye hakkı olduğunu duyar gibi bir hali vardı.

Kurbağa avcısı Bazarov bu bölümün sonunda eve döner ve bir sonraki bölümde kahvaltı masası, Pavel Amca ile genç nihilistin, iki erkeğinde çok sayı aldığı ilk devre çatışmasının arenası olur:
— Arkadi Nikolayeviç, az önce bize, hiçbir otorite tanımadığınız, onlara inanmadığınızı söylemişti?
— Onları ne diye tanıyacakmışım?.. Onlara ne diye inanacakmışım? Bana işten söz ederler, ben de kabul ederim. Hepsi bu kadar.
Pavel Petroviç:
— Almanlar hep işten mi söz ederler? dedi ve yüzü, anlamsız, ilgisiz bir hal aldı.
Sanki dünyadan uzak, bulutların üstünde bir yere çekilmişti.
Bazarov, tartışmayı sürdürmek istemediğini gösteren kısa bir esnemeyle cevap verdi:
— Her zaman değil.
— Bana gelince ben günahkâr kulunuz, Almanlara değer vermiyorum… Şimdi ise birtakım kimyacılar, materyalistler türedi.
Bazarov onun sözünü keserek:
— iyi bir kimyacı her şairden yirmi kat faydalıdır, dedi.
Bir ‘örnek’ toplama gezisinde Bazarov kendisinin ve Turgenyev’in az rastlanan bir kınkanatlı türü dedikleri bir böcek bulmuştur. Burda uygun düşen terim kuşkusuz örnek değil tür, çünkü sözü edilen su böceği az rastlanan bir tür değil. Yalnızca doğal tarihi hiç bilmeyenlerin düştüğü bir yanılgıdır örnekle türü karıştırmak. Genellikle Bazarov’un örnek toplama betimlemelerinde Turgenyev epeyce aksıyor.
Turgenyev’in ilk çatışmayı oldukça özenle hazırlamasına karşın, Pavel Amca’nınkabalığının okura pek de gerçekçi gelmediğini farkederiz. «Gerçekçilik» derken demek istediğim, kuşkusuz, ortalama bir okurun ortalama bir uygarlık düzeyinde ortalama bir yaşam gerçekliğiyle bağdaştığını düşündüğü şey. Pavel Amca, okurun kafasına, karşısına çıkan bu çocukla yeğeninin arkadaşı, kardeşinin konuğu bir çocukcağızla böylesine kötü niyetli bir biçimde didişmeye kalkışmayacak, çok şık, çok deneyimli, bakımlı bir beyefendi olarak işlenmiştir bile.

Turgenyev’in kurduğu yapının anlaşılmaz bir özelliğinin, önceden olup bitenleri öykünün eylemine yayması olduğuna değinmiştim. Altıncı Bölümün sonundan bir örnek, «Ve Arkadi Bazarov’a Pavel Amcanın öyküsünü anlattı.» Öykü Yedinci Bölümde okura iletilirken daha önceden başlamış öykünün akışını belirgin bir biçimde böler. Burada Pavel Amca’nınbüyüleyici ve meşum Prenses R. ile 1830’larda yaşadığı aşk serüvenini okuruz. Bulmacasının çözümünü sonunda örgütlü bir gizemcilikte bulan bir sfenks olan bu romantik kadın, 1838’lerde Pavel Kirsanov’u bırakıp 1848’de ölür. Pavel Kirsanov, o günden beri, kardeşinin çiftliğine çekilmiştir.

Öykü ilerledikçe, Feniçka’nınyalnızca Nikolay Kirsanov’un gönlünde ölü karısı Mary’nin değil, Pavel Amca’nıngönlünde de Prenses R.’nin yerini tuttuğunu bulup çıkarırız; yalın bir yapısal simetri örneği daha. Feniçka’nınodası bize Pavel Amca’nın gözleriyle gösterilir:
içinde bulunduğu küçük ve alçak tavanlı oda çok temiz ve rahattı. Oda, mis gibi papatya ve melisa kokuyor, ayrıca döşemeden taze bir boya kokusu yayılıyordu. Duvar boyunca, arkalıkları rebap biçiminde sandalyeler sıralanmıştı. Bunlar, daha merhum general babaları tarafından bir sefer sırasında Polonya’dan satın alınmıştı. Bir köşede, yuvarlak kapaklı kakma bir sandığın yanıbaşında muslin cibinlikle örtülü küçük bir karyola duruyordu. Karşı köşede, keramet sahibi Nikola’nınbüyük ve karanlık portresi önünde bir kandil yanıyordu, azizin başındaki haleye tutturulmuş kırmızı bir kordeleye bağlı porselenden minimini bir yumurta, göğsüne doğru sarkıyordu. Pencerelere dizili, ağızları dikkatle bağlanmış geçen seneki reçellerle dolu kavanozlardan yeşil bir ışık sızıyordu. Bunların ağızlarını kapayan kâğıtların üzerinde, bizzat Feniçka’nın el yazısıyla ve büyük harflerle yazılmış «Krujovnik» kelimesi okunuyordu. Nikolay Petroviç bu reçeli pek severdi. Tavana uzun iple asılmış bir kafesin içinde kısa kuyruklu bir ispinos vardı. Kuş durmadan ötüyor, boyuna zıplıyordu. Kafes de durmadan sallanıyor ve titriyordu. Kenevir tohumları, hafif sesler çıkararak yerlere düşüyordu. İki pencere arasında duran bir komodinin üst tarafında, duvarda, Nikolay Petroviç’in, buradan geçen bir ressam tarafından oldukça kötü yapılmış çeşitli pozlardaki resimleri asılıydı. Burada Feniçka’nında kendisine hiç benzemeyen bir fotoğrafı vardı. Gözleri hiç fark edilmeyen bir yüz, siyah bir fon üzerinde acayip bir gülüşle gülüyordu. Fotoğrafta bundan başka bir şey fark etmek mümkün değildi. Feniçka’nınresmi üzerinde, bir Çerkeş yamçısına sarınmış olan General Yermolov tehdid edici bir eda ile kaşlarını çatmış, uzak Kafkas dağlarına bakıyordu. Aynı çiviye asılı olan ipekten bir iğne yastığı, Yermolov’un alnına doğru sarkmıştı.
Şimdi de, yazar Feniçka’nıngeçmişini anlatabilsin diye, öykünün nasıl duraladığma bakın:
«Nikolay Petroviç, Feniçka ile şöyle tanışmıştı: Nikolay Petroviç üç yıl kadar önce, uzak taşra şehirlerinden birinin misafirhanesinde gecelemek zorunda kalmıştı. Kendisine ayrılan odanın temizliği, yatak takımlarının yeniliği, onu hoş bir hayret içinde bırakmış…

Nikolay Petroviç o sıralarda yeni malikanesine yerleşmişti. Çiftliğinde toprak kölesi çalıştırmak istemediğinden, kendisine ücretle çalışacak kimseler arıyordu. Misafirhaneyi idare eden kadın da şehirden gelip geçen yolcuların azlığından, zamanın kötülüğünden şikayet etti. Nikolay Petroviç ona, çiftlikteki evinin idaresini teklif etti. Kadın bu teklifi kabul etti. Kadının kocası, Feniçka adlı bir kız çocuğu bırakarak çoktan ölmüştü… O sıralar on yedisini bitirmiş olan Feniçka’ dan kimse söz etmez, kimse onu görmezdi. Genç kız sessiz, sakin bir yaşayış sürdürüyordu. Nikolay Petroviç, ancak Pazar günleri, köy kilisesinin loş bir köşesinde onun beyaz yüzünün incecik profilini görebilirdi. Böylece, bir yıldan fazla bir zaman geçti. Ama, onun Nikolay Petroviç’in üzerinde bıraktığı izlenimler pek de çabuk geçmedi. Genç kızın ürkekçe yukarı doğru kalkmış o temiz, o ince yüzü daima gözleri önünde canlanıyor, saçlarının yumuşaklığını avuçlarında duyuyor, yarı aralık duran mûsum dudaklarını, bu dudakların arasından inci gibi pırıldıyan hafif ıslak dişlerini görür gibi oluyordu. Kilisede büyük bir dikkatle genç kıza bakmaya, onunla konuşmak fırsatlarını kollamaya başladı.

Genç kız yavaş yavaş Nikolay Petroviç’e alışmaya başladı. Ama onu gördüğü zamanlar yine de ürkeklik göstermekten geri kalmıyordu. Derken kızın annesi Arina, birdenbire koleradan ölüverdi. Feniçka nınhali ne olacaktı?.. Gerçi annesinden ona, temizlik, ağırbaşlılık, düzen sevgisi miras olarak kalmıştı. Ama Feniçka öylesine genç, öylesine yalnızdı ki… Nikolay Petroviç de öylesine iyi yürekli, öylesine alçakgönüllü idi ki… Artık üst tarafını anlatmak gerekir mi?..»
Ayrıntılar hayranlık uyandırıyor, o iltihaplı göz tam bir sanat yapıtı ama yapıda aksamalar var; bu öyküyü bitiren bölüm aksak ve kararsız. «Artık üst tarafını anlatmak gerekir mi?…» Birtakım şeylerin okurca son derece iyi bilindiğini, dolayısıyla betimlemeye değmediğini sezdiren garip ve aptalca bir söz. Turgenyev’in böyle sanıp erdem taslayarak maskelediği olayı ayrıntılarıyla düşlemek duyarlı okura hiç de güç gelmeyecektir.
Bazarov’la Feniçka karşılaşırlar; Feniçka’nın bebeğinin Bazarov’a tu tulu vermesini hiç yadırgamayız. Bazarov’un yalın küçük kişilerle; sakallı köylüler, haşan çocuklar, hizmetçi kızlarla nasıl anlaştığını zaten biliyoruz. Bazarov’la birlikte, Yaşlı Kirsanov’dan Schubert dinleriz.

Onuncu Bölümün başı bir başka tipik Turgenyev tekniğini örnekler kısa romanlarının sonsözlerinde, ya da, burada olduğu gibi yazar durup roman kişilerinin düzenlenişini ve dağılımını gözden geçirmeyi gerekli bulduğunda kulağımıza çalman bir vurgu. Şöyle bir şey; aslında nerede olduğumuzu belirlemek için bir duralama bu. Bazarov öteki kişilerin ona gösterdiği tepkiyle sınıflandırılır:
Evdekilerin hepsi de ona, onun patavatsız davranışlarına, biraz karışık ve rabıtasız sözlerine alışmışlardı. Özellikle Feniçka ona öylesine alışmıştı ki, Mitya’ya Ispazmoz geldiği bir gece Bazarov’u uykusundan kaldırtmıştı. Bazarov, Feniçka’nın odasına gelmiş, her zamanki gibi, yarı şaka ederek, yarı esneyerek genç kadının yanında iki saat kalmış ve çocuğu tedavi etmişti. Buna karşılık Pavel Petroviç, bütün varlığıyla Bazarov’dan nefret ediyor, onu kibirli, küstah, edepsiz, ayak takımından biri sayıyordu. Bazarov’un kendisini saymadığını, kendisini, yani Pavel Petroviç Kirsanov’u âdeta küçümsediğini hissediyordu. Nikolay Petroviç, genç «nihilistten çekiniyor. Arkadi’ye etki yaparak onu da nihilist yapmasından korkuyordu. Ama Bazarov’un anlattıklarını seve seve dinliyor, yaptığı fizik ve kimya deneylerini seve seve seyrediyordu. Bazarov beraberinde bir de mikroskop getirmişti. Saatlerce bununla vakit geçiriyordu. Hizmetçilerle alay etmesine rağmen onlar da kendisine bağlanmışlardı; Bazarov’un bir bey olmayıp ne de olsa kendilerinden biri olduğunu anlıyorlardı… Çiftlikteki çocuklar «tohtur»un peşinden köpek yavruları gibi ayrılmıyorlardı. Yalnız ihtiyar Prokofyiç, Bazarov’u sevmiyor, sofrada ona asık bir suratla hizmet ediyor…
Prokofyiç de, kendine göre, aristokratlıktan yana Pavel Petroviç’ten aşağı kalmıyordu.
Romanda ilk kez, Lermontov açısından çok iyi betimlenmiş ama bıktırıcı bir «Gizlice Kulak Verme Tekniği»yle karşılaşırız:
Bir seferinde, nedense, gecikmişlerdi. Nikolay Petroviç onları bahçede karşılamaya çıkmıştı. Kameriyenin hizasına gelince, birdenbire hızlı adımlar ve delikanlıların seslerini duydu. Onlar kameriyenin öteki yanından yürüdükleri için Nikolay Petroviç’i göremezlerdi. Arkadi
— Sen babamı yeteri kadar bilmiyorsun, diyordu.
Nikolay Petroviç gizlendi. Bazarov .
— Baban iyi bir adam ama, geri kafalı, dedi, ununu eleyip eleğini asmış.
Nikolay Petroviç kulak kabarttı. Arkadi hiç cevap vermedi.
‘Geri kafalı adam’ iki dakika kadar kımıldamadan durdu, sonra ağır ağır evine yollandı. Bazarov sözlerine devam etti
— Dikkat ediyorum, üçüncü gündür Puşkin’i okuyor. Bunun hiçbir işe yaramadığını rica ederim kendisine anlat. Artık çocuk değil, bu saçmaları atmak zamanı geldi. Bu devirde romantik olmanın anlamı mı var?.. Ona faydalı bir şey ver de okusun!..
Arkadi
— Ona ne versek acaba? diye sordu.
— Öyle sanıyorum ki, ilk ağızda Büchner’in Stoff und Kraft’ı* fena olmasa gerek.
Bu düşünceyi doğru bulan Arkadi
— Ben de böyle düşünüyorum, dedi, Stoff und Kraft, popüler bir dille yazılmıştır.
Turgenyev sanki öyküsüne canlılık katmak için yapay birtakım yapılar arıyor: Stoff und Kraft hafif, güldürücü bir rahatlama getirir. Kolyazin Amca’nın yetiştirdiği, Kirsanov’ların kuzeni Matthew Kolyazin tipinde yeni bir kukla yaratılır. Yerel valinin etkinliklerini denetleyen bir devlet denetmeni olan bu Matthew Kolyazin, Turgenyev’in olayların akışını yeniden düzenlemesine aracılık edecek ve Arkadi ile Bazarov’un kente, Bazarov’un, Pavel Amca’nın Prenses R’sine yakınlığı yadsmamayacak büyüleyici bir hanımla karşılaşmasını sağlayacak yolculuğa çıkmalarına yol açacaktır.
Pavel Amca ile Bazarov, aralarındaki kavganın ikinci devresinde, ilk kavgalarından iki hafta sonra akşam çayında karşı karşıya gelirler. (Aradaki, belki 50 yemeği —her gün üç öğün çarpı ondört— bu okur hayalmeyal düşleyebiliyor.) Ama önce kozlar paylaşılmalı:
«Komşu derebeylerinden birinden söz ediliyordu. Petersburg’da bu derebeyi ile tanışmış olan Bazarov, ilgisizce; Alçak, aristokratçık’ dedi.
Pavel Petroviç, dudakları titreyerek söze başladı .
— Sormama müsaade buyurunuz, sizin anlayışınıza göre ‘alçak’ ile ‘aristokrat’ bir mânâya mı gelir?
Bazarov ağır ağır çayını yudumlayarak cevap verdi.
— Ben ‘aristokratçık’ dedim…
Pavel Petroviç sarardı.
— Bu tamamıyla ayrı bir meseledir. Şimdi kalkıp da, sizin deyiminizle, niçin ellerimi bağlayıp oturduğumu size açıklamak gereğini duymuyorum. Yalnız size şunu söylemek isterim; Soyluluk bir prensiptir. Oysa ki, zamanımızda ancak ahlâksız ve değersiz insanlar prensipsiz yaşayabilirler…
Pavel Petroviç hafifçe gözlerini kırptı ve tuhaf bir sakin sesle sözlerine devam etti:
— Demek böyle ha!.. Nihilizm her derde deva olmak zorundadır, siz de bizim kurtarıcı ve kahramanlarımızsınız! .. Güzel! Peki ama, şu halde siz ne diye, hiç değilse sizin durumunuzda olan öteki suçlayıcılara saldırıyorsunuz?.. Siz de bütün ötekiler gibi gevezelik etmiyor musunuz?..
— Tartışmamız çok ileri gitti. Bu kadarla bıraksak daha iyi olur sanıyorum.
Sonra ayağa kalkarak ekledi:
— Bugünkü yaşayışımızda, aile ve toplum yaşayışımızında, tam ve merhametsiz bir tenkide lâyık olmayan bir tanecik karar gösterirseniz, ben düşüncelerinizi kabule hazırım…
— Beni dinleyin Pavel Petroviç, birdenbire herhangi bir şey bulabileceğiniz, şüphelidir. Kendinize iki gün mühlet veriniz! Memleketimizdeki bütün sınıfları inceleyiniz. Bunlardan biri üzerinde ayrı ayrı durunuz! Biz de o zamana kadar Arkadi ile şöyle…
Pavel Petroviç .
— İşiniz gücünüz her şeyle alay etmek, dedi.
— Hayır, kurbağa kesmek. Gidelim Arkadi. Allahaısmarladık baylar.»
Turgenyev’in hâlâ kişilerinin kafalarını betimlemekle, kahramanları eyleme geçirmek yerine sahneleri kurmakla uğraşması anlaşılacak gibi değil. Bu, iki kardeşin, Pavel ile Nikolay’ın karşılaştırıldığı Onbirinci Bölümde, şu küçücük doğa görünümünün rastgele araya sokuşturulduğu yerde özellikle belirgindir.
«Artık akşam oluyordu. Güneş, bahçeden yarım verst uzaklıktaki akça kavak koruluğunun arkasında kaybolmuştu. Koruluğun gölgesi, hareketsiz tarlalarda alabildiğine uzanıyordu.»
Bunu izleyen bölümler Arkadi ile Bazarov’un kente gidişine ayrılmıştır. Kasaba, şimdi Kirsanovların çiftliği ile kasabadan ters yönde 25 mil ötedeki, Bazarov’un memleketi arasındaki orta nokta ve yapısal bağdır.
Apaçık grotesk birtakım kişiler gösterilir. Madam Odintsova’nınadı ilk kez ilerici bir feminist hanımın evindeki bir konuşmada geçer:
«Bazarov üçüncü kadehi içerken sordu,
— Burada güzel kadınlar var mı?
Kukşine.
— Evet, var, diye cevap verdi, ama hepsi de basit insanlar. Meselâ mon amie Odintsova fena bir kadın değildir. Ama ne yazık ki tuhaf bir şöhreti var.»
Bazarov, Madam Odintsova’yı ilk kez valinin balosunda görür.
«Arkadi etrafına bakındı ve salonun kapısında duran uzun boylu, siyah tuvaletli bir kadın gördü. Kadının duruş ve edasındaki incelik, Arkadi’yi şaşırttı. Aşağıya sarkıttığı çıplak kollan, düzgün vücuduyla güzel bir uygunluk içinde idi. Başına iliştirdiği küpe çiçekleri, parlak saçlarından yuvarlak omuzlarına doğru tatlı bir güzellikle sarkıyordu. Biraz çıkıntılı beyaz alnının altındaki parlak gözleri, zeki, sakin —düşünceli değil, özellikle sakin— bir bakışla bakıyordu. Dudaklarında, belli belirsiz bir gülümseme gizleniyordu. Kadının yüzünden, okşayıcı, yumuşak bir güç yayılıyordu. …
Bazarov da Odintsova’ya dikkat etmişti
— Bu da kimmiş?.. Öteki kanlara benzemiyor.»
Arkadi onunla tanıştırılır ve bir sonraki mazurka için
höz alır.
«Bütün bunlara rağmen Arkadi, ömründe böylesine güzel bir kadına rastlamadığına karar verdi. Sesinin ûhengi kulaklarından bir türlü gitmiyordu. Hattâ elbisesinin kıvrımları bile öteki kadmlarınkinden büsbütün başka bir biçimde, daha düzgün, daha geniş görünüyordu. Hareketleri de, özellikle düzgün, aynı zamanda tabii idi.»
Dansetmek yerine (iyi dansedemez) Arkadi mazurka boyunca onunla söyleşir,
«Arkadi ise onun yanında bulunmaktan, onun gözlerine, o harikulade alnına, bütün o sevimli, kurumlu ve zeki yüzüne bakarak onunla konuşmaktan duyduğu sonsuz Inr mutluluk içinde yine gevezeliğe başlıyordu. Odintsova az konuşuyordu. Arkadi onun bazı sözlerinden, bu genç kadının çok şeyler ve çok heyecanlar görüp geçirdiğini anladı.
Genç kadın, Arkadi’ye
— Bay Sitnikov sizi bana getirdiği zaman yanınızda duran genç kimdi? diye sordu.
Arkadi
— Demek siz onu gördünüz? dedi, ne kadar sempatik hir yüzü var, değil mi? O, Bazarov adlı bir arkadaşımdır.
Arkadi, ‘arkadaşından’ söz etmeye koyuldu. Arkadi,
Bazarov’dan öylesine tafsilâtlı ve öylesine heyecanla söz etti ki, Odintsova, Bazarov’a dönerek onu dikkatle gözden geçirdi.
… Vali, Odintsova ya yaklaştı, akşam yemeğinin hazır olduğunu bildirdi ve önemli bir kişi edasıyla kolunu kadına verdi. Kadın giderken, Arkadi’yi son bir defa daha selâmlamak ve ona gülümsemek için başını arkaya çevirdi. Arkadi, yerlere kadar eğilerek kadını selâmladı, arkasından baktı. (Siyah ipeğin esmer pırıltıları içinde, kadının endamı ona ne kadar düzgün görünmüştü).
… Bulunduğu köşeye gelir gelmez Bazarov sordu:
— Ne haber?.. Memnun musun?.. Bura beylerinden biri şimdi bu kadının pek yaman olduğunu söyledi! Ama, herif galiba aptalın biri!.. Sen ne düşünüyorsun, bu kadın gerçekten de yaman mı?..
Arkadi
— Ben bu yargıdan hiçbir şey anlamıyorum, dedi.
— Amma da yaptın ha!.. Ağucuk bebek!
— O halde sana bunu söyleyen adamı ben anlamıyorum. Odintsova çok sevimli bir kadın, buna şüphe yok!.. Ama, öylesine soğuk ve ciddi davranıyor ki…
Bazarov, arkadaşının sözünü keserek:
— Bilirsin ya: Durgun sularda… Odintsova’nın soğuk olduğunu söylüyorsun!.. Asıl işin tadı orada ya!.. Ama sen dondurma seversin?..
Arkadi
— Belki, dedi, ben bu konuda yargıda bulunamam. Kadın seninle tanışmak istiyor, seni ona götürmemi rica etti.
— Beni ona nasıl anlattığını tasavvur ederim. Ama iyi davranmışsın!.. Götür beni. Ne olursa olsun, ister il yıldızı, ister Kukşina gibi ‘serbest’ bir kadın olsun, onun öyle omuzları var ki… Ben çoktandır böylesini görmedim.»
Turgenyev burada sanatının doruğunda; ince, canlı bir fırça (o boz cila eşsiz), özenilecek bir renk, ışık ve gölge anlayışı. «Pek yaman» (mymymy), Rusça ünlü deyim ‘oyoyoy’, New York’da bugün de Rus kökenli Ermeni, Yahudi ve Yunanlı toplulukların koruduğu bir deyimdir. Ertesi gün Madam Odintsova’ya tanıştırıldığında güçlü erkek Bazarov’un da kendine güveninin satılabileceğinin ilk kez açık edilişine bakın.
«Arkadi, Bazarov’u ona tanıttı. Odintsova’nm, dün geceki gibi, tamamıyla sakin kalışına karşılık, Bazarov’un utanır gibi olduğunu gizli bir hayretle fark etti. Bazarov da utandığını hissetmiş ve buna canı sıkılmıştı. Kendi kendine. ‘Amma da iş ha! Kanlardan korktuk!’ diye düşündü ve Sitnikov’un oturuşunu andıran bir eda ile koltuğa yayıldı, büyütülmüş bir lâübalilikle konuşmaya başladı. Odintsova ise parlak gözlerini ondan ayırmıyordu.
Su götürmez halk çocuğu, Bazarov, soylu Anna’ya delicesine tutulacaktır.
Turgenyev bıktırmaya başlayan yöntemini yineler; genç dul Anna Odintsova’nıngeçmişinin anlatıldığı yaşam öyküsünün çizimi için bir duralama, (Odintsov’la evliliği, onun ölümüne değin altı yıl sürmüştür.) Madam Odintsova, kabasaba dış görünüşünün gerisinde Bazarov’un çekiciliğini görür. Tolstoy’un önemli bir gözlemi: Madam Odintsova’yı iten tek şey bayağılıktı, hiç kimse de Bazarov’u bayağılıkla suçlayamazdı.
Şimdi Bazarov ve Arkadi ile Anna’nıno pek sevimli çiftliğine gidiyoruz. Orada 15 gün geçirecekler. Çiftlik evi, Nikolskoe, kentten birkaç mil ötede kurulmuştur; Bazarov buradan Baba evine gitmeye niyetlidir. Mikroskobuyla birkaç eşyasını, Maryino’da, Kirsanovların evinde bırakmasını gözden kaçırmayın. Bazarov’u, Pavel Amca Feniçka Bazarov izleğini bütünlemek üzere Kirsanov’lara geri getirmek için Turgenyev’in özenle hazırladığı bir küçük oyun bu.

Bu Nikolskoe bölümlerinde, Katya ile tazmin ortaya çıkışı gibi eşsiz küçük sahneler var:
Mavi tasmalı güzel bir tazı, ayaklarıyla sesler çıkararak odaya girdi. Tazmin arkasından, siyah saçlı, esmer, biraz yuvarlak ama güzel yüzlü, kara gözlü, on sekiz yaşlarında genç bir kız da içeri girdi. Kızın elinde çiçek dolu bir sepet vardı. Odintsova, bir baş hareketiyle genç kızı göstererek
— İşte size benim Katya’ın, dedi.
Genç kız hafifçe dizlerini büktü: Sonra ablasının yanma oturarak çiçekleri düzeltmeye koyuldu.
… Katya konuşurken çok sevimli, utangaç ve açık, gülümsüyor, âdeta aşağıdan yukarı, tuhaf ve sert bakıyordu. Kızın her halinde, sesinde, yüzündeki ayva tüylerinde, avuçları beyazımtırak daireciklerle örtülü pembe beyaz ellerinde, biraz darca omuzlarında, buram buram tüten bir gençlik vardı.
Katya durmadan kızarıyor, sık sık içini çekiyordu.
Artık Bazarov ile Anna’dan birkaç iyi söyleşi bekliyoruz; beklentimiz boşa çıkmıyor: İşte Onaltıncı Bölümde
1 no.’lu konuşma («Evet, ben. Bu biraz tuhafınıza gitti galiba?..» gibisinden bir şey), 2 no.’lu konuşma bir sonraki bölümde, 3 no.’lu konuşma ise Onsekizinci Bölümde. 1 no.’lu konuşmada Bazarov devrin ilerici gençlerinin basmakalıp düşüncelerini dile getirir, Anna sâkin, incelikli, ve dingindir. Teyzesinin çaıpıcı betimine bakın:
Anna Sergeyevna nınteyzesi Prenses X… içeri girdi. Bu, zayıf, ufak tefek, yumruk kadar suratlı, dik ve ters bakışlı, kır peruklu bir kadındı. Hafifçe, belli belirsiz, misafirleri selâmlayarak, kendisinden başka kimsenin oturmaya hakkı olmayan, geniş bir kadife koltuğa oturdu. Katya, teyzesinin ayakları altına küçük bir tabure koydu. İhtiyar kadın Katya’ya teşekkür etmedi. Hattâ ona bakmadı bile. Yalnız, bütün vücudunu örten sarı şalının altında ellerini kımıldattı. Prenses sarı rengi severdi. Başlığındaki kurdelalar bile acı sarı renginde idi.
Arkadi’nin babasından Schubert dinlemiştik. Şimdi Katya, Mozart’ın C minör Fantasia’smı çalar: Turgenyev’in bu ayrıntılı müzik göndermeleri düşmanı Dostoyevski’yi delicesine kızdıran bir şeydi. Derken ikisi de bitkibilimci kesilirler, sonra da Anna’nınkişiliğinin anlatımına ekleme
ler yapmak için yine duralarız. Doktor garip biri, diye düşünür Anna.
«Çofe geçmeden Bazarov korkunç bir aşkın pençesine düşer: Odintsova akima geldikçe damarlarındaki kan tutuşuyordu. Kanıyla kolayca başa çıkabilirdi. Ama içine, her zaman alay ettiği, hiçbir zaman hoş görmediği bir şeyler girmiş, yerleşmişti. İşte bu hal onun bütün gururunu ayaklandırıyordu. Bu anlarında, birdenbire, bir gün gelip bu temiz kolların boynuna dolanacağını, bu mağrur dudakların öpücüklerine karşılık vereceğini, bu zeki gözlerin şefkatle —evet şefkatle— kendi gözleri üzerinde duracağını hayalinde canlandırıyor ve bundan bir an için başı dönerek, içinde yeniden bir öfke dalgası kabarıncaya kadar, kendinden geçiyordu. Sanki şeytan onunla alay ediyormuş gibi, bizzat kendi kendini her çeşit ‘utanç verici’ düşünceler üzerinde avlıyordu. Bazan ona, Odintsova’ da da bazı değişiklikler oluyor, kadının yüz ifadesinde özel birtakım mânâlar beliriyor gibi geliyordu. Kim bilir, belki de… Ama, düşüncesinin bu noktasında, ayaklarını yere vuruyor, ya da dişlerini gıcırdatıyor, yumruğuyla kendi kendini tehdid ediyordu.»
(Diş gıcırdatma ile yumruk sallama beni hiçbir zaman etkilememiştir.) Gitmeye karar verir ve «kadın sapsarı kesildi.»
Yevgeni’nin sonunda eve gelmeye karar verip vermediğini öğrenmek için Bazarov’un yaşlı lalasının çıkagelmesiyle dokunaklı bir hava yaratılır. Bu, tüm romanda en başarılı izleğin, Bazarov ailesi izleğinin başlangıcıdır.
Şimdi 2 no.’lu söyleşiye hazırız. Evin içinde bir yaz gecesi sahnesi, pencere de o çok bildik romantik rolünde .
«Odintsova sesini alçaltarak sordu:
— Niçin gidiyorsunuz?..
Bazarov, Odintsova’ya baktı. Genç kadın, başını oturmakta olduğu koltuğun arkalığına dayamış, dirseğine kadar çıplak olan kollarını da göğsü üzerinde çaprazlama kavuşturmuştu. Yüzü, kâğıt abajurlu biricik lâmbanın ışığı altında daha solgun görünüyordu. Geniş beyaz robunun yumuşak kıvrımları, bütün vücudunu kaplamıştı. Üst üste attığı ayaklarının uçları güçlükle görülebiliyordu.
Bazarov
— Ama niçin kalayım? diye cevap verdi.
Odintsova hafifçe başını çevirdi:
— Ne demek niçin?.. Acaba burası hoşunuza gitmedi mi? Yoksa, gidişinizden kimsenin üzülmeyeceğini mi sanıyorsunuz?
— Buna eminim.
Odintsova bir an için sustu. Sonra
— Boşuna böyle düşünüyorsunuz, diye ilâve etti, zaten ben size inanmıyorum. Bunu ciddi olarak söyleyemezdiniz!..
Bazarov hareketsiz oturmakta devam ediyordu.
— Yevgeni Vasilyiç, niye susuyorsunuz?
— Ne söyleyebilirim?.. Genel olarak insanlara acımaya değmez, bana ise haydi haydi. …
— Şu pencereyi açar mısınız?.. Boğucu bir hava var…
Bazarov kalktı ve pencereyi itti. Pencere birden gürültü ile açıldı. Delikanlı pencerenin böylesine kolay açılacağını ummamıştı. Üstelik elleri de titriyordu. Hemen hemen karanlık gökyüzüyle, hafifçe hışırdayan ağaçlarıyla, taze kokulu serbest havasıyla, karanlık, yumuşak bir gece odaya bakıverdi. …
Bazarov boğuk bir sesle .
— Dost olduk., diye mırıldandı.
— Evet!.. Sahi, ben gitmek istediğinizi unutmuştum.
Bazarov ayağa kalktı. Lâmba, güzel kokulu, loş ve sessiz odanın ortasında soluk bir ışıkla yanıyordu. Zaman zaman hafifçe sallanan perdenin arasından gecenin ürpertici serinliği giriyor, onun esrarlı fısıltıları duyuluyordu. Odintsova’nınvücudunun hiçbir organı kımıldamıyordu. Ama, gizli bir heyecan yavaş yavaş onu sarmaya başlamıştı. Bu heyecan Bazarov’a da geçti. Birdenbire kendisini genç ve çok güzel bir kadınla başbaşa hissetti.
Odintsova yavaşça sordu
— Siz nereye?..
Bazarov hiçbir cevap vermedi, kendini bir sandalyeye bıraktı. …
Odintsova fısıltı ile:
— Durunuz, dedi.
Gözleri Bazarov’a dikildi. Onu dikkatle süzüyordu.
Bazarov odanın içinde yürüdü. Sonra birdenbire genç kadına yaklaştı. Acele acele‘Allahaısmarladık’ dedi ve genç kadının elini, âdeta onu bağırtacak kadar kuvvetle sıktı ve odadan dışarı çıktı.
Odintsova birbirine yapışan parmaklarını dudaklarına götürdü, üfledi. Birdenbire, hızla koltuktan fırlayarak, Bazarov’u geri çevirmek isteğiyle ve acele adımlarla kapıya koştu. …
Saç örgüsü başından kurtuldu, kara bir yılan gibi omuzları üstüne düştü.
Odintsova’nın odasında lâmba; daha uzun bir süre yandı. Genç kadın uzun bir süre hareketsiz durdu. Yalnız arasıra, gece soğuğunun üşüttüğü parmaklarını ovuşturdu.
Bazarov ise, çiyden ıslanmış kunduralarıyla, karmakarışık saçlarıyla, asık bir suratla, iki saat sonra odasına döndü.
Onsekizinci Bölümde, sondaki tutkulu bir patlamayla üçüncü söyleşi ve yine pencere:
Odintsova iki elini de ileri doğru uzattı. Bazarov ise alnını pencerenin camına dayadı. Soluğu tutulmuştu : Bütün vücudu zangır zangır titriyordu. Ama bu, ne gençlik ürkekliğinden gelme bir titreyişti, ne de ilk aşk ilânının benliğini saran tatlı dehşetiydi. Onu saran bir ihtirastı, ağır, güçlü bir ihtiras… Öfkeye benzeyen, belki de ona yakın bir ihtiras. Odintsova hem ondan korkmuş, hem ona acımıştı.
— Yevgeni Vasilyiç, diye mırıldandı.
Sesinde, tutamadığı bir tatlılık, yumuşaklık vardı.
Bazarov hızla döndü. Odintsova’ya yiyecekmiş gibi baktı. Kadının her iki elinden kavrayarak, onu birdenbire kendine, göğsüne doğru çekti.
Genç kadın, Bazarov’un kolları arasından hemen kurtulmadı. Ama, bir an sonra kadın, odanın uzak bir köşesinden delikanlıya bakmakta idi. Bazarov kadına doğru atıldı. Kadın, aceleci bir korku ile
— Siz beni anlamadınız, diye fısıldadı.
Görünüşe göre delikanlı bir adım daha atsaydı, kadın bağıracaktı. Bazarov dudaklarını ısırdı ve odadan çıktı.
Ondokuzuncu Bölümde Bazarov ile Kirsanov, Nikolskoe’ dan ayrılırlar. (Sitnikov’un gelişi güldürücü bir rahatlama etkisi sağlamak için kullanılmıştır, ama sanatsal olarak gereğinden fazla hazırlop ve hiç de doyurucu değil.) Şimdi Bazarov’un yaşlı ana babasıyla üç gün geçireceğiz; üç yıllık bir ayrılıktan sonra üç gün:
«Bazarov, tarantastan sarktı. Arkadi de arkadaşının omuzları üzerinden başını uzattı. Köşkün merdivenlerinde, uzun boylu, saçları dağınık, ince kartal burunlu, zayıf bir adam gördü. Adamın sırtında, düğmeleri iliklenmemiş eski bir askeri ceket, ağzında da uzun bir çubuk vardı. Bacaklarını birbirinden ayırmış bir halde duruyor, gözlerini güneşten kırpıştırıyordu.
Araba durdu. Bazarov’un babası, parmakları arasında zıplatmakla beraber, çubuğunu içmekte devam ederek
— Nihayet geldin, dedi, haydi in, aşağı in de seninle şöyle bir kucaklaşalım!
İhtiyar adam oğlunu kucakladı. Bu sırada, titrek bir kadın sesi duyuldu:
— Yenuşa, Yenuşa!
Evin kapısı açıldı. Eşikte, kısa boylu, yuvarlak, yaşlı bir kadın göründü. Başında beyaz bir başlık, sırtında da alacalı bir buluz vardı. Kadıncağız derin bir ah çekti, sallandı, Bazarov onu tutmamış olsaydı muhakkak yere yuvarlanacaktı. İhtiyar kadının şişman kolları birdenbire Bazarov’un boynuna dolandı. Başı delikanlının göğsüne yaslandı. Bir an için her şey sustu. Yalnız ihtiyar kadının, kesik kesik hıçkırıkları duyuluyordu.»
Bu, küçük bir çiftlik; Bazarov’ların yalnızca 22 canı vardır. General Kirsanov’un alayında hizmet etmiş yaşlı Bazarov devrin çok gerisinde, eski tip bir taşra doktorudur. İlk konuşmalarında özgür, kayıtsız oğlunu sıkan dokunaklı bir havaya girer. Anne, Yevgeni’nin —üç yıldan sonra— ne kadar kalacağını merak eder. Turgenyev bu bölümü Madam Bazarov’un ailesini ve Bazarov’ların düşünce biçimini betimleyerek, çok iyi bildiğimiz bir yöntemiyle, yaşamöyküsü duralamasıyla bitirir.
İkinci konuşma, bu kez yaşlı Bazarov ile Arkadi arasında geçer. (Yevgeni erken kalkıp dolaşmaya çıkmıştır, bir şeyler toplayabildi mi diye meraklanıyor insan). Yaşlı Bazarov’un konuşması, Arkadi’nin, Yevgeni’nin arkadaşı ve ona hayranlığı çevresinde yayılır: Yaşlı adamın içimizi burkan bir tavırla tadını çıkardığı, işte oğluna duyulan bu hayranlıktır. Üçüncüsü, Yevgeni’nin yaşamıyla ilgili birkaç ayrıntıyı öğrendiğimiz, bir saman yığınının gölgesinde, Yevgeni ile Arkadi arasında geçen bir konuşmadır. Yevgeni burada üstüste iki yıl kalmış, arasıra da başka yerlerde dolaşmıştı; babası orduda doktor olduğundan gezgin bir yaşam sürmüştü. Konuşma düşünsel bir niteliğe bürünür ama hafif bir tartışmayla biter.
Yevgeni birden gitmeye karar verince, bir ay sonra dönmeye söz vermesine karşın gerçek dram başlar.
«Daha birkaç dakika önce merdiven başından yiğitçe mendil sallayan Vasili İvanoviç de kendini bir sandalyeye bıraktı. Başı göğsüne düştü. Titrek bir sesle kendi kendine söylenmeye başladı. ‘Attı bizi, attı… Evet bizi attı… Burada bizim yanımızda sıkıldı…’ İhtiyar doktor, her seferinde sağ elinin şehadet parmağını kaldırarak birkaç sefer tekrarladı: ‘Şimdi şu parmak gibi yalnız kaldık!’
İşte o zaman Arina Vlasyevna kocasına yaklaştı. Kendi ağarmış başını, kocasının başına dayayarak.
— Ne yapalım Vasili’ciğim, dedi, oğul demek kopmuş bir parça demektir. O tıpkı bir şahine benzer Canı istedi geldi, canı istedi gitti. Oysa ki biz ikimiz, sen ve ben, bir ağaç kovuğunda yetişen iki mantar gibiyiz… Yanyana oturuyor, yerimizden kımıldamıyoruz. Senin için ömrüm boyunca değişmemiş olarak yalnız ben kalırım. Nasıl ki sen de benim için öyle kalırsın!
Vasili İvanoviç ellerini yüzünden ayırdı. Karısını, hayat arkadaşını gençliğinde bile duymadığı bir güçle kucakladı. Karısı onu avutmuş, acılarını unutturmuştu.»
İki arkadaş, hiç gereği yokken, Bazarov’un aklına estiği için beklenmedikleri Nikolskoe’ya uğrarlar. Orada dört tatsız saat geçirip (Katya odasında olmak üzere), Maryino’ya geçerler. On gün sonra Arkadi, Nikolskoe’ya döner. Asıl neden, Pavel Amca ile Bazarov arasındaki beklenen kavga koptuğunda Turgenyev’in onu ayak altından uzaklaştırması zorunluluğudur. Bazarov’un orada kalmasının hiçbir açıklaması yoktur: basit deneylerini ana baba evinde de aynı başarıyla yürütebilirdi. Artık Bazarov ile Feniçka izleği başlar ve «Gizlice Kulak Verme Tekniği»yle birlikte leylâklı kameryedeki o ünlü sahneye gelir sıra:
— Konuşmanızı da seviyorum. Tıpkı bir suyun çağlayışı gibi konuşuyorsunuz!
Feniçka başını öbür yana çevirdi. Parmaklarıyla çiçekleri karıştırarak:
— Ne tuhafsınız, dedi, beni dinleyip de ne yapacaksınız?.. Siz kim bilir ne akıllı bayanlarla konuşmuşsunuzdur!
— Ah Feodosya Nikolayevna! İnanın bana. Dünyanın bütün akıllı bayanları bir araya gelse sizin tırnağınızın ucu bile olamaz!
Genç kadın .
— Neler de uyduruyorsunuz, diye fısıldadı ve kollarını kavuşturdu. …
— Öyleyse ben söyleyeyim . Bu güllerden birini istiyorum.
Feniçka yine güldü, hattâ ellerini çırptı, Bazarov’un bu isteğini öylesine eğlenceli bulmuştu. Feniçka hem gülüyor, hem de koltuklarının kabardığını hissediyordu. Bazarov gözlerini ona dikmiş, bakıyordu. Nihayet :
— Buyurunuz, buyurunuz, dedi ve sıranın üzerine eğilerek seçmeye koyuldu, hangisini istiyorsunuz, kırmızı mı, beyaz mı?
— Kırmızı, hem de çok iri olmasın.
Feniçka boynunu uzattı, yüzünü çiçeğe yaklaştırdı. Başörtüsü, başından omuzlarına kaydı. Yumuşak, parlak, simsiyah hafifçe dağınık bir saç yığını göründü. Bazarov :
— Durunuz, dedi, ben de sizinle beraber koklamak istiyorum.
Delikanlı eğildi ve genç kadının yarı açık duran dudaklarından kuvvetle öptü.
Feniçka titredi. İki eliyle Bazarov’u göğsünden itti. Ama yavaş ittiği için, delikanlı, kadını yeniden ve uzun uzun öpebildi.
Leylâkların arkasından kuru bir öksürük sesi geldi. Feniçka hemen sıranın öteki ucuna kaçtı. Pavel Petroviç göründü. Onları hafifçe selâmladı. Acı bir üzgünlükle, ‘Siz burada mısınız?’ dedi ve uzaklaştı.
— Çok fena yaptınız Yevgeni Vasiliç! diye fısıldadı.
Sesinde içten gelme bir sitem vardı.
Bazarov, kısa bir zaman önce geçen buna benzer bir başka sahneyi hatırladı. Hem utandı, hem hakaretle karışık bir can sıkıntısı duydu, ama hemen başını silkti. ‘Céladon gibi davrandığı için’ alaycı bir şekilde kendini tebrik etti ve odasına döndü.
Bunu izleyen düelloda Pavel Amca doğru Bazarov’a nişan alır ve ateş eder ama hedefi bulamaz.
«Bazarov bir adım daha attı, nişan almadan tetiği çekti.
Pavel Petroviç hafifçe sarsıldı, eliyle kalçasını tuttu.
Beyaz pantolonu üzerinden ince bir kan şeridi sızmaya başladı.
Bazarov tabancasını bir yana fırlattı ve düşmanına yaklaştı
— Yaralandınız mı? diye sordu.
Pavel Petroviç .
— Beni sınıra çağırmak hakkınızdı, dedi; bu önemsiz bir şey. Şartlarımıza göre birer sefer daha ateş edebiliriz.
Bazarov
— Affedersiniz ama, bir başka sefere kalsın, dedi ve sararmaya başlayan Pavel Petroviç’i kucakladı; şimdi ben artık bir düellocu değil, bir doktorum. Her şeyden önce yaranızı görmeliyim.
… Pavel Petroviç kesik kesik konuşmaya başladı:
— Bunların hepsi de saçma şeyler… Benim, kimsenin yardımına ihtiyacım yok, ve… bir sefer… daha…
Pavel Petroviç, bıyığını tutmak istedi ama, eli düştü, gözleri kaydı ve bayıldı.
…Pavel Petroviç yavaşça gözlerini açtı.
— Bu bereyi bir şeyle bağlamak yeter. Ben eve kadar yaya giderim. Olmazsa bana bir araba gönderirsiniz!.. İsterseniz düelloyu tekrarlamayalım!.. Siz soylu davrandınız… Bugün… Ama dikkat ediniz, bugün…
Bazarov itiraz etti
— Geçmişi anmakta mânâ yok. Geleceğe gelince, bunun için de kendinizi üzmeyiniz!.. Çünkü, ben hemen savuşmak niyetindeyim.»
Aslında Bazarov, Pavel Amca’nın atışını karşıladıktan sonra silahını serinkanlılıkla havaya boşaltsa daha soylu davranmış olurdu.
Artık Turgenyev, Pavel Amca ile Feniçka arasında, bir de Pavel Amca ile kardeşi arasındaki konuşmalarla ilk temizlik işlemini başlatır ve Pavel Amca, Nikolay’dan Feniçka ile evlenmesini ister. Çok sanatsal bir biçimde olmamakla birlikte işin törel yanı biraz olsun vurgulanır. Pavel Amca yurtdışına gitmeye karar verir: içinde ruhu ölmüştür. Sonsözde son bir kez daha gözümüze ilişecek ama Turgenyev’in onunla işi bitti.
Şimdi de sıra Nikolskoe izleğinin temizlenmesinde. Katya ile Arkadi’nin bir dişbudağın gölgesinde oturdukları Niltolskoe’ya geliriz. Tazı Fifi de oradadır. Işık ile gölge çok güzel aktarılır:
«Dişbudak ağacının yaprakları arasında oynaşan hafif bir rüzgâr, gerek esmer yol üzerinde, gerek Fifi’nin sırtında, soluk altın rengindeki ışık lekelerini ileri geri kımıldatıyordu. Arkadi ile Katya koyu bir gölge altında idiler. Yalnız arasıra genç kızın saçlarında parlak bir ışık çizgisi tutuşuyordu. İkisi de susuyorlardı. Ama, özellikle, onların bu susuşlarında, bu yan yana oturuşlarında sâf bir yakınlık kendini gösteriyordu. Bunlardan her biri, sanki yanmdakini düşünmüyordu. Ama ikisi de bu yakınlığa içten içe seviniyorlardı. Onları son gördüğümüzden beri yüzleri de değişmişti: Arkadi daha sakin, Katya daha canlı, daha cesur görünüyordu.»

Arkadi, Bazarov’un etkisinden çıkıp uzaklaşıyor. Buradaki konuşma işlevsel; olayları özetleyen, sonuçlar yakıştıran, son durumu anlatan bir konuşma. Katya’yla Anna’ nın kişilikleri arasındaki ayrımı da belirtme girişimi. Çok güçsüz ve çok geç kalmış bir konuşma. Arkadi’nin neredeyse evlenme önereceği ama birden uzaklaştığı anda Anna çıkagelir. Bir sayfa sonra da Bazarov’un geldiği haberi verilir. Ne işlek bir sahne!
Şimdi de Anna, Katya ve Arkadi’den kurtulacağız. Son sahne kameriyeye yerleştirilmiş. Arkadi ile Katya arasındaki bir başka konuşma sırasında Bazarov Anna çiftinin tartışması duyulur. Bir töre komedyası düzeyine inmiş durumdayız. «Gizlice Kulak Verme», çiftler oluşturma, özetleme yöntemleri önümüzde. Arkadi sevgilisinin gönlünü çelmeyi kaldığı yerden sürdürür ve kabul edilir. Anna ile Bazarov birbirlerini anlamaya başlarlar:
«Arına Sergeyevna sözlerine devam etti:
— İşte görüyorsunuz, ikimiz de yanılmışız! Artık ikimiz de çiçeği burnunda gençler değiliz, özellikle ben. Yaşlandık, yorulduk. İkimiz de —alçakgönüllülüğe ne gerek var?— akıllı kişileriz. İlk zamanlar birbirimizi ilgilendirdik… Merakımız gıdıklandı… Ama sonra…
Bazarov tamamladı
— Ama sonra, ben gücümü kaybettim, soluğum kesildi…
— Biliyorsunuz ki, bozuşmamızın sebebi bu değildi. Ama, ne olursa olsun, birbirimize ihtiyacımız yoktu, önemli olan budur. İkimizde de… bilmem ki nasıl söyleyeyim… aynı cins şeyler pek çoktu. Bunu birdenbire anlayamamıştık…
…Anna Sergeyevna’nm:
— Yevgeni Vasilyiç, başka türlü davranamazdık… diye başladığı duyuldu ama esen rüzgâr yaprakları hışırdattı ve genç kadının sesini uzaklara götürdü.
Bir süre sonra Bazarov’un şu sözleri duyuldu.
— Ama siz serbestsiniz!..
Bundan ötesini anlamak mümkün olmadı. Ayak sesleri uzaklaştı… Her şey sustu.»
Ertesi gün Bazarov genç arkadaşı Arkadi’yi kutsar ve oradan ayrılır.
Geldik romanın en büyük bölümüne, Yirmiyedinci Bölüme; sondan bir önceki bölüme. Bazarov ailesine dönüp tıp çalışmalarına başlar. Turgenyev onun ölümünü hazırlamaktadır. Sonunda ölüm çıkagelir. Yevgeni babasından cehennem taşı ister:
— Var; ne yapacaksın?..
— Gerekli… Yara dağlayacağım.
— Kimin yarasını?
— Kendi yaramı.
— Nasıl, kendi yaranı mı?.. Bu nereden çıktı?.. Nasıl yaraymış bu?.. Göster şunu…
— İşte şurada, parmağımda… Bugün köye gitmiştim, biliyorsun, hani şu tifolu hastanın köyüne… Nedense akıllarına otopsi yapmak gelmiş… Oysaki ben de çoktandır otopsi yapmamıştım.
— E, sonra?..
— Sonrası, ilçe doktorundan otopsiye katılmamı rica ettim ve işte parmağımı kestim.
Vasili İvanoviç birdenbire sapsarı kesildi, bir kelime söylemeden çalışma odasına atıldı, elinde bir cehennemtaşı parçası olduğu halde hemen geri döndü. Bazarov cehennemtaşını alıp gitmek istedi. Vasili İvanoviç:
— Allah rızası için bırak da bunu ben yapayım, dedi.
Bazarov gülümsedi
— Pratik yapmaya ne kadar heveslisin!..
— Alayı bırak rica ederim, parmağını göster!.. Yara o kadar büyük değil… Acımıyor, değil mi?
— Daha kuvvetli bas, korkma!..
— Ne dersin Yevgeni, demirle dağlasak daha iyi olmaz
mı?
— Bunu önceden yapmak gerekti. Halbuki şimdi, doğrusunu isterseniz, cehennem taşına da pek gerek yok. Şayet hastalık bana da bulaştıysa, iş işten geçti demektir.
Vasili İvanoviç güçlükle
— Nasıl… İş işten geçti mi? diyebildi.
— Elbette… Parmağımı keseli dört saatten fazla oluyor.
Vasili İvanoviç yarayı biraz daha dağladı.
— İlçe doktorunda cehennemtaşı yok muydu ki?
— Yoktu.
— Nasıl olur, aman Yarabbi!.. Doktor olsun da böyle gerekli bir şey bulunmasın!..
Bazarov:
— Sen onun bisturilerini bir görseydin! dedi ve dışarı çıktı.»
Bazarov’a mikrop bulaşmıştır, yatağa düşer, yan iyileşir, sonra da saynlığa yenilerek sonuna varır. Anna çağrılır, bir Alman doktorla gelir. Doktor hiç umut kalmadığını söyler ve Anna, Bazarov’un yatağı başına gider.
«Bazarov:
— Teşekkür ederim, diye tekrarladı, bu, kıralca bir davranış oldu. Derler ki, kıratlar da ölmekte olanları ziyaret ederlermiş.
— Yevgeni Vasilyiç, umarım ki…
— Eh, Anna Sergeyevna, doğruyu söyleyelim, benim işim bitik. Ben çarkların arasına sıkışmış bir adamım. Görülüyor ki, geleceği düşünmek yersizmiş. Ölüm eski bir şey ama, herkes için yenidir. Şimdiye kadar korkmadım… Daha sonra kendimi kaybedeceğim ve her şey tamam… (Zayıf bir hareketle elini salladı). Bilmem ki size ne söyleyeyim… Sizi sevdiğimi mi?.. Bunun önce de bir mânâsı yoktu, şimdi ise hepten yok… Aşk bir kalıptır. Benim kendi kalıbımsa, dağılıp gidiyor. İyisi mi size şunu söyleyeyim : Öylesine canlı, ve şimdi karşımda öylesine güzelsiniz ki…
Anna Sergeyevna, elinde olmayarak titredi.
— Bir şey değil, heyecanlanmayınız!.. Orada oturunuz… Bana yaklaşmayınız. Biliyorsunuz ki hastalığım bulaşıcıdır.
Anna Sergeyevna hızla odayı geçti ve Bazarov’un yatmakta olduğu divanın yanındaki koltuğa oturdu. Bazarov hafif bir sesle devam etti:
— İyi yürekli kadın!.. Oh, ne kadar da yakın… Bu iğrenç odada, öylesine genç, öylesine taze, öylesine temiz ki… Elveda artık!.. Çok yaşayınız, bu hepsinden iyi… Fırsat varken hayattan faydalanınız!.. Bakınız, ne çirkin bir görünüş : Yarı ezilmiş bir solucan, yine de yerlerde sürünmeye çabalıyor! Ben de, birçok işler yapacağım, ölmeyeceğim, diye düşünmüştüm. Ne gezer!.. Bu dünyada bir amacım vardı. Ben bir devdim! Oysa ki, şimdi bu devin bütün ödevi, hiç kimseyi ilgilendirmemekle beraber, ne yapıp yapıp acı çekmeden ölmektir. Ama ne olursa olsun, dayanıklı olacağım!..
…Bazarov elini alnına koydu.
Anna Sergeyevna ona doğru eğildi:
— Yevgeni Vasilyiç, ben buradayım…
Bazarov hemen elini alnından çekti ve doğruldu. Gözleri son bir ışıkla tutuştu. Ani bir güçle:
— Elveda… dedi, elveda!.. Beni dinleyin… Ben o gün sizi öpmemiştim. Ölmekte olan şu kandili üfleyiniz de sönsün!..
Anna Sergeyevna, dudaklarını delikanlının alnına dokundurdu. Bazarov .
— Yeter, dedi ve başı yastığa düştü, şimdi… Karanlık…
Anna Sergeyevna yavaşça odadan çıktı. Vasili İvano
viç fısıltı ile sordu:
— Ne haber?..
Genç kadın, zor duyulan bir sesle cevap verdi:
— Uyudu.
Bazarov’un artık uyanmaması alnında yazılıydı. Akşama doğru tamamiyle kendini kaybetti, ertesi gün de öldü. …
Nihayet delikanlı son nefesini verdiği ve evin içinde genel bir feryat koptuğu anda, Vasili İvanoviç, âni bir öfkeye kapıldı. Kasılmış yüzü ateşler içinde olduğu halde, kısık bir sesle, ‘Dâva edeceğimi söylemiştim’ diye bağırıyor, gûya birini korkutuyormuş gibi yumruğunu havada sallayarak tekrarlıyordu, ‘Davacıyım!.. Dâvacıyım!Arina Vlasyevna’ya gelince, gözyaşları içinde kocasının boynuna asıldı. İkisi birden yüzükoyun yere yuvarlandılar. Sonraları, Anfisuşka bu olayı hizmetçi odasında şöyle anlattı: «İşte böyle, ikisinin birden, öğle sıcağında başbaşa veren koyunlar gibi, başcağızları yere düşmüştü.»
Ama, kavurucu öğle sıcağı geçer, akşam olur, gece gelir, acı çekenlerin, yorgunların tatlı tatlı uyuyacakları sakin barınaklara dönüş zamanı gelir…
Sonsözde, Yirmisekizinci Bölümde, çiftler oluşturma yöntemiyle herkes evlenir. Buradaki öğretici ve biraz da eğlendirici tavra dikkat edin. Yazgı her şeyi ele geçirir ama yine de Turgenyev’in yönetimi altındadır.
«Arına, Sergeyevna geçenlerde evlendi. Ama bu evlenme aşka değil, çıkara dayanıyordu. Kocası, geleceğin Rus adamlarından, pratik kabiliyetleri fazla gelişmiş, çok akıllı, iradesi kuvvetli, çok iyi konuşmasını bilen, iyi yürekli, henüz genç, ama buz gibi soğuk bir hukukçudur.
…Baba oğul Kirsanov’lar, Maryino’ya yerleştiler. İşleri düzelmeye başladı. Arkadi, çok çalışkan bir çiftlik idarecisi oldu, ‘çiftlik’ de, oldukça önemli bir gelir sağlıyor. …
Katerina Sergeyevna’nın Kolya adlı bir oğlu oldu. Mitya artık bayağı dolaşıyor, oldukça anlaşılır sözler söylüyordu. …
Dresden’de, Brühl terasında, saat iki ile dört arası, en faschionable gezi zamanıdır. Bu saatlerde orada, elli yaşlarında, saçları artık tamamıyla ağarmış, goutte hastalığı çekiyormuş izlenimi veren, ama hâlâ güzelliğini kaybetmemiş, zarif giyinen ve ancak sosyetenin kaymak tabakasında uzun bir süre bulunmuş insanlara özel davranışı olan birisine rastlayabilirsiniz! Bu, Pavel Petroviç’tir. Moskova’dan Avrupa’ya tedavi için gitmiş, Dresden’de yerleşmişti. Burada daha çok İngilizlerle ve gelip geçen Ruslarla düşüp kalkmaktadır…..
Kukşina da, eninde sonunda Avrupa’ya gitti.
Büyük bir adam olmaya hazırlanan Sitnikov da, oksijenle azotu birbirinden ayırdedemeyen, ama, her şeyi ret ve inkâr eden, yalnız kendilerini beğenen bu çeşit iki üç kimyacı ile ve büyük Yeliseviç’le Petersburg’da sürtüp durmakta, kendi söylentisine göre de Bazarov’un ‘dâvasını’ yürütmektedir.
…Rusya’nın ücra köşelerinden birinde küçük bir köy mezarlığı vardır. Hemen hemen bütün mezarlıklarımız gibi, bu küçük köy mezarlığının da görünüşü acıklıdır. Etrafını çeviren hendekleri çoktan otlar kaplamıştır. Yana
yatmış kül rengindeki tahta haçlar, bir zamanlar boyalı olan küçük çatıları altında çürümektedir. Mezar taşlarının hepsi de, gûya onları aşağıdan biri itmiş gibi, hep yerinden oynamıştır. Yaprakları yolunmuş bir iki ağaç, zorlukla zayıf bir gölge verebilmektedir. Koyunlar, engelsizce mezarlar arasında dolaşmaktadır. Ama, bunların içinde bir mezar vardır ki, insan eli ona erişmez, hayvan ayağı onu çiğnemez: Bu mezarın üzerine yalnız kuşlar konar ve her sabah günün ilk ışığında öterler. Bu mezarın etrafında demir bir parmaklık vardır. İki ucuna, iki körpe çam dikilmiştir. Bu mezarda Yevgeni Bazarov gömülüdür. Yakınlardaki bir köyden, dermansız iki ihtiyar, bir karı ve bir koca sık sık bu mezarı ziyarete gelirler… Bu iki ihtiyar, birbirlerine dayanarak, ağırlaşmış adımlarla yürürler. Demir parmaklığa yaklaşarak, yere kapanır, sonra diz çökerler… Uzun uzun, acı acı ağlarlar. Altında oğullarının yatmakta olduğu dilsiz taşa, uzun uzun, dikkatle bakarlar. Birbirlerine kısa birkaç söz söylerler, taşın üstündeki tozları silerler. Çamların dallarını düzeltir, yeniden dua ederler… Kendilerini oğullarına, onun anılarına daha yakın duydukları bu yerden bir türlü ayrılamazlar…

Edebiyat Dersleri – Vladimir Nabokov

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version